Nutuk/3. bölüm/Kâzım Karabekir Paşa'nın tavsiyeleri

Kâzım Karabekir Paşa’dan 17 Eylül 335 tarihinde de zata mahsus bir şifre aldım. Pek samimî ve uhuvvetkârâne bir lisanla yazılmış olan bu şifre bir iki ihtarı ihtivâ ediyordu. Kâzım Karabekir Paşa: “Paşam, diyor, Sivas’tan gelen tebligat ve ta’mîmler, kâh Heyet-i Temsiliye namına ve kâh re’sendir. 10 Eylül 335 tarihinde, Dersaadet’teki hükümete hitaben, re’sen tebligat ve ihtaratınız vâki olmaktadır. Buna itimat ve emniyet buyurunuz ki bu tarzda imzanızla vâki olan tebligat, sizi en ziyade hürmetle sevenler nezdinde bile büyük bir samimiyetle ve selâmet-i fikirle tenkit olunuyor. ………….. Bunun ne kadar müessir ve aksü’l-amele sâik olacağını takdir buyurursunuz.”... “Binâenaleyh Heyet-i Temsiliye ve Kongre mukarrerâtını daima imzasız, sadece Heyet-i Temsiliye diye neşrini ricâ ederim.” Telgrafnâme şu cümlelerle hitam buluyordu. “Zât-ı samilerinin her halde ortada münferit bir şekilde görülmemesi mukteza-yı nef’-i memlekettir. İttifak-ı ârâ ile (bu noktada reyleri toplanan zevât veya heyetin kimler olduğunu henüz bugüne kadar öğrenmek müyesser olmamıştır.) ma’rûz olan işbu ricâlarımın hüsn-i telâkki buyurulacağından eminim, ellerinizden öperim” (Vesika: 96)...

Kâzım Karabekir Paşa’yı samimî olarak tereddüt ve tenkide düşürdüğünü gördüğünüz noktaları mümkün olduğu kadar bâriz olarak muhakeme ve izaha ihtiyaç derkârdır. O tarihteki hissiyât ve efkârımın mahsul-i ilhamı olan mütâlaamı, bugünün yeni tesirâtına kaptırmaktan ihtirâzen, o tarihte verdiğim cevâbı aynen arz etmeyi tercih ederim:

