Nutuk/15. bölüm/Nurettin Paşa'nın ve babası Müşir İbrahim Paşa'nın Meşrûtiyet İnkılâbı'na suret ve derece-i temaslarına ait hatıralarım

Müşir İbrahim Paşa’nın Üçüncü Ordu Kumandanlığı ve mahdumu Nurettin Bey’in babasının yaverliği ve Meşrûtiyet İnkılâbı’na suret ve derece-i temasları hakkında bir nebze ma’lumât vermek isterim. Bunun için, maziden kısa bir hatıramın nakline müsaadenizi ricâ edeceğim.

Efendiler, muhtelif vesilelerle mesmûunuz olmuş bulunacağına şüphe yoktur ki ben, erkân-ı harp yüzbaşısı olur olmaz, Sultan Hamid tarafından, Suriye’ye nefy olundum. Orada üç sene kaldıktan sonra, o zaman Üçüncü Ordu mıntıkası olan Makedonya’ya nakledildim. Ordu merkezi Manastır idi. Ordu karargâhı orada bulunuyordu. Selânik’te başkaca “Üçüncü Ordu Müşiriyeti” unvanında bir kumanda makamı vardı. Üçüncü Ordu Kumandanı Selânik’te otururdu.

Orada da “Maiyet-i Müşiri Erkân-ı Harbiyesi” diye bir erkân-ı harbiye vardı. Ben, 1908 senesinde, kolağası rütbesinde ve bu erkân-ı harbiyede memur idim. İstihsal-i hürriyete çalışan, hafî cemiyet ile pek yakından münasebetim vardı. Yanyalı Esat Paşa Üçüncü Ordu Kumandanı idi.

Süleyman Paşazade Ali Rıza Paşa Erkân-ı Harbiye Reisi’miz idi. Binbaşı rütbesinde bulunan merhum Cemal Paşa ve binbaşı rütbesinde olan Fethi Bey (elyevm Paris Sefiri) ve ben maiyet-i müşiri erkân-ı harbiyesini teşkil ediyorduk.

Her üçümüz, cemiyetin azası bulunuyorduk. Mesâimiz, cemiyetin temin-i muvaffakiyetine ma’tûf idi.

O tarihlerde, Üçüncü Ordu mıntıkasına dahil Serez’deki fırkanın ve Serez mıntıkasının kumandanı, müşir rütbesinde bir zat idi. Bu zat, Sultan Hamid’in fevkalâde emniyet ve itimâdına mazhar bulunuyordu. Rütbesinin müşir olmasına, Esat Paşa’nın kendinden dûn rütbede bulunmasına rağmen, İstanbul ile Makedonya arasında emniyetli bir mıntıka tesisi maksadıyla Serez’den uzaklaştırılmazdı. İşte, bu mühim kumandan, Müşir İbrahim Paşa idi. Mahmut Nurettin Bey (Nurettin Paşa) da babasının yanında bulunurdu. Meşrûtiyet ilânına takaddüm eden günlerde, Müşir İbrahim Paşa’nın mıntıkasında, bir binbaşı, istibdad-ı idâre aleyhinde beyânâtta bulunmuş.. Bir casus bunu jurnal etmiş... Mahallinde tahkik-i keyfiyet için o zaman Selânik’te Merkez Kumandanı bulunan, Kaymakam Nâzım Bey İstanbul’dan memur edildi.

Cemiyet, Nâzım Bey’i bu vazifeyi ifadan men’ etmek üzere vurdurdu. Yaralanan Nâzım Bey İstanbul’a celp olundu. Vakanın tahkikine, İstanbul’dan değil, ancak orduca tayin olunacak memurun gidebileceği fikri telkin olundu. Ben memur oldum. bi’t-tabi vazifem, istibdat aleyhinde bulunmuş olan Binbaşı’yı kurtarmak idi.

Evvelâ, Serez’e gittim. Müşir İbrahim Paşa’yı ziyaret ettim. Esnâ-yı mülâkatta anladım ki Paşa’nın büyük bir endişesi vardır. İbrahim Paşa, kendi mıntıkası dahilinde Sultan Hamid ve istibdad-ı idâre aleyhinde hiçbir ferd bulunmadığını ve bulunamayacağını sultana temîn etmişti. Buna rağmen, mevzu-i bahis Binbaşı hakkındaki jurnal, Sultan Hamid’in Müşir İbrahim Paşa’ya olan itimâdını selb edecek mahiyette idi. Bu jurnal muhteviyâtının tahakkuku, İbrahim Paşa’nın aleyhinde idi. Bunu istemiyordu. Ben, derhal Paşa’nın endişesini anladım ve dedim ki: “Paşa Hazretleri, mıntıka-i devletinizde zât-ı şâhâne aleyhinde mütehassis bir ferdin bulunabileceği me’mûl değildir. Verilmiş olan jurnal muhteviyâtının mahallinde tahkiki, taraf-ı devletinizden müesses inzibat ve telkin edilmiş olan sadakat hislerini sühûletle tebârüz ettirecektir. Arzu buyurursanız, yapacağım tahkikat raporunun bir suretini zât-ı devletinize de göndereyim.”

