Nutuk/3. bölüm/Kâzım Karabekir Paşa'nın benim hükûmet işlerine karışmam hakkındaki fikri

Efendiler, içinde bulunduğumuz günlere ait mesâil ve vakayie temas etmişken, burada küçük bir noktayı daha, izah etmeme müsaadenizi ricâ edeceğim. 8 Teşrinievvel 335 tarihli olup Kâzım Karabekir Paşa’dan gelen bir telgrafta, şöyle bir mütâlaa bast ü beyan olunuyordu:

“Heyet-i Temsiliye’den zât-ı samileriyle, Rauf Beyefendi’nin ve bu kıbâlde olan zevât-ı müessire-i âliyenin mebus olduktan sonra da bir vechile hükümete karışmayarak daima Meclis-i Millî’deki grubun başında nâfiz ve kabinenin şekl-i terkibi ve ricâlinin kıymet ve hüviyeti ne olursa olsun, daima Meclis-i Millî içinde nâfiz ve murakıp bulunmayı, en mühim bir hadise-i muvaffakiyet ve elzemü’t-tatbik bir karar addeylerim.”

“Bir emelin ve bir grubun en yüksek ve en muktedir tanınmış ricâli, kendi dairesinden çıkıp da hükümet işine karışınca, Meclis-i Millî daima zayıf kalmış ve müteaddit cereyânlar karşısında ya sürüklenmiş veyahut parçalanmıştır.”

“Vatan ve milletin felâh-ı tâmmı şiddetle mevzu-i bahis olan bu devrede, işbu ma’rûzâtım etrafında kat’î bir karar ile mücehhez bulunmamızı kemâl-i hürmetle istirham eylerim.”

Efendiler, fi’l-hakika, Erzurum’da bulunduğum zamanlarda, Kâzım Karabekir Paşa, vicâhen de bu mütâlaaya mümâsil mütâlaalar serd eylemişti. Benim de dermeyan ettiğim mütâlaat şu mealde idi: “Her şeyden evvel, memlekette, milletin mevcudiyet ve irâdesini tebârüz ettirmek ve bunu sarsılmaz bir tarzda, Meclis-i Millî’de temsil etmek lâzımdır. Bu da, memlekette millî bir mefkûre etrafında, kuvvetli bir teşkilât yapmak ve bu teşkilâta müstenid, Meclis’te bir grup, bulundurmakla mümkündür. En zî-nüfûz zevâtın gayesi bu olmalıdır. Halbuki, şimdiye kadar görüldüğüne nazaran, asıl olan bu cihete ehemmiyet verilmeksizin, az-çok kendinde liyakat görenler hemen hükümete geçmek hevesine, hırsına kapılıyorlar. Bu gibi insanların teşkil ettiği hükümetlerin mesnedleri, millî teşkilâta merbut, Meclis’te kavî bir grup olamayınca, yalnız saltanat ve hilâfet makamı kalıyor. Bu yüzden, millî meclisler, şeref ve kudret-i milliyeyi temsil edemiyor, arzu-yı millî tecelli edemiyor ve icâbatı tatbik olunamıyor. Binâenaleyh bizim için ilk ve en esaslı prensip, evvelâ, memlekette teşkilât-ı milliyeyi vücuda getirmek, sonra da bu teşkilâttan kuvvet alan bir grubun başında, Meclis’te çalışmak olmalıdır. Hükümet teşkiline veya teşekkül edecek herhangi bir hükümete dahil olmaya kalkışmakta faide yoktur. Çünkü bu mahiyette bir hükümet, vatana ve millete hiçbir esaslı hizmet ifa edemeden, der-akab düşmeye veyahut pâdişâha dayanarak Meclis’e karşı ve dolayısıyla millete karşı vaziyet almaya mecbur olacaktır ki birincisinde istikrarsızlık gibi büyük bir mahzur tevali edecek, ikincisinde de hâkimiyet-i milliyenin, bi’t-tedric ma’dûm hükmüne getirilmesine hizmet edilmiş olacaktır.” Nitekim meşmûl-i ıttılâınız olduğu ve fiilen de sübût bulduğu vechile, biz evvelâ memlekette teşkilât-ı milliye yaptık. Sonra Meclis’i topladık. Evvelâ meclis hükümeti yaptık. Ondan sonra da hükümet yaptık.

Bundan başka, münasebet düştükçe Kabine’ye girilmeyeceği ve yüksek makam ve memuriyetler kabul olunmayacağı hakkında ve esasen büyük ve millî gayeden başka hiçbir maksat takip etmediğimiz ve en büyük hisse-i faaliyetimizin, Kuvâ-yı Milliye’nin şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da, tevzînine hasr-ı mesâi etmekten ibaret bulunduğuna dair millete karşı beyânât ve tebligatımız vuku bulmuştu. Kâzım Karabekir Paşa, telgrafnamesinde Erzurum’daki mütâlaatımı ve bu nokta-i nazardan olan tebligatımızı tahattur ettirerek, beyan-ı takdirat eyledikten sonra, “fakat, bu güzel azim ve kararın şimdiye kadar, bizde görünmüş tecârib ve netâyicine nazaran, daha şümûllü olmasını da hassaten arz ve mütâlaa eylerim” diyorlardı (Vesika: 140).

