Yirmi Beş Sene Siper Gavgası/5 - Kanlı hücûm, kaleniñ fethi
Kanlı hücûm, kaleniñ fethi
Muhasaranıñ kırkıncı güni idi. Düşmanıñ eñ saglam görünen burcları altına bir lagım kazılmış, içine yüz elli kantar barut konulmışdı. O gün koca bir lagım atılacakdı. Ortalıkda bir sükûn vardı. Herkes siperlerine çekilmişdi. Düşmanıñ bu lagımı añlamaması içün bir an evvel atılması lazımdı. Serdâr emir verdi, lagım atıldı. Bir sa'at kadar, hiç bir şey duyulmadı. Barut, topragıñ altında, bir sa'at kadar kaynaşdı. Biraz soñra ortalık müdhiş bir gürültü ile sarsıldı. Gök yüzini kara bir dumar kapladı. Havadan iri iri taşlar yagmaya başladı. Herkes, ne oluyoruz diye şaşırdı. Gazilerimizden bir çogı taş yagmurundan yaralandı. Düşman neye ugradıgını bilemedi, kale yeriñ dibine göçdi sandı. Gazilerimizden pek çogı da bu gürültüden hiç telâşa düşmediler, hatta bunı hücûm içün bir işaret sandılar, birdenbire yerlerinden fırladılar, kale divarlarına dogru ateşlediler, ellerine geçen düşmanı kılıcdan geçirdiler. Biraz soñra ortalık yatışdı. Açılan gedik ölçüldigi zaman görüldi ki, tamam seksen bir zirâ' yer açılmışdı. Artık burası hücûm içün pek münasibdi.
Hücûmı düşmanda añlamışdı. O gün 'adeta kıyâmet güni idi: hanya kilisâseniñ çan kulesinde ateşler yanıyor, gök yüzini kara bir bulut kaplayor, çañlar çalınıyor, ahali acı acı bagırışıyordı. Düşman, bu haliyle, dışarıdan imdâd isteyordı. Vaktiyle venediklileriñ hücûmuna ugradıkları zaman, deñiz ortasında vatanlarından uzakda, kadınlarımız çocuklarımız, çocuklarımız da böyle acı acı bagırışmışlardı. O zaman onlarıñ imdâdına hiç bir yetişen olmamışdı. Çoluk çocuk deñizlerde bogulmışdı. Namûs, haysiyet, şeref, hiç biri gözedilmemişdi. Şimdi bu, cenâb-ı hakkın düşmanlardan intikamı idi.
Kalede gürültü alan devam idiyordı. Tabyalarımıza ziftli paçavralar atılıyor, her taraf ateş içinde kalıyordı. Hiç bir şeyden korkmayan gazilerimiz ateşler içine saldırıyorlar, bir müddetde ateşler içinde ugraşıyorlardı.
Muhasaranıñ kırk dördünci güni idi. İrtesi sabah hücûm edilecekdi. O sabah herkes hazırdı. Hücûm işareti içün beş topa birden ateş virildi. Bir müddet ortalık birbirine karışdı. gaziler allah! allah avazesiyle surlara tırmanmaya başladılar. Bu kahramanlık görülecek şeydi: asker alay, alay, kol kol hücûm idiyordı. Dal kılıclar, serdengeçtiler, hendeklerden fırlayorlar, divarlardan atlayorlardı. Ba'zıları kılıclarını dişleri arasına sıkışdırmışlar, surları atlamak içün çabalıyorlar, bagzıları tutdukları düşmanı tepeleyerek kale bendinden aşagı atıyorlardı. Düşman, ölen, yaralanan, telef olan hadsiz hesabsız idi. gazilerimizden bir çogı düşmanıñ topundan tüfenginden yaralanıyor, yarasına ehemmiyet virmeyerek cenge devam idiyordı. Şehid olanlar sevine sevine fedâ-yı cân idiyorlardı. Paşalar, begler kethüdalar hep asker arasında idi. Bu cengde kara murad aga kiseye meydan virmiyordı. Kılıncını sıyırmış, kan ter içinde, rast geldigini deviriyordı. Nihâyet düşmanıñ atdıgı taşlardan biri murad agayıda yaraladı. Fakat kahraman murad aga yarasına bakmadı, düşmandan adam öldürdikce cesâreti artdı. Peşinde gaziler, düşmanıñ yığınlarla askeri içine taldı.
Serdar yusuf paşada gazilerle beraber çalışıyordı. Cesur serdar:
―Arslanlarım, baba yigitlerim!
diye muttasıl gazileri teşvik idiyordı. Bu sırada bir gülle parçası geldi. Serdarda, yanındakilerde, dumanlar içinde kaldı. Biraz soñra duman sıyrıldı. Yusuf paşa, gûya hiç bir şey olmamış gibi, gazileri teşcî' idiyordı. O gün düşman bu hücûmdan fena halde sarsıldı. Serdar, düşmanıñ bütün ümidlerini kırmaya karar virdi. Henüz yıkımayan burclardan biriniñ altına tekrar bir lagım kazdırdı. İçine barut doldırdı. Muhasaranıñ elli ikinci güni ikinci bir hücûm yapılacak, o günde bu lagım ateşe virilecekdi.
