Mesnevi (Konuk)/1. Defter/3401-3450


Sağırın hasta olan komşusunun iyâdetine gitmesi


3401. Bir fazl-ı zâtîsi olan kimse bir sağıra dedi ki: Senin bir komşun hasta oldu.
3402. Sağır kendi kendine dedi: Ağır kulak ile ben o civânın sözünden ne anlarım?
3403. Husûsiyle hasta ve sesi zayıf oldu; fakat oraya gitmek lâzımdır; çâre yoktur.
3404. Onun dudağı kımıldandığını gördüğüm vakit, ben kendimden onu da kıyâs tutarım.
3405. Ben, ey mihnet-keşim, nasılsın? dediğim vakit, o iyiyim, yâhut hoşum diyecektir.
3406. Ben derim ki, şükür. Ne çorbası içtin? O, bir şerbet, yâhu mercimek çorbası, der.
3407. Ben derim ki, âfiyet olsun, o tabiblerden sana gelen kimdir? Filân, der.
3408. Ben derim ki, onun ayağı çok uğurludur; mâdem ki o geliyor; senin işin iyi olur.
3409. Biz onun ayağını denemişiz; her nereye giderse, hâcet-revâ olur.
3410. Kıyâsî olan bu cevâbları tesbît etti; o sâf adam, o hastanın huzûruna gitti.
3411. Dedi, nasılsın? Dedi, öldüm; dedi Elhamdülillâh. Hasta bundan çok bîzâr ve nâ-hoş oldu.
3412. Dedi ki: Bu ne şükürdür? Meğer o bizim ile fenâ olmuştur. Sağır bir kıyâs yaptı; o da eğri gelmiştir.
3413. Ondan sonra ona dedi ki: Ne yedin? Zehir! dedi. Âfiyet olsun, dedi. Kahır ziyâde oldu.
3414. Ondan sonra dedi: Tabîblerden sana ilâç ile gelen kimdir?
3415. Dedi: Azrâîl geliyor, def' ol! Dedi: Onun ayağı pek mübârektir; şâd ol!
3416. Sağır dışarıya çıktı; o sevinerek: Şükür ki ona şimdi riâyet ettim, dedi.
3417. Hasta dedi ki: Bu bizim canımızın düşmanıdır; biz onun ma'den-i cefâ olduğunu bilmiyor idik.
3418. Hastanın hâtırı, yüz sakat arayıcı, tâ ki ona her nevi'den haber ede.
3419. Bir kimse fenâ taâm yediği vakit, kay edinceye kadar onun gönlünü bulandırır.
3420. Kezm-i gayz budur; onu kay etme; tâ ki cezâsında tatlı söz bulasın.
3421. Onun sabrı olmadığından o daralıverdi. Diyordu ki: Bu karısı fâhişe olan kelb-i mef'ûl nerede?
3422. Tâ ki onun yüzüne söylediği şeyi dökeyim; zîrâ o zaman arslan gibi olan zamîrim uyumuş idi.
3423. Mâdem ki iyâdet gönül rahatı içindir, bu iyâdet değildir, düşman-murâdlılıktır.
3424. Tâ ki kendi düşmanını zayıf göre; tâ ki onun kötü hâtırı karâr tuta.
3425. Çok kimseler ki onlar tâatdan gümrehdirler; gönlü, onun rıdvânına ve sevâbına koyarlar.
3426. Muhakkak hakîkatte gizli ma'siyet olur. Çok bulanıklık vardır ki, sen onu sâfî zannedersin.
3427. O sağır gibi ki, o iyilik ettiğini zannederek oturmuştur ve o aks üzere sıçradı.
3428. O hizmet ettim ve komşu hakkını yerine getirdim diye hoş oturmuştur.
3429. O hastanın gönlünde, kendi için bir ateş yakmıştır; ve kendini de o ateşle yakmıştır.
3430. Yaktığınız ateşten sakınınız; muhakkak siz ma'siyette ziyâde ettiniz.
3431. Peygamber bir riyâ sâhibine buyurdu ki: Ey delikanlı namaz kıl, zîrâ sen namaz kılmadın.
3432. Bu korkuların çâresinden dolayı, her namazda "ihdinâ" geldi.
3433. Ey Hudâ, namazımı dalâlete düşenlerin ve ehl-i riyânın namazlarıyla karıştırma; diye.
3434. Sağırın ihtiyâr ettiği bir kıyâstan, bu sebeble on senelik sohbet bâtıl oldu.
3435. Husûsiyle ey efendi, hiss-i dûnun kıyâsı, o vahyde hadden ziyâdedir.
3436. Gerçi senin his kulağın kelâma liyâkattedir; bil ki senin gayb tutucu kulağın sağırdır.

Nass mukâbelesinde kıyâs getiren ilk kimse İblîs idi


3437. İbtidâ o kimse ki, envâr-ı Hudâ önünde bu kıyâscıkları gösterdi, İblîs idi.
3438. Dedi ki: Ateş şübhesiz topraktan daha iyidir; ben ateşdenim, o eksef olan topraktandır.
3439. İmdi fer'i, asıl üzerine kıyâs edelim: O zulmetten, biz ise nûr-ı rûşendeniz.
3440. Hak Teâlâ buyurdu: Hayır; belki lâ-ensâb oldu; fazl için zühd ve takvâ mihrâb oldu.
3441. Bu fânî olan cihânın mîrâsı değildir ki, onu nisbetler ile bulasın; rûhânîdir.
3442. Belki bu fazl, peygamberlerin mîrâsıdır; bunun vârisi etkıyânın canlarıdır.
3443. O Ebu Cehl'in oğlu âşikâre mü'min oldu; o Nûh nebînin oğlu gümrâhlardan oldu.
3444. Toprağa mensûb olan veled, ay gibi münevver oldu; sen ateşin veledisin, git kara yüzlü!
3445. Âlim, bu kıyâsları ve araştırmayı bulutlu günde, yâhut gecede kıble için yapmıştır.
3446. Fakat güneş ile ve Ka'be yüz önünde olmakla, bu kıyâs ve bu taharrîyi isteme!
3447. Kıyâsdan dolayı Ka'be'yi görülmemiş etme; ondan yüz çevirme; Allah Teâlâ doğruyu pek ziyâde bilir.
3448. Hak kuşundan bir ses işittiğin vakit, ders gibi onun zâhirini hâtırında tutarsın.
3449. Ondan sonra da kendinden birtakım kıyâslar yaparsın; muhakkak hayâl-i mahzı zâtî edersin.
3450. Muhakkak abdâlın ıstılâhları vardır ki, ondan kulların haberi olmaz.