Bu müşterek davet keyfiyeti, saltanat-ı şahsiyenin lağvı muamelesini, kat’î olarak intâc etti. Fi’l-hakika 1 Teşrinisani 338 tarihli kanun mûcibince, hilâfet ile saltanat biribirinden tefrîk olundu. İki buçuk seneyi mütecâviz bir zamandan beri fiilen icra-yı hükm eden saltanat-ı milliye teyid olundu. Hilâfet, sarîh bir hukuka mâlik olmaksızın bir müddet daha bırakıldı.
Efendiler, bu hususa dair lüzumu kadar mazbût ma’lumât mevcuttur. Meselenin hususiyâtına ait cihetler, belki heyet-i âliyenizi alâkadar eder mülâhazasıyla, bazı ma’lumât arz edeceğim:
Malûmdur ki saltanat ve hilâfet makamları ayrı ayrı ve mümtezic olarak mühim mesâilden addolunmakta idi. Bunu teyiden bir hatıramı zikredeyim: 1 Teşrinisani 338 tarihinden akdem Meclis muhîtinde muhâlifler, benim saltanatı lâğvedeceğim hakkında, telâşlı ve heyecanlı propaganda yapıyorlardı. Rauf Bey, bir gün Meclis’teki odama gelerek benimle mühim bazı hususâta dair görüşmek istediğini ve akşam, Keçiören’de Refet Paşa’nın evine gidersem daha güzel konuşabileceğimizi söyledi. Rauf Bey’in teklifini kabul ettim. Fuat Paşa’nın da hazır bulunmasına muvafakatimi istîzân etti. Onu da münasip gördüm. Refet Paşa’nın evinde dört kişi ictimâ ettik. Rauf Bey’den dinlediklerimin hulâsası şu idi: Meclis, makam-ı saltanatın ve belki hilâfetin ortadan kaldırılmak nokta-i nazarının takip edildiği endişesiyle müteezzidir. Sizden ve sizin âtiyen alacağınız vaziyetten şüphe etmektedir. Binâenaleyh Meclis’i ve dolayısıyla efkâr-ı umumiye-i milleti, tatmîn etmeniz lüzumuna kaniim.