Sefil Baykuş Ne Gezersin Bu Yerde'nin öyküsü
Hafız Hıfzı hem öksüz, hem de yetimdir. Anası babası Hıfzı daha küçükken bu alemden göçüp gitmişler. Kimsesiz kalan Hıfzı'yı amcası yanına alır. Ona babalık yapar. Zaten amca baba yarısıdır demezler mi ? Hıfzı da kimsesiz kalınca amcasının yanına, yuvasına sığınır. Hıfzı biraz büyüyünce, onu bir hocanın yanına vermeyi düşünür amcası ve yengesi. Hıfzı hocanın yanında ders görmeye başlar. Hocası onu çok sever. Çünkü o hem çok zeki, çok saygılı, görgülü, hem de çok yetenekli bir çocuktur. Hocası da bu durumu çok geçmeden farkeder... Hıfzı'nın asıl adı Recep'tir. Ona Hafız Hıfzı adını işte bu çok sevdiği hocası verir. Köylüler de bu adı ona daha uygun bulup Hıfzı diye, hatta Hafız Hıfzı diye hitap ederler. Ay geçer, yıl geçer Hıfzı okumaya, öğrenmeye devam eder. Amcasının, teyzesinin çocuklarıyla birlikte oynayarak yılları geçirir... Yanında kaldığı amcasının bir kızı vardır ki, işte o Hıfzı'nın yüreğine sevda ateşini taa çocuk yaşlarda düşürür... Daha küçükken birbirlerine gönül veren bu oğlanla kız zamanla büyüyüp serpilirler... Çocukların birbirlerine ilgilerinin olduğunu amcası ve yengesi de öğrenir.
Amcası bu duruma pek aldırmaz. Belki de çocukları evlendirirsek çok iyi olur," diye düşünür. Fakat yengesi "Aman kapımızda büyüyen bir sefile mi ben gül gibi kızımı vereceğim. İki cihan bir araya gelse ben kızımı o sefile vermem. Kimi yok, kimsesi yok. Kapımızda büyümüş; şimdi de kızımı istiyor. Meğer koynumuzda yılan beslemişiz" gibi sözlerle eşini etkilemeye çalışır. "Nasıl edip bu oğlanı buralardan uzaklaştırırım" diye planlar kurmaya çalışır. Boşa koyar dolmaz, doluya koyar almaz... O yıllarda da ulaşım çok zor. En yakın şehre çalışmaya giden birisi, neredeyse bir yıl sonra dönüyor. Kars bu, dağlık, karlık bir memleket. Hele bir kış bastırdı mı aylarca köyden şehre, şehirden de köye gidip gelen olmazmış. Yengesinin aklına, Hıfzı'yı hem biraz çalışsın, hem de postaya gitsin diye Kağızman'dan Kars'a göndermek, gelir... "Hıfzı Kars'a giderse, dönene kadar ben kızımı başka biriyle başgöz ederim" diye düşünür... Gayesi Hıfzı'yı başından savmaktır. Oğlanı gurbete gönderelim şimdilik. Sonra da ardı sıra bir haber göndeririz o da geri dönmez, diye hayaller... Hıfzı'yı yola vururlar. Mevsim kış başlangıcıdır. Hıfzı geçidi aşar ama tipiye tutulur. Zorluklar içinde tipiden kurtulup Kars'a ulaşır. (Bir rivayete göre de Hıfzı Kars'a okumaya gönderilir). Uzun bir süre şehirde hasta yatar. O uzaklara gittikten sonra köyde de birileri yatağa düşer. O da amcasının kızıdır. Kız meğer Hıfzı'nın gidişiyle, kavuşamamanın ıstırabı içinde ince hastalığa tutulmuş. Bu hastalıktan kurtulamaz ve ölür. Bu arada baharın ilk ayları gelmiş, karlar erimiş; Hıfzı da Kars'tan dönmektedir. Köye giderken mezarlıkta bir kalabalık görür. Kalabalığa yaklaşır ve kimin öldüğünü sorar. Gözleri yaşlı insanlar, "Amcanın kızı öldü" derler. İşte o an Hıfzı"nın dizlerinin bağı çözülür. Yığılır yere... Bir an sessiz, sakin dalar gider. Hiç ses duyulmaz ama gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülür... Yüreği daha fazla dayanmaz. Alır sazını eline haykırırcasına, yalvarırcasına bir divane gibi hem ağlar hem çalar hem söyler... Öyle acı, öyle içli, öyle yanık söyler ki, bu sesi duyup da ağlamayan, sızlamayan, yaka yırtıp yaş dökmeyen kalmaz köyde. Hıfzı'nın yürekleri parçalayan yalvarış türküsü yankılanır Kağızman'ın dağlarında, yaylalarında. Hatta öyle anlatılır ki bu acı feryadı duyan kuzular, kurtlar kuşlar bile kendi dillerince ağlayıp yaş dökmüşler.
Kaynak: Güven, Merdan (2005). "Türkiye Sahasındaki Hikâyeli Türküler Üzerine Bir Araştırma (Doktora Tezi)" (PDF). Erzurum. 14 Kasım 2020 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
|