Recep Tayyip Erdoğan'ın 29 Eylül 2011 tarihli ulusa sesleniş konuşması
Aziz vatandaşlarım…
Sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum.
Son derece yoğun diplomasi trafiği içinde olduğumuz yeni bir ayın gelişmelerini sizlerle paylaşmak üzere yeniden huzurlarınızdayım.
Sizler de mutlaka takip ettiniz; Eylül ayı içinde gerçekleştirdiğimiz iki ayrı dış seyahatle, Türkiye dünya kamuoyunun adeta gözünü ayıramadığı bir ülke oldu.
Gerek Arap Baharı'nın en canlı şekilde yaşandığı Tunus, Mısır ve Libya'ya yaptığımız üçlü seyahat, gerekse BM Genel Kurulu'na katılmak üzere çıktığımız ABD seyahati sonuçları itibariyle son derece yararlı seyahatler oldu.
12 Eylül'de başlayan dış seyahatlerimizin ilk durağı, dost ve kardeş ülke Mısır'dı.
Mısır Cumhuriyeti Başbakanı Sayın İsam Şeref'in davetlisi olarak çıktığım bu seyahatte, bakan arkadaşlarım, bürokratlarımız ve işadamlarımızdan oluşan kalabalık bir heyet de bana eşlik etti.
Mısır'da Sayın Şeref'in yanı sıra Yüksek Askeri Konsey Başkanı ve Savunma Bakanı Mareşal Muhammed Hüseyin Tantavi ile de görüşme imkânı bulduk.
Kendilerine, siyasi değişim ve dönüşüm sürecini başarılı bir şekilde sürdüren kardeş Mısır halkına olan yakın desteğimizi, ülkemiz adına bir kere daha ifade ettik.
Yine bu seyahatimiz sırasında El Ezher Büyük Şeyhi Muhammed Et Tayyip, Arap Ligi eski Genel Sekreteri Amr Musa ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu eski başkanı Dr. Muhammed El Baradey ile de bir araya geldik.
Bu görüşmelerde Mısır'da yaşanan son gelişmeleri ve Mısır halkının acil ihtiyaçlarını bütün boyutlarıyla ele aldık.
Arap Ligi Genel Sekreteri Sayın Nebil El Arabî ile yaptığımız ikili görüşmenin ardından Arap Ligi Dışişleri Bakanları Konseyi açılış oturumuna iştirak ederek bir konuşma yaptım.
Ülkelerinin makûs talihini değiştirmek üzere Tahrir Meydanı'nı günler boyunca adalet, demokrasi, özgürlük sesleriyle inleten genç Mısırlı kardeşlerimle de bir araya geldim.
Onların gözlerindeki aşk ve heyecanı gördüm, Mısır'a, Mısır'ın geleceğine, bölgeyi bir uçtan bir uca saran bütün bu demokrasi ve özgürlük rüzgârlarının gücüne daha da fazla inandım.
Bunun dışında Kahire Opera binasında Mısır halkına hitaben yaptığım bir başka konuşmayla da, Türkiye'nin dost ve kardeş Mısır halkına desteğini bizzat ifade ettim.
Bütün bu temaslarımız sırasında Mısırlı kardeşlerimize bu zorlu değişim sürecinde kendilerine her türlü yardımı yapmaya hazır olduğumuzu defaatle belirttim.
İki ülke arasındaki ilişkilerin bu minval üzere daha da geliştirilmesi noktasında mutabık kaldık.
Mısır'ın yeni yol haritası çerçevesinde sürece nasıl katkıda bulunabileceği noktasında iki ülke heyetleri, çok kapsamlı toplantılar yaptılar.
İki ülke arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi tesisine de özellikle Ortak Siyasi Deklarasyon da yine bu seyahatimiz sırasında imzalandı.
Başbakan Sayın Şeref'le birlikte katıldığımız Türk-Mısır İş Konseyi Genel Kurul toplantısı vesilesiyle, Türkiye ile Mısır arasındaki işbirliğinin ne kadar zengin bir potansiyele sahip olduğunu bir kere daha müşahede ettik.
Bu ziyaretin ardından bu büyük potansiyelin çok yönlü olarak harekete geçeceğine ve iki ülke için çok hayırlı bir dönemin başlayacağına bütün samimiyetimle inanıyorum.
