Nutuk/16. bölüm/İstanbul halkı mümessilleri cumhuriyetin ilânını nasıl karşılamışlardı

İstanbul halkı mümessilleri bu tebşîr ve tebliği büyük meserretlerle ve alkışlarla karşıladılar ve derhal bütün İstanbul halkı namına Kumandan Paşa’yı ve biri birlerini tebrik ettiler. Binâenaleyh İstanbul hissiyât-ı hakikiyesini tağyir ederek beyânât ve tezâhürâtta bulunmanın ne kadar küstahâne olduğu meydandadır.

Rauf Bey, “bence, meseleyi Cumhuriyet kelimesi üzerinden mütâlaa etmek doğru değildir.” sözleriyle Cumhuriyet’ten bahis dahi etmek istemiyor.

Rauf Bey’in ictihâdı: “... Milletimizin refah ve istiklâlinin mahfuziyetini ve aziz vatanımızın tamamiyetini temîn eden şeklin, en muvâfık şekil olacağı” merkezindedir.

Efendiler, bu sözler, tertip ettikleri sualin cevâbı mıdır? Rauf Bey ’e sorulduğu yazılan: “Hangi şekl-i hükümet en muvâfıktır?” suali midir? Sual dediğim gibi olsaydı, o zaman Rauf Bey’in bu ifadesi münasip bir cevap olabilirdi. Fakat ondan sonra da Rauf Bey’e şöyle bir sual tevcîh etmek lâzımdı: Tasavvur ettiğiniz şeklin adı yok mudur? Şekl-i Cumhuriyet, milletin refah ve istiklâlini, vatanın tamamiyetini temîn eden en muvâfık şekil değil midir? Eğer öyle ise uzun sözleri bir tarafa bırakarak “ictihâdım en muvâfık şeklin, şekl-i Cumhuriyet olduğu merkezindedir.” deyiver de mugalâtadan kurtulalım. Çünkü mevzu-i bahis olan, Millet Meclisi’nce taknîn ve ilân olunan Cumhuriyet’tir. Maksadınız, bu ilân olunandan daha muvâfık bir şekil olduğunu ima ve işaret etmek ise, onu da söyleyiniz! O tercih ettiğiniz şekil ne olabilir?

Rauf Bey, ictihâdını sarahaten söylemekten içtinap ediyor, ma’lûm birtakım nazariyâttan bahsederek, hükümetlerin yekdiğerinden ayrılan yalnız iki esas üzerinde müteharrik bulunduklarına kailim ve bu iki esastan biri mutlakıyet tarz-ı idâresidir, diyor ve şöyle bir mantık yürütüyor. Güya hükümdar, hak ve salâhiyetini Cenâbı Hak’tan alır ve bu meşrû’iyete istinâd ile icra-yı ahkâm eder. Bu tarz-ı idârenin mahzurları olduğundan milletler ihtilâl ederek hükümdarların salâhiyetini takyîd ve meşrût kılmışlar... Son senelerde milletimiz de meşrûtiyet mücadelâtıyla işe başlayarak kendi işini kendi bilerek, kendi görerek, kendi karar vererek başarmak gayesine doğru yürümüş, İttihat ve Terakki, Meclis istibdadından kurtulmak için “Mehmed Han-ı Hâmis”e Meclis’in feshi hakkını bahşettirmiş. Vahideddin, bu haktan istifade ederek Meclis’i feshetmiş, ma’lûm felâketler olmuş. Binâenaleyh mutlakıyet-i idâre ve saltanat-ı ferdiye tarafdârı olmak câiz değilmiş.

Rauf Bey: “Millet, mukadderâtını kendisinden başka bir kimseye tevdî etmeyi nefsine zillet addetti” dedikten sonra milletin, hâkimiyet-i milliyeyi bilâ-kayd ü şart tatbik eden Büyük Millet Meclisi’ni müessisân şeklinde intihap ettiğini ve bu şeklin bahsettiği şekillerden ikincisi ve kanaatince en sâlim ve doğru bir tarz-ı idâre olduğunu söylüyor... Ba’dehu, Rauf Bey, şu mütâlaatı dermeyan ediyor:

“İsim tebeddülü, hedefi ve gayeyi ihlâl veya tahvil eder zannında değilim. Bundan başka geçen bir tarz-ı hükümetin yerine kaim olan yeni tarzın makbul ve pâyidâr olabilmesi ancak bir şartla kabildir. O da gideni arattırmayacak surette halkın ekseriyet-i kahiresinin arzularına muvâfık, saadetlerini müemmin, şeref ve istiklâl-i vatanı mahfûz bulundurduğunu göstermek ve isbât eylemekledir. Aksi takdirde isim değiştirmekle veya üst tabakada şekil tebdili ile hakikî ihtiyaçların tatmîn edilmiş olacağını zannetmek ale’l-husus en yakın bir mazide gördüğümüz en acı tecrübelerden sonra hata-yı fâhiş olur.”

Efendiler, Rauf Bey’in fikir ve ictihâdını izah ve tespit eden bu sözler üzerinde biraz tevakkuf etmek isterim. Rauf Bey, mukayyed ve meşrût olmayan ve Millet Meclisi’ni feshedebilen ferdî saltanat tarafdârı değildir. Rauf Bey, öyle bir şekl-i hükümetin tarafdârıdır ki o şekilde Millet Meclisi müessisân mahiyetinde olarak hâkimiyet-i milliyeyi hiçbir kayıt ve şarta tâbi olmaksızın tatbik eder. Bu şekli vâzıh ifade edelim: Rauf Bey demek istiyor ki Cumhuriyet ilânına takaddüm eden şekil en muvâfık şekl-i hükümettir. Fi’l-hakika, Rauf Bey’in uzun sözlerle tasvire çalıştığı 20 Kânunusani 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun üçüncü maddesi muhteviyâtıdır. O madde şudur: “Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idâre olunur ve hükümet, Büyük Millet Meclisi Hükümeti” unvanını taşır.”