Efendiler, tekrar Lozan Konferansı’na temas edeceğim.
Konferans, 4 Şubat 1923 tarihinde inkıtaa uğradı. İki aya karîb bir müddet devam eden müzâkerâtın hulâsası olmak üzere, İtilâf Devletleri heyet-i murahhasaları, heyet-i murahhasamıza, bir sulh projesi verdiler. Bu proje, mâna ve ruh itibarıyla istiklâlimizi muhil şerâiti ihtivâ ediyordu. Bilhassa adlî, malî ve iktisadî mevâd gayr-i kabil-i tahammül idi. Binâenaleyh, bu projeyi, suret-i kat’iyede reddetmemiz zarurî idi. Heyet-i Murahhasa’mız, bu projeye mukabil, bir mektup verdi. Bu mektubun meali şu idi: “İttifak ettiğimiz nikatı imza ederek sulh yapalım.” Fi’l-hakika, Konferans’ta mevzu-i müzakere olan birçok mesâilden, bizce şâyân-ı kabul olanları vardı. Mektupta: “İkinci üçüncü derecede olan mesâili başkaca mütâlaa ederiz. İtilâf Devletleri, bu teklifimizi kabul etmeyecek olurlarsa, teklifatımız, keen-lem-yekündür” de denilmişti. Heyet-i Murahhasa’mızın teklifi nazar-ı dikkate alınmadı. Yalnız, vuku bulan inkıtaa, ta’lîk-i müzâkerât şekli verildi. Her devletin heyet-i murahhasası memleketine gittiği gibi, bizim Heyet-i Murahhasa’mız da geldi. Ben de Garbî Anadolu’da icrâ etmekte olduğum seyahatten avdet ediyordum.
18 Şubat 1923 tarihinde, İsmet Paşa ile Eskişehir’de birleşerek Ankara’ya beraber geldik.
Efendiler, İsmet Paşa Ankara’ya avdet ederken, benim de seyahatten dönmekte olduğum anlaşılınca, Ankara’da, garip ve gayr-i kabil-i tefsir bir zihniyet uyanmış... İsmet Paşa’nın Ankara ’ya gelip, Hükümet’le ve Meclis’le temas etmeden evvel, bana mülâki olması, benimle müdâvele-i efkâr eylemesi mahzurlu görülmüş.. Böyle bir mülâkatı su-i tefsir edenler olurmuş... Bu hususu, bana yazan İcra Vekilleri Reisi bulunan Rauf Bey idi. bi’t-tabi, bu iş’âra ehemmiyet vermedim. Bilakis bir an evvel İsmet Paşa ile görüşebilmek için seyahatlerimizi Eskişehir’de mülâkat edebilecek surette tanzim ettirdim. Ankara’ya muvâsalatımızdan sonra, İsmet Paşa, Heyet-i Vekile’de vaziyeti izah etti ve yeni talimat istedi.
Meclis’in nokta-i nazarını almak lüzumlu görüldü. Mesele Meclis’e intikal etti. Bu bâbda, Meclis’te günlerce ve günlerce müzakereler ve münakaşalar geçti.
Anlaşıldığına göre muhâlifler, Heyet-i Murahhasa’mıza İsmet Paşa’ya hasm-ı bî-aman kesilmişlerdi. Güya, sulh olmuş iken, İsmet Paşa yapmamış, avdet etmiş.. Heyet-i Murahhasa, Heyet-i Vekile’nin talimatı hilâfında hareket eylemiş..
27 Şubat 1923 celse-i hafiyesinde başlayan taarruzlar, 6 Mart 1923 gününe kadar hararetli, heyecanlı bir surette devam etti. Münakaşata, ben de bidayetinden, nihayetine kadar iştirake mecbur oldum. Muhâlifler, adeta ne istediklerini bilmez bir halde idi. Meclis’in müsbet veya menfî bir karar vermesi imkânsız bir hale geldi. Bizim, sarîh olarak anladığımız şu idi ki muhâlifler, sulh meselesini, Meclis’te, ihtirâsâta vasıta ittihâz etmek istiyorlardı. Efendiler, bazı matbûat da bu ihtirâsâtı, şâyân-ı hayret ve ateşîn bir surette, tehalükle körüklüyorlardı. Bu hâlet-i ruhiyede bulunan Meclis ile sulh meselesini intâc etmek müşkil olacağını görmek tabii, fakat mûcib-i teessür idi.
Meclis’te verdiğim umumî izâhâtla, vaziyetin her noktasını söyledim. Bütün ihtimâlâttan bahsettim. İtilâf Devletleri heyet-i murahhasalarından bazısının memleketlerine avdetlerinde vuku bulan beyânâtını hakikat ve esas telâkki ederek, Heyet-i Murahhasa’mıza hücum etmek mesleğinin şâyân-ı takdir olmadığını söyledim. Heyet-i Murahhasa’mızı dinlemek ve onun izâhâtına inanmak ve ona göre vaziyeti muhakeme etmek lâzım geldiğini bildirdim.
Heyet-i Murahhasa’mızın, Heyet-i Vekile’nin vermiş olduğu talimatın hilâfında hareket edip etmediğini söylemek salâ hiyetinin, Meclis’te hazır bulunan Heyet-i Vekile’ye ait olduğunu dermeyan ettim.
Nihayet, dedim ki Heyet-i Murahhasa, Heyet-i Vekile’ye karşı mes’ûldür. Meclis’e karşı mes’ûl olan Heyet-i Vekile’dir. Meclis, Heyet-i Vekile’ye, yeni bir veçhe vermek mecburiyetindedir. Bu veçhe dahilinde, Heyet-i Vekile, Heyet-i Murahhasa’ya talimat-ı mahsusa verir. Meclis’in teferruat ile iştigaline mahal ve imkân yoktur.
Veçhe hakkındaki nokta-i nazarımı da şöyle ifade ettim: “Musul meselesinin muvakkaten ta’lîkini mevzu-i bahis etmemek üzere ve fakat idarî, siyasî, malî, iktisadî ve sâir mesâilde millet ve memleketin hukukunu ve istiklâlini tamam ve emin olarak istihsal etmek ve memâlik-i müstahlasamızın suret-i kat’iyede tahliyesini şart telâkki eylemek esastır.”
Mütâlaatıma ilâve ettim ki: “Heyet-i Murahhasa’mız, kendine tevdî edilen vazifeyi tamamen ve pek mükemmel bir surette ifa etmiştir. Milletimizin ve Meclis’imizin şerefini muhafaza eylemiştir. Eğer sulh meselesini hüsn-i intâc etmek istiyorsak, Meclis tarafından da Heyet-i Murahhasa’ya, manen kuvvet verilerek mesâisine devam ettirilmek lâzımdır. Bu suretle, hareket ederseniz, ümit-var olabiliriz ki bir sulh safhasına dahil olmak mümkündür.”
Meclis’in, mevzu-i bahis mesele hakkındaki münakaşatı durdu. Fakat muhâlifler, hücum için sebepler icat ve ihtira etmekten, kendilerini bir türlü men’ edemiyorlardı.