Gültan Kışanak'ın 24-25-28-29 Kasım 2022'deki savunması

Bu sayfada devam eden bir çalışma vardır.

Dilerseniz, siz de yardım edebilirsiniz:

  • Eğer çalışma yarıda kalmışsa, çalışmayı başlatan kişiyle iletişime geçip, sayfanın durumunu ona sorabilirsiniz.
  • Sayfanın geçmişinden  sayfa üzerinde uğraşanları görebilirsiniz.
Üzerinde 7 günden fazla değişiklik yapılmayan sayfalardan kaldırılmalıdır.


24 Kasım

değiştir

Dünyanın hiçbir yerinde farklı toplumsal ve sınıfsal kesimler birebir aynı hedeflere yönelmezler ama ufak bir noktada buluşup birlikte yaşamayı becerebilirler. Biz bunun için umutlanmıştık. Ortak noktamız barış, özgürlük ve temel haklar. Siyasi yaklaşımlarımızdaki farklılıklar haklı olarak devam edebilir ama barış içerisinde itiraz etme hakkımızı kullanarak daha demokratik bir gelecek kurabiliriz. Tarihin hiçbir aşamasında insanlar en mükemmel toplumsal yaşamı oturup bir anlaşmayla kurup devam etmemişlerdir. Bu bir inşa sürecidir.

O nedenle biz 1993’teki ateşkesten bugüne kadar yürütülen barış görüşmelerinde barış umudumuzu çok yüksek tutmuştuk. Demokrasiyi ve barışı adım adım inşa edecektik. Maalesef barışa çok yaklaştığımız Çözüm Süreci akamete uğratıldı. Keşke bu süreci, bu ülkenin geleceğine dair hayalleri olan insanlarla dışarıda tartışabilseydik. 2005’te başlayan, 2008’de Oslo’da devam eden ancak akamete uğratılan, sonrasında ise 2015’te yeniden başlayan Çözüm Sürecini anlatacağım. Yedi yıl boyunca yaşananlar nedeniyle şu anda barış ihtimaline çok uzak bir noktaya atıldı bu ülke. İmkânsız mı, değil. İnsanın doğasında barış var. İnsanları toplumsal bir varlık olarak bir araya getiren şey çözüm üretebilme becerisidir. Yan yana durmayı, birlikte mücadele etmeyi ve geleceği birlikte kurmayı başarabilmiş canlılardan bir tanesidir. O yüzden bu yedi yıllık sürece rağmen çözümün mümkün olduğuna ve mutlaka gerçekleşeceğine dair umudum var.

Kobanî Kumpas Davası 2016’da yapılan siyasi darbenin yargı ayağıdır

Bu dava 2016’da yapılan siyasi darbenin yargı ayağıdır. Bu dava sizlere Saray’dan sipariş gönderilmiştir. Toplumu diken üstünde tutmak ve buradan iktidar devşirmek isteyenlerin kurduğu bir davadır. Bu dava kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesine karşı açılmış bir davadır. Bu dava Kürt sorunu davasıdır. Bu dava belediyelerimize atanan kayyım rejimi davasıdır. Demokrasinin ortadan kaldırıldığının nişanesidir. AİHM’e karşı hamle yapma davasıdır.

Bu dava gerçekleri saklama davasıdır, bizler davacıyız

Ki bu hamlelerin sonu Türkiye’yi demokratik ülkelerden koparma hamlesidir. Bu dava gerçek failleri saklama, hakikatin üstünü örtme davasıdır. Bu dava otoriter tek adam rejiminin davasıdır. Bizler de bu davada sanık olarak gözüksek de tarih bizlerin davacı olduğunu kanıtlayacaktır.

Talimatı bütün kadınlardan aldım, kadın cinayetlerinde katledilen kadınlardan aldım

Biz kadınlar eşitlik mücadelesine emek verdiğimiz için suçlanıyoruz. Bizlere ‘8 Mart mitinglerine kimin talimatlarıyla katıldın?’ diye soruyorlar. Ben talimatı bütün kadınlardan aldım. Erkeklerin katlettiği kadınlardan talimat aldım. Hani örtbas ettiğiniz, yargının indirim verdiği kadın cinayetleri var ya. O cinayetlerde yaşamlarını yitirmiş kadınlardan aldım talimatı. Kadın meclisi toplantılarına katılmışız diye suçlanıyoruz. ‘Siz niye toplandınız?’ diye soruyorlar. Ya sana ne? Bu dava kadın özgürlük mücadelesine açılmış bir davadır. Bu davayı hazırlayanlar kadın düşmanıdır. 25 Kasım’da dünyanın her yerinde kadınlar sokağa çıkar. Şiddetin bir insanlık suçu olduğunu haykırmak için sokağa çıkarlar. Gurur duyuyorum kendimle. Hayatım boyunca hiçbir şiddete boyun eğmedim, eğmeyeceğim. Ama siz bizi 25 Kasım vesilesiyle yapılan eylem ve etkinliklere katıldığımız için yargılıyorsunuz.

Bu dava Çözüm Sürecine karşı açılan bir davadır, iktidar vesayetini sorguluyoruz

Bizim gerçekte bunların ne kadar vesayet rejimine karşı olduklarını sorgulama hakkımız var. Bu dava Çözüm Sürecine karşı açılmış bir davadır. İnancı, kültürü ve kimliği ne olursa olsun toplumun büyük bir kesimi bu süreci destekliyordu. Bu dava barış umuduna karşı açılmış bir davadır. Kürt sorunu olmasaydı, bu ülkede yaşayan ve kendisini Kürt olarak tanımlayan insanlar olmasaydı, bu dava olmayacaktı. Bu dava Kürtlerin kendi kimliği ve diliyle eşit yurttaş olarak yaşama isteğine karşı açılmış bir davadır.

Ölümden ve kandan nemalanıp iktidarı sürdürmek bir tercihtir

Eğer bugün Türkiye’nin Rojava sınırının bazı kentlerine El-Nusra, HTŞ ya da DAİŞ yerleştiyse bu, Kürtleri bu coğrafyadan silmek isteyenlerin pratiğinin sonucudur. Evet, vicdanlı ya da demokrat olmayabilirsiniz ama insan birazcık akıllı olur. Tarihten bu yana bu topraklarda yaşamış, tarihsel olarak insanlığa artısıyla eksisiyle çok şey katmış Kürt halkı bu topraklarda yaşıyor. Ne yapacaksınız? Yapılması gereken tek şey, ‘bu nüfusa Cumhuriyet içerisinde kimliği ve kültürüyle olanakları yaratıp, çatışmadan yolumuza nasıl devam ederiz’ diye düşünmektir. Bizim yapmamız gereken sorunlarımızı çözmek. ‘Kürt yurttaşlarımızla hiçbir sorunumuz yok’ diye bir hikâye anlatmayın. PKK’nin öncesinde Kürt sorunu yok muydu? Bu cümleden yola çıkarak ülkedeki tüm gözyaşlarını, kayıpları ve savaşı gölgeleyemezsiniz. Ölümden ve kandan nemalanıp iktidarını sürdürmek bir tercihtir, zorunluluk değildir.

Türkiye’ye Taliban’ın ya da IŞİD’in hukukunu yamayamazsınız

Eleştirel düşüncenin olmadığı yerde diktatörler hüküm sürer. Birileri diktatör olma hevesinde diye biz demokrasiye sahip çıkmaktan vaz mı geçeceğiz? Hayır. Siyasi partimizin programında yazan politik hedeflerimizi gerçekleştirmek için yaptığımız tüm açıklama, yürüyüş ve benzeri konular demokrasinin gereğidir. Batı demokrasisine çok mu bayılıyoruz? Hayır, sömürgeci talepleri ortadadır ama en nihayetinde AİHS, bütün insanlık tarihi boyunca verilen mücadele sonucu ortaya çıkmış bir metindir. Devletlerin diktatör olarak zulmetmesini az çok önleyen yasal bir metindir. Demokratik dünyayla bu sözleşme üzerinden bağ kuruyoruz. Birileri AİHS’i de kaldırıp IŞİD’in kurallarına göre uygun bir sözleşme yapabiliriz diyebilir ama bu ülkede vicdanı olan hiçbir insan ne Taliban’ın ne de IŞİD’in hukukunu kabul etmez. Türkiye’yi buna yamayamazsınız.

Savaşı çıkaran AKP, bedelini ödeyen halklar olur

Ortadoğu’da demokratik bir birliği hedef alan politikalar hayata geçirilmeli. Tüm halkların haklarını güvence altına alan, herkesin kendisini yönetime katma imkânına sahip Demokratik Ortadoğu hepimizin hayali olmalı. Türkiye her an kendisini bölgesel bir savaşın içerisinde bulabilir. Tüm halkları Ortadoğu barışından yana bir tutum almaya davet ediyoruz. Aksi takdirde savaşı çıkaran AKP, faturasını ödeyen ise halklar olur. Herkesin savaş politikasına karşı ayağa kalması ve barışı savunan bir politikaya iktidarı zorlaması gerekiyor.

25 Kasım

değiştir

Kobanî Kumpas Davası ikinci Reichstag Yangını kumpasıdır

Almanya’da faşizm Reichstag Yangını ile meşrulaştı, kurumlaştı ve yerleşti. Ne oldu 27 Şubat 1933’te Reichstag Yangını çıktı. Gestapo hemen Marinus Van Der Lubbe diye bir meczubu yakaladı o da olayı komünistlerin üzerine yıktı. Yargılananlardan biri de Dimitrov’du. Dava dosyası yangını siz çıkardınız diyordu. Ortada bir tanık vardı, bugün bizim yaşadığımız gibi kara propaganda yürütüldü. Medya Lubbe’nin Komünist parti üyelik kartı ile yakalandığını duyurdu ve herkesin buna inanmasını istedi. Ama yargılananlar yangını çıkarmamıştı, çünkü kendilerinin böyle bir politik tercihi yoktu. Kendilerinin böyle bir derdi yoktu tıpkı bizim gibi. Bizim Kobanî yok edilmesin, kadınlar katledilmesin, cariye olarak satılmasın çağrımızın böyle bir isyan çıkarmayla alakası olmadığını bu davanın muhatapları da çok iyi biliyor. Ama Nazilerin Almanya’da yaptığı gibi sanki Komünistler bir isyan çıkarmak istiyor da onun için meclisi yangına vermiş gibi bir kumpas davası başlattılar. Bir itirafçının kullanıldığı kara propaganda eliyle cadı avı başlattılar ve bütün muhalefeti susturdular. Cinayetler işlediler ama kimse sesini çıkarmadı. Tıpkı bugün yapıldığı gibi. Ama Dimitrov bıkmadı usanmadı, Lubbe’nin aslında yeterince Almanca bilmediğini keşfetti. O gün o ifadeyi kendisinin vermediği ortaya çıktı. Bunun yalan ve kumpas olduğu, tertip olduğu, yangınla Komünistlerin alakası olmadığı, yangını çıkaran Nazilerin saklanması için gizli belgeler düzenlendiği ortaya çıktı.

Faşizm Alman halkının başını eğdirdi

Tarih böylesine kumpas davalarına tanık oldu. Bunlar da hukuk fakültelerinde örnek davalar olarak öğretiliyordur. Bizler de aynı kumpas nedeniyle buradayız. Naziler böyle bir provokasyon yaptılar, her yeri ateşe verdiler, sahte belgeleri tertiplediler, yandaş medyayı yanlarına aldılar ve faşizmi kurumsallaştırdılar. Kaybeden kim oldu? Bu kumpas ortaya çıktı ama kaybeden bütün Almanya oldu. Bugün Almanya’nın her onurlu yurttaşı Nazi vahşeti konuşulduğu an başını öne eğiyor. Bütün bir ulusa Naziler başlarını eğdiriyor. Hani savaşla büyük Almanya, üstün ırk dünyaya egemen olacaktı, ne oldu? Şu anda Almanya siyasi olarak Avrupa’nın en mahcup ülkesidir. Bu ülkeyi düşünen herkese sesleniyorum. Ne faşizan otoriter düzenlerde ne savaş politikalarında bu ülkeye bir gelecek yok. Eğer onurumuzu ve geleceğimizi korumak istiyorsak, eğer bu ülkenin her bir ferdinin başı dik dolaşmasını istiyorsak bu tür kumpaslara ve savaş politikalarına geçit vermeyen bir tutumun sahibi olmalıyız.

Bizler davacıyız…

Bizler hem siyasi tercihlerimizden dolayı yargılanıyoruz hem kimliklerimizden dolayı olağan suçlu olarak yargılanıyoruz hem de otoriter bir rejimin önünde engel olduğumuz için yargılanıyoruz. Bunlar insanlık tarihinin dersleridir. Bu dersler üzerinde düşünmek yol gösterecektir. Bu yargılama sürecine herkesin bu gözle bakması gerekiyor. Hepimizin geleceğimize dair ciddi kaygılarının olduğu bir süreçteyiz. Tarih bu davada sanık değil davacı olduğumuzu kanıtlayacak. Her ne kadar bu kumpas davasında sanık olarak görülsek de tarih bizim davacı olduğumuzun tanıklığını yapacaktır. Kadınlar eşit yurttaş olarak görülmediği için davacıyız. Ayrımcılığa şiddete uğrayan bütün kadınlar adına davacıyız. Kadınların siyasette yer almasına izin vermeyen erkek egemen kadın düşmanı siyasetten davacıyız. Kürt halkının kimlik dil taleplerini kabul etmeyenlerden, ayrımcılık ve ırkçılık yapanlardan davacıyız. Bizleri olağan suçlu gösterenlerden davacıyız. Barış sürecini akamete uğratanlardan davacıyız. Yaşama hakkımızı gasp edenlerden davacıyız.

Biz Kürtler ile Türkiye’yi politik paydaş haline getirmeye çalıştık

(...) O zaman bunun ortaklaşmasını sağlamaya çalıştık. Bu Ortadoğu için de gerekliydi. Bunun siyasi, tarihsel ve sosyal tarafları var. Biz savaşın bu düzeye ulaşmasını asla istemiyorduk ve bunun önüne geçmeye çalışıyorduk.

(...) O dönem IŞİD katliam yapmasın diye yaptığımız çağrıları dönemin iktidarı isyana teşvik olarak nitelendirmemişti. Çünkü biz bunları konuşuyorduk iktidarla. Ortak yol bulmaya çalışıyorduk. Tam tersine bir barış havası vardı. Hem içeride hem de Suriye Kürtlerini barıştırma arayışı vardı. Bir isyan havası vardı ama bu IŞİD barbarlığına karşı gelişti. Tercihimiz Kürtler ile Türkiye’yi politik paydaş haline getirmeye yönelikti. Barışı inşa etme çabaları vardı.

Böyle bir atmosferde isyan çıkarmak ancak provokatörlerin işi olabilir. Eğer davaya bakacaksanız o yönden bakacaksınız. Çözüm iradesinin bu kadar güçlü olduğu bir dönemde birileri Kürtler ile Türklerin ortak olmasının önüne geçmeye çalıştı.

Çözüm Sürecine kumpas 'kozmik oda'daki bilgileri ele geçirenler tarafından düzenlendi

(...) O dönem devletin gizli bilgilerini aldılar diye haberler çıktı. Ben bunu çok yabana atmıyorum. Sizler de bilirsiniz kozmik odalarda resmî olarak saklanamayan bilgiler bulunur. Resmî bilgiler zaten arşivlerdedir. Kozmik oda derin devlet bilgilerinin olduğu yerdir. Beyaz kuvvetler denilen derin devlet bilgileri vardır. Bu kuvvetlerin nasıl harekete geçirileceği bilgileri var. Özel Harp Dairesi tarafından kayıt altına alınmış kişilerin bilgileri ve listesi vardır. Bu bilgileri alanların Kobanî provokasyonunu tertiplediğini, bu güçleri harekete geçirdiğini iddia ediyorum. Aklım ve mantığım, hakikatler ve gerçek bana bunu gösteriyor. Çözüm Sürecine kurulan kumpas, bu kumpasların en büyüğü ve en kapsamlısıydı.

