Vasıf Bey, bir mütâlaasında demiş ki biz Sakarya Muharebesi’nden sonra, işte hâlâ kıpırdayamadık, kıpırdayamıyoruz. Bu söz, bazılarının bravo sesleriyle ve alkışlarıyla karşılanmış.
Efendiler, bundan çok müteessir ve müteezzi oldum. Çok hicap duydum. Ordunun kıpırdamamasını ve kıpırdamayacağını iddia eden bir gafilin sözlerini alkışlamak, cidden çok gariptir. Ricâ ederim, bunu burada gömelim, kimse işitmesin!
İşte Efendiler, Başkumandanlığın adem-i lüzumunu isbât etmek için söylenen sözlerin belli başlıları bunlardan ibarettir. Benim de bu sözlere verebileceğim cevaplar işitildi. Bundan sonraki muhakeme ve karar Meclis’e aittir. Yalnız bir hakikati nazar-ı dikkate vaz’ etmek mecburiyetindeyim. Meclis-i Âli’nin, Başkumandanlığın lüzumuna kani bulunduğuna şüphe olmamakla beraber, muhalefetin, hiçbir esasa müstenid olmayan tezâhürâtı, Meclis kararını, şâyân-ı arzu olmayan bir noktada tezâhür ettirdi. Bunun neticesi ne oldu, Efendiler, biliyor musunuz? Başkumandanlık iki gündür, muğlâk ve muallâk bulunuyor. Bu dakikada ordu kumandansızdır. Eğer ben orduya kumanda etmekte devam ediyorsam gayr-i kanunî kumanda ediyorum. Meclis’te tecelli eden reye göre, derhal kumandadan keff-i yed etmek isterdim ve Başkumandanlığımın hitam bulduğunu hükümete iblâğ ettim. Fakat gayr-i kabil-i telâfi bir fenalığa meydan bırakmamak mecburiyeti karşısında bulundum. Düşman karşısında bulunan ordumuz, başsız bırakılamazdı. Binâenaleyh, bırakmadım, bırakamam ve bırakamayacağım.”
Muhterem Efendiler, bu celse-i hafiyede, muhâliflerin, hükümeti ve orduyu yıkmak için öteden beri kurcaladıkları daha birtakım mesâil üzerinde, adeta mübareze tarzında münakaşalar oldu. Nihayet lüzumu gibi tenevvür eden Meclis-i Âli, reyini şu yolda izhâr etti: 11 red, 15 müstenkife karşı 177 rey ile Başkumandanlık Kanunu’nu temdîd etti.