Amasya’dan, Erzurum’a gelirken, Sivas’ta küçük bir hikâyeye zemin olan vaka hatırlarınızdadır. Gariptir ki, Erzurum’dan Sivas’a giderken de buna mümâsil küçük bir vaziyete temas ettik.
Erzincan’dan garba hareket ettiğimiz günün sabahı, Erzincan Boğazı medhâline gelir gelmez, bazı jandarma neferlerinin ve zâbitlerinin, heyecanlı ve mütelâşi bir tarzda otomobillerimizi tevkif ettiklerini gördük.
Vaziyeti izah ettiler: “Dersim Kürtleri Boğaz’ı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez.”
Bir zâbit, merkeze kuvvet gönderilmesini yazmış. O kuvvet gelince tertibât alacak, hücum edecek, bu eşkıyayı tard edecek ve yolu açacak imiş...
Pek iyi ama, bu eşkıyanın kuvveti nedir, neresini nasıl tutmuş, ne kadar kuvvet ve ne vakit gelecek?!
Bu muammalar halledilinceye kadar geri, Erzincan’a dönmek ve kim bilir ne kadar günler beklemek lâzım! Bizim ise işimiz pek acele idi. Ben, Erzurum ile Sivas arasındaki mesafeyi mutâd zamanda kat’ edip muayyen günde, Sivas’ta bulunamazsam, şurada veya burada, şu veya bu sebeple tevahhuş ve tevakkuf ettiğim Sivas’ta ve her tarafta şâyi olursa panik başlayabilir, işler alt üst olabilirdi.
O halde karar? Tehlikeyi göze alıp yola devam etmek. Başka çaremiz de yok idi. Yalnız ufak bir tertip almayı muvâfık buldum.
Hafif mitralyözlerle mücehhez bulunan, fedakâr arkadaşlarımızdan birkaçını –elyevm bir alay kumandanı olan Osman Bey ki Tufan Bey namıyla maruf olmuştur, bunların başında idi– bir otomobil ile kendi otomobilimize takaddüm ettirdik. Sağdan soldan gelecek, uzak mesafedeki ateşlere ehemmiyet verilmeyerek, otomobiller serî hareketle şose üzerinde ileri yürümeğe devam edecekler. Vurulan, ölen olursa onlarla meşgûl olunmayacak. Tam şose üzerinde ve yakınında, şoseyi kapayan eşkıyaya temas edilirse, hep otomobillerden atlayacağız ve bunlara hücum ederek yolu açacağız ve kalanlar tekrar kabil-i istimâl otomobillere binerek serian ileri uzaklaşarak yola devam edecekler... İşte verilen emir de bu idi...
Bu tertip ve tarz-ı hareketi makul ve emniyetli görmeyenler bulunabilir. Gerçi bu tarihlerde Elaziz Valisi Ali Galip Bey’in Dersim’de dolaştığı ve bazı tesvîlât ve tertibâta çalıştığı ma’lûm idiyse de izah edeyim ki ben, evvelâ hakikaten boğazın tutulduğuna kani olmadım. Bunu, hükümet-i merkeziyenin mümâşâtkârı olabileceğini tahmin ettiğim bazı kimseler tarafından, mahzâ beni tevakkufa mecbur etmek için tasnî edilmiş bir plân telâkki ettim. Saniyen, Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlarsa, bunların alabilecekleri tertibâtın, uzak tepelerden yola ateş etmekten ibaret kalması, bence çok muhtemel idi.
Hulâsa, yürüdük, boğazı geçtik ve 2 Eylül 335 günü Sivas’a muvâsalat ettik. Ahâlinin şehrin çok uzaklarından başlayan büyük ve parlak tezâhürâtıyla karşılandık.
Üçüncü Kolordu Kumandanı olan Salâhattin Bey, Sivas’ta bulunuyordu. Vali Paşa ile birlikte, Kongre’ye gelen murahhasların yerleştirilmesinde ve Heyet-i Temsiliye için lise binasının ve Kongre’ye mahsus salonun ihzârında ve her türlü tertibât ahzında mihmân-nüvâzlığa misâl olacak surette fevkalâde çalışmışlardı.
Refet Bey orada değildi. Nerede bulunduğunu da kimse bilmiyordu. Halbuki 7 Temmuz 335 tarihli talimatımız mûcibince, kendi mıntıkası olan Üçüncü Kolordu mıntıkasından ayrılmamak lâzım ve bilhassa tam Sivas’ta Kongre in’ikad edeceği günlerde orada bulunması muvâfıktı. Muhabere ile kendisinin Ankara’da olduğu anlaşıldı. Ankara’da Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa’ya “derhal ve behemehâl Sivas’a gönderilmesini” emrettim. 7 Eylül’de geldi ve Heyet-i Temsiliye azası olarak tarafımdan Kongre Heyeti’ne takdim olundu.
Efendiler, bizden evvel gelmiş olan murahhaslar, muvâsalatımıza intizâren, aralarında ictimâlar yapmışlar ve ihzârî bazı projeler kaleme almışlar.
Muvâsalatımızdan sonra da bazı hususî ictimâlar ve müzakereler olmuş ve bu defa bazı kararlar da verilmiş. Müsaade ederseniz çok karakteristik olduğu için bu noktayı izah edeyim: