Toplumda Görülen Şiddet Davranışına Evrimsel Yaklaşım/Erkeklerde ve Kadınlarda Şiddet Davranışı


  Erkeklerde ve Kadınlarda Şiddet Davranışı
  Türkiye’de şiddet, 6284 sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine ilişkin kanunda “Kişinin fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı” olarak tanımlamaktadır. Şiddet davranışı genellikle erkek üzerinden tartışılmasının yanı sıra, mağdurların yaşlılar, kadınlar ve çocukların olduğu bir problem olarak karşımıza çıkmaktır. Evde gerçekleşen şiddetin ise genellikle erkek tarafından kaynaklandığı görülmektedir (Marlborough, 2003). Türkiye’de yapılan Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’nda (Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, 2019) ülke genelinde yaşamının herhangi bir döneminde eşi veya eski eşi tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılan kadınların oranı %36’dır. Yaşamının herhangi bir döneminde duygusal şiddet yaşayan kadınların oranı ise %44’tür. 2014 araştırmasında yaşamının herhangi bir döneminde cinsel şiddete maruz kalan kadınların oranı %12 olarak karşımıza çıkmaktadır. Son zamanlarda yapılan çalışmaların gösterdiği üzere eşleri tarafından öldürülen kadınların sayıları da git gide artmaktadır (Wilson, 2005).
  Saldırganlığa evrimsel psikoloji açısından bakıldığında bazı adaptif problemler, şiddeti doğuran etkenler olarak karşımıza çıkabilmektedir. Eş şiddetine yol açan adaptif problemleri şöyle sıralayabiliriz; kaçak avcıların varlığı (mate poachers), cinsel sadakatsizlik, dişinin başka bir erkeğin yavrusunu taşıma şüphesi, kaynakların sınırlılığı, eş değer tutarsızlığı (mate value disperancy), üvey evlatlar, eşliğin sonlanması ve eski eşin yeniden eş bulmasını engelleme (Buss ve Duntley, 2011). Bu problemler doğrudan seçilmiş adaptasyonlar olabilmekle birlikte sorunları çözebilme amacıyla oluşan adaptasyonların yan ürünü (by-product) olarak da karşımıza çıkabilmektedir (Ward ve Siegert, 2002; Durrant, 2011).
  İnsanlar, zaman içerisinde diğer insanları etkilemek ve üreme başarısını (reproductive sucess) arttıran kaynakları edinmek amacıyla pek çok taktik edinmiştir (Buss, Gomes, Giggins ve Lauterbach, 1987). Evrimsel bakış açısında tüm türlerin evrimsel geçmiş ve nihai amaç olan üreme başarısı ile şekillendiği bilinmektedir. Üreme başarısını belirleyen bir faktör olan uzun süreli eşleşme stratejisi, erkeğe üreme açısından pek çok fayda sağlamaktadır. Bunlar faydalar; (1) arzu edilen bir eşi cezbetme yeteneklerini artırmak; (2) uzun süreli yakınlık ve cinsel erişim yoluyla babalık kesinliğini artırmak; (3) çocuklarının hayatta kalmasını sağlamayı arttırmak; (4) baba yatırımı yoluyla çocuklarının üreme başarısını arttırmak; ve (5) karısının geniş akrabaları aracılığıyla statü ve koalisyonel müttefikleri artırmak olarak sayılabilmektedir. (Buss, 2011; Buss, 2018). Uzun süreli ilişki kurmanın üreme başarısı üzerindeki etkisini göz önünde bulunduracak olursak, uzun süreli ilişkiyi elde tutarken de şiddete başvurulması kaçınılamaz bir hale gelmektedir. Erkek tarafından gösterilen şiddet davranışı, evrimsel psikoloji çerçevesinden ele alındığında; üreme başarısını arttırmak, genlerin bir sonraki kuşağa aktarma şansını yükseltmek olarak açıklanmaktadır (Buss ve Duntley, 2011).
  Bazı durumlarda erkeklerde ortaya çıkabilen, doğan veya doğacak olan yavrunun kendisine ait olup olmadığı şüphesini azaltmak hatta bu şüpheyi ortadan kaldırmak adına erkek, şiddete başvurulabilmektedir. Buna göre, erkekler tarafından gerçekleştirilen eşe karşı şiddet ve tehditin, eşlerinin özerkliğini kısıtlamak ve böylece sadakatsizlik riskini düşürmek için strateji olarak kullanılmasından kaynaklı olduğu söylenebilir (Daly ve Wilson, 1988). Bu davranışla birlikte kadının başka bir erkekten yavru meydana getirme olasılığını düşürmek ve başka bir erkeğin yavrusuna bakma ihtimalinin ortadan kaldırılması amaçlanır. Erkeklerin sahip olduğu bu şüphenin altında yatan sebebi şöyle açıklamak mümkündür; biyolojik farklılıklara bağlı olarak dişi ve erkek türlerin üreme başarısını güvene alma stratejileri farklı biçimlerde meydana gelmektedir. Bu stratejilerden birisi de kıskançlıktır (Wilson ve Daly, 1999). Ancak cinsiyet rollerinden doğan bir sonuca bağlı olarak dişi ve erkeklerdeki kıskançlığın farklı yaşandığı bilinmektedir (Buss ve Duntley, 2011). Ancak kıskançlıktan bahsetmeden önce ebeveyn yatırım hipotezini anlamak önem taşımaktadır.
