Nutuk/14. bölüm/Din oyunu aktörleri halifeyi İslâm-şümûl bir hükümdar yapmak istiyorlardı
Arz etmeliyim ki Şükrü Efendi Hoca ve onu ve imzasını ileri süren politikacılar, sultan veya pâdişâh unvanını taşıyan bir hükümdar yerine unvanı halife olan bir hükümdar koyarak beyânât ve müddeayâtta bulunmuşlardı. Şu fark ile ki herhangi bir memleket ve milletin hükümdarı yerine dünyanın aktâr-ı muhtelifesinde, kütleler halinde yaşâyân, mütenevvi ırktan üç yüz milyonluk bir camiaya hükmü şâmil bir hükümdardan ve onun vezâif ve salâhiyetinden bahsetmişlerdi. Bu İslâm-şümûl muazzam hükümdarın eline, kuvvet olarak, üç yüz milyon ümmet-i Muhammed’den yalnız on, on beş milyon Türk halkını lütfetmişlerdi. Halife ismindeki hükümdar, “ümmetlerin muâmelâtını tedvîr ve umûr-ı dünyeviyelerine ait ahkâmdan, menfaatlerine en ziyade tevâfuk edeni tenfîz” edecekti. Bi’l-cümle Müslümanların “hukukunu müdafaa edecek, umûr u mesalihini nâfiz bir azim ve irâde ile” ihata eyleyecekti.
Halife ismindeki hükümdar, dünya yüzündeki üç yüz milyon ehl-i İslâm arasında adâleti pâyidâr edecek, hukuk-ı âmmeyi gözetecek, emn ü asayişi ihlâl edecek hâdisâta mâni olacak, ehl-i İslâm’a ümem-i sâire tarafından vukuu muhtemel tecavüzata set çekecekti. Camia-i İslâmiye’nin salâhını temîne hâdim esbâb-ı medeniye ve umraniyeyi ihzâr ile mükellef bulunacaktı. Muhterem Efendiler, bu kadar echel ve ahvâl ve hakayık-ı cihandan bu derece bîhaber Şükrü Hoca ve emsalinin milletimizi iğfal için, ahkâm-ı İslâmiye diye neşrettikleri safsataların esasen tekrara değeri yoktur. Fakat, bunca asırlarda olduğu gibi, bugün dahi akvâmın cehlinden ve taassubundan istifade ederek bin bir türlü siyasî ve şahsî maksat ve menfaat temîni için dini alet ve vasıta olarak kullanmak teşebbüsünde bulunanların, dahil ve hariçte mevcudiyeti bizi bu zeminde söz söylemekten, maa’t-teessüf henüz müstağni bulundurmuyor. Beşeriyette, din hakkındaki ihtisâs ve vukûf, her türlü hurafelerden tecerrüd ederek, hakikî ulûm ve fünûn nurlarıyla musaffa ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine, her yerde tesâdüf olunacaktır.
Şükrü Hocaların ne kadar manasız, mantıksız ve kabiliyet-i icraiyeden mahrum efkâr ve ahkâm savurduklarını anlamamak için cidden, Hoca Efendi gibi Allahlık denilen mahlûkattan olmak lâzımdır.
Halife ve hilâfet, onların dediği gibi, sultası umum dünya Müslümanlarına şâmil olmak lâzım gelince, bütün mevcudiyetini ve menâbi-i kuvvetini halifenin emr ü nehyine hasretmekle Türkiye halkının omuzlarına tahmil edilecek yükün ne kadar ağır olacağını insaf edip düşünmek lâzım gelmez miydi?
Onların serd eyledikleri icâbât ve ahkâma göre, halife namında hükümdar, Çin, Hint, Afgan, İran, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen, Asir, Mısır, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas, Sudan, hulâsa dünyanın her tarafındaki İslâmların ve İslâm memleketlerinin umûrunda tasarruf sahibi olacaktı.
Bu hayalin, hiçbir vakit tahakkuk etmemiş olduğu malûmdur. İslâm cemaatlerinin, biribirinden tamamen ayrı maksatlarla iftirâk eyledikleri, Emevîlerin Endülüs’te, Alevîlerin Mağrip’te, Fatımîlerin Mısır’da, Abbasîlerin Bağdat’ta, birer hilâfet, yani saltanat kurdukları ve hatta, Endülüs’te her bin kişilik bir cemaatin “bir emirü’l-müminîni ile bir minberi” olduğu Hoca Şükrü imzalı risalede dahi mezkûrdur.
Bu tarihî hakikatten tecâhül ederek, hemen kâmilen ecnebi devletlerin taht-ı tâbiiyetinde bulunan veya müstakil olan İslâm milletlere veya devletlere halife namı altında bir hükümdar nasb ve tayin etmek akl ü hakikat ile kabil-i telif olabilir miydi? Bilhassa, böyle bir hükümdarın temîn-i mevkii için, bir avuç Türkiye halkını hasr ü tahsis etmek, onu, mahveylemek için tatbik olunagelen tedbirlerin en müessiri olmaz mıydı? “Halifenin vazifesi ruhanî değildir”, “hilâfetin üssü’l-esası kudret-i maddiye ve kuvvet-i hükümettir” diyenlerin, hilâfetin devlet, halifenin reis-i devlet olduğunu ifade ve isbât ettikleri ve maksatlarının halife unvanında bir zatı, Türkiye Devleti’nin riyâsetine geçirmek olduğu suhûletle kabil-i tefehhüm idi.
Muhterem Efendiler, Şükrü Hoca Efendi’nin ve siyasetçi arkadaşlarının, maksad-ı siyasîlerini açıktan açığa izhâr etmeyip, bunu, bütün âlem-i İslâm’a teşmil etmek istedikleri, dinî bir mesele halinde mevzu-i bahis eylemeleri, hilâfet oyuncağının, ortadan kaldırılmasını tesrî’’den başka bir netice vermemiştir.