Tercüme-i hal risalesinin kabındaki gazi unvanının istimâline gelince, bu unvanı, Nurettin Paşa’ya (A.S.) harfleri verebilir. Fakat hakikat ve kanun bununla yalnız ve sadece istihza eder. Gerçi, muharebeye “ya şehit veya gazi olmak için” gidilir. Ale’l-ıtlak, meydan-ı şehâmette ölenlerin hepsine şehit derlerse de sağ kalanların hepsine gazi unvanı verilmez. Bu unvanı ancak kanun verir. Medenî bir milletin, âli menfaatler icabı icrasına mecbur olduğu harpler, Arap aşiretlerinin gazvesi değildir. Öyle dahi olsa, gazveden sağ sâlim çıkanlara belki, yalnız, anaları, babaları berâ-yı takdir, benim gazi oğlum diyerek iftihar eder. Fakat millet, tarih unvan tevcîhinde o kadar semih değildir.
Tercüme-i hal risalesinin, son sahifesinden de bir cümle alarak bu hikâyete hitam verelim:
Nurettin Paşa “Irak cephesinde iken ahali-i mahalliye tarafından kendisine tevdî edilmiş bulunan, Kerbelâ’da metfun hafîd-i Hazret-i Peygamberî İmam Hüseyin Hazretlerinin seyf-i mübareğini hâmil bulunmakla müşerreftir.”
Efendiler, bu ne lâftır?!
Kerbelâ, hafîd-i peygamberî, imam, seyf-i mübarek, müşerref, bu gibi avam-pesendâne lâflarla milleti iğfal mesleğinde bulunanlar, artık insaf etsinler!... Millet de dikkat ve basiretini arttırsın!..
Efendiler, re’sen harekette muvaffakiyet görmeyen bazı kimseler de türlü riyakârlıklarla içimize girmek yolunu bulabilmişlerdir. Bunların mahiyetleri İkinci Meclis ictimâ ile vazifeye başladıktan sonra görülecektir.