  Ebeveyn yatırımı hipotezi, hem insanlarda hem de hayvanlar aleminde yaygın olmakla birlikte türlerin çoğunda her ebeveynin yavrularına yatırım yaptığı süre miktarında bir dengesizlik olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Ebeveyn yatırımı, yavruların hayatta kalmasının bir belirleyicisi olarak işlev görür ve bu yatırıma erişmek diğer ebeveyne kıyasla fazla ebeveyn yatırımı sağlamayan cinsiyet için önemlidir. Bu hipotez, yavrularını büyütmeye en çok yatırım yapan cinsiyetin sınırlayıcı cinsiyet olduğunu belirtmektedir. Buna göre bir eş seçerken daha çok yatırım yapan cinsiyet daha seçicidir. Diğer cinsiyet böylece zamanının çoğunu eşler için rekabet etmeye ve kur yapmaya harcamaktadır (Trivers, 1972). Sınırlayıcı cinsiyete göre cinsel seçilim, cinsiyetler arasındaki ebeveyn yatırımı arasındaki eşitsizlik arttıkça daha güçlü bir hale gelmektedir. Ebeveyn yatırımı insanlarda nispeten eşitken, dişiler seçici cinsiyettir çünkü erkekler birkaç dişiyi hamile bırakabilirken, bir dişi yalnızca bir erkekten hamile kalabilir ve hamilelik uzun süren bir dönemdir. Bununla birlikte, erkeklerin yaptığı yatırım, erkeklerin de seçici olduğu anlamına gelmektedir. Evrimsel psikolojiye göre, ebeveyn yatırımı dişilerin neden iyi kaynaklara işaret eden özelliklere odaklanma eğiliminde olduğunu açıklarken, erkekler doğurganlığın sinyallerine odaklanma eğilimindedir: dişiler eşlerini seçerler
  Eş seçimi tercihlerindeki cinsiyet farklılıkları hakkındaki evrimsel hipotezler, Trivers' ın ebeveyn yatırım modelinden türetilmiştir. Bu model, kadınların, yavrularının hayatta kalma veya üreme olasılıklarını en üst düzeye çıkaran fiziksel olmayan özelliklere sahip bir eş aramaya erkeklerden daha olası olduğunu iddia ederek incelenmiştir ve eş seçimi araştırmasına dair bir meta-analizde araştırılmıştır. Tahmin edildiği gibi, kadınlar sosyoekonomik statü, hırslılık, karakter ve zekaya erkeklerden daha fazla ağırlık vermişlerdir ve en büyük cinsiyet farklılıkları kaynak edinme ipuçları (statü, hırslılık) için gözlemlenmiştir. (Feingold, 1992)
  Diğer türlerde olduğu gibi insan erkeği de, doğan yavrunun kendisinin de yavrusu olup olmadığıyla fazlaca ilgilenmektedir. Dişilerin benzer biyolojik ilişkiye dair endişeleri bulunmamaktadır. Şüphesiz ki doğurduğu yavru kendisindendir ve istenmeyen gebelik durumları ve psikolojik bozulmalar hariç anne çoğunlukla yavrusunu kabullenmektedir. Bir dişi bir erkekten hamile kaldığında yaşadığı endişe genellikle kendisine ve yavrusuna sağlanacak kaynak üzerine yoğunlaşmaktadır. Erkeğin başka bir dişiden yavru meydana getirmesi, kaynakların bölünmesine ve yavrunun alabileceğinden daha az bakım almasına ve daha az gelişmesine sebebiyet verebilmektedir. Bunun sonucunda ise dişiler duygusal bağlılığa, erkekler ise cinsel bağlılığa önem vermektedir.