Fî'l-hakîka bir hafta soñra ikinci hücûm başladı. Bütün asker daha sabahdan siperlere çıkıldı. Lagıma birdenbire ateş virildi. Koca burc içindeki düşmanla beraber, havaya fırladı. Etrafı toz, duman, barut kokusı kapladı. Göz gözi görmez oldı. Gaziler fırsatdan bi'l-istifâde dumanıñ içine daldılar, tasarladıkları noktaya kadar ilerlediler. Duman biraz soñra sıyrıldı. Manzara büsbütün degişmişdi: Burclarda bayraklar dikiliyor, zurna, tefir sadaları ortalıgı çınlatıyordı.
Serdengeçtilerle beraber kaleye ilk giren, hasan paşa ile gazi murad aga oldı. [okunamadı] kemâlen alındı; fakat muhâbereniñ henüz ardı alınmadı. Düşman, inadına, dayandıkca dayandı. gazilerimize top ve tüfenk ateşi yagdırdı. Paşalarımızdan bir çogı yaralandı, bir çogı şehid oldı. O gün kaleniñ kılınc ile alınmayacagı añlaşıldı. Fakat her ne olursa olsun behemahâl alınacakdı. Asker artık geri çekilmiyordı. Hepside kaleniñ burclarına yerleşmişdi. Üçünci bir hücûm eskisinden daha kanlı, daha zorlu olacakdı. Galiba düşman kumandanı bunı añladı. Gazilerimizi bir daha hücûm idecek olurlarsa, hem kale alıncak, hemde pek çok adam telef olacakdı. Bunuñ içün düşman elli dört gün gazilerimize karşı turmay kâfi gördi. Askerlerimizle başa çıkamayacagını añladı. Onlarıñ ateşinden, topundan, tüfenginden, hiç bir şeyden bilmediklerini gördi. Üzerlerine kaleniñ bütün divarlarını yıksa, onlar yine hücûm idecekdi. Bu sebebden teslim olmakdan başka çare kalmadıgını gördi.
Bir sabah, gazilerimiz düşman tarafından bir davul sesi işitdiler. Düşman hücûm idecek sandılar, derhâl kılınclarına sarıldılar. Birde baktılarki düşman kırmızı ve siyah bayraklarını indirmiş, ak bir sancak dikmiş. Biraz soñra gördilerki, düşmandan adamlar geliyor. Hemân bunları karşıladılar. Gelen adam gazilere:
―eman-ı padişahi varmıdır?
diye sordı. Gazilerimiz: ―vardır.
dediler. Düşmanıñ sözcisini padişahıñ yanına getirdiler. Gelen adam padişahıñ etegini öpdi:
―Beni serdarıñ huzurına götürüñ.
dedi. Serdarıñ huzurına geldi. Kaleniñ teslim olacagını añlatdı. Yusuf paşa razı oldı. Biri venedikli, öbüri giridli, iki kişi serdarla görüşdiler. Yusuf paşa düşmana aman verdi. Hanyadaki gemilere binüb çıkmasına rıza gösterdi. Şehirde kalanlar istedikleri gibi oturacaklardı. Bunlarıñ mallarına, canlarına tokunulmıyacakdı. Serdar elçilere bu sözleri söyledi. Hediye olarakda arkalarına hil'at getirdi. O zamanlar bizde hediye olarak hil'at gedirmek, ya'ni esvâb ve kürk virmek adetdi. Elçiler pek memnun oldılar. Sevine sevine hisara koşdılar. Biraz soñra kaleyi teslim itmege başladılar.
O gün gazilerimiz içün 'adeta bayramdı. Bütün gaziler kan dökerek, can virerek, aldıkları kalede arslanlar gibi tolaşıyorlardı.
Düşman tekmil yüklerini baş gemiye toldırdı. Çolugını çocugını toplayub kaleden çıkmaya başladı. Yeñiçeriler, sipahiler, serdengeçdiler, iki sıra olmışlardı. Düşman, maglub ve mütessir, bu iki sıra gazileriñ arasından geçiyor, birer birer gemilere biniyordı. Biraz soñra idi ki, gemiler suları yararak nahya kıyısından açılmaya başladılar. Bu esnada kaleniñ burclarında bayraklarımız dalgalanıyor, hisarıñ üzerinde gürül gürül ezanlar okunıyordı.
Yusuf paşa hanyayı aldı. Ahaliniñ malını, canını, muhafaza itdi. Sokaklara karakul gibi çorbacı bölükleri çıkardı. Dükkanları açdırdı. Ahaliye evlâdı gibi bakdı. Şehirdeki kiliseleri cami' yapdı, herbirinde ezanlar okutdı. İlk işi hanya kalesini ta'mir itmek oldı. Her kumandan hangi gedikten şehre girdi ise, o gedigiñ ta'mirini onã havale itdi. Altmış gün içinde, yıkılan yirler kemâlen yapıldı. Cebhâneye iki biñ beş yüz kantar barut konuldı. Düşmandan alınan üç yüz toksan beş top yerli yerine yirleşdirildi. Yusuf paşa bu parlak zaferiñ haberini götürmek içün istanbula gemi ile adam yolladı. Padişah bu gazadan memnun oldı. İstanbulda üç gün, üç gice donanma yapıldı. Hanya gazilerinden şehid olanlarıñ ruhına fâtihalar okundı. Gazilerine du'alar idildi. Girid gazilerine padişah tarafından ihsânlar, hediyeler gönderildi. Herkes seviniyordu. Artık giridiñ en zorlu kalesi elimize geçmişdi.