Talimat arıyorsanız alın size talimat

Hakikatle alakası olmayan bir seçim kampanyası yürüttü. Erdoğan’ın o dönem yaptığı kampanya zaten yargıya talimattı. (...) Heyet talimat arıyor ya işte talimatlar burada. Önce siyasi kampanya yürütülmüştür, sonra yargı bu tarafa kaydırılmıştır. AİHM bu davanın, siyasi muhalifleri tasfiye yargılaması olduğunu ortaya koydu.

Ahmet Altun ‘niye bu kadar beceriksiz itirafçı buldum’ diye saçını başını yoluyordur

Sanki bir anda hepsine vahiy geldi. Emir büyük yerden gelince, Ahmet Altun savcı olunca senaryosunu yazmış ve dava dosyasını yazmış. Bunları kendilerini kurtarma karşılığında ileri sürdükleri ortadadır. Bu dosyanın üzerine oturduğu bilgi, itirafçıların söyledikleri o da çökmüştür. Muhtemelen Ahmet Altun saçını başını yoluyordur, “ben niye bu kadar beceriksiz itirafçı buldum” diyordur. Bugün gelinen aşamada itirafçıların hali haraptır.

Çiller’in 90’lı yıllardaki ölüm listesi gibi Saray’ın da tutuklanacaklar listesi var

90’lı yıllarda Çiller’in bir ölüm listesi vardı. Tıpkı onun gibi Saray’ın da cezaevinde tutulacaklar listesi var. Onu Ahmet Altun’a vermişler ve ne yaparsan yap bunları daha fazla cezaevinde tutacak bir kumpas kur demişler. O listede herhalde ben de varım, o yüzden beni de eklemişler. Polis tutmuş herhangi bir gösterinin tutanağını göndermiş, o da onları dosyaya eklemiş. Ben çok dertli değilim zaten. Arkadaşlarımız yargılanırken benim burada olmamam abes olurdu. Beraber olmak iyidir. Eş Genel Başkanlarımız burada, arkadaşlarımız burada. Ha onlar yargılanmış ha ben. Ama kumpasın nasıl düzenlendiğini ifade etmek için bunları söylüyorum.

Diyarbakır HDP’si ne demek?

Hadi arkadaşlarımızın dokunulmazlığı vardı ama ben belediye başkanıydım dokunulmazlığım yoktu. Hiçbir Allah’ın kulunun aklına, bu kadın isyan çıkarmış, çağıralım ifadesini alalım demek gelmemiş mi? Ben açık siyaset yaptım, demokratik siyaset yaptım, bundan da gurur duyuyorum. Savcı Ahmet Altun hikâyeyi süslemek için benim için bir sıfat bulmuş. Diyarbakır HDP’sinin başkanı demiş. (Gülerek) Yahu Diyarbakır HDP’si ne demek? Bu başka bir örgüt mü? Onun için genel çağrılardan sorumlu olduğumu söyleyerek beni dosyaya eklemiş. Bu kumpas hiç tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktır.

Bu iddianameyi ancak çete işleri içinde olan biri kabul ederdi, o da kabul etti

3500 sayfalık iddianamenin elle tutulur tek tarafı siyasetçiler olarak yapılan basın açıklamaları. Onu da toplasanız 50-60 sayfa eder. Onun dışında bütün iddiaları tekrar tekrar kes-kopyala-yapıştır yapmışlar dosyayı şişirmek için. Böyle bir iddianameyi kim kabul eder biliyor musunuz? Kendisi de kirli işler içinde olan, bugün dolandırıcılık çete suçundan ev hapsinden olan biri kabul edebilir. O da etti. Çünkü kirli işlerin nasıl döndüğünü çok iyi biliyor. Ortada bir iddianame yok, bir kumpas dosyası var. Bu başından beri paralel eller tarafından yürütülen bir süreçtir.

28 Kasım

değiştir

Madem azmettirme iddiası var, o zaman biz kimi azmettirdik, failler nerede?

Bir buçuk yıldır devam eden bir yargılama ve birtakım iddialar olması gerekiyor. Bu iddiaların doğru olup olmadığının araştırılması gerekiyor. Oysa burada başından beri gördüğümüz şey savunma hattının ortadan kalkmasına yönelik bir yaklaşım. Bu hukuksuzluk süreci iddianamenin kabul edilmesiyle başladı. Ortada bir iddianame yok, ortada çok kötü bir senaryo var. Birbiriyle anlamsız, kopuk bir metin var. Çok önemli şeyler söylediğini göstermek istercesine 3 bin 500 dosya konulmuş. Burada defalarca avukatlarımız bunun hukuki karşılığını söylediler. Madem ‘azmettirme’ iddiası var, o zaman biz kimi azmettirdik, failler nerede? Failleri olmayan bir dosyada hayali bir azmettirme iddiası yaratıldı.