  Bahsedilen cinsiyetler arasındaki farklılıklar sebebiyle dişi ve erkeklerin farklı çiftleşme endişeleri bulunmaktadır. Söz edildiği gibi, annelik kesindir ancak babalığın baba tarafından tayini mümkün olmayabilir. Bunun sonucunda ise bir erkek dişiye ve yavruya kaynaklarını aktarmaya karar verdiğinde, o yavrunun kendisine ait olduğuna emin olmak istemektedir. Bu tür üreme ile ilgili endişelerin sonucunda ise babalık güvencesi olarak adlandırılan ve türün erkeğinin genetik olarak kendisine ait olmayan herhangi bir yavru üzerine yatırım yapmak istememe durumu ile karşı karşıya kalınmaktadır. Neredeyse tüm türlerde erkekler, üreme başarısını, cinsel kıskançlık ve genetik olarak kendisine yakın olan yavruyu destekleyerek arttırmaya çalışmaktadır (Goetz, 2010). Böylece şiddet davranışı üreme başarısı ve kendini güvene alma mekanizması ile açıklanmaktadır. Eğer erkekler, kıskanç ama aynı zamanda risk almayan bir tutum sergileselerdi eşe karşı şiddet davranışı daha az görülebilirdi (Daly ve Wilson 1984). Bu durumla ilişkili olarak üvey ebeveyne sahip (özellikle baba) çocuklar göz önünde bulundurulduğunda, bu çocukların diğer çocuklardan 40 kat daha fazla istismar, suça itilme ve evden kaçma gibi istatistiklerde yer aldığı görülmektedir (Daly ve Wilson, 1984). Yapılan erkek ve kadın karşılaştırmasında, erkeklerin çocuklara karşı daha fazla orantısız şiddet uyguladığı, bunun sonucunda ise kadınlardan çok erkeklerin ölümcül çocuk istismarına sebebiyet verdiği bilinmektedir (Wilson, 2005).
  İnsanlarda erkeklerin dişilere saldırması adaptif ise, benzer davranışların primatlarda da görülmesi gerekmektedir. Yapılan primat araştırmaları göstermektedir ki, erkek primatlar çiftleşme sırasında dişilerin direncini ortadan kaldırmak için saldırganlık ve şiddete başvurmaktadır(Goodall, 1986). Araştırmacılar, neredeyse orangutanlardaki çiftleşmelerin yarısının, dişilerin direnci erkek saldırganlığı ile kırıldıktan sonra gerçekleştiğini görmüşlerdir (Hanna, 1997).
  Şiddet olgusu her ne kadar erkekler üzerinden açıklanmaya daha müsait olsa da kadınların da şiddet davranışı gösterdiği bilinen bir gerçektir. Kadınlardaki şiddet davranışını inceleyecek olursak, erkeklerde olduğu gibi bu davranışların da adaptif yönleri bulunduğunu görebilmekteyiz (Buss ve Duntley, 2011). Erkekler birbirlerine üstünlük kurma ve bunun getirdiği ödülleri elde etmek için şiddeti kullanırken, kadınların ise üreme başarısını arttırmasına yardımcı olan kaynaklar için şiddete başvurduğu görülmektedir (Campbell, 2001). Her iki cinsiyet için de üreme başarısı, olgunluğa ulaşan yavruların sayısı ile ölçülmektedir (Moreno, 2010). Kadınların şiddet davranışına başvurmadaki en önemli sebebi, üreme başarısını arttırmak ve bunun için de var olan yavrularını çevreden gelecek olan tehditlere karşı korumaktır. Hayatta kalmak için gerekli kaynakları ve korumayı sağlayabilmek için kadınların şiddete başvurması ve yavrularını korumasına yardımcı olacak eş seçimi için savaşması, gösterilen şiddet davranışının sebeplerindendir. Bu sebepten dolayı kaynaklara ulaşma gücü yüksek olan erkekleri eş olarak seçmiş dişilerin kaynaklara ulaşma şansı düşük olan erkeklerle eş olan dişilerden daha düşük şiddet davranışına başvurduğu söylenebilir (Campbell, 2001).
  Evrimsel bakış açısıyla eşe karşı şiddet, cinsel sadakatsizlik, dişinin başka bir erkeğin yavrusunu taşıma şüphesi, kaynakların sınırlılığı, eşliğin sonlanması, eski eşin yeniden eş bulmasını engelleme (Buss ve Duntley, 2011) gibi adaptif problemler yoluyla açıklamak hipotetik olarak mümkün olsa da, günümüzde kadına karşı şiddeti ve kadın cinayetlerini açıklama konusunda yetersiz kalmaktadır. İnsanlarda görülen şiddet davranışının evrimsel adaptasyonların ötesinde, toplumun ataerkil yapısından kaynaklanmakta olduğuna mutlaka dikkat çekmek gerekmektedir. Ataerkil düzenin sebebiyet verdiği kadına karşı üstün gelme çabası, kadının güç kazanmasını engelleme ve erkeğin gücünü sürdürmeye yönelik tutumu sonucunda kadına şiddet ve cinayet vakaları gün geçtikçe artmaktadır. Bununla birlikte verilen cezaların yetersizliği, temel eğitimin eksikliği ve medyanın kadına karşı şiddetle mücadelede etkin olmayan kullanımı, eşe karşı şiddet ve kadına yönelik şiddet olgusunu her geçen gün kadınların içinde bulunduğu durumu daha da vahim hale getirmektedir.