İbrahim Paşa, bu beyânâtımdan çok ferahladı. Benden memnun oldu ve mahdumu Nurettin Bey’i çağırtıp bana izaz ve ikram edilmesini ve mahal-i vakaya seyahatim için teshîlâtta bulunulmasını emretti.

Tahkikatımın neticesi, Binbaşı’yı kurtardı. Jurnal vereni müfteri cezasına çarptırdı. Müşir İbrahim Paşa da Sultan’a kendi mıntıkasında, aleyhdâr bir ferdin bulunamayacağını isbât ederek hakkındaki emniyet ve itimâd-ı şâhâneyi teyid eyledi.

Müşir İbrahim Paşa’nın, bu suretle hakkındaki itimâdı teyid etmesi, çok geçmeden, kendisinin bütün Makedonya’yı, istibdat aleyhdârlarından tathirine memuriyetini ihzâr etti.

Bu noktayı biraz izah edeyim. Cemiyet, bütün Makedonya’da, teşkilât ve faaliyetini tezyîd etti. Artık, hemen alenî ve bî perva harekâta başlandı. Selânik’te, ordu müşiriyetinde bulunan Esat Paşa’ya itimat kalmadı. Erkân-ı Harbiye Reisi’miz olan Ali Rıza Paşa hakkında şüpheye düşüldü. Bunlar birer, birer Sultan Hamid tarafından berâ-yı isticvap İstanbul’a celp olundu. Ordu Müşirliği’ne, ezher-cihet şâyân-ı emniyet ve itimat olan Müşir İbrahim Paşa tayin ve i’zâm olundu.

İbrahim Paşa’nın Selânik’e gelmekte olduğu haberi üzerine, Cemal Bey (merhum Cemal Paşa) her ihtimale karşı bir vesile ile merkezden uzaklaştı. Arkadaşım Fethi Bey, zaten daha evvel Jandarma Mektebi Kumandanlığı’na geçmişti. Merkezde ordu kumandanı, erkân-ı harbiye reisi namlarına yalnız ben bulunuyordum. Yeni gelen kumandana Üçüncü Ordu Kumandanlığı’nı ben devr ü teslim edecektim. Fi’l-hakika öyle oldu.

İbrahim Paşa, refakatinde mahdumu Nurettin Bey olduğu halde, trenle geç vakit Selânik ’e muvâsalat etti. Doğru kumandanlık dairesine geldi. Orada, kendisine vaziyeti takdim ettim. Gece olmasına rağmen tekmil ordu erkân-ı harbiyesine memur rüesâyı birer birer görmek istedi. Herkes gelip kendini takdim ediyordu, Müşir Paşa, her yeni tanıdığı zata, kendisinin ne kadar şedîd olduğunu, insanı mahvetmek kudretinde bulunduğunu anlatmaya çalışır birtakım tavırlar takınarak, hiç de münasebeti olmayan sözler söyleyerek, ara sıra, çizmeli ayaklarını yere vurarak, ilk andan itibaren tedhîş politikası tatbikine başladı.

Gece evime gittim. Ertesi gün erkenden, bir süvari, bir binek atı getirdi ve Müşir Paşa’nın beni istediğini söyledi. Daireye geldiğim zaman, anladım ki yeni kumandan benim vazifeye devam edebileceğimi emretmiş..

Şimdi, Efendiler; gelelim ihtilâl ve inkılâb safhasına...

İbrahim Paşa’nın, tedhîş politikası, ihtilâl komitesinin tehditkâr vaziyetiyle karşılandı. Paşa hiddet ve şiddetini bir tarafa bırakmak mecburiyetini hissetti. Bazı arkadaşlar, bu meyânda en çok Cemal Bey (Cemal Paşa) vasıtasıyla ihtilâl cemiyetinin kuvvetinden ve teşebbüsündeki ciddiyetten İbrahim Paşa’nın mahdumu haberdâr edildi. Babasının cemiyet aleyhine harekette bulunmaması ihtar ve Paşa’dan temînat talep olundu. Meselâ, Kumandan Paşa cemiyet aleyhinde hareket etmeyeceğini işaret etmek üzere, Cuma namazını filân camide kılacak ve ikinci safta ahz-ı mevki edecektir, gibi birtakım taleplerde bulunuldu. İşte Nurettin Bey bu gibi tebligatı pederine ismâ için vasıta ittihâz ediliyordu. Fakat mühim meselelerde daha çok tavzîf edilen ve faal bulundurulan babasının yaveri Nurettin Bey değil, cemiyetin aza ve mutemedi ve kumandanlık makamı yaveri Yüzbaşı Kâzım Nami Bey’di (elyevm muharrir ve muallimdir).