Sevgili vatandaşlarım…
Mısır'ın ardından seyahatimizin ikinci durağı olan Tunus'a geçtik. Tunus halkının meşru demokratik taleplerinden doğan ve zafere ulaşan "Yasemin Devrimi", bildiğiniz gibi bütün bölgeye yayılarak Arap baharı hareketine de öncülük etmişti.
Tunuslu kardeşlerimiz, gezimiz boyunca bizi hiç yalnız bırakmadılar, sevgilerini, muhabbetlerini eksik etmediler.
Bu, bir anlamda Türkiye ile Tunus'un gecikmiş kucaklaşmasıydı, inşallah bu defa kopmaz bağlarla bu kardeş ülkelere bağlanmış oluyoruz.
Tunus'ta Cumhurbaşkanı Vekili Fuad Mebazaa, Başbakan El Bâci Kâ'id Es Sebsi ve önde gelen siyasi parti liderleriyle bir araya geldik.
Tunuslu kardeşlerimizin bu yeni dönemde ihtiyaç duydukları her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu kendilerine bildirdik.
23 Ekim'de gerçekleştirilecek olan Kurucu Meclis seçimlerine ilişkin hazırlıkları da Tunuslu yetkililerden bizzat dinleme imkânı bulduk.
İnşallah bu seçimlere Türkiye olarak bir gözlemci ekibi göndereceğiz.
Türkiye-Tunus ilişkilerinde önümüzdeki dönemin daha önce hiç olmadığı kadar canlı, verimli, bereketli bir dönem olacağını kuvvetle muhtemel görüyoruz.
Tunus'taki temaslarımızın ardından seyahatimizin son durağı olarak gittiğimiz Libya için de aynı iyimser beklentilerimi rahatlıkla sizlerle paylaşabilirim.
Bildiğiniz gibi Libya'da direniş hareketi artık dönüşü olmayan noktaya gelmiş ve ülkede yönetimi devralmış olsa da, bazı bölgelerde çatışmalar halen sürüyor.
Böyle bir dönemde, Libyalı kardeşlerimizin haklı ve meşru taleplerinin gerçekleştirilmesine destek olmak adına yaptığımız bu ziyaret kendiliğinden tarihi bir nitelik kazanmış oldu.
Bu seyahatte bize ev sahipliği yapan Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdulcelil ve diğer Konsey üyeleri Türkiye'nin bu sıcak desteğinden duydukları memnuniyeti ifade ettiler.
Türkiye olarak Ulusal Geçiş Konseyi'ni Libya Devleti ve halkının tek meşru temsilcisi olarak görüyoruz, bunu Libya'daki temaslarımızda özellikle vurguladık.
Artık bütün dünya kabul etmeli ki; Libya, tıpkı Tunus ve Mısır gibi yeni bir döneme giriyor.
Bu süreci ağır bir fatura ve acı bedeller ödeyerek geçirmek zorunda kalan Libya halkına bütün dünyanın destek olması lazım…
Ama kendi menfaatleri doğrultusunda değil, Libya halkının mutluluğu doğrultusunda samimiyetle destek olması lazım…
Türkiye olarak bu siyasi dönüşüm, kurumsal yeniden yapılanma ve ekonomik kalkınma sürecinde Libya halkının yanında olduğumuzu oradaki kardeşlerimize özellikle ifade ettik.
Bu doğrultuda bir öncü adım olarak, 13 Eylül gününden itibaren haftada dört gün olmak üzere THY İstanbul-Bingazi seferlerini başlatmış bulunuyoruz.
İki ülke arasında tarihteki yakınlığı tesis etmek üzere bu adımların devamı da geliyor, gelecek, bundan hiç endişeniz olmasın. Bu hissiyatımı Trablus'ta Şehitler Meydanı'nda, Tajura'da, Misrata'da ve Bingazi'de Libya halkına doğrudan söyleme imkânım da oldu.
Kendilerine milletimizin bu zorlu yolda dost ve kardeş Libya halkının sonuna kadar yanında olacağını yaptığımız bu mitinglerde ifade ettim.
