Yirmi Beş Sene Siper Gavgası/1 - Atalarımızın Gayreti

Yirmi beş sene
Siper gavgası
1
Atalarımızın Gayreti

Atalarımız hiç bir zorluktan çekinmezlerdi. Bir işe başladıkları zaman sonuna kadar dayanırlar, sebat iderler, sonunda da muvaffak olurlardı. Bir işi başa çıkarmak içün her şeye katlanmak, ölüme gögüs germek, açlıga ve susuzluga dayanmak, yıllarca usanc getirmemek, kahraman atalarımızın adeti idi. Onlar bu sayede her şeyi kazanırlar, düşmanlarını bu sayede yenerler, koca koca ülkeleri bu sayede feth itdilerdi.

Zaman olurdu ki, bir muharebe günlerce, kan ve ateş içinde, sürer, giderdi. Düşmanın topları cehennem gibi ateşler saçar, karlar buram buram yağar, boralar ve fırtınalar ortalıgı bir birine katardı. Arslan atalarımız bu bin türlü zorluklar içinde, devletimizin şanını yükseltmek için ateşlere ve soguklara gögüs gererler, hücumlara dayanırlar, neticede muharebeyi şanla, şerefle kazanırlardı.

Zaman olurdu ki, bir sefer on beş hatta yirmi sene sürerdi. Analarının yurdlarından ayrılanlar, evlerine döndükleri zaman, ogullarını yetişmiş babayiğit bulurlardı. Muharebe meydanlarında, gaza yollarında, akınlarda, saçlarını sakallarını agartırlardı. Onların fikrince, muharebede ya şehit olmak, yahut ana yurduna düşmanı ezerek, tepeleyerek, gazi olarak dönmeli idi. Bunu zühte yerleştiren her asker, muharebe meydanında ya şehid olur veyahut düşmanı ezdikten sonra vatana kavuşurdu. Ölümden korkmak kahraman atalarımız için bir zül idi.

Atalarımız koca ülkeleri feth itdikleri zaman, bizden yüz kat, hatta bin kat ziyade güçlenecektiler. O zamanlar, şimdiki gibi, dümdüz yollar, yıldırım gibi uçan şimendiferler yoktu. İstanbul'dan kalkan koca bir ordu bayırlar geçerek daglar, yamaclar aşarak Moskof sınırına kadar yürüye yürüye giderdi. Yolların her zahmetine katlanırdı. Yagmur, kar, fırtına nedir bilinmezdi. Bu kadar zorluklardan sonra yine düşmanlarına galebe çalardı. Tüfekleri, bizimkiler gibi, dakikada yüzlerce kurşun atan tüfeklerden degildi: okla, kılıcla muharebe ederler, düşmanın üzerine yalın kılıc ugrarlardı. Fedailik onlar içün bir sanatdı. Düşmana hücum edilecegi zaman içlerinden bir çogu dal kılıc serdengeçti yazılırlardı. Düşmanı ezmek içün canlarını hiçe sayarlar, arslanlar gibi saldırırlardı. Bazan düşmanlarımız kalın duvarlar, derin siperler içine gizlenirler, ateşimizden kendilerini korumaya çalışırlardı. Düşmanın bu hali muharebeyi uzattıkça uzatırdı. Cesur askerlerimiz düşmanı siperleri gerisinde yenmek için de çare düşünürler, her türlü zorlukları sevine sevine göze alırlardı: derhal kazma küreklerle toprakları kazarlar, kayaları delerler, yer altından düşmanın siperleri içine girmege çalışırlardı. Bazan düşmanda bizim bu hareketimizi anlar, askerlerimizi içeri sokmamak için o da bize karşılık yer altından yollar açardı. O zaman, düşmanlarıyla yer yüzünde çarpışmaktan usanmayan kahramanlarımızın topraklar altında da çarpıştıkları görülürdü. Osmanlı askeri galebe için her şeye katlanırdı: yerin altını üstünü kazmasıyla, küregiyle karıştırır, düşmanın en kalın siperlerini barutlarla havaya uçurur, lagımlar patlatır, bombalar fırlatırdı. Çogı sıkıya gelirse, kale içinde, barutunuda kendi yapardı. Bütün bu fedakârlıklar ve kahramanlıklar sayesinde düşmana behemehâl galebe çalardı.

Tarihimizin heman her sahifesi cesur atalarımızın böyle binlerce şanlı vak'aları ile doludur. Ordumuzun tarihinde bir yılda bitmiş bir sefer yoktur. Bir çok seferlerimiz on beş sene, hatta yirmi beş sene sürmüşdür. Bu yirmi beş senenin her günüde atalarımızın ya harikulade işleri, veya akla ve hayale sıgmayan zaferleriyle parlamıştır. Buna en güzel misal: tamam yirmi beş sene karada, denizde, ordularımızı ve donanmalarımızı zaferden zafere koşduran Girit seferidir.

——