İbrahim Paşa, cemiyetin ihtaratına mutavaata mecbur edildi. Fakat cemiyetin teşkilât, teşebbüsât, mukarrerât ve icrââtından hiçbir vakit haberdâr edilmemiştir.

Hürriyet ve Meşrûtiyet ilânından da ne İbrahim Paşa’nın ve ne de mahdumu Nurettin Bey’in daha evvel, hiçbir suretle ve asla haberleri dahi olmamıştır. Meşrûtiyet ilânı meselesinin tamamen içinde bulunduğum ve bütün teferruat ve safahatıyla şahsen ve yakından münasebettar olduğum cihetle, bu husustaki hatıratım aynen mahfuzumdur.

Hürriyet ve Meşrûtiyet ilânı tezâhürâtında istical ettiği zannolunan Üsküp’teki tertibâtı, Selânik’te ve diğer yerlerde alınacak tertibât ile uygun bir tarza koymak için Üsküp’e gitmiştim. Oradan avdetimde ve artık her yerde fiilî tezâhürât başladıktan sonra, Müşir İbrahim Paşa beni davet etti ve şu beyânâtta bulundu: “Beni, ordu kumandanlığında ibka edecek misiniz, etmeyecek misiniz? İbka olunmayacak isem şahsım tecavüz ve hakarete dûçâr edilmeden hemen İstanbul’a hareket edeyim.” Hatta Paşa, bürosu üstünde duran yazı hokkasını eline alarak aynen hatırımda kalan şu kelimeleri de ilâve etti: “Burada, benim, yalnız bir hokkam var, onu alır, giderim.”

Icâb edenlerle görüştükten sonra cevap verebileceğimi söyledim. Cemiyet namına salâhiyettar olan diğer arkadaşlarla, İbrahim Paşa’nın kumandanlığı meselesini müzakere ettik. Bir zaman için kalmasında mahzur görmedik. Kumandanlıkta kalacağı hakkındaki cemiyet kararını ben kendisine tebliğ ettim.

Fakat, bir, iki gün sonra, dağa çıkmış olan zâbitândan bir mülâzım efendi, İbrahim Paşa’ya bulunduğu yerden hakaretle malî bir telgraf çekmiş... İbrahim Paşa, derhal beni çağırttı ve telgrafı uzatarak dedi ki: “Beni kumandan olarak burada muhafaza edeceğinizi bildirmiştiniz. Bu hakaret nedir?”

Kumandan Paşa’ya, cemiyetçe hakkında ittihâz ettiğimiz kararı, tekmil teşkilâta iblâğ edecek kadar zaman geçmediğini, bilhassa dağ başında bulunan zâbitlerimizin herhangi bir telgraf merkezinden bu gibi telgrafları keşîde ettirmelerine mâni olmak, bugünlerde müşkil olacağını takdir etmesini söyleyerek, kendisini tesliyeye çalıştım.

Fakat aradan çok geçmeden, o zaman Hudûd-ı Yunaniye Kumandanı bulunan Muhlis Paşa, cemiyetin Manastır’daki heyet-i merkeziyesi tarafından Manastır’a davet olunmuş... Muhlis Paşa, Ordu Kumandanı İbrahim Paşa’dan mezuniyet almaksızın Manastır’a gitmiş... Bundan müteessir olan İbrahim Paşa Muhlis Paşa’ya tekdir-âmîz iş’ârda bulunmuş...

Bunun üzerine, Muhlis Paşa’yı davet eden heyet-i merkeziye, İbrahim Paşa’ya uzun bir telgraf çekmiş... Bu defa da Müşir Paşa beni davet ederek telgrafı gösterdi ve: “Ya bu ne?” dedi.

Telgrafı baştan nihayete kadar okudum. Bu telgrafta Konyar aşiretine mensup Müşir İbrahim Paşa’nın bütün hayatı, mazisi, mahiyeti tavsif olunduktan sonra, ağır ve hakaret-âmîz kelimelerle istibdat devrinin, Sultan Hamid bendeliğinin ender enmûzeci olan İbrahim Paşa’nın hürriyet için çalışan bir muhîtte, hürriyet için çalışanlara kumanda etmek cesaretinde bulunması istigrab ediliyor ve derhal kumandanlık makamını terk etmesi ihtar ve talep olunuyordu.

Efendiler, bundan sonra, hakikaten İbrahim Paşa, Selânik’te duramadı. Dediği gibi hokkasını alıp gitti.

Bu ma’lumâttan sonra, Nurettin Paşa’nın Üçüncü Ordu Kumandanı bulunan pederi Müşir İbrahim Paşa ile Meşrûtiyet İnkılâbı’nın husûlüne ve ihtilâlin itidal ve selâmet-i cereyânına, ne yolda hizmet ve delâlet eylemiş olduklarını anlamak kolaylaşmıştır zannederim. Denildiği gibi, “ihtilâlın itidal-i cereyânına” dahi müessir olamamışlardır. En büyük itidalsizlik bizzat kendilerine yapılmış olan muamelelerle sâbittir.