Onlar da meydanları coşkuyla doldurarak bizi bağırlarına bastılar, sevgilerini, muhabbetlerini en güzel, en samimi şekilde gösterdiler.
Aynı tabloyu Mısır'da da, Tunus'ta da yaşadık.
Gittiğimiz her yerde Türk bayrakları dalgalanıyor, bizim şahsımızda Türkiye'ye olan büyük ilgi ve muhabbet en gür şekilde dile getiriliyordu.
Bütün bu kardeşlerimizle son derece duygusal anlar yaşadık.
Tarihi bir hasreti, bu kucaklaşmalar sayesinde yoğun bir coşkuya dönüştürdük.
Türkiye tarihten gelen bağlarla bağlı olduğu bu coğrafyayla yeniden buluşuyor, yeniden kaynaşıyor.
Bu buluşmanın, bölge halklarının özgürlük, adalet ve demokrasi talepleriyle ülkelerinin geleceğini inşa etmek için yola çıktıkları bir dönemeçte gerçekleşmiş olması ayrıca manidardır, heyecan vericidir.
İnşallah her anında kendimizi adeta evimizde hissettiğimiz bu kardeş ülkelerle birlikte bölgemizin geleceğini de hep birlikte inşa edeceğiz.
Bu gelecekte barış olacak, dostluk olacak, kardeşlik olacak, buna can-ı gönülden inanıyorum.
Sevgili kardeşlerim.
Bu önemli üçlü seyahatin ardından 19 Eylül'de bu defa Amerika Birleşik Devletleri'ne doğru yola çıktık.
Bu seyahatimiz boyunca başta Birleşmiş Milletler 66. Genel Kurulu olmak üzere birçok toplantıya katıldık.
Başta ABD Başkanı Sayın Obama olmak üzere, birçok ülke lideri ile ikili görüşmelerde bulunduk.
BM Genel Kurulu toplantıları bildiğiniz gibi çok geniş katılımlı, üst düzey bir dünya zirvesi olma niteliğini taşıyor.
Bu yıl da 100'ü aşkın ülkenin devlet ve hükümet başkanları bu zirvede hazır bulundular.
Dünyanın gündeminde bulunan bütün önemli konu başlıklarını bu toplantı vesilesiyle masaya yatırma, bütün boyutlarıyla ele alma imkânı bulduk.
Ben de orada yaptığım konuşmada Türkiye'nin uluslararası meselelerle ilgili kanaat ve beklentilerini, dış politikamızın hassasiyet noktalarını hem genel kurula, hem de dünya kamuoyuna en açık şekliyle ifade ettim.
Türkiye'nin küresel barışın tesisi ve halkların yakınlaşması adına yürüttüğü aktif ve inisiyatif alan dış politika anlayışını, ana hatlarıyla ortaya koydum.
Sadece Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda değil, katıldığım her etkinlikte ve de başta Sayın Obama olmak üzere bir araya geldiğim her liderle bu görüşlerimizi vurgulamaya gayret ettim.
Her zaman söyledik, bundan sonra da söyleyeceğiz; dünya barışının tesisi ve insanlığın esenliği için bütün ülkelerin aynı samimiyet ve kararlılık çizgisinde buluşarak birlikte hareket etmesi şarttır.
Dünya gündemindeki zorlu meseleleri her ülke kendi menfaatleri çizgisinde ele alır, ikircikli tavırlar içine girerse bundan bir sonuç alınamaz, görüldüğü üzere alınamıyor da…
Uluslararası toplum, maalesef hızla birikmekte ve ağırlaşmakta olan dünya meseleleri karşısında sorumluluğunu hakkıyla taşıyamıyor ve aciz kalıyor.
Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere bütün uluslararası kurum ve kuruluşların bu gerçeği bir an önce idrak etmesi ve en objektif haliyle kendi özeleştirisini yapması lazımdır.
Üzülerek ifade edeyim ki insanlık için çözümler üretmek üzere kurulmuş bulunan bütün bu uluslararası kurum ve kuruluşlar, birkaç büyük ülkenin kısır menfaat hesaplarına teslim edilmiş durumdadır.
