Bu matbûat heyetinin reisi olan Velid Bey’in de kendi gazetesi namına şâyân-ı dikkat sualleri ihtivâ eden bir telgrafı vardı. Ona da yaverim vasıtasıyla cevap verdirdim (Vesika: 144). Bunları vesâik meyânında mütâlaa buyuracaksınız.
Efendiler, yeni Heyet-i Vükelâ’ya dahil ve Heyet-i Temsiliye’ miz murahhası sıfatını hâiz bulunan Cemal Paşa ile vuku bulan ve bulmakta olan muhhaberâtımız, heyet-i aliyyenize, Dahiliye Nezareti makamını işgal etmiş bulunan, Damat Mehmet Şerif Paşa’dan bahsetmeyi geciktirdi.
Biz, yeni kabine ile itilâf zemini ararken Şerif Paşa, çoktan milleti tesmîme başlamış bulunuyordu.
Nezarete geçtiğini ilk tebliğ eden 2 Teşrinievvel tarihli ta’mîmi muhteviyâtı, tahattur buyurulursa, orada şu cümlelere tesâdüf edilir:
“Efrâd-ı milletin bir vifak ve ittihâd-ı tâm halinde olması, devletin menâfi-i hakikiyesi icâbatından bulunduğu halde, bir müddettir dahilî memlekette, âsâr-ı nifak ve şikak rû-nüma olması, müşkilâtın bir kat’ daha tezâyüdünü müstelzim olmak itibarıyla pek ziyade şâyân-ı teessüftür.”
“... Muvaffakiyet... Hükümetin telkinatına mutavaatla, menâfi-i memlekete muzır harekâttan mücânebet edilmekle hâsıl olacağından, hemen merkez ve mülhakata bu dairede icra-yı vesâyâ ediniz” (Vesika: 145).
Efendiler; Damat Ferit Paşa’dan daha akıllı olduğu rivayet edilen Damat Şerif Paşa, pek acemice işe başlamış oluyor. O tarihlerde İstanbul’da bizi dağî, bağî “sempl solda -simple soldat” telâkki eden bazı romancılar gibi, Damat Paşa da bizi kendi akl-ı ebleh-firîbânesince gafil ve gayr-i müdekkik farz ediyordu galiba!..
Halbuki biz der-akab, Nâzır Paşa’nın maksad-ı denâetini anlamış ve daha müteyakkız bir vaziyet almış bulunuyorduk. Şerif Paşa, bizim ef’âl ve harekâtımızı ve Ferit Paşa Kabinesi’ni ıskat zımnında milletçe tatbik olunan icrââtı memlekette âsâr-ı nifak ve şikak olarak tavsif ve pek ziyade teessüf ediyor.
Hükümetin telkinatına mutavaat ve muzır harekâttan mücâ nebet telkinini hemen bütün memlekete neşir için istical ediyor.
Bir de Efendiler, hükümetin Dahiliye Nazırı Mehmet Şerif imzasıyla intişar eden beyannamesinin birkaç noktasına hep beraber göz gezdirelim (Vesika: 146):
“Heyet-i vükelâ-yı hâzıra mütecânistir.” Çok doğrudur. Bu cihet kemâliyle tavazzuh edecektir.
“Hutût-ı esasiyede müttehidü’l-efkârdır. Hiçbir fırkaya mensup değildir. Muhtelif siyasî grupların hiçbirine dahi temâyül etmiyor. Hepsinden muâvenet-i maneviyeye intizârda bulunuyor.”
Bu cümlelerden çıkan mâna sarîhtir. Hükümet, teşkilât-ı milliye ve onu idâre eden Heyet-i Temsiliye ile beraber değildir. Hatta, temâyülü dahi yoktur, İtilaf ve Hürriyet Fırkası’ndan, Muhipler Cemiyeti’nden, Kızıl Hançercilerden, Nigehbâncılardan, ilâ ahirihi... mevcut olan cemiyetlerden ne kadar muâvenete intizâr ediyorsa bizden de ancak o kadar... Cemal Paşa vasıtasıyla bizi işgal ve iğfale ma’tûf telgraflar muhteviyâtı hep yalandır. Sonra Efendiler, şu cümleyi okuyalım: “Mukadderât-ı memleketin, vükelâ-yı millet vesatetiyle tayini ehass-ı âmâlimizdir.”
Bundan çıkan mâna da şudur: Sivas’ta birkaç kişi toplanmış, millet namına idâre-i kelâm ediyor, mukadderât-ı milletle alâkadar oluyor. Heyet-i Temsiliye diye bir de unvan takınarak millet ve memleketin –vazifeleri olmadığı halde– işlerine karışıyorlar. Bunların sözünü dinlemeyiniz. Çünkü bunlar vükelâ-yı millet değildir!
Hükümet, bu beyannamede, şu suretle sulh hakkındaki nokta-i nazarını da izah ediyor: “Wilson prensiplerinden bi-hakkın istifade olunarak, Devlet-i Osmaniye’nin müttehid ve pâdişâhının etrafında müctemi bir devlet-i müstakille olarak temîn-i bekası için hiçbir teşebbüsten geri durulmayacaktır.”
Yeni kabine, bu nokta-i nazarlarında muvaffak olacaklarına dâir şu kuvve-i teyidiyeyi gösteriyor: “Zaten düvel-i muazzamanın hissiyât-ı nasfetkârâneleri ve hakikaten gittikçe tavazzuh etmekte olan Avrupa ve Amerika efkâr-ı âmmesinin itidâlperverliği de bu bâbda emniyet-bahş olmaktadır.”
Efendiler, bütün bu fikirler Ferit Paşa Kabinesi’nin pâdişâh lisanıyla neşrettiği beyanname muhteviyâtının harfi harfine aynı değil midir? Bu tarz beyannameler neşrinden maksat, milleti iğfal ve meskenete ircâ’ değil midir?
Hangi nasfetten bahis olunuyor? Hangi itidâlperverlikten dem vuruluyor? Bunların asılları var mıydı? Memleketin merkezinden itibaren her yerdeki tezâhürât-ı ecnebiye hakikatte bunun aksini isbât edecek delâil-i fiiliye ve bâhire değil miydi?
Hakikatte Wilson prensipleriyle beraber, sahneden çekilmiş ve aksâm-ı memâlik-i Osmaniye’nin Suriye’de, Filistin’de, Irak’ta, İzmir’de, Adana’da ve her yerde işgaline seyirci bulunmuyor muydu?
Bu kadar, kat’î âsâr-ı izmihlâl muvacehesinde aklı, feraseti, vicdanı olan adamların kendilerini aldatmalarına ihtimal verilir mi? Bu gibi adamlar fi’l-hakika, kendilerini aldatacak kadar ebleh olurlarsa onların mukadderât-ı memleketi idâre etmelerine aklı eren, hakikati, fecaati görenler tahammül edebilir mi? Eğer bu adamlar hakikati biliyorlar ve kendilerini aldatmıyorlarsa milleti iğfal ederek koyun sürüsü halinde düşmanın pençesine tevdî etmeye canla, başla çalışmalarına ne mâna verilebilir?
Bu cihetlerin mütâlaasıyla verilecek hükmü efkâr-ı umumiyeye bırakırım.