Efendiler, Nurettin Paşa’dan bir daha telgraf almadık. Fakat kendisi, Diyarbekirli Kâzım Paşa ile beraber, 336 senesi Haziran’ı evâsıtında Ankara’ya geldi. Bizimle teşrik-i mesâi etmeden evvel bazı meseleler hakkında nokta-i nazarımızı anlamak istediğini dermeyan etti.
Bu noktalar şunlardı:
Birincisi, makam-ı hilâfet ve saltanata karşı tasavvur ve nokta-i nazarımız;
İkincisi, Bolşeviklik hakkındaki nokta-i nazarımız;
Üçüncüsü, İtilâf Devletleri’ne karşı, bilhassa İngilizlere karşı dahi muharebeye karar verip vermediğimiz meselesi idi.
Mülâkat, Ziraat Mektebi’ndeki karargâhımızın bir odasında gece vâki oldu. Bu mülâkatta, Nurettin Paşa ile beraber gelen Kâzım Paşa’dan başka, Fevzi ve İsmet Paşalar da hazır bulunuyorlardı. Nurettin Paşa birinci, ikinci suallere aldığı cevapları pek tatmînkâr bulmadı. Fakat bilhassa üçüncü sualin cevâbı, uzun ve hararetli münakaşatı intâc etti. Çünkü biz demiştik ki maksadımız, hudûd-ı milliyemiz dahilinde tamamiyet-i mülkiyemizi ve milletin istiklâl-i tâmmını temîn etmektir. Buna mâni olmak üzere karşımıza çıkacak olan kuvvet, kim ve ne olursa olsun, behemehâl çarpışırız ve muvaffak oluruz. Bu husustaki karar ve kanaatimiz, kat’îdir. İşte Nurettin Paşa, bir türlü buna kani ve razı olamıyordu. Nihayet kendisine dedik ki bu müdâvele-i efkârı kabul etmekle yeni kanaat ve kararlar almak mevzu-i bahis değildir. Sen, bugüne kadar milletin tebellür etmiş, tahakkuk etmiş kanaatlerine tâbi olacaksın! Ondan sonra, kendisine verebileceğimiz münasip bir vazife mevzu-i bahis edildi. Kendisinin, Konya Valisi vazife-i mülkiyesi ve Konya Havalisi Kumandanı unvanıyla Yunan cephesinin cenubundaki mıntıkanın kumandanı olmasını tensîb ettik. Asıl garp cephesi için, kumandan olarak Ali Fuat Paşa’yı, 18 Haziran 336’da memur eyledik.
Efendiler, o günlerde, Yunan cephesinde düşmanın bazı hazırlıkları mahsûs olduğundan cephede hassasiyet ziyadeleşti. Bu münasebetle, Nurettin Paşa’nın memuriyetini intâc ve kendisini mahall-i memuriyetine i’zâm edemeden müstacelen garp cephesine hareketim icap etti. Nurettin Paşa’nın tavzîfi muamelesinin ikmâlini, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi bulunan İsmet Paşa’ya terk ettim. Fi’l-hakika düşman, bütün cephe üzerinde taarruza geçmişti. Bizim kıtaatımız çekiliyorlardı. Nurettin Paşa, cephedeki gayr-i müsait vaziyeti anlayınca İsmet Paşa’ya vazife kabul edebilmek için birtakım şartların, hükümetçe taht-ı karara alınması lüzumundan bahsetmiş. O şartlara göre hükümet, memleketin idâresinde ve mühim mesâilde esaslı ve kat’î karar almadan evvel Nurettin Paşa’nın mütâlaa ve muvafakatini istihsale mecbur olacaktır. Çünkü Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni teşkil edenler Tevfik Paşa ve emsali gibi sinn-i Kemâlde mücerreb zevât olmayıp, genç birtakım kimseler imiş. İsmet Paşa, şâyân-ı istiğrâb bulduğu bu zihniyet ve teklifi, der-akab şifre ile bana bildirdi. Ben de Nurettin Paşa’nın kendisine vazife teklif ettiğim zaman söylemediği bu mütâlaayı, vaziyet-i umumiyenin buhran kesbetmesi üzerine ortaya atmasını mânidar buldum ve İsmet Paşa’ya verdiğim cevapta kendisine vazife verilmemesini emrettim. Nurettin Paşa’nın, Yunan taarruzu başladıktan iki gün sonra bana gönderdiği bir tezkeresi muhteviyâtını, şâyân-ı dikkat bulmuştum. Arzu buyurursanız bu tezkereyi aynen heyet-i âliyenize okuyayım:
Efendim hazretleri;
Tayin edilmiş olduğum kumandanlıktan ve vilâyetten suret- i infisâlimi ve keyfiyet-i azlin tarz-ı tebliğini hakaret telâkki ettim. Bir recül-i devlet tarafından dermeyan edilen vatanî bir fikir ve mütâlaanın münakaşasına değil, hatta istimâına bile rağbet ve tenezzül edilememesini ve alâkadar Büyük Millet Meclisi’nin ve heyet-i icrâiyesinin istihsal-i ârâsına kadar bile intizâr ve tahammül edilmeyerek veyahut belki buna lüzum görülmeyerek iki veya üç zat gibi aza-yı mahdûdenin fikir ve arzularıyla bu yolda muâmelât icrasında beis görülmemesini ve binâen-alâ-zâlik memleketin, eğer yanılmıyorsam bu zihniyetle sevk ve idâresini, millet ve vatan için mûcib-i tehlike ahvâlden görmekte bulunduğumun arzına müsaade-i riyâset-penâhîlerini ricâ ederim.
Şerâit-i hâzıra ile vazife kabulünü mahzurdan sâlim ve teşrik-i mesâiyi faydalı göremediğim için, memleketim olan Bursa’da ikamet etmek üzere ilk tren ile Ankara’dan avdet olunacağını berâ-yı ma’lumât ve makam-ı vedada arz eylerim efendim hazretleri.
Efendiler, benim bu tezkereye verdiğim cevap da, aynen şu idi:
24 Haziran 335 tezkere-i vâlâları cevâbıdır:
Bahis buyurulan kumandanlık ve vilâyet vezâifi, henüz Müdafaa- i Milliye ve Dahiliye Vekâletlerince resmen zât-ı âlilerine tevdî ve tebliğ edilmemişti. Binâenaleyh, ne tayininiz ne infisâliniz vâki değildir. Yalnız, zât-ı âlinize vazife tevdîi tasavvur ve bu hususta rey ve muvafakatınız istimzâc edilmiş idi. Keyfiyet-i tayin, henüz takarrür ettirilmemiş olduğu bir sırada Erkân-ı Harbiye-i Umumiye vesâtetiyle ıttılâ hâsıl olan efkâr ve kanaatinizdeki tereddütleriniz üzerine, Heyet-i Vekilece tayininizden sarf-ı nazar edilmesi karar-gîr oldu. Böyle bir kararı tespit için zan buyurduğunuz gibi Büyük Millet Meclisi’nin heyet-i umumiyesine arz-ı keyfiyet, kavânîn-i mevcude ve mevzua icâbatından değildir. Bursa’ya azîmet ve orada ikametiniz meselesine gelince, müntesib bulunduğunuz meslek-i askerî dolayısıyla bu bâbda Müdafaa-i Milliye Vekâlet-i Celîlesine ale’l-usul mürâcaat buyurmanız lüzumu tebliğ olunur efendim.
Mustafa Kemal
Nurettin Paşa Bursa’ya değil, fakat Taşköprü’ye gitmiş ve uzun müddet orada kalmıştır. Bundan sonra da kendisine, tekrar birkaç vaziyette temas edeceğiz. O vaziyetleri de sırasında lüzumu derecede izah edeceğim.