Birleşmiş Milletler kürsüsünden bu gerçeğin altını özellikle çizdim ve uluslararası toplumun bütün kurum ve kuruluşlarıyla bir yeniden yapılanma sürecine ihtiyacı olduğunu açıkça beyan ettim.
Somali'de her gün çocuklar açlıktan ölüyor, uluslararası toplum olan biteni seyrediyor.
Daha önce Srebrenica'da genç yaşlı ayırt edilmeden tarihin en acımasız toplu katliamlarından biri yapılırken de Birleşmiş Milletler oradaydı.
Ne var ki, orada olan bitenlere, neredeyse sadece seyirci kalındı.
Ancak bir coğrafyada eğer petrol rezervleri varsa ve herhangi bir nedenle Batılı ülkelerin o rezervlerdeki menfaatleri tehlikeye giriyorsa, o zaman yine başta BM olmak üzere bütün uluslararası kurum ve kuruluşlar adeta seferber ediliyor.
Artık bu ikiyüzlü zihniyetlerden dünyanın kurtulması lazım…
Somali'yi yıllar yılı sömüren, doğal kaynaklarını talan edenler, bugün aç, susuz, hasta ve yoksul Somali halkının imdadına kulak tıkıyor.
Kaynakların adaletsizce paylaşıldığı, adaletin tesis edilemediği ve insanlığın geleceğinin birkaç ülkenin güç hesaplarına kurban edildiği bir dünyada barışa ve huzura asla ulaşılamaz.
Bu dünyada beraberce yaşadığımızı, hepimizin aynı gemide olduğumuzu artık anlamamız gerekiyor.
Aziz vatandaşlarım…
İsrail'in yıllardan beri sürdürdüğü hukuksuz ve başına buyruk politikaların temelinde de yine özellikle Batı dünyasından aldığı sınırsız desteğin büyük payı var.
Bazı ülkeler yaptığında suç teşkil eden eylem ve girişimler, İsrail yaptığında nedense görmezden gelindi, geliniyor hala da aynı şekilde gelmeye devam ediyorlar.
Bazı ülkeler kimyasal ya da nükleer silah üretme girişiminde bulunduğunda uluslararası kurum ve kuruluşlar hemen harekete geçiyor, hatta o ülkelere hava ve kara operasyonları bile düzenlenebiliyor.
Ama yıllar yılı bu silahları üretip elinde bulundurduğu halde İsrail'e ses çıkarmıyor ve buna da böyle devam ediyorlar.
İşte BM Güvenlik Konseyi’nden 89 yaptırım çıktığı halde 89 yaptırım kararına İsrail uymamıştır.
BM Genel Kurulu’nda 247 karar İsrail hakkında çıkmıştır, uymamıştır.
İsrail uluslararası sularda sivillerle dolu bir yardım gemisine ağır silahlarla saldırıyor, 9 insanımızı şehit ediyor, sonra da hukuka hesap vermekten kaçabileceğini zannediyor.
Neye güveniyor? Bugüne kadar yaptığı yanlışları görmezden gelen Batılı ülkelere güveniyor.
Artık deniz bitmiştir; dünya eski dünya değil, bunu herkesin görmesi lazım…
Hukuksuzlukların, zorbalıkların, güç simsarlıklarının, sömürü ve talanların devri sona ermiştir.
Düne kadar diktatörlüklerle, otokratik rejimlerle yönetilen coğrafyalar ardı ardına isyan ederek büyük değişimler başlatıyor.
Artık gücü elinde bulunduranlar adaleti gözetmek zorunda kalacaklar.
Sömürerek, sindirerek, talan ederek güç biriktirenler, bu yenidünyada artık bu kirli hesaplarla bir yere varamayacaklarını anlayacaklar.
Hukukun herkese eşit mesafede durduğu, adaletin gölgelenmediği, acı ve gözyaşına bulanan eski dünyaya hiç benzemeyen yepyeni bir dünya kuruluyor.
Bugün bu gerçeklerle yüzleşmeyenler, bu muhasebeyi bugün yapmayanlar, yarın çok geç kalmış olabilirler.
Türkiye'nin her uluslararası zeminde gür şekilde seslendirdiği bu gerçekleri, 66. BM Genel Kurulu'nda bir kere daha ifade etmemizin sebebi de bu…
Uluslararası toplumun acilen bu gerçekleri görmesi, insanlığın meselelerine artık daha fazla gecikmeden gerçekçi ve adil çözümler üretmeye başlaması gerekiyor.
