Nutuk/15. bölüm/Nurettin Paşa'nın re'sen mebus olmak teşebbüsü ve neşrettiği tercüme-i hâl
Fi’l-hakika, bazı devâir-i intihâbiyede, re’sen teşebbüsâtta bulunanlar muvaffak olamadılar. Bu meyânda o zaman, henüz Birinci Ordumuzun Kumandanı bulunan Nurettin Paşa da mebus olmak teşebbüsünde bulunmuştu. Mümkün olmadı. Nurettin Paşa, bu arzusunu bi’l-âhire, münferit bir intihapta, Bursa’da temîn etti.
Paşa’nın, re’sen ve müstakillen mebusluğunu temîn için, evvel ve âhir, kendi tarzında, lüzumu gibi propaganda da yaptırmaktan geri kalmadığı anlaşılmıştı. Bu yoldaki teşebbüsât ve neşriyattan herkesin câlîb-i dikkati olan bilhassa tercüme-i halidir.
Nurettin Paşa, 1923 yeni intihap senesi, Âbit Süreyya Bey namında bir zata (A.S.) rumuzuyla bir tercüme-i hal neşrettirdi.
Âbit Süreyya Bey, Abdülhamid’in başkâtiplerinden merhum Süreyya Paşa’nın oğludur. Meşrûtiyet’ten evvel, Nurettin Paşa gibi ve onunla beraber fahrî hünkâr yaveri idi. Harb-i Umumî’de İzmir’de ve İstiklâl Seferi’nin nihayetinde Nurettin Paşa karargâhının bulunduğu İzmit’te ordu müteahhitliği yaptı. Nurettin Paşa’nın tercüme-i halini muhtevi risaleyi yazan Âbit Süreyya Bey değildir. Risale yazılı olarak kendisine verilmiştir. Ondan, inisiyallerini koyması ve hissedar bulunduğu Matbaa-i Osmaniye’de tab’ ettirmesi Nurettin Paşa tarafından ricâ olunmuştur.
Bu risalenin kabında, şu yazılar okunur:
“İzmir Fatihi, Karahisar ve Dumlupınar Muharebeleri Galibi Gazi Nurettin Paşa Hazretlerinin Tercüme-i Hali.”
Efendiler, on dokuz sahifeden ibaret olan bu tercüme-i hal risalesinin ne kadar insan tarafından okunduğunu bilmiyorum. Ben, bu tercüme-i halin, memleketin bütün münevverânı tarafından okunmasını çok istifadeli ve terbiyevî buluyorum. Yalnız, bu risaleyi okuyanların veya okuyacak olanların, risalede temas edilen vakayi ve hâdisât hakkında başka ve mevsûk menâbiden de ma’lumât edinerek, metinle hakikati mukayese ve muhakeme eylemeleri lüzumludur.
Bu risalenin mahiyeti ve delâlet ettiği zihniyet hakkında bir fikir edinmek için, bazı noktalarını hep beraber mütâlaa edelim:
Risalenin kabındaki yazılardan sonra, metnin serlevhasında da şu sözler vardır:
“Kûtü’l-amare Muhasırı, Bağdat Müdafii, Yemen, Selmanipak, Garbî Anadolu, Afyonkarahisar, Dumlupınar, İzmir Muharebatı Galibi ve İzmir Fatihi.”
Nurettin Paşa’nın kendi kendine takındığı “muhasır”, “galip”, “fatih” unvanları hakkında beyan-ı mütâlaayı tehir ederek, risalenin metnine girelim. Paşa Konyar namındaki Türk aşiretine mensup merhum Müşir İbrahim Paşa’nın mahdumu ve sülâle-i Hazret-i Peygamberî’den Â’yân Azası Şeyhü’l-vükelâ Bursalı Rıza Efendi merhumun ahfâdından imiş... Bu ma’lumâta ve tarz-ı beyana göre Mehmet Nurettin Paşa hem Türk ve hem Arap’tır. Babası ve büyükbabalarıyla de müftehirdir. Burada, babasının büyük adam olmasıyla iftihar eden Bizans İmparatoru Theodosius’a, babası ve anası Türk olan Atilla’nın “ben de büyük ve asil bir milletin evlâdıyım” dediğini hatırlatmadan geçemeyeceğim.