İddianame MHP’lilerin dijital medya hesaplarından paylaşıldı

Üç dört gün içerisinde 3 bin 500 sayfalık iddianameyi anladığını iddia eden bir heyet çıkıp bu iddianameyi kabul etti. Bu kadar gayri ciddi bir süreç olamaz. İddianame UYAP’a düştüğü anda MHP’lilerin hesaplarından gördük. Burada kimlerin bu kumpasın içerisinde olduğunu gördük. İşin içinde olanları söylememize rağmen dert eden yoktu tabii. İddianameyi kabul eden Bahtiyar Çolak, bir çetenin lideri çıktı. Böyle bir çete üyesinin kabul ettiği iddianame hukuken sayılamaz. Böyle bir kişinin kabul ettiği iddianamenin iade edilmesi talebinde bulunuyorum. Reddedilmiş heyetin yeniden görev alma aşamasını beklemesi lazımdı ama bunu da gözardı ettiniz. Taleplerimizi yerine getirmiyorsunuz, o zaman Bahtiyar Çolak’ın yaptığı işlemlere geri dönelim dedik bunu da kabul etmediniz. Bu talebimi bir kez daha yeniliyorum.

Diliniz iktidarın diliyle aynı

Kimi azmettirmişim bunu söyleyeceksiniz ki ben de savunmamı yapayım. Sizin diliniz bu iktidarın diliyle, demokratik siyaseti bitirmenin diliyle aynı. Türkiye tarihinde bu kadar çok bilginin, evrakın uğradığı bir dava var mı? Mahkeme heyeti olarak yargılananlara sürekli psikolojik baskı yaptınız, bizi psikolojik baskı altında tutunuz. Her gün yeni yapılan hukuksuzluklarla mücadele etme gününe dönüştü. Müşteki beyanlarına hâkim olan kimse yok. Siz de buna dahilsiniz. Madem bizden şikayetçiler, biz bu kadar ağır suçlar işlemişiz, nerede müştekiler? Tanık dinlemeler zaten evlere şenlik. Tanıkların bizim hakkımızda ne söylediklerini bile tam bilmiyoruz, tanık beyanlarını bile mücadelemiz sonucu aldık. Gül Tanrıverdi’nin Ağrı Emniyetinde verdiği ifadesi dışında hakkımda ifade veren tanıkların ifadeleri bende yok, ifadelerinde ne varmış ki beni teşhis ettirdiniz? Bu sorunun cevabı yok. Gül Tanrıverdi’nin ifadesinde benim adım geçmiyor, sonra bir ay sonra Gül Tanrıverdi’yi teşhis için çağırmışlar. Kerem Gökalp’ın bazı ifadeleri geldi ki onun da ne kadar yalancı bir tanık olduğu ortaya çıktı. Her duruşmada mahkeme heyeti bize karşı psikolojik savaş yürüttü. Savunma hakkının bir günle sınırlandırılması sipariş edilen takvimin ürünüdür.

Bu dava Çözüm Sürecini ortadan kaldırma davasıdır

2005-2015 sürecinde 10 yıllık bir çözüm süreci dönemi başladı. Dünyanın birçok yerinde, tarihin çok çeşitli aşamalarında böyle bir barış yolu izleyen ülkeler var. Hiçbirinde bir teşebbüste hemen bitmiyor. Çünkü taş koyanlar var, doğru bulmayanlar var. Ama zor bir süreç. Türkiye ve halklar açısından en doğru olan özgürce, açık ve şeffaf bir biçimde bu on yıllık süreci konuşmaktır. Bu dava o süreci ortadan kaldırma davasıdır, sanki hiç öyle bir süreç yaşanmamış gibi bizi getirip buraya koydular. Dışarıda hâlâ bir savaş süreci devam ediyor. Oysa barış mümkündü. Benim ve partimin görüşü çözüm yollarının tamamen kamuoyuna açık bir şekilde yürütülmesi yönündeydi. Bu sürecin tek tarafı biz değildik. İki tarafı olan PKK ve iktidardı. Onların da şeffaf olması gerekiyordu; nerede eksiklik yapıldı, daha nasıl yapabilirdik üzerine konuşulması gerekiyordu. Demokratik siyasette yer alan bir kadın siyasetçi olarak, kolaylaştıran ve barışın toplumsal kamuoyunda oluşması için mücadele eden taraftaydım. Tarihsel sorumluluğum bunları açıklamakla sınırlı.

On yıllık süreci ikiye ayırmak mümkün. Bir Oslo süreci diye bir süreç var savaşın tırmandığı yıllar, sonra 2015 sürecinde yaşanılan süreç var. Sayın Öcalan Türkiye’ye getirildiğinden beri devlet irtibatını hiç kesmedi, bunu herkes biliyor. Sayın Öcalan da, ‘Barış için geldim’ dedi. Böyle bir beyanı vardı, sonrasında savunmalarını ve yaklaşımlarını herkes bilir. Devletin kurumları da diyaloglarını kesmediler. 2005’e kadar bu diyalog askeri heyetler tarafından yürütüldü, 2015 sürecinde MİT devreye girdi. Sivil siyaset de bu sürece dahil olmaya başladı. 2015’te dönemin başbakanı Erdoğan Diyarbakır’da bir konuşma yaptı. Yaptığı konuşmada ilk kez, ‘terör değil Kürt sorunu’ tanımlaması yaptı. Kürt sorununu neden çözemediğimize dair çok fazla soru var. Bu nedenlerden birisi de iktidar kavgaları. DTP, sivil toplum örgütleri ateşkes ve diyalog çağrıları yaparak Erdoğan’ın attığı adım konusunda çabalar içerisinde oldu. PKK eylemsizlik kararı aldı, Kandil ile irtibat kuruldu ve PKK ateşkes ile yanıt verdi.

