Celâlettin Arif Bey, beyannamemizi mütâlaa ettikten sonra, münderecâtının düşündüğü esaslara suret-i umumiyede mutabık olduğunu söylemekle beraber bu münderecâtı teyiden hemen bir beyanname yazıp ilân etmiyor. Bunu Ankara’ya geldikten ve istişare ettikten sonraya ta’lîk ediyor.
Efendiler, Celâlettin Arif Bey, Ankara’ya geldikten sonra kendisiyle ve diğer bazı kanun-şinâsân ile bu meseleye mütedâir oldukça uzun süren müzakere ve münakaşalar cereyân etti. Fakat aldanmıyorsam Celâlettin Arif Bey, hiçbir vakit benim Büyük Millet Meclisi’nin mahiyet ve salâhiyeti hakkındaki nokta-i nazarıma iştirak etmemiştir. O, daima toplanmış olan heyetin vazife-i esasiyesini, İstanbul Meclis-i Mebusanı’nın temîn-i in’ikadından ibaret ve kendisini daima İstanbul Meclis-i Mebusanı’nın Reisi telâkki eylemiştir. Bunu teyid eder ufak bir hatıramı müsaade ederseniz arz edeyim:
Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve kendisi Reis-i Sâni bulunduğu sırada, bir gün, Divan-ı Riyâset ictimâında, Celâlettin Arif Bey’in muhassasat meselesinden bahsettiğini ve kendisinin Meclis-i Mebusan Reisi olması dolayısıyla o makama ait muhassasat talebinde bulunduğunu o tarihte Meclis Başkâtibi bulunan Recep Bey beyan etti. Malûm-ı âlinizdir ki o devirde Meclis reisi ve reis-i sanisi ve diğer reisler ile Meclis azası muhassasatları arasında fark yoktu. Celâlettin Arif Bey, yalnız kendisini Meclis-i Mebusan Reisi sıfatıyla istisna ederek fazla tahsisat almak hakk-ı kanunîsinden bahsediyordu. Ben, bu meselenin halline Divan-ı Riyâset’in salâhiyettar olmadığını ve taleb ve iddiasında ısrar ederse meseleyi Meclis heyet-i umumiyesine arz ederek istihsal olunacak karara göre hareket olunabileceğini dermeyan ettim. Celâlettin Arif Bey, Meclis huzuruna çıkmayı muvâfık görmeyerek talebinden sarf-ı nazar eyledi.