Sivas Kongresi, 335 Eylül’ünün 4. Perşembe günü zevâlden sonra saat ikide açıldı.
Öğleden evvel murahhaslar meyânında bulunan ve öteden beri şahsen tanıdığım Hüsrev Sami Bey yanıma gelerek şöyle bir ma’lumât verdi: “Rauf Bey ve sâir bazı zevât, Bekir Sami Bey’in evinde hususî bir ictimâ akdetmişler ve beni reis yapmamaya karar vermişler.” Arkadaşların, bilhassa Rauf Bey’in böyle bir hareketine asla ihtimal vermedim ve Hüsrev Sami Bey’e, itiraf edeyim ki biraz ciddî olarak, böyle manasız sözleri bana îsâl etmemesini ihtar ettim. Verdiği haberin aslı olmak imkânı ve ihtimali bulunmadığını, arkadaşlar arasında, su-i tefehhümâtı mûcib sözler sarfının câiz olmadığını da ilâve ettim.
Efendiler, ben bu Kongre’de riyâset meselesine ehemmiyet vermiyordum. Riyâsete, belki müsin bir zatın getirilmesi muvâfık olacağını düşünüyordum. Bu maksatla bazı arkadaşların da nokta-i nazarını istimzâc ettim. Bu meyânda, Kongre salonuna girmezden evvel koridorda Rauf Bey’e tesâdüf ettim. “Kimi reis yapalım?” dedim. Rauf Bey, adeta heyecanlı bir sesle, zaten söylemeğe hazırlanmış olduğu o anda hâlinden anlaşılan bir tavırla ve keskin bir lisanla: “Sen reis olmamalısın!” dedi. Derhal Hüsrev Sami Bey’in verdiği ma’lumâtın sıhhatine inandım ve bi’t-tabi müteessir oldum. Gerçi, Erzurum Kongresi’nde de benim riyâsetimi mahzurlu görenler vardı. Fakat onların ne mahiyette insanlar olduğunu izah etmiştim. Bu defa en yakın arkadaşlarımın, aynı zihniyeti izhâr etmeleri beni düşündürdü. Rauf Bey’e: “Anladım, Bekir Sami Bey’in evinde ittihâz ettiğiniz kararı bana tebliğ ediyorsun.” dedim ve cevâbına intizâr etmeden, yanından uzaklaşarak Kongre salonuna girdim.
Kongre’nin küşâdını müteakib ilk söz alan bir zât-ı âlinin, kongre zaptında aynen mazbût olan şu ifadesini işittik.
“— Efendim, şimdi tabii riyâset meselesi mevzu-i bahis olacak. Bendeniz riyâsetin birer gün veyahut birer hafta devam etmek üzere münâvebe ile olmasını ve aza veya temsil edilen vilâyet ve sancak isimlerinin baş harfleri itibarıyla hurûf-ı hecâ sırasıyla ihrâz edilmesini teklif ediyorum.”
Efendiler, garip tesâdüftür ki bu teklif sahibinin temsil ettiği vilâyetin ismi elif ile başladığı gibi isminin de ilk harfi elif ile başlıyordu. Ben, sahib-i davet sıfatıyla bir nutuk irad ederek (Vesika: 54), kongreyi açtıktan sonra, muvakkaten makam-ı riyâsette bulunuyordum.
“— Bu neden icap ediyor, efendim?” diye sordum.
Sahib-i teklif “— Bu suretle işin içine şahsiyet karışmamış olacağı gibi harice karşı da müsâvâta riayet ettiğimizden hüsn-i tesir etmiş olur” dedi.
Efendiler, ben vatanın, sahib-i teklifle beraber bütün milletin, hepimizin nasıl bir girîve-i felâket içinde bulunduğumuzu göz önüne getirerek, çare-i halâs, olduğuna kani bulunduğum teşebbüsâtı, namütenahi müşkilât ve mevânie rağmen maddî, manevî bütün mevcudiyetimle hayyiz-i fiile çıkarmaya çalışırken, benim en yakın arkadaşlarım, daha dün İstanbul’dan gelmiş ve bi’t-tabi vaziyetin iç yüzüne gayr-i vâkıf, hürmet ettiğim ihtiyâr bir zat lisanıyla bana, şahsiyattan bahsediyorlar.
Bu teklifi reye koydum. Ekseriyetle reddettiler ve reis intihâbını rey-i hafî ile reye vaz’ ettim. Üç rey müstesna olmak üzere beni reis intihap ettiler.