Barış çabalarının önüne engel olmak isteyenler DTP’yi kapattılar

Bütün tartışmalara rağmen hükûmet 2008 yılında MİT üzerinden PKK ile Oslo’da görüşmelere başladı. 4 Nisan 2009 yılının gecesinde büyük bir siyasi operasyon yapıldı. Biz barış ümitlerinin büyüyeceği sabahı beklerken, partimizin yöneticileri, DTK Eşbaşkanları ve demokratik siyaset içerisinde yer alan insanlara yönelik büyük bir siyasi operasyon başlatıldı. 70’den fazla Kürt siyasetçi gözaltına alındı. Bitmek tükenmez bilmeyen KCK operasyonları başladı. Tüm bunlara rağmen heyet İmralı’ya gidiyor. Diyalog yolları 2005’te adımları atıyor, Sayın Öcalan hükûmete bir yol planı veriyor. Barış çabalarının önüne engel olmak isteyenler DTP’yi kapattılar. 2010 yılında karşı dalga atağa geçti, barış grubu olarak Türkiye’ye gelenler tutuklanmaya başlandı. Bu dönemde MİT müsteşarı değişti, Hakan Fidan geldi.

2013 yılında yaşananlar

Paris’te üç kadın siyasetçi katledildi. 2013 yılında Pervin Buldan, Altan Tan ve Sırrı Süreyya Önder İmralı’ya götürüldü. Sayın Öcalan Newroz’da açıklama yapacağını ilk kez söylemişti. 11 Mart 2013 yılında PKK 8 askeri serbest bıraktı, 23 Mart 2013’te Sayın Öcalan’ın mektubu okundu, bu mektubu hükûmet yetkilileri alıp getirdi. 3 Nisan 2013’de akil insanlar heyeti kuruldu. Barış ve diyalog sürecinde halkın görüşlerini almak üzere böyle bir heyet kuruldu. 23 Nisan 2013’te başbakan Çözüm Sürecine dair önemli söylemlerde bulundu. 25 Nisan 2013’te PKK geri çekilme kararını duyurdu. Nisan 2013’te Çözüm Sürecinin değerlendirilmesi amacıyla Meclis’te bir komisyon kuruldu. 2013 yılında bu kadar önemli şeyler oldu. Sayın Öcalan’ın ortak gelecek üzerine güçlü çağrılar yaptığı mektubu geldi. 17 Aralık 2013’te iktidarda bulunan AKP’nin genel başkanı, başbakanın telefon görüşmeleri basına servis edildi ve devamı da geldi zaten.

Bütün bu süreçte inanılmaz bir çabanın içinde olduk. 2014 yılının son MGK’sinde bütün boyutları açıklanmamış bir çöktürme planı kabul edildi. Bu stratejiyi hayata geçiren Cumhurbaşkanı bu defa yeni bir yola girdi. Halk olarak kaderimiz böyle; tepedeki kendi çıkarına göre nasıl bir yol buluyorsa o tarafa sevk edip istediği yolda yürüyor. Halkın çocuklarına da ölmek ve öldürmek dışında bir şey kalmıyor.

Demokratik siyasetin olmadığı yerde çözüm olamaz

Çözüm Sürecinde yaptığımız çalışmalar nedeniyle yargılanıyoruz. Demokratik siyaset burada çok kritik bir rol oynuyor. Demokratik siyasetin olmadığı bir yerde bir çözüm yolu olmaz. Bugün HDP’yi kapatarak, bizleri cezaevlerinde tutarak çözümün yolu kapatılmaya çalışılıyor. Demokratik muhalefetin olmadığı yerde işler kötüye gider. Demokratik siyasetin önü kapalıysa ülkenin başı beladadır. Çünkü insanlar her halükârda öyle ya da böyle başka bir yolla kendilerini ifade etmek isterler. Ne yazık ki bu ülkede her zaman bir darbeci zihniyet devreye giriyor, barış ihtimalini ortadan kaldırıyor.

Demokratik siyasette ısrar etme çabası bir kez daha cezalandırılmak isteniyor

90’lı yıllardan itibaren Kürt sorununu demokratik yollarla parlamentoda çözebilmek için ciddi imkânlar ortaya çıktı. Kürtler yaşadıkları sorunlara rağmen 90’lı yıllardan itibaren demokratik siyasette bir ısrar ortaya koyuyorlar. Bizim bugün burada olmamızın nedeni demokratik siyasette ısrar etmemiz. Birileri bize diyor ki; ‘politika yoluyla bu sorunu konuşmayın’. Bu davanın özeti budur. Bu davanın şiddetle ya da PKK’yle bir bağlantısı yok. Demokratik siyasette ısrar etme çabası bir kez daha cezalandırılmak isteniyor.

Bu sorunu çözmek için bazı bedelleri göze almak gerekiyor. Ülkenin bekasını, halkın geleceğini düşünenler bunu göze almalılar. Kolay değil zor. Biz de bunu biliyoruz. Zor da olsa biz bu yolu yürümek zorundayız.