“Mekâtib tahsilinden başka hususî tahsiller görmüş olan Nurettin Paşa 1893’te Mekteb-i Harbiye’den neş’etle Hassa Ordusu erkân-ı harbiyesine tayin..” olunmuş..
Nurettin Paşa, erkân-ı harp tahsili görmemiş ve o sınıfa dahil olmamıştır. Binâenaleyh, ordu erkân-ı harbiyesine tayin olunamaz. Olsa olsa, bir kıta-i askeriyeye gönderilmeyip ordu erkân-ı harbiyesinde mülhaklık veya buna mümâsil bir vazife ile alıkonulmuş olabilir... bi’t-tabi, genç bir mülâzım için hayat-ı askeriyeye, buradan başlamak şâyân-ı iftihar bir mebde teşkil etmez. Kıta-i askeriyeye tayin olunmak ve orada askerlik hayatının ciddiyet ve müşkilâtına alışmak esastır.
Nurettin Paşa 1887’de Yunan harbine gönüllü olarak iştirak etmiş ve başkumandanlığa tayin edilen Gazi Osman Paşa yaverliğine ve İstanbul’a avdette hünkâr yaverliğine ve mihmandarlıklara.... tayin olunmuş...
Ma’lûm olduğuna göre, Gazi Osman Paşa, İstanbul’dan Selânik’e kadar gitmiş ve muharebe meydanına gitmeden, Selânik’ten avdet eylemiştir. Vazife-i fiiliye ifa etmemiş bir kumandanın yaverliğine ve ondan sonra da Sultan Hamid’in yaverliğine ve birtakım mihmandarlıklara tayin edilmiş olmak bilmem ki ne dereceye kadar zikre ve iftihara şâyân-ı olabilir?!
Nurettin Paşa “sırasıyla kaymakamlığa ve miralaylığa terfi ve 1908 senesi ibtidâlarında Selânik’te Üçüncü Ordu Erkân-ı Harbiye Şube-i Mahsusası Müdüriyeti’ne tayin” olunmuş.. Nurettin Paşa’nın hangi sıra ile miralaylığa kadar terfi etmiş olduğu, Meşrûtiyet ilânından sonra rütbesinin tekrar binbaşılığa tenzil edilmiş olmasıyla anlaşılıyorsa da Selânik’te Üçüncü Ordu Erkân-ı Harbiye Şube-i Mahsusası Müdüriyeti’ne tayinini anlamak müşkildir. Çünkü benim de erkân-ı harbiyesinde bulunduğum o orduda, denildiği gibi bir şube-i mahsusa yoktu. İhtimal, Ordu Kumandanı olan babası, mahdumu için, hususî ve mahrem umûra ait, bir şube-i mahsusa teşkil etmiş olacak..
Nurettin Paşa, Üçüncü Ordu Kumandanı bulunan “pederi Müşir İbrahim Paşa ile Meşrûtiyet İnkılâbı’nın husûlüne ve ihtilâlin itidal ve selâmet-i cereyânına hizmet ve delâlet eylemişler..”
Tercüme-i hal risalesinde, Nurettin Paşa’nın, iki defa Sultan Hamid tarafından taht-ı tevkif ve isticvâba alındığı ve bir defasında teb’îde ve diğer defasında tardıyla altı sene hapsine karar verildiği ve fakat pederinin şefaat ve delâletiyle kurtulduğu hikâyesinden sonra.. “İstanbul’dan bir takribini bulup tekrar Rumeli’ye geçerek 1908 Meşrûtiyet İnkılâbı’nın ihzâr ve icrasına diğer rüfekasıyla beraber hizmet etmiştir” ibaresi yazılıdır.
Nurettin Paşa’nın gördüğü zulmü hulâsaten ifade etmek lâzım gelirse, diyebiliriz ki Sultan Hamid, Nurettin Bey’e efkâr-ı ahrârânesinden dolayı kızdıkça, onu kaymakamlığa, miralaylığa terfi ederek sırmasını arttırır ve babasının şefkat ve nüvazişine teslim edermiş...