Küresel ekonomik kriz bir ihtardır, sebepsizce kitleleri katletmeye yönelmiş terör olayları, Somali'deki acı insanlık manzaraları ve büyük doğal felaketlere yol açan iklim değişiklikleri de birer ihtardır.
Belli toplulukları, belli halkları, belli coğrafyaları değil, bütün insanlığı tehdit eden küresel bir kırılma süreci yaşıyoruz.
Çare bellidir; bütün insanlık iyilikte, adalette, barışta birleşecek ve el ele vererek sorunlarımızı çözeceğiz.
Değerli vatandaşlarım…
Bu vesileyle yine bu çerçevede gördüğümüz bir meseleye de buradan açıklık getirme ihtiyacı hissediyorum.
Bildiğiniz üzere şu günlerde Kıbrıs meselesiyle ilgili bazı sıcak gelişmeler yaşanıyor.
Rum tarafı 2003 yılından bu yana Ada'daki tek yönetimmiş gibi hareket ederek, Ada'nın tümü adına Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmaları yapıyor.
Bununla da yetinmeyerek Ada'nın güneyinde petrol veya doğalgaz ruhsat sahaları belirliyor.
Türkiye garantör ülke sıfatıyla bu girişimlerin adadaki Türklerin eşit hak ve çıkarlarını ihlal ettiğini, BM kapsamlı çözüm görüşmelerinin ruhuna ve lafzına aykırı olduğunu her uluslararası zeminde ifade ediyor, etmeye de devam edecek.
Ada'daki iki tarafın da Kıbrıs'ın doğal kaynaklarından eşit temelde ve birlikte faydalanması gereğinden hareketle, bu konuların Kıbrıs meselesine bulunacak kapsamlı bir çözümün sonrasına bırakılmasını şart görüyoruz.
Bu çerçevede ilgili ülkelerden ve uluslararası toplumdan beklentimiz, Rumları bu maceracı tutumlarından vazgeçirmeleridir.
Bu beklentimizi, BM Genel Kurulu da dahil olmak üzere ABD seyahatimizin her aşamasında ilgili her muhatabımıza da kararlılıkla ilettik.
Rumların bu sorumsuzca girişimi BM müzakerelerinde kritik ve belirleyici bir aşamaya geldiği bir dönemde atılmış olup, Rum tarafının aslında çözümden yana olmadığını bir kere daha gözler önüne sermiştir.
Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarlarının açıkça ihlal edilmesi anlamına gelen bu duruma kesinlikle kayıtsız kalmayacağımızı buradan bir kere daha ifade ediyorum.
Nitekim, Kıbrıs Türklerinin hak ve hukukunu korumak için, KKTC ile birlikte hemen harekete geçtik. ABD seyahatimizin bitmesini beklemeden New York'ta Türkiye ile KKTC arasında bir kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması imzaladık.
Biz gerginlik istemiyoruz, sorun istemiyoruz, adada bir an önce adil bir çözüme ulaşılsın istiyoruz.
Bu doğrultuda son olarak KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Derviş Eroğlu BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun'a 4 maddelik yeni bir teklif vererek Türk tarafının konuya ne kadar yapıcı biçimde yaklaştığını bir kere daha ortaya koymuştur.
Bu teklifle Sayın Eroğlu Rumların petrol ve doğal gaz arama çalışmalarında ısrar etmesi durumunda, iki tarafın temsilcilerinin yer aldığı özel amaçlı bir komisyon kurulmasını öneriyor.
Bu doğrultuda hem anlaşmalar hem de arama ruhsatları konusunda iki tarafın da yazılı onayının alınması ve bulunacak zenginliğin paylaşım oranlarının müzakere ile belirlenmesi teklif ediliyor.
Ancak burada önemli bir ayrıntı var; bu aramalar sonucunda elde edilecek gelirler silah alımlarına harcanmayacak.