Habur’u provoke ettiler

Habur’a gelen grup, yargı eliyle “pişmanlık” dayatmasına maruz kaldı. Habur’u provoke ettiler, toplumda barış umutlarının yeşermesini provoke ettiler. Bu provokasyonu göz göre göre yaptılar, ardından hemen medya provokasyonu başladı. Çözüm Sürecindeki karanlık noktalar aydınlatılmak isteniliyorsa öncelikle Habur’dan başlanmalı. Burada yargılamaya çalıştığınız insanlar barış ve diyalog için inanılmaz emek sarf etti. Bu kadar nankörlük olmaz. Biz kimseyi sokağa çağırmadık; sessiz sedasız bu durumu kapatalım, silahsız bir diyalog mümkündür fotoğrafı verelim istedik. Ama sonraki gün bize dönük karalama kampanyaları şaşırttı. Ancak yine barış süreci için ittirdik, ta ki bizleri buraya koyana kadar. Burada bile hâlâ barış için mücadele vermeye devam ediyoruz.

Neyi yargılamak istiyorsunuz?

Meclis’in 3’ncü büyük partisi olarak yaptığımız konuşmalar var. Çözüm Süreci ile ilgili araştırma komisyonu kurulmuş. Bütün bunlar ortada iken, siz neyi yargılamak istiyorsunuz? Bu yargılama barış ihtimalini yargılamaktır, olası bir ihtimal varsa onu bertaraf etme kumpas davasıdır. Başka da bir izahı yok. Kanıtları, belgeleri burada.

Biz kimin adına yargılanıyoruz bugün bunun sorulması gerekiyor. Bugün dışarıda yeniden savaş tamtamları daha hızlı çalmaya başladı. Sizin bu atmosferle gönül bağınızı biliyoruz ama sorularımıza makûl cevaplar verilmesini göz önüne alın. Dışarıdaki atmosferin ne olduğunu biliyoruz. Bu atmosferde bunu konuşmak kolay değil ama tarihi sorumluluk gereği bunu yerine getirmeye çalışıyoruz.

Benim örgüt üyesi olduğumu neye göre değerlendiriyorsunuz? Çözüm Sürecine katıldığım için. Benim örgüt üyesi olduğum iddiası Çözüm Sürecinde yaptığım faaliyetlere dayanıyor. Sizin çok çok övdüğünüz tanık ifadelerindeki Kandil durumu bundan kaynaklıdır. Devletle yapılan görüşme için devletin bilgisi dahilinde gittim. Siz bunu örgüt üyesi ve yöneticiliği olarak ele alıyorsunuz. Hayır, Çözüm Sürecinde devletin bir çabası vardı, bizden rica ettiler ve biz de bu süreçte kolaylaştırıcı olduk. İşte ben bunları anlatıyorum.

29 Kasım

değiştir

Bizi cezalandırmak için bu ne telaş?

Siz başından beri tüm taleplerimizi reddediyorsunuz. Savunma yapabiliyor muyuz umurunuzda değil. Kararınız belli, bizleri mecburiyetten dinliyorsunuz ve bir an önce bu işi bitireyim diye bakıyorsunuz. Toplu bir dava görülüyor, bu davanın gidişatını yönetmeniz gerekiyor ama öyle bir kaygınız da yok. En ağır ceza tehdidi altında olan biziz, biz telaş etmiyoruz siz niye bu kadar telaş ediyorsunuz? Ters yüz edilen hakikati düzeltmek bizim amacımız.

(...)

İktidarın bütün provokatif eylemlerine rağmen biz kazandık

Bu bastırma hareketi öyle kamuoyuna söylendiği gibi sadece ellerinde silah olanlara değil, muhalefet eden tüm kesimlere yönelikti. Muhalefet eden tüm kesimlerin cezaevine atılmasıyla topluma ‘biat edin’ mesajı verildi. 2015’ten sonra iktidar böyle bir yola girdi. İktidarın oy derdi vardı. 2014 yerel seçimlerinde BDP’nin 56 belediyesi varken, 102 belediyede seçimi kazandı ve bu da iktidara dert oldu. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı olduğumda AKP bütün gücünü Diyarbakır’a yığarak her yolu denedi. Seçim boyunca partim ve ben provokatif eylemlerle karşılaştık ama buna rağmen kazandık. İktidarın kolay kabul ettiği bir süreç olmadı. Daha sonra HDP’nin etkili muhalefeti ve sandık sonuçları nedeniyle tek başına iktidar olma şansını kaybeden iktidar, 7 Haziran seçimlerini iptal etti ve 1 Kasım’da yapılan seçimlerde az da olsa iktidarını koruyacak imkânı kendisine özel olarak yarattı.

AKP’liler kaçmamız için önceden operasyonu haber verdi ama bir yere gitmedim

Bunun benim kaçmam için yapıldığını biliyordum ama kaçmadım, doğru bulmadım. Kaçmayacağım, bir yere gitmeyeceğim, bu ülke bizim. Bu ülkede halkım tarafından üç kez seçilen bir kadın siyasetçiyim, bir yere gitmeyeceğim. Bu ülkede de başıma ne geldiyse kadın olarak ikinci sınıf olmayı kabul etmediğim için. Bir Kürt ve Alevi olarak ikinci sınıfı kabul etmedim, etmeyeceğim. Eşitlik için bu yaşıma kadar bedel ödedim, bir yere gitmem. AKP’nin kaç demesine rağmen.

