Mesnevi (Konuk)/1. Defter/3351-3400

3351. Âdemîden vahşî olan hayvânâtın hepsi, hayvânât-ı insîden noksanlıkta olur.
3352. Onların kanı halka sebîl oldu; zîrâ akl-ı celîlden vahşîdirler.
3353. Vahşînin izzeti bu sebeble aşağı vâki' oldu; zîrâ insana muhâlif gelmiştir.
3354. Böyle olunca ey nâdire, sen nefret eden vahşî eşek olduğun vakit, senin ne izzetin olur?
3355. Salâhdan dolayı eşeği öldürmek lâyık olmaz; vaktâ ki vahşî olur; onun kanı mübâh olur.
3356. Vâkıâ eşeğin ilm-i zâciri olmaz; onu Vedûd ma'zûr tutmaz.
3357. Ey âlî dost, böyle olunca âdemî, o demden vahşî olduğu vakit, ne vakit ma'zûr olur?
3358. Şübhesiz vahşî gibi oklar ve mızraklar önünde, kâfirlerin kanı mübâh oldu.
3359. Onların zevceleri ve evlâtları hep mübâhdır; zîrâ ki akılsızdırlar, merdûd ve zelîldirler.
3360. Kezâ o bir akıl ki, aklın aklından ürker, akla mensûbiyetten hayvânâta nakl olur.

Hârût ve Mârût'un kendi ismetlerine i'timâd etmesi ve
ehl-i dünyâya karışmak istemesi ve fitneye düşmesi


3361. Meşhûr olan Hârût ve Mârût gibi ki, gurûrdan zehirli ok yediler.
3362. Onların kendi tahâretlerine büyük i'timâdları var idi; su sığırının arslan üzerine i'timâdı nedir?
3363. Gerçi o, boynuzu ile yüz tedbîr eder. Erkek arslan onu şâh şâh parçalar.
3364. Eğer kirpi gibi boynuz dolu olsa, çâresiz arslan sığırı öldürecektir.
3365. Vâkıâ sert rüzgâr çok ağaçları koparır; o, körpe nebâta ihsân eder.
3366. O sert rüzgâr nebâtın zayıflığı üzerine merhamet etti; ey gönül sen kuvvetten lâf etme!
3367. Dalların ve ağacın sıklığından ve çokluğundan, baltaya ne vakit korku gelir? Parça parça keser.
3368. Lâkin kendisini bir yaprak üzerine vurmaz, nîşteri bir nîşterin gayrine vurmaz.
3369. Aleve odunun çokluğundan ne gam! Kasab, koyun sürüsünden ne vakit ürker?
3370. Ma'nânın önünde sûret nedir? Çok zebûndur. Çerhi onun ma'nâsı aşağı tutar.
3371. Sen dolap gibi olan çerhden kıyâs tut ki, onun dönüşü kimdendir? Müşîr olan akıldandır.
3372. Ey oğul, bu felek gibi olan kalıbın dönüşü, örtülmüş olan rûhdandır.
3373. Irmak suyunun esîri olan bir çark gibi; bu rüzgârın devri onun ma'nâsındandır.
3374. Bu nefsin cerr ü meddi ve îrâd ve masrafı, pür-heves olan candan başka kimden olur?
3375. Onu gâh cîm ve hâ ve dâl eder; onu gâh sulh ve gâh cidâl eder.
3376. Onu gâh sağa, gâh sola götürür; onu gâh gülistân, gâh diken yapar.
3377. Bizim Yezdânımız bu rüzgârı öylece Âd üzerine ejderhâ gibi etmiş idi.
3378. Yine de o rüzgârı mü'minler üzerine sulh ve riâyet ve emân etmiş idi.
3379. Rabbü'l-âlemînin ma'nâlarının deryâsı olan şeyh-i dîn, ma'nâ ancak Allah'dır dedi.
3380. Bütün zemîn ve âsumânın tabakaları, o akıcı deryâda bir hâşâk gibidir.
3381. Suda hâşâkın hamleleri ve oynamaları, hareket vaktinde sudan geldi.
3382. Onu inaddan sâkin etmek istediği vakit, hâşâki sâhil tarafına götürür.
3383. Onu sâhilden dalga mahalline çektiği vakit, sarsarın nebâta yaptığını yapar.
3384. Bu sözün sonu yoktur; ey genç yine Hârût ve Mârût tarafına sür!

Hârût ve Mârût kıssasının bakıyyesi ve onların dâr-ı dünyâda dahi
Bâbil kuyusunda cezâ ve ukûbetleri


3385. Vaktâ ki cihân halkının günâh ve fıskı ikisi üzerine rûşen olurdu, o zamân
3386. Öfkeden ellerini çiğnemeye başlarlar idi; lâkin göz ile kendi ayıplarını görmezler idi.
3387. O çirkin adam aynada kendini gördü; ondan yüz çevirdi ve öfkelendi
3388. Kendini gören kimse, vaktâ ki bir kimseden bir cürüm gördü, onda cehennemden bir ateş peydâ oldu.
3389. o, o kibre "hamiyyet-i dîn" ta'bîr eder; kendisinde olan kâfir nefse bakmaz.
3390. Hamiyyet-i dîniyyenin başka alâmeti vardır ki, o ateşten bütün cihân yemyeşildir.
3391. Hak onlara dedi: Gerçi nûranîsiniz; gafletlenmiş olan günâhkârlara bakmayınız.
3392. Ey askerler ve köleler, şükür söyleyiniz; şehvetten ve baldır yarığından kurtulmuşsunuz.
3393. Eğer ben size o ma'nâdan koyarsam, muhakkak artık semâ sizi kabûl etmez.
3394. Sizin teninizde olan ismet, benim ismetimin aksinden ve hıfzımdandır.
3395. Matrûd olan şeytân, sizin üzerinize gâlib olmamak için, sakın ve sakın, onu kendinizden değil, benden görünüz!
3396. Nitekim Resûl'ün vahiy kâtibi, hikmeti ve usûlün nûrunu kendinde gördü.
3397. Kendisini Hudâ'nın kuşlarının hem-savtı saydı; o sadâ gibi bir ıslık idi.
3398. Eğer kuşların savtını vâsıf olsan, kuşun murâdı üzerine ne vakit, vâkıf olursun?
3399. Eğer bülbüle mensûb olan sadâyı öğrensen, sen ne bilirsin ki o, bir gül ile ne tutar?
3400. Ve eğer bilirsen, sağırların dudaklarını kımıldatanlardan zanları gibi, o da zandan olur.