Son derece yapıcı ve adil bir öneri, krizin aşılması için de iyi bir fırsat…
Eğer bu iyi niyetli çaba da karşılıksız bırakılırsa, o takdirde ne Türkiye'nin, ne KKTC'nin böyle oldubittilerle hak kaybına uğratılmasına asla izin vermeyeceğimizi de herkesin bilmesi gerekiyor.
Krizden medet umanlar, gerginlik politikalarından menfaat bekleyenler bu yanlış hesaptan bir an önce dönmelidirler.
Aziz Vatandaşlarım.
Türkiye bir yandan büyürken öte yandan hain pusularla durdurulmak isteniyor.
Geçtiğimiz günlerde eli kanlı terör örgütünün saldırılarıyla hayatlarını kaybeden vatandaşlarımız yüreğimizi yaktı.
Cinayet örgütünün kime, nasıl, nerede saldırdığına herkesin iyi bakması gerekir.
Hayata, masumiyete, huzura kasteden gözü dönmüş bu cinayet örgütü ne istiyor, kimin taşeronluğunu yapıyor?
Düğün evini cenaze evine çevirene, futbol oynayan polise kurşun atan insana insan diyebilir miyiz?
Siirt'te birlikte bir mutluluğu paylaşmaya, birlikte yemek yemeye giden masum genç kızlara alçakça pusu kuran bu terör örgütü neyin mücadelesini vermiş oluyor?
Yüzlerce kurşunla hayatlarının baharındaki evlatlarımızı öldüren bu terör örgütü neyin mücadelesini vermiş oluyor?
Ankara Kumrular Sokakta evine helal bir lokma götürmek için alın teri döken genç insanları bombayla öldüren bu şebeke hangi insani değerler adına hareket etmiş oluyor?
Batman'da hamile bir kadını, Mizgin Doru'yu ve 6 yaşındaki Sultan'ı öldüren yine bu örgüt değil mi?
Sabah namazına hazırlanan imama kurşun sıkan, bütün mukaddes değerleri hedef alan, cami minaresinden roketatarla terör estiren nasıl bir vicdandır?
Hayatlarını kaybeden şehitlerimize ve bütün canlarımıza Allah'tan rahmet, ailelerine sabır diliyoruz. Aziz milletimize metanet diliyoruz.
Türkiye bu musibeti bertaraf edecektir. Hukuk ve meşruiyet zemininden ayrılmadan gereken her adım atılacaktır. Bundan bütün vatandaşlarımızın emin olmasını istiyorum.
Değerli vatandaşlarım.
Güçlü bir kamu maliyemiz, sağlam bir bankacılık sektörümüz, canlı bir iç piyasamız var.
En olumsuz küresel şartlara rağmen ihracatımızı arttırmaya devam ediyoruz.
Bu istikrarlı gelişme tablosu bugün bütün dünyanın takdirlerini topluyor.
Geçmişte ağır ekonomik krizlerle sarsılan Türkiye, bugün her alanda gerçekleştirdiği büyük atılımla örnek alınan bir dünya ülkesi haline geldi.
Bugün küresel ekonominin kriz noktalarını önceden tespit ederek zamanında tedbir alan ve doğru politikalarla istikrarını sürekli hale getiren bir Türkiye var.
Cumhuriyetimizin 100'üncü kuruluş yılı olan 2023'te dünyanın 10 büyük ekonomisinden biri olma hedefimize doğru emin adımlarla ilerliyoruz.
Bu hedefimizi iddialı bulanlar artık bunun gerçekleştirilebilir bir hedef olduğunu nihayet görmeye ve dile getirmeye başladılar.
9 yılda kişi başına gelirimizi 3.492 Dolardan 10 bin Doların üzerine çıkardık.
Ancak biz bunu yeterli görmüyoruz, 2023 yılında 25 bin Dolar seviyesine çıkarmayı hedefliyoruz.
Enflasyonu tek haneli rakamlara indirdik.
Enflasyonist kısır döngüyü kırarak, insanımızın cebindeki parayı günden güne eriten o kara düzene son verdik.
Tüketici enflasyonu 1964 yılından beri görülmemiş düzeylere kadar inmiş durumda; bu yılın Mart ayı enflasyon oranı 47 yılın en düşük oranıdır.
Bu ağır kriz sürecinde dünya ekonomilerinin en büyük sıkıntılarından biri de işsizlik oranlarındaki artışlar oldu.
Bu süreçte, gelişmiş ekonomilerin çoğunda işsizlik oranları çok yüksek artışlar gösterirken, ülkemizde işsizlik oranı artışı sınırlı seviyede kaldı.
İşsizlik oranındaki artışa rağmen kriz döneminde ülkemizde toplam istihdam hiçbir zaman azalmadı.
Krizin en yoğun yaşandığı 2009 yılında bile toplam istihdamımızı 83 bin kişi arttırdık.
Aldığımız tedbirlerle, ekonomimizdeki hızlı toparlanmaya paralel olarak işsizlik oranı da 2009 yılının nisan ayından itibaren düşmeye başladı.
Krizin etkisiyle 2009 yılında % 14'e yükselen işsizlik oranı, 2010 yılında % 11,9'a geriledi ve Şubat 2011'de kriz öncesi seviyelere geldi.
TÜİK'in bu ay açıkladığı Haziran ayı işsizlik oranı, geçen yılın aynı dönemine göre 1,3 puan azalarak % 9,2'ye kadar gerilemiş görünüyor.
Aldığımız ve alacağımız tedbirlerle, işgücü piyasası reformlarıyla bunu daha da düşük seviyelere indireceğiz.
Sevgili vatandaşlarım...
2010 sonu itibariyle Avrupa Birliği üyesi ülkelerle karşılaştırıldığında, kamu dengesi en iyi durumda olan 4 ülkeden biriyiz.
Almanya'dan, Fransa'dan, İngiltere'den çok daha iyi bir konumdayız.
Bugün, gelişmiş ülkeler borç sorunlarıyla boğuşuyor, komşumuz Yunanistan'ın borçlarını ödeyemeyeceği konuşuluyor.
Yunanistan'ın yanı sıra İrlanda gibi, Portekiz gibi ülkeler de IMF ve Avrupa Birliği destekli kurtarma paketlerine başvurdu ama bunlar da yeterli olmadı.
Borç krizinin İspanya ve İtalya'ya yayılmasından endişe ediliyor.
Dünya ekonomisinde sorunların aşılması için başta gelişmiş ülkeler olmak üzere bütün ülke liderlerinin inisiyatif almasına ihtiyaç vardır.
Sorunların çözüm yolu ana hatlarıyla bellidir, asıl mesele bunu uygulayabilecek siyasi iradeyi ortaya koyabilmektir.
Gelişmiş ülkelerin daha fazla gecikmeden koordineli biçimde harekete geçmelerini, cesur davranarak, siyasi baskılara boyun eğmeden gerekli tedbirleri hayata geçirmelerini bekliyoruz.
Üzülerek ifade edeyim ki bu tedbirlerin gecikmekte olduğuna dair somut göstergeler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Medyadan mutlaka takip etmişsinizdir; uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standart and Poors, geçtiğimiz ay Amerika'nın tarihinde ilk kez kredi notunu düşürdü.
Buna karşılık yine aynı kuruluş geçtiğimiz günlerde Türkiye'nin ulusal para cinsinden kredi notunu "yatırım yapılabilir" seviyeye yükseltti.
Gelişmiş ülkelerin kredi notları düşerken, Türkiye'nin kredi notundaki artış, ülkemizin dünya ekonomisindeki güçlü konumuna işaret ediyor.
Türkiye yabancı para cinsinden kredi notu artışını da çoktan hak etti; Türk tahvillerinin uluslararası piyasalardaki risk primleri bunu açıkça ortaya koyuyor.
Güçlü bir ekonominin temelinde güven ve istikrar kavramları vardır; biz ekonomi yönetimimizi işte bu kavramlar üzerine oturttuk.
Bu sebepledir ki olumsuz küresel şartlara rağmen uzun vadeli planlar yapabiliyor, geleceğe güvenle bakabiliyoruz.
Türkiye'ye inanıyor, milletimize güveniyoruz.Ülkemizi mutlu ve müreffeh geleceğine taşıyacak yolda emin adımlarla ilerlemeye kararlılıkla devam ediyoruz.
Bu inanç ve heyecanla sözlerime son veriyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Kalın sağlıcakla…