AKP’nin talimatıyla bu kumpasa imza attınız

Burada bulunan bütün arkadaşlarımızla cezaevinde rehine tutulmamız AKP iktidarının talimatıyla olmuştur. Bunu size kanıtlarıyla sunuyoruz. Bu kanıtlardan bir tanesi Binali Yıldırım’ın imzasıyla belediyelere yönelik tekliftir. Bu teklifin Meclis’te hangi tarihte verildiğinin ve hangi tarihte çekildiğinin tespit edilerek dosya eklenmesini talep ediyorum.

(...)

Bu darbe bizim şahsımızda toplumun iradesine yönelik yapıldı

Zaten savunmamı yapacağımı defalarca dile getirdim. 2016 yılında bir siyasi darbe yapıldı, önceden hazırlıkları yapılan bir darbeydi. Benim tutuklanmama vesile olan dosya gerekçe gösterilerek DBB’ye el konuldu. 2016’da yapılan kumpas benim şahsımda yapılmadı, tüm toplumun iradesine yapıldı. Hiçbir darbede halkın seçtiği iradesine 6-8 yıl el konulmamıştır. Velev ki ben suçluyum, bir siyasi partinin 102 belediyesinin tamamı mı suçlu?

(...)

Biz darbe diyoruz, neden darbe diyorsunuz diyorlar. Biri çıkıp Allah’ın lütuflarını kullanıp çıkardığı KHK’larla Anayasayı askıya aldı. Bunun da adı darbedir. Belediyeler kanununda belediye başkanı görevden alınabilir, uzaklaştırılabilir, ölebilir. Belediye başkanı görevini yerine getiremeyince belediye meclisi kendi içinde bir temsilcisini başkanvekili olarak seçer ve yoluna devam eder. Çünkü Anayasa böyle diyor. Yargının verdiği kesinleşmiş bir karar yokken hiçbir tutanak ve fezleke suç olarak kabul edilemez. Asılsız bir itham üzerinden, soruşturma yapılmamış bir iddia üzerinden belediyeye el konulabilir tabii, yeter ki bunun siyasi ayağı oluşturulsun.

PKK’nin Çubuk Barajındaki toplantısı ile benim tutuklanmamın ne alakası var?

PKK’nin Ankara’da hangi barajda toplandığına dair belgeleri kabul ediyorsunuz da neden benim savunmamın bunlarla alakası olmadığını düşünüyorsunuz? İddianamede PKK’nin Ankara’da bulunan barajdaki durumun ne alakası var o zaman? Hakkımda bir tane iddianame düzenlendi. Kaçmadım, gittim ifademi verdim, yargılandım. AİHM’in kaç tane kararı var bu yargılamalarla ilgili. Bunların siyasi saiklerle açıldığını anlatıyorum. Davadan uzak bir şey anlatmıyorum. Davanın evveliyatını anlatıyorum. Sizin de bunları dinlemeniz lazım.

Bir siyasi amaç uğruna tertiplenmiş tüm bu dosyalar

Ben hakkımdaki tutuklanma kararını adliyede bulunan televizyon kanalından öğrendim. Bir siyasi amaç uğruna tertiplenmiş bu dosyalar. 2015’te örgüt üyeliğine dair dosyalar duruyordu. Tutuklanmaya dair bir şey olmadığı için iki buçuk yıl boyunca dışarıda belediye başkanlığına devam ettim. Yalan belgelerle tutuklanmam için kumpas tertiplediler. Dünya âlem biliyor benim DTK Eşbaşkanı olmadığımı. Ben neden Yasin Börü davasında ‘azmettirici’ değilim de bu davada ‘azmettirici’yim? Bunun bir kumpas olduğu apaçık ortada. Barış ihtimalini dahi ortadan kaldırmaya yönelik büyük bir kumpas var.

Diyarbakır’daki 6-8 Ekim olay tutanaklarını okudum. Tutanaklarda ‘Bunlarla ilgisi yok, bilgisayar kayıtlarından okuduk’ denilmiş. Kendilerine gelince darbeciler oluyor da bize gelince neden kumpasçı olmasınlar? Buna niye inanmıyorsunuz? Bu iddianamenin içeriğini yazanlara tek tek cevap verip ispatlayacağım merak etmesinler. Yaptığınızı yutacak bir insan değilim, olsaydım bu siyaseti yapmazdım. Ayrıca yaptıklarımı da savunuyorum. Bir tek kişinin burnunun kanamasına vesile olsaydım burada bu kadar rahat konuşmazdım. Bir kadın olarak, Şengal’de kadınlara yapılanların başka yerde yapılmasını istemediğim için hükûmete çağrı yaptım. ANF’de yer alan beyanlarımın neresinde suç var? Şengal’de yaşanılanlar Kobanê’de yaşanılmasın demek mi suç?


Kaynak:

Telif durumu:

 
Bu maddede yer alan eserin telif bilgisi belirsizdir.
Vikikaynak'ta yalnızca telif hakkı serbest, kamu malı statüsünde olan ya da telif haklı saklı olmakla birlikte, yasal koruma süresi dolduğu için telif hakkı serbest hâle gelmiş eserler yer alabilir. Karışıklığa yer verilmemesi için, eserlerin telif bilgisinin maddede yer alması gerekir. Aksi takdirde, maddede olası bir telif hakkı ihlali söz konusu olabilir. Bu durum da maddenin silme politikası gereğince silinmesine yol açar.
Maddeye eserin telif hakkı bilgisini girerek Vikikaynak'a katkıda bulunabilirsiniz.