Efendiler, hatıra olarak küçük bir noktaya da işaret etmek isterim. Benim, bu Erzurum Kongresi’ne aza olarak girip girmemekliğim şâyân-ı teemmül görülmüş olduğu gibi, Kongre’ye dahil olduktan sonra da reis olup olmamaklığım üzerinde izhâr-ı tereddüt edenler bulunmuştur. Bu tereddüdü izhâr edenlerden bir kısmının mülâhazatını hüsn-i niyet ve samimiyetlerine atfetmek câiz olduğu halde diğer bazı kimselerin bu hususta tamamen samimiyetten uzak, bilakis maksad-ı mel’anet takip ettiklerine daha o zaman şüphem kalmamıştı. Meselâ, düşman casusu olup her nasılsa Trabzon vilâyeti dahilinde bir yerden kendini kongreye murahhas tayin ettirip gelen Ömer Fevzi Bey ve bunun rüfekası gibi. Bu zatın bi’l-âhire hıyaneti Trabzon’da ve oradan firâr ettikten sonra İstanbul’daki ef’âl ve harekâtıyla sübût bulmuştur.
Kongrenin hitamından iki üç gün evvel diğer bir münakaşa da mevzu-ı bahis olmaya başlamıştı. Bazı samimî arkadaşlarım, benim Heyet-i Temsiliye’ye dahil olarak alenî faaliyetimi mahzurlu görüyorlardı. Mütâlaaları şu noktalarda hulâsa edilebilir: “Millî teşebbüsât ve faaliyetin bütün manasıyla milletten doğduğunu, hakikaten millî olduğunu göstermek lâzımdır. Bu takdirde teşebbüsât daha kuvvetli olur ve kimsenin su-i tefsirine ve bilhassa ecnebilerin menfî düşüncelerine mahal bırakmaz. Fakat tanınmış ve bâ-husûs hükümet-i merkeziyeye ve makam-ı hilâfet ve saltanata karşı asi vaziyete düşmüş, nokta-i hücum teşkil eden benim gibi bir adamın, bütün bu teşebbüsât-ı milliyenin başında bulunduğu görülürse, faaliyetin makasid-i milliyeye müstenid olmaktan ziyade hususî emeller istihsaline ma’tûf telâkki edilmesine imkân olur. Binâenaleyh, Heyet-i Temsiliye, vilâyât ve müstakil sancakların seçeceği zevât olmalıdır. Ancak bu suretle, millî bir kuvvet gösterilebilir.”
Bu mütâlaatta ne dereceye kadar isabet olup olmadığını araştıracak değilim. Yalnız benim de bu mütâlaata muhâlif olan mütâlaatımı istinâd ettirdiğim noktalardan bazısını ta’dâd edeyim: Evvelâ ben, behemehâl kongreye dahil olmalı ve onu idâre etmeli idim. Çünkü, zaman geçirmeksizin, irâde-i milliyenin faaliyete geçirilmesini ve milletin bizzat fiilen ve müsellahan ittihâz-ı tedâbîre başlamasını temîn zaruretine kani idim. Bu esaslı noktaları, takdir ve tespit ettirebilmek için kongrede tenvîr ve irşad ve bizzat idâre suretiyle çalışmamı elzem görüyordum. Nitekim öyle oldu. Erzurum Kongresi’nin, daha evvel izah ettiğim esâsât ve mukarrerâtını, herhangi bir heyet-i temsiliyenin tatbik ettirebileceğine benim emniyetim taalluk etmediğini itiraf ederim. Nitekim zaman ve vakayi beni teyid etmiştir. Bundan başka, daha Amasya’da iken takarrür ve bütün millete vesâit-i mümkine ile tebliğ ettirdiğim Sivas Umumî Kongresi’nin akdini temîn etmek, bütün milleti ve memleketi yalnız bir heyetle temsil etmek, sonra, yalnız vilâyât-ı şarkiyeyi değil, bi’l-cümle aksâm-ı vatanın aynı dikkat ve hassasiyetle müdafaa ve halâsını temîn çarelerini bulmağa çalışmak hususlarını, herhangi bir heyetin temîn edebileceğine kani olmadığımı açıkça ifade etmek zaruretindeyim. Çünkü, bende böyle bir kanaat mevcut olsaydı, benim teşebbüs aldığım güne kadar teşebbüsât ve faaliyette bulunanların netâyic-i mesâiyesine intizâren istifa etmemek yolunu bulurdum. Hükümet, pâdişâh ve hâlifeye karşı isyana lüzum görmezdim. Bilakis, ben de, bazı ikiyüzlü ve iki cepheliler gibi, zâhiren pek mutantan ve müdebdeb olan, o günün ordu müfettişliğini ve yaver-i hazret-i şehriyarî sıfatını muhafazada berdevam kalırdım. Gerçi, benim alenen ortaya atılmamda ve bi’l-umûm millî ve askerî harekâtın başına geçmemde şüphesiz mahzur vardı. Fakat o mahzur, adem-i muvaffakiyet hâlinde herkesten evvel ve herkesten ziyade en büyük ikab ve azaba dûçâr edilmekten başka bir şey olabilir miydi? Halbuki bütün vatanın ve koskoca bir milletin, hayat ve memâtı mevzu-i bahis olurken vatanperverim diyenlerin kendi akıbetlerini düşünmesine mahal var mıdır?