19 Eylül 335
Onbeşinci Kolordu Kumandanı Kâzım Paşa Hazretlerine

C: Muhterem kardeşim, derin bir samimiyete müstenid olduğuna asla şüphe etmediğim kanaatinizi açık bir lisan-ı uhuvvetle bildirmiş olmanız revâbıt-ı uhuvvetimizin tarsînine ve kalbî memnuniyetimin tecellisine bâdi olmuştur. Tasavvur buyurulan mehâzîri tamamen takdir ediyorum. 10 Eylül tarihinde re’sen hükümete vuku bulmuş bir tebliğim yoktur. Yalnız telgrafhanede bulunduğum bir sırada bi’t-tesâdüf Dahiliye Nazırı Âdil Bey ile makine başında karşı karşıya geliverdik. Onun Sivas Valisi Reşit Paşa’ya verdiği manasız cevaplara karşı bendeniz sırf şahsî olmak üzere mûmâileyhin şahsına hitaben malûmunuz olan biraz sertçe ihtaratta bulundum. Bu adeta bir muhavere şeklinde câri olmuştur. Bundan başka gerek hükümete ve gerek zât-ı şâhâneye ve gerek ecânibe vuku bulan mürâcaatlarda ale’l-ıtlâk “Kongre Heyeti” veya “Heyet-i Temsiliye” ifadesi imza makamına kaim olmuştur. Yalnız Amerika Senatosu’na yazılan ve malûmunuz olan bir mektuba Kongre kararıyla beş kişi vaz’-ı imza etmiştir ki bu meyânda bendenizin de imzam vardır. Dahilî olan alenî muhhaberâta gelince, bunda da Heyet-i Temsiliye ibaresini imza makamında kullanmakta idik. Ancak bunun bazı taraflarca su-i tesir ve adem-i emniyeti mûcib olduğu görüldü. Fi’l-hakika böyle umumî bir tâbirin delâlet eylediği şahsiyetler ve kuvvet gizli kalıyor. Ortada mes’ûl kimdir? Bazı taraflardan, bilhassa Kastamonu, Ankara, Malatya, Niğde, Canik gibi yerlerden doğrudan doğruya şahsen makine başına çağrılmaya başlandım. Adeta Heyet-i Temsiliye unvanı altında gizlenen şahıslarla, müşâreket-i şahsiyem olup olmadığına dair bir tereddüt emâresi hissolundu. Hatta Trabzon’dan Servet Bey de Heyet-i Temsiliye imzalı tebligatı su-i telâkki ve heyet-i mezkûrenin keyfiyet ve kemiyeti hakkında birçok yanlış mütâlaalardan sonra şahsen bendenizi makine başına çağırdı. Görüşüldükten sonra bütün bu münakaşaların sebebinin imzanın Heyet-i Temsiliye olarak, mevhûm bir şahsiyet ifade eder tarzda vaz’ edilmiş olduğunu söyledi. İşte bu esbâbdan nâşi bu imza meselesi iş’âr-ı birâderîlerinden evvel Heyet-i Temsiliye’ce mevzu-ı müzakere olmuştu. Heyet-i Temsiliye’nin hafî bir komite heyet-i icraiyesi olmayıp hükümetin müsaade-i resmiyesini almış kanunî, meşrû’ bir cemiyetin mümessillerinden mürekkeb bulunması cihetiyle kanun-ı mahsusuna tevfîkan, mukarrerât ve tebligatın bir şahs-ı mes’ûl tarafından imzalanması usûlü zarurî görülmüştü ve Heyet-i Temsiliye’nin tebligat ve neşriyatına umumî ve mevhûm bir nam izafesi suretiyle düşeceği gayr-i kanunî şeklinden dolayı hâsıl olacak mahzurlar cereyân-ı millî aleyhdârlarının esasen yapmakta oldukları muzır propagandalara imza bulunmak yüzünden ilâve edebilecekleri zarardan pek fazla görüldü ve bi’n-netice müttefikan, vaz’-ı imza usûlü taht-ı karara alındı. Bu karara rağmen, bu defa vuku bulan ihtar-ı birâderîleri üzerine meselenin bir kere daha mevki-i tezekküre vaz’ını Heyet-i Temsiliye’ye teklif ettim. Evvelce dermeyan edilmiş olan esbâb ve mütâlaata binâen aynı suretle yazılan şeylerin Heyet-i Temsiliye kararıyla olduğu tasrih edilmek üzere yazılmasına müttefikan karar verdiler. Şahsım mevzu-i bahis olmak itibarıyla bu müzakerede bî-taraf kalmayı münasip gördüm. Prensip olarak bir zatın imza etmesi kabul edildikten sonra benim yerime diğer bir zatın imza etmesi mevzu-i bahis oldu. Bu noktada heyetin dermeyan eylediği mehâzîr şunlardır: Bütün cihan benim bu işin içinde bulunduğumu bilir. Bugün diğer bir zatın imzasıyla tebligata başlanınca ve benim ismimin ortadan kalkmasıyla ya aramızda bir nifak ve iftirâk olduğuna hükmolunacak veyahut herhangi bir zat imza eylediği halde benim ortaya çıkmaktan mücânib, gayr-i meşrû’ bir vaziyette olduğuma ve binâenaleyh harekâtın gayr-i meşrû’ bulunduğu zehâbına düşülecektir. Bundan sarf-ı nazarla, heyet-i umumiyeye itimat ve emniyet-bahş olacak diğer bir arkadaşımız, imzasıyla ortaya çıkınca bugün benim hakkımda vârid olan mehâzîr aynen o arkadaşımızın da hakkında vârid olacaktır. O halde onun da çekilip diğer birinin vaz’-ı imzaya başlaması gibi bi’n-netice bizim için eser-i zaaf teşkil edecek olan bir silsile takip etmek lâzımdır. Bilmem bu ciheti ne dereceye kadar tasvip buyurursunuz? Fi’l-hakika bendenizin şahsım, bilhassa işin mebdeinde hedef-i taarruz gibi tasavvur edilmişti. Fakat gerek dahilen ve gerek haricen muhtemel olan taarruzlar vâki olmuş, elhamdülillah kâmilen maksadımız lehine neticelenmiştir. Hükümet-i merkeziye ve bedhâhân, her teşebbüsünde makhûr olmuştur. Ecânibe gelince, Amerikalılar, Fransızlar ve İngilizlerle pek ciddî temas hâsıl olmuş ve bunların Sivas’a kadar gelen sahib-i salâhiyet memûrîni lehimizde bizimle hüsn-i münasebata girişmişlerdir. Bizim de dahil olduğumuz Kuvâ-yı Milliye’nin, bir iki kişinin eser-i tahrikatı olmayıp tamamen millî ve umumî bir şekil ve mahiyette olduğunu ıttılâımız dahilinde bâ-rapor mercilerine bildirmişlerdir. Bir de bu gibi harekâtta az çok önayak olanlar hakkında memleketimizde ma’lûm olan ahlâksızlık icabı bazı kirli vicdanlı insanların kîl ü kalinin önüne geçmek mümkün değildir. Bu hâlet-i hissiye her millette de aynıdır. Bu gibi mahzurlara karşı buraca düşünülen yegâne çare, bizim sarsılmaz bir tesanüd-i samimiyetle maksad-ı mübeccelimize yürümekte bir an tereddüt göstermemekliğimizdir. Bendeniz menâfi-i umumiyeye ait ve şâmil olan ef’âl ve harekâtımızda, zâtî içtihâdâtımla değil, umum rüfeka-yı kirâmımın vicdanî ve samimî birliğiyle hareketi tercih ettiğim zât-ı birâderîlerince müsellemdir. Maahaza bu hususta başkaca vârid olacak mütâlaa-i birâderîlerinin iş’ârına intizâr eder, kemâl-i hürmet ve samimiyetle gözlerinizden öperim kardeşim.

Mustafa Kemal

Efendiler, İstanbul hükümetiyle kat’-ı muhhaberât eylediğimiz 12 Eylül 335 tarihinden sonra Ferit Paşa Kabinesi’nin sukutu tarihine kadar muhtelif tarihlerde tekrar pâdişâha, ecnebi mümessillere, İstanbul Şehremaneti’ne ve umum matbûata muhtelif muhtıra ve beyannâmeler yazıldı (Vesika: 97).