Şimdi, Efendiler, Kongre’de manda hakkında, cereyân etmiş olan müzakere ve münakaşayı mümkün olduğu kadar cereyân ettiği gibi heyet-i âliyenize dinletmeğe çalışacağım:
Birçok zevât söz aldılar. Kimseye söz vermeden evvel makam-ı riyâsetten, zabıtnâmede aynen münderic olan şu kısa mülâhazayı serd ettim: Bu muhtıra muhteviyâtı hakkında müdâvele-i efkâra başlamadan evvel bazı noktalara nazar-ı dikkatinizi celp etmek isterim. Bu raporda meselâ Mister Brown’dan bahsedilmekte ve elli bin kişilik bir amele ordusu getirileceğini söylediği zikrolunmaktadır.
Efendiler, Mister Brown: “Ben hiçbir sıfat-ı resmiye ile görüşmüyorum, tamamıyla hususî bir surette görüşüyorum” diyor ve hatta Amerika’nın mandayı kabul edeceğini değil, belki etmeyeceğini söylüyor! Onun için sözleri Amerika namına değil, kendi namınadır. Mandanın ne olduğunu kendisi de bilmiyor! “Manda, siz ne derseniz odur!” diyor. Bu muhtırada mühim olarak manda meselesi vardır. Bunun hakkında müdâvele-i efkâr etmezden evvel on dakika istirahat edelim [Saat: 3 25].
Müteakib celsede — İlk söz Vasıf Bey’indir, dedim. Vasıf Bey evvelâ, mandanın tarifi hakkında uzun beyânâtta bulundu. Diğerlerine sözü bıraktı. Tekrar söz aldı ve “bir kere esas itibarıyla mandayı kabul edelim de şerâit hakkında bi’l-âhire görüşürüz” dedi.
Azadan Macit Bey namında bir zat — Heyet-i umumiyece asıl müzakere edilecek mesele şimdiden sonra yalnız yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız, mandayı ne şekil ve surette anlayarak mandaterle ne suretle görüşeceğiz? Mandater kim olacaktır? Asıl mesele budur, tarzında beyânâtta bulundu. Ben, makam-ı riyâsetten — “Zannederim bu rapordan iki nokta-i nazar tezâhür ediyor: Bunların birincisi; devletin dahilî ve haricî istiklâlinden vazgeçememesi ve ikincisi de devlet ve milletin haricin tazyikat-ı muzırrasına karşı bir muâvenet ve müzâheret ihtiyacında bulunup bulunmamasıdır. Asıl tereddüdü mûcib olan nokta budur. Müsaade buyurulursa, bu noktayı, teemmül için teklif encümenine havale edelim. Bi’l-âhire huzur-ı âlilerine arz edelim. Herhalde dahilî ve haricî istiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz” dedim. Bunun üzerine söz alan Bekir Sami Bey: “Deruhde ettiğimiz vazife gayet ağır ve mühimdir; beyhude münakaşata hasredecek hiçbir dakikamız yoktur. Bu muhtıramızı müzakere edelim ve serian, vakit geçirmeksizin bir karar ittihâz edelim” dedi. Ben, makam-ı riyâsetten, “Bu meseleyi encümen reisi olmak dolayısıyla izah edeyim (ben aynı zamanda teklif encümeni reisi idim): Bu muhtıra muhteviyâtı encümende okundu ve birçok müzakere ve münakaşa edildi; fakat kat’î karar verecek tarzda kanaat tahassul etmedi; evvelce heyet-i umumiyede okunmaksızın teklif encümenine havale edilmişti. Bu sebeple bir defa da burada okunup heyet-i umumiyenin nokta-i nazarı taayyün ettikten sonra tekrar teklif encümenine havale edilerek kat’î kararı vermek istemiştik” dedim. İsmail Fazıl Paşa (merhum) da söz alarak şu beyânâtta bulundu: “Bekir Sami Bey’in fikrine iştirak ederim. Kaybedecek vaktimiz yoktur, esasen mesele de basitleşmiştir: Tam istiklâl mi yoksa manda mı kabul edeceğiz? Tespit edeceğimiz karar budur. Böyle mühim ve ehem olan bir meseleyi tekrar encümene ve ondan sonra tekrar heyet-i umumiyeye havale ile vakit geçirmeyelim, iş uzar. Zamanımız kıymettardır. Buna bugün, yarın yahut öbür gün her halde heyet-i umumiyede bir karar verelim. Encümende vakit geçirmeyelim. Çünkü pek ruhlu bir meseledir.”
Bunu müteakib Hâmi Bey söz alarak İsmail Paşa Hazretleriyle Bekir Sami Beyefendi’nin fikirlerine iştirak ettiğini söyledikten sonra “her halde bir müzâherete muhtacız ve bunun en iptidaî delili de, vâridât-ı devletin ancak borcumuzun faizine tekabül edebilmesidir!” buyurdular.
Bundan sonra, Raif Efendi manda aleyhinde söz söyledi. İsmail Fazıl Paşa ona cevap verir tarzda uzun beyânâtta bulundu. Ondan sonra tekrar Bekir Sami Bey söz söyledi ve dedi ki: “İsmail Fazıl Paşa Hazretlerinin tamamıyla iştirak ettiğim beyânâtına yalnız bir şey ilâve edeceğim: Kırım Muharebesi’nde galip sıfatıyla çıkarak iştirak etmiş olduğumuz Paris Kongresi’ndeki müttefiklerimizin bize tahmil etmiş oldukları şerâit-i malûme ile bu şimdi okunan muhtıradaki metâlibimiz mukayese edilecek olursa, hangisinin daha çok muhill-i istiklâl olduğu anlaşılır zannederim!”
Bekir Sami Bey’den sonra Hâmi Bey ve Hâmi Bey’den sonra da Refet Bey (Refet Paşa) söz söylediler. Refet Bey’in beyânâtı aynen şu idi: “Mandanın istiklâli ihlâl etmeyeceği muhakkak iken bazı rüfekamız –müstakil mi kalacağız, yoksa mandayı mı kabul edeceğiz?– tarzında bir takım mütâlaalar dermeyan ediyorlar! Onun için her şeyden evvel mandanın ne olduğu anlaşılmalıdır. Mamafih mandadan bahsetmezden evvel de efkârı gıcıklayan bu raporda, bu tâbirin ne suretle telâkki edilmiş olduğunu anlamak lâzımdır. Fazıl Paşa Hazretleri “istiklâli muhafaza şartıyla manda” buyuruyorlar. Hâmi Beyefendi tarafından manda hakkında verilmiş olan muhtıra iki kısma ayrılıyor: Bir esbâb-ı mûcibe kısmı var, ondan sonra bir de mandanın tarifine ait kısım var... Manda meselesini bunlardaki nokta-i nazarlara göre muhakeme için evvelâ bir noktayı anlamak isterim; bu muhtıra muhteviyâtı heyet-i umumiyece müzakereye vaz’edilmiş midir, edilmemiş midir?” İsmail Fazıl Paşa: “Su-i tefehhümü mûcib olduğundan biz üçümüz –yani Fazıl Paşa, Bekir Sami ve Hâmi Beyler– bu muhtırayı istirdâd ediyoruz. Keen-lem-yekün addettik” dedi (bu muhtıranın müsveddesi de, tebyîzi de kendilerinde kalmıştır.) Riyâsetten — “Muhtıra istirdâd olunmuştur” dedim.
Muhtıranın istirdâd edilmiş olmasına rağmen, söz alan Refet Bey zabıtnâmede beş altı sahife yer tutan belîğ bir nutuk îrâd etti. Bu nutuktan aynen zabıtnâmeden aldığım bazı cümleler, hatibin maksadını izaha kifayet edecektir, zannederim!
Refet Bey diyordu ki: “Bizim, Amerika mandasını tercih etmekten maksadımız, bütün cemiyetleri esir eden, kalpleri, vicdanları söndüren İngiliz mandasından kurtulmak ve sakin ve milletlerin vicdanlarına riayetkâr Amerika’yı kabul etmektir. Yoksa asıl iş para meselesi değildir. ………………………………………………………………………………………………………. ……………… Lâf itibarıyla, manda ile istiklâl biribirine mâni şeyler değildir. Yalnız, eğer biz hakikatte kuvvetli olmayacak olursak, işte o zaman mandanın altında eziliriz ve o zaman manda bizim için muhill-i istiklâl olur. Bir de diyelim ki biz haricî ve dahilî bir istiklâl-i tâm isteriz! Fakat acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz? Yapamayacak mıyız? Ondan evvel, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı, bırakmayacaklar mı? Bunu düşünelim! Şurası muhakkaktır ki, bugün bizi İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan taksim etmek istiyorlar; fakat eğer biz, bugün bir devletin kefaleti altında bir sulh akdedecek olursak ileride, müsait şerâit altında bulunur bulunmaz hemen döner ve kendi faydamızı temîn ederiz. Lâkin eğer menfîbir vaziyet hâsıl olacak olursa, acaba büsbütün ziyan etmiş olmayacak mıyız? ................................................................. ……………………………………………………………………………………………………......
Her halde bir Amerika kefaletini kabul etmek mecburiyetindeyiz. Yirminci asırda beş yüz milyon lira borcu, harap bir memleketi, pek münbit olmayan bir toprağı ve ancak on, on beş milyon lira vâridâtı olan bir kavim için bir müzâheret-i hariciye olmaksızın idâme-i hayat etmek imkânı olamaz! Eğer bundan sonra da bu halimizde kalır ve haricî bir muâvenet sayesinde terakki edemeyecek olursak, ihtimal, âtide Yunanistan’ın bile taarruzlarına karşı kendimizi müdafaa edemeyiz...
Allah muhafaza buyursun, eğer İzmir Yunanistan’da kalsa ve aramızda bir muharebe açılsa, düşmanımız, Yunanistan’dan vapurlarla asker getireceği halde acaba biz Erzurum’dan hangi şimendiferlerle nakliyatımızı yapabileceğiz? Binâenaleyh, Amerika mandası her şeyden evvel bir kefil ve müzâhir bulmak için lâzımdır.” Hatip sözlerini şu cümle ile bitirdi: “Eğer bu ma’rûzâtımla müzâkerât-ı âtiye için bir mukaddeme yapabildimse müteşekkirim.” Efendiler, bu parlak ve mahirâne nutkun, dinleyenlerin fikir ve kanaatleri üzerinde yapabileceği dalâletkâr tesirin derecesini sühûletle takdir buyurursunuz... Efkârın, bunu takip etmesi muhtemel olan aynı fikirdeki hatiplerin nutuklarıyla büsbütün tesemmüm etmesine meydan vermemek ve suret-i hususiyede tenvîr ve irşada zaman bulabilmek için, derhal “on dakika istirahat edelim efendim” diyerek celseyi tatil ettim (Saat: 5 30’da).
Efendiler, bu nutkun son cümleleri câlib-i dikkattir. Refet Beyefendi, Yunanlıları İzmir’de muvakkat telâkki ediyor ve hâl-i harpte olduğumuzu kabul etmiyor. Yunanlılar İzmir’de kalırsa ve hâl-i harbe girilirse başa çıkamayacağımız kanaatinde bulunuyor.
Bundan sonraki celsede Bursa murahhaslarından Ahmet Nuri Bey, manda aleyhinde uzun beyânâtta bulundu. Hâmi Bey buna daha uzun beyânâtla cevap verdi ve hakikaten pek uzun olan diskurunun sonlarına doğru beyânâtını şu ma’lumâtı ita ederek teyid ediyordu:
“Fakat şimdi biraz da işin kat’î bildiğim bir cihetinden bahsedeceğim. Meselenin bu safhasında alâkadar olan zat ile şahsen temas ettiğimden sözlerim tahminî değil, kat’îdir. İstanbul’dan hareketimden evvel Sadr-ı Sâbık İzzet Paşa Hazretlerini ziyarete gitmiştim. Her halde bir manda ihtiyacında bulunduğumuza kendileri de kani idiler. Bendenizden de bu husustaki fikrimi sordular, ben de düşündüklerimi arz ettim. Birkaç gün sonra bendenizi çağırtıp şu meseleyi izah ettiler. Suriye ve Adana havalisinde dolaştıktan sonra İstanbul’a gelip siyasî fırkaların nokta-i nazarlarını istîzâh ile meşgûl olan Amerika Tahkikat Heyeti azası, İzzet Paşa’yı konağında ziyaretle Anadolu’daki teşkilât-ı milliyenin Türk milletini temsil ettiğine kani olduklarını ve paşayı da –yani İzzet Paşa’yı– bu işin müteşebbisi bildiklerini söylemişler ve: “Eğer siz Erzurum ve Sivas Kongrelerine Amerikan mandasını talep ettirecek olursanız, Amerika da Osmanlı mandasını kabul edecektir” demişler; Paşa, bunu bendenize izah ettikten sonra, bu milletin bir harbe daha kudreti kalmadığından ve her halde böyle bir çareye tevessül mecburiyetinde bulunduğumuzdan bahsetti ve Sivas’a gittiğim zaman oradakilere bu vaziyeti anlatmaklığımı tavsiye buyurdu. İzzet Paşa’nın kanaati de bu suretle talep edilecek bir mandanın yüzde doksan ihtimal-i kabulü bulunduğu ve yalnız bizim için birtakım şerâit dermeyanı zarurî olduğu merkezindedir. Hatta Paşa, Amerika için milletin arzusuna istinâd etmeden mandayı kabul etmek mümkün olmadığından, Kongre’miz tarafından izhâr edilecek arzunun Avrupa devletlerine karşı Amerika lehinde bir nokta-i istinâd olacağını da söyledi. Bendeniz bu meseleyi İstanbul’dan şifre ile Erzurum’da Rauf Bey’e bildirdim.” “Mandanın cisminden ziyade ismine itiraz edenler beyhude telâş ediyorlar, kelimenin ehemmiyeti yoktur. Ehemmiyet, işin hakikatinde ve mahiyetindedir. Manda altına girdik demeyelim de isterlerse (devlet-i ebed-müddet olduk!) diyelim.”
Bu son söze cevap verenler meyânında Hüsrev Sami Bey’in şu sedası işitildi: “Fakat bizim bu mesâiden maksadımız, kendimizi müdafaa ile millet-i ebed-müddet olduğumuzu isbât etmektir!” Hâmi Bey, buna, bir ricât ima eder tarzda cevap verirken, Kara Vasıf Bey söz aldı ve o günkü ictimâın nihayetine kadar beyânâtta bulundu. Vasıf Bey’in uzun sözlerinin kısasını, zabıtnâmede aynen mazbût olan şu cümlelerle enzâr-ı âliyenize vaz’ ediyorum: “Bütün devletler bizi tamamen müstakil bile bırakacaklarını söyleseler yine müzâherete muhtacız. (Vasıf Bey sözlerinin mebâdisinde mandaya, müzâheret ismini verelim demişti). Dört yüz ilâ beş yüz milyon lira borcumuz var. Bu parayı kimse kimseye bağışlamaz; bize bunu ödeyiniz, diyecekler. Halbuki bizim vâridatımız bunun faizine bile kâfi değildir. O zaman müşkil bir vaziyette kalacağız. Bunun için müstakil yaşamaya vaziyet-i maliyemiz müsait değildir. Sonra, yanı başımızda, bizi taksim etmeyi emel edinmiş hükümetler var. Onların ihtirâsâtına karşı mahvoluruz! Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar tayyare ile havada uçuyorlar, biz henüz kağnı arabasından kurtulamıyoruz. Onlar dretnot yapıyor, biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz; bu haller ile bugün istiklâlimizi kurtarsak bile yine günün birinde bizi taksim ederler.” Vasıf Bey hitabesini şu sözlerle bitiriyordu:
“…………… İstanbul’daki Amerikalılar (mandadan korkmayınız, Cemiyet-i Akvâm Nizamnâmesi’ne dahildir) diyorlar. İşte bütün bu esbâba mebni İngiltere’yi kendimize daimî düşman ve Amerika’yı da ehven-i şer addediyorum. Eğer tasvip ederseniz buradan İstanbul’daki mümessile bir mektup yazıp gizlice bir heyet göndermek için bir torpido isteyebiliriz”.
Eylül’ün dokuzuncu Salı günkü ictimâda, manda meselesine temas eden Rauf Bey’in mazbût beyânâtı aynen şudur: “Bu manda meselesi hakkında şimdiye kadar gerek matbûat ve gerekse sâir tarafından birçok sözler söylendi. Vâkıâ heyet-i âliye, müzâheret-i hariciye esasını kabul buyurdu ise de bu müzâhereti kimden isteyeceğimiz tasrih edilmedi; Amerika olduğu ima tarîkiyle anlatılıyorsa da benim kanaatimce doğrudan doğruya zikrinde bir mahzur olamaz.”