Fi’l-hakika, İzzet ve Salih Paşalar İstanbul’a muvâsalatlarını müteakib istifa ettiler. Fakat pek kısa bir müddet sonra, aynı kabinede, diğer nezaretleri işgal ettiler ve bunu bize telgrafla bildirdiler. İstanbul Hükümeti’nin hariciye nâzırlığını deruhde etmiş olan İzzet Paşa, millet ve memlekete müteveccih büyük bir fenalığın önüne geçmek için, hükümete geldiğini söyleyerek, bize de birtakım nasâyihte bulunuyordu. İzzet Paşa’ya şu cevâbı verdim:
Telgrafnamenizi Zonguldak İstihbârât Müdürü vasıtasıyla aldım. Vaziyetinizi, Salih Paşa Hazretleriyle birlikte vermiş olduğunuz ahde muhâlif gördüm. Yalnız bir nokta, lehinizde tereddüdümü mûcib oldu. O da şudur: Deruhde-i vazife etmekle hakikaten millet ve memlekete müteveccih azîm bir fenalığın önüne geçmiş olmanız ihtimalidir. Çünkü Ankara’ya teşrifinizden evvel hüsn-i niyetle ve memlekete nâfi olabileceğiniz ümidiyle vazife deruhde etmiş olmanızı istinâd ettirdiğiniz esbâbın ne kadar zayıf olduğunu ilk mülâkatımızda takdir ve itiraf buyurmuştunuz. Telgrafnamenizin muhteviyâtı, sizi bu yeni vaziyete sevk eden esbâbı kâfi bir sarahatle göstermiyor. Tavsiye buyurduğunuz hususâttan, menâfi-i millet ve memlekete ve akdettiğimiz muâhedâta velhâsıl Misak-ı Millî’mize mutabık olanları, esasen nazar-ı dikkatte tutulmakta ve icâbatına tevessül edilmektedir. Binâenaleyh, vaziyet-i umumiyeye ve zât-ı devletinize telkin edilmiş olan efkâra nazaran evvelce olduğu gibi bu defa da iğfal edilmiş olmaktan korkuyorum. Bu tahmin ve muhakememizi iptal edecek izâhâta mazhar ve hâdisâtın ona göre müsbet inkişafatına şahit olursak bahtiyar olacağımızı arz ederim efendim.
İzzet Paşa, bu iş’ârımıza 6 Temmuz tarihli bir şifre telgrafname ile şu mukabelede bulundu:
Salih Paşa ile birlikte verdiğimiz söz, vürûdumuzu müteakib memuriyetimizden istifa idi. Ânı da incâz ettik. İlelebed hizmet-i devletten ibâ ve ale’l-husus Düvel-i İtilâfiye’nin Yunanistan’a muâvenet-i fiiliyeleri, İstanbul’un üssü’l-hareke olarak Yunanlılara terk edilmesi ihtimali olan bir kara günde teklif olunan fedakârlıktan istiğna, bizim elimizden gelmeli ve sizce de tensîb edilmeli midir bilmem?.. Bilecik ve Ankara’da tanımadığım zevât muvacehesinde vâki olan mübahaseyi uzatmakta mahzur mütâlaasıyla, tevakki ederek teslimiyet gösterir gibi olmuş, hatta avdetimizde cidden de vâki olan beyânâtımızda vukuâtın mes’ûliyetini tamamen üstümüze almak cesaret-i medeniyesini de göstermiş idim. İlk muhaverelerde bulunan zevâttan birinin, sonra tebeyyün eden ahvâli, tevakkideki hakkımı da isbât etmiştir. Fakat hiçbir vakit hiçbir kimse tarafından aldatıldığımı itiraf etmedim. Beni nezdinize sevk eden fikr-i itilâfta sâbit kaldım. Heyet-i vükelâ ile vâki olan müzâkerât ve kendilerine tevdî ettiğim muhtıra bunu isbât eder. İsnat buyurulan itiraf-ı gaflet şöyle dursun, şimdiki gibi ahvâl-i siyasiyeyi mû-şikâfâne takdir etmiş olduğumu görmekle nefsime ve efkâr ve mülâhazatıma itimâdım tezayüd etmiştir. Bu esnada vazife deruhde etmekliğimizden faide hâsıl olup olmadığını zikr, âcizlerine düşmez. Yalnız bunda oraca tasavvur olunan mahzur izah buyurulursa minnettar olurum. Bura hükümetinin vaziyet-i hukukiyesine ve alâkadar devletler süferâsının burada bulunmasına binâen mevkiinin hiçe indirilmesi ne mümkün ve ne de muvâfıktır. Ancak şimdiki kabine, ekseriyet-i azîmesi itibarıyla hal ve istikbâle ait hiçbir emel-i şahsî arkasında olmayıp selâmet-i vatana hasr-ı fikir ve niyet eylemiştir. Bu maksatla suret-i makule ve münasibede Ankara ricâliyle telif ve tevhîd-i efkâr ve mesâi etmeyi an-samîm arzu ve bu samimiyet tarafınızdan hüsn-i mukabele görürse hayırlı hidemât ve muâvenette bulunabilir. Bu ümniyesi reddolunduğu takdirde adem-i tefâhümden tevellüd edebilecek sehv ve hataların mes’ûliyet-i maneviyesinden kendisini müteberri addettiğini arz ederim efendim.
Bu telgrafname zîrine kurşun kalem ile şu satırları yazmıştım:
Zaman-ı münasibinde muamele-i lâzime yapılmak üzere evrak- ı müteallikası meyânında hıfzı Heyet-i Vekile kararı iktizasındandır. Mustafa Kemal