Efendiler ben, bazı rüfekaca serd olunan mütâlaat ve tevehhümâta mutavaat gösterseydim, iki nokta-i nazardan, büyük mahzurlar tevellüd edecekti. Birincisi, mütâlaatımda, mukarrerâtımda ve bütün hüviyetimde isabetsizlik ve zaaf olduğunu itiraf etmek ki bu husus, benim vicdanen deruhde ettiğim vazife nokta-i nazarından gayr-i kabil-i telâfi bir hata olurdu.
Efendiler, tarih gayr-i kabil-i itiraz bir surette isbât etmiştir ki büyük meselelerde muvaffakiyet için kabiliyet ve kudret-i lâ-yetezelzel bir reisin vücûdu elzemdir. Bütün ricâl-i devletin nâ-ümidî ve acz içinde... bütün milletin başsız olarak zulmetler içinde kaldığı bir sırada, her vatanperverim diyen bin bir çeşit zatın, bin bir suret-i hareket ve ictihâd gösterdiği hengâmelerde istişarelerle, birçok hatırlara ve nüfûzlara mahkûmiyet lüzumuna kanaatle, sâlim ve esaslı ve bilhassa şedîd yürümek ve en nihayet çok müşkil olan hedefe vâsıl olmak mümkün müdür? Tarihte bu tarzda mazhariyete nâil olmuş bir heyet-i ictimâiye irâe olunabilir mi? İkincisi, Efendiler, millet, memleket, siyaset ve ordu idâreleriyle hiçbir alâka ve münasebetleri ve bu hususta liyakatleri görülmemiş ve tecrübe edilmemiş gelişigüzel zevâttan, bi’l-farz Erzincanlı bir Nakşî şeyhi ve Mutkili bir aşiret reisi gibi zavallılardan da teşkili ihtimalden hariç olmayan herhangi bir heyet-i temsiliyeye, mevzu-i bahis olan vaziyet ve vazife bırakılabilir miydi? Ve bırakıldığı takdirde, memleket ve milleti kurtaracağız, dediğimiz zaman, milleti ve kendimizi iğfal etmiş olmak gibi bir hata irtikâb etmeyecek miydik? Bu mahiyette bir heyete perde arkasından yardım edilebileceği mevzu-i bahis olsa da, bu tarz, şâyân-ı emniyet telâkki edilebilir miydi?
Bu söylediklerimin, o günlerde değilse bile artık bugün cihanca, gayr-i kabil-i red hakayıktan görüldüğüne asla şüphe yoktur. Mamafih ben, bu söylediklerimi geçmiş günlere ait bazı hatırat ve vesâik ile de burada teyid etmeyi, nesl-i âtinin ictimâî ve siyasî ahlâkiyâtı nokta-i nazarından bir vazife addederim.
Bu dakikaya kadar olduğu gibi bundan sonra da temas edeceğim vakayi münasebetiyle, bu husus kendiliğinden tavazzuha başlayacaktır.
Efendiler, Erzurum Kongresi’nin hitamında, Ferit Paşa’dan sonra Harbiye Nezareti’ne yeni geldiği anlaşılan bir Nazım Paşa imzasıyla 15. Kolordu Kumandanlığı’na 30 Temmuz tarihli şöyle bir emir geldi:
Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in mukarrerât-ı hükümete muhâlif ef’âl ve harekâtlarından dolayı hemen derdestleriyle Dersaadet’e i’zâmları Bâbıâli’ce bi’t-tensîb mahallî memûrînine evâmir-i lâzime verildiğinden kolorduca ciddî muâvenette bulunulması ve neticesinden ma’lumât itası ricâ olunur.
Bu emre, Kolordu Kumandanlığı tarafından lâyık olduğu vechile cevap verildi ve bu cevâbı diğer kumandanlara da aynen verdirerek nazar-ı dikkatlerini celp ettirdim.
Kongre beyannâmesi, dahilde her tarafa ve ecnebi mümessillerine muhtelif vasıtalarla iblâğ olundu. Nizamnâme de kumandanlara ve sâir şâyân-ı itimat olan makamâta kısım kısım şifre ile verilerek mahallerince tab’ ve teksîr ve neşrinin temînine çalışıldı. Bu husus, bi’t-tabi günlerce devam etti. Bu münasebetle Sivas’ta Üçüncü Kolordu Kumandanı Salâhattin Bey’den, 22 Ağustos 35 tarihli aldığım bir telgrafnâmede, “nizamnâmenin, ikinci ve dördüncü maddelerinin intişarını mahzurlu mülâhaza ettiği, bir kere daha tetkiki lüzumu” bildiriliyordu (Vesika: 42).
İkinci madde — Müttehiden müdafaa ve mukavemet esasının kabul edildiğine;
Dördüncü madde — İdâre-i muvakkate teşekkül edebileceğine dair olan maddelerdir.