Efendiler, Kâzım Karabekir Paşa’nın bu mütâlaa ve teklifi, telgrafnamelerinin sonunda söyledikleri gibi vatan ve milletin halâsı mevzu-i bahis olduğu bir devirde ve benim izah ettiğim vechile henüz memlekette hiçbir teşkilât ve meclis yok iken ve Meclis toplandığı zaman da Meclis’te böyle bir teşkilâta ve kudret-i milliyeye güvenir mefkûre sahibi bir grup isbât-ı mevcudiyet edememişken, her ne suretle olursa olsun hükümet teşkiline veya teşekkül edecek hükümete dahil olmaya heves etmek elbette doğru olamazdı. Bu tarz-ı harekete, memleket ve millet menâfiine hizmet emelinden ziyade, şahsî hırs ve menfaat veya hiç olmazsa cehâlet atfetmekte, itikadımca asla isabetsizlik olmaz.

Ancak, Efendiler, Karabekir Paşa’nın dediği gibi Kabine’nin şekl-i terkibi ve ricâlinin kıymet ve hüviyeti ne olursa olsun, meclis’te taazzuv etmiş siyasî bir grubun en müessir âza-yı âliyesinin, daima Meclis içinde nâfiz ve murâkıb kalması, en mühim bir hadise-i muvaffakiyet ve elzemü’t-tatbik bir karar addolunamaz.

Cidden hâkimiyet-i milliye esası üzerinde tedvîr olunan medenî devletlerde, kabul edilmiş ve fiilen câri bulunan esas, milletin âmâl-i umumiyesini azamî temsil eden ve bu âmâlin taalluk ettiği menâfi ve icâbatı, en yüksek kudretle ve salâhiyetle yapabilecek zümre-i siyasiyenin, umûr-ı devletin idâresini deruhde etmesi ve bunu en yüksek liderinin dûş-i mes’ûliyetine tevdî etmesi prensibinden ibarettir.

Zaten bu şerâiti ihrâz edemeyen bir hükümet ifa-yı vazife edemez. Hükümet’in, kuvvetli grup âzası meyânından ve fakat birinci derecede olmayanlarından zayıf bir hükümet yapmak ve onu fırkanın birinci liderlerinin talimat ve nasâyihiyle yürütmeye kalkışmak fikri, bi’t-tabi doğru değildir. Bunun fecî netâyici bilhassa Osmanlı Devleti’nin son günlerinde görülmüştür.

İttihat ve Terakki rüesâsının elinde bâziçe olan sadrazamlardan ve onların hükümetlerinden, millete gelen zararlar sayılamayacak kadar çok değil midir?

Meclis’te hâkim olan fırkanın, hükümet teşkilini, muhâlif ve ekalliyette bulunan bir fırkaya terk etmesi ise asla mevzu-i bahis olamaz. Kaideten ve usûlen milletin ekseriyetini temsil eden ve gaye-i mahsusası bâriz olan fırka, hükümeti teşkil mes’ûliyetini üzerine alır ve kendi gaye ve prensiplerini memlekette tatbik eder.

Zaten cümlenin malûmu olan ve o yolda hareket edilmekte bulunan bir hakikati, burada tavzîhten maksadım vatanperverlik, ulüvv-i ahlâk, insan-ı kâmillik ve buna mümâsil birtakım evsâf-ı güzide icabı gibi gösterilmek istenilen safsatalara karşı milletin ve nesl-i âtinin nazar-ı dikkat ve intıbâhını celp etmektir. Bu mütâlaatıma vesile teşkil etmiş olan Kâzım Karabekir Paşa’nın da bu noktada, umumiyetle benimle hem-fikir ve hem-mütâlaa bulunduğuna asla şüphem yoktur. Çünkü Kâzım Karabekir Paşa’nın maksûdu elbette yalnız benim veya Heyet-i Temsiliye’de bulunan bazı arkadaşların hükümet yapmamasını veyahut hükümete girmemesini istihdâf etmek değildi. Kâzım Karabekir Paşa, bu meseleye ait telgrafnamesinde, Rauf Bey’in ve benim ismimi zikrederken “bu kıbâlde olan zevât-ı müessire-i âliye” demiş olduğuna ve kendisini aynı kıbâlde gördüğü tabii bulunduğuna göre, şüphesiz, kendileri de prensiplerinden hariç kalmamak bedîhî idi. Halbuki Kâzım Karabekir Paşa, hatıramda yanılmıyorsam mebus olarak Meclis’te çalıştığı sırada, bir vaziyetin icabı olarak yeni bir heyet-i hükümet teşkili mevzu-i bahis oldu. Ben, bu hususta müdâvele-i efkâr eylemek üzere Fethi Bey, Fevzi Paşa, Fuat Paşa, Kâzım Paşa, Ali Bey, Celâl Bey, İhsan Bey ve Heyeti Vekile arkadaşları ve sâir on, on beş arkadaşı ve bu meyânda Kâzım Karabekir Paşa’yı Çankaya’da nezdime davet etmiştim. Kâzım Karabekir Paşa, nezdime gelmeden evvel, o tarihte Fırka Kâtib-i Umumîsi bulunan Recep Bey’in Meclis’te yanına giderek, kendisini davet ettiğimi ve agleb-i ihtimal hükümet riyâsetini teklif edeceğimi söyledikten sonra şimdiden kendisinin vaziyet hakkında tenevvürüne yardım edecek ma’lumât varsa bildirmesini söylemiştir.