Efendiler, Hamit Bey, 14 Temmuz 335 tarihinde Samsun’dan bana şu kısa telgrafı yazmıştı:
Azlolunduğumu mevsûkan haber aldım. Şu bir iki gün zarfında vürûduna intizâr ediyorum. Müteakiben İstanbul’a gideceğimi arz eylerim.
Refet Bey’in kumandayı terk etmiş olmasından müteessir iken aynı günde mühim bir noktada kendisinden fedakârâne bir vaziyet me’mûl ettiğimiz diğer bir arkadaşın da, sanki tabii şerâit dahilinde bulunuyormuşuz gibi, gayr-i kabil-i tefsir bir zihniyet göstermekte olmasına muttali oluyorum. Hamit Bey’e 15 Temmuz 335 tarihinde, şöyle bir telgraf yazıldı:
Kardeşim Hamit Bey, sizin yerinize İbrahim Ethem Bey’in tayin olunduğunu haber aldık. Refet’e yazdım ve birleşerek beraberce dahile doğru gelmenizi ricâ ettim. Bilmem hangi mülâhaza-i emniyet, size İstanbul’a gitmek fikrini telkin ediyor. Bundan mâadâ, biz kıymetli arkadaşlarımızı Dersaadet’ten Anadolu’ya çekip çıkarmaya ve bu vechile ciddî vatanperverânı mahrum-ı âmâl etmemeye çalışırken, siz bu hareketinizle, lâakal mahsûr bir muhîte giriyorsunuz. Biz hiç câiz görmedik. Refet’e mülâki olunuz. Ya Sivas civarında birlikte kalırsınız veyahut müreffehen bizim nezdimize gelirsiniz. Cevâb-ı kat’î bekleriz (Vesika: 34).
Beş gün sonra (20 Temmuz 335) Canik Mutasarrıfı Hamit Bey’in Samsun’dan gelen telgrafı şu idi:
Bizans’ın mütezâyid rezaletleri karşısında meyus olan millet, şarktan bir şule-i ümit bekliyor.
Buralara ve buradakilere öyle hayalî şekil ve vücutlar veriyorlar ki acaba bir şey var mı diye ben de şüpheleniyorum. Kayıtsızlığımdan utanıyorum.
Fi’l-hakika uyumuyoruz. Bir şey yapmak istiyoruz. Fakat bu şeyin şekil ve nazariyâtıyla uğraştığımıza, uzun yollar intihap ettiğimize kaniim. Zamanın, hâlin intizâra tahammülü yoktur. Memleketin vaziyeti, dakikadan dakikaya fenalaşıyor. Binâenaleyh efkârımızı telhis, ef’âlimizi tesrî’ iktiza ediyor. Bu hususta, benim hatırıma gelen şudur:
Aynı zamanda her taraftan zât-ı şâhâneye bir telgraf çekelim. On aydan beri gözü önünde, ale’l-ekser kendi arzu ve hevesi dahilinde cereyân eden rezaletler delâletiyle nereye sürüklenmekte olduğunu gören milletin herçi-bâd-âbâd mukadderâtını ele almaya karar verdiğini ihtar ve kırk sekiz saat zarfında, milletin itimâdını hâiz bir kabine teşkil ve meclis-i müessisânın daveti taht-ı karara alınmadığı takdirde, ne kendisini ve ne de hükümetini tanımadığımızı ilâve edelim. Bunda hiçbir müşkil yok, an’anevi boyun kırmaktan müteessir olmayan millet, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin, Efendim.
Beş gün evvel, azl olunduğu takdirde İstanbul’a gideceğini arz eden Canik mutasarrıfının bu telgrafını, biraz mütehevvirâne yazılmış olmakla beraber, karar ve faaliyet telkin eder bir mahiyette bulduğunuzu tahmin etmek isterim.
Mutasarrıf Bey, milletin bir şule-i ümit beklediği yerde, acaba bir şey var mı diye şüpheleniyor.
Bizi, ne yapmak istediğini bilmeyen, şekil ve nazariyâtla uğraşan şaşkınlar zannediyor. Efkârı telhis, ef’âli tesrî’ için yapılacak şeyi de söylüyor. Eğer bundan sonra bütün nokta-i nazarlarındaki adem-i isabeti tebârüