Nutuk/5. bölüm/Trakya'da Cafer Tayyar Bey'in takip ettiği yanlış bir nokta-i nazar

Efendiler, İstanbul buhranı hakkında verdiğim izâhât epeyce uzadı. İstanbul’da zaten öteden beri mevcut ve mütezahir olan vaziyette, daha çok tecellilere şahit olacağız.

Müsaade buyurursanız, tekrar, İstanbul’a gelmek üzere, biraz da Edirne havalisindeki vaziyete atf-ı nazar edelim. Şimdiye kadar vuku bulmuş olan umumî beyânâtım sırasında vesile düştükçe Trakya’yı da teşkilât ve tasavvurâtımızdan hiçbir vakit hariç tutmadığımızı anlatmış olduğumu ümit ederim. Edirne ile münâsebât ve muhaberâtımız, memleketin her yeriyle olduğu gibi muhafaza ve idâme edilmekte idi.

Câri muhaberâtımızda şâyân-ı dikkat bazı noktaları heyet-i aliyyenize tavzîhan arz etmek muvâfık olur.

Birinci Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Bey, 31 Kânunuevvel 335 tarihli gayet mufassal bir raporunda, Trakya ve bilhassa Garbî Trakya’da vuku bulmakta olan Yunan teşebbüsât ve faaliyetini pek mükemmel izah ediyordu. Kendisinin bu faaliyet-i fevkalâdeye mukabil lüzumu gibi tertibât alamadığından şikâ yeti vardı.

“Kolordusunun işbu vaziyet ve âtiyen tahaddüsü muhtemel ahvâl karşısında vazifesini ifa edebilecek bir vaz’ü’l-ceyş almasına General Milne’in muvâfakat etmediğinin bi’l-muhabere anlaşıldığını” haber veriyordu (Vesika: 246).

General Milne’in, tertibât almamıza muvafakat etmeyeceğine elbette şüphe yoktu. Bu bedâheti, bi’l-muhabere tahkike, bilmem nasıl bir fikir ve muhakeme sevkiyle kalkışılmıştı?

Cafer Tayyar Bey’e, 3 Kânunusani 336’da verdiğim talimatta, gönderdiğimiz hafî talimatnameye tevfîkan müsellah müfrezeler teşkilini tekrar hatırlattım. “Vaz’ü’l-ceyş tebdili ile istihsal olunamayan fevâidin bu suretle telâfisi lâzımdır” dedim (Vesika: 247).

Harbiye Nâzırı bulunan Cemal Paşa’ya da aynı tarihte, vaziyetten bahsederek Yunanlıların Şarkî Trakya’da olsun hazırlıklarına mümânaat etmesini yazdım (Vesika: 248).

Trakya-Paşaeli Cemiyeti’nin gönderdiği raporlarda, lüzumu gibi teşkilât yapılamamakta olduğundan bahsediyorlar ve bazı rüesâ-yı memûrînden şikâyet ediyorlardı (Vesika: 249). Bu gibi memurlara evvel ve âhir, bazı ihtaratta bulunuyordum (Vesika: 250).

Şikâyetin mühimmi, Cafer Tayyar Bey’den olmaya başladı. Meselâ, buna dair okuyacağım şu mektup bir fikir verebilir zannederim.

26 Kânunusani 336

Muhterem Paşam;

Arif Bey’in Trakyalılar hakkındaki beyânâtını tasdik ederim. Trakya Cemiyeti, kuvve-i maddiye ile teyid edilmemiştir. Maalesef, Cafer Tayyar cümlemizi aldatmış, zerre kadar teşkilât, bir tek tüfek ileteslîhat bile yapmamıştır. Cafer’i, şahsını düşünmekle itham ederim. Bulgarya ahvâlinden de tamamen bîhaber, gaflet-i mutlaka halindedir.

Son günlerde, Cafer’in fırkalarına yazdığı bir emirname, tesâdüfen elimize geçti. Yunanlıların harekâtından, efkârından bahsettikten sonra, bu hal karşısında artık Müdafaa-i Hukuk talimatı vechile millî teşkilâta başlamak lâzım ise de kumandanların bu bâbda zâbitân vasıtasıyla ahaliye yardım edip etmemek hakkında mütâlaalarını soruyor, fatebiru... Allah mesâil-i milliyede aldatanları kahretsin. Fakat veyl aldanmış olanlara.

Netice, Bulgar askeri Garbî Trakya’yı tahliye ederek gitiği, beş on memurla 150–200 jandarmadan mâadâ kuvveti bulunmadığı halde bile, kendisinden ihtilâl ve muharebe ile müdafaa-i vatan gayesini beklediğimiz Trakya bir şey yapamadı. Cafer bu vaziyette bir elem hissetti mi bilmem. Binâenaleyh, artık Topçu İhsan’ı, Baytar Rasim’i (zeki, cevvâl, mutedil, pek şâyân-ı itimat bir arkadaş) teşkilât için Trakya’ya göndereceğiz. Buradan silâh da göndereceğiz. Kör olası Cafer yalnız bunları serbest bıraksın. Gölge etmesin başka ihsan istemeyiz.

Edirne hattını, İngilizler, halis İngiliz askerleriyle teslim alıyor. Yunanlılar Hadımköy, Çorlu, Lüleburgaz’da gruppe oluyor. Bulgarya kaynaşıyor. Yunan şekaveti ziyade, halkın tazallümü karşısında Vali elini oğuşturmakta, Cafer aczini göstermekte. Trakya’nın Bolşevizme karşı tahşîdâta –ecnebi– ma’rûz olduğu Bulgarların, harekâtına hedef olması me’muldür. Orada kuvvetli bir pençe ve dimâğ lâzım. Ne Cafer, ne Vali bu işin ehli ve fedakâr değillerdir. İşte hal ve vaziyet budur. Ben bunlarla çok uğraşıyorum. Geçen gün bir şifrenizi almış, pek müteessir olmuş ve şifre ile istîzâh etmiştim. Cevap alamadım. Paşam, şahsî bir siyaset takip ettiğimi mi zannediyorsunuz. Yoksa maksadı kavramayacak, vaziyeti ihata etmeyecek humekadan olduğumu mu tahmin ediyorsunuz? Her iki hali de protesto ederim. İman ve itikadım birdir, bilâ-inhirâf yürüyorum. Yalnız başka bir şey düşünüyor ve bana söylemek istemiyorsanız ona bir şey demem. Açıkça bildirmenizi ricâ ederim. Sert ve tevbihâmiz sözlerle son derece müteessir olurum. Bu, beni mesâiden alıkoymaz. Beni muhalefete sevk etmez. Fakat arada şahsiyet meselesini pek âlâ tevlîd edebilir. Buna nazar-ı dikkatinizi celp eder ve bir hakikat tezâhür etmeden ve benim neler çektiğimi takdir etmeden, teşebbüsâtta bulunmamanız, mevkiinizden beklenen ve hiç ihmal edilemeyecek olan nezaket ve itidal icabı olduğunu, şuracıkta dermeyana müsaade buyurunuz. Arz-ı ihtiram ile temenni-i muvaffakiyet eylerim Paşam.

Vasıf

Efendiler, Edirne’den gelen iş’ârlardan, raporlardan, bence yanlış bir nokta-i nazar-ı siyasî takip edildiği anlaşılıyordu. Şimdi okunan mektupta da bu hatalı nokta-i nazarın tasvip edildiğine delâlet eden cümleler vardır. Bu hatalı prensibi tashih için, öteden beri vâki olan mütâlaamızı, 3 Şubat 336 tarihinde bir defa daha Cafer Tayyar Paşa’ya ve İstanbul’da Rauf Bey’e tekrar ettim.

Tekrar ettiğim mütâlaa şu idi:

Şarkî ve Garbî Trakya’nın bir vahdet-i milliye altında tasavvur ve ifadesi doğru bir siyaset değildir. Şarkî Trakya gayr-i kabil-i itiraz ve münakaşa bir surette eczâ-yı memâlikimizdendir. Garbî Trakya ise bir muâhede ile vaktiyle terk edilmiş bir kıtadır. Olsa olsa, Şarkî Trakya, Garbî Trakya’nın halâsına çalışanların bir üssü’l-harekesi olabilir.

Şarkî ve Garbî Trakya’nın vahdetini musırran iddia etmek, Şarkî Trakya’da da bazı müddeayât serdine müntic olabilir. Bulgarların da Adalar Denizi’nde bir mahrec-i iktisadî talep etmeleri, ayrıca muhtac-ı teemmüldür. Bulgaristan dahilinde bu nokta-i nazardan sarf-ı mesâi edilmelidir (Vesika: 251).

Cafer Tayyar Paşa da memurlardan, eşrâftan, ahaliden şikâyet ediyordu. 7/8 Mart 336 tarihli bir şifresinde, “bizde ahali her işi hükümetten beklemekte, rüesâ-yı mülkiyenin vaz’-ı bî-tarafîsi yüzünden teşkilât-ı milliye matlûb-ı âli üzere taazzuv edememektedir. Vilâyet dahilinde sık sık icrâ etmekte olduğum teftişlerde bilhassa köylülerle sıkı temas ediyorum...

Fakat her köye gitmek kabil olamıyor”, “... Keyfiyetin, esaslı ve şümûllü olması cümlemizce şâyân-ı arzu olup bu da mehâzîr-i mesrûdenin ref’ine çalışılmakla kabil olacağı ma’rûzdur” diyordu (Vesika: 252).

Efendiler, Cafer Tayyar Paşa’ya, General Milne vaz’ü’l-ceyş tebdil ettirmiyor. Vali ve mutasarrıflar bî-taraf kalıyor ve her işi hükümetten bekleyen ahaliye, teşkilât-ı milliye hususunda delâlet ve pişvâlık etmiyor. Bu mahzurlar kalkmadıkça, keyfiyetin esaslı ve şümûllü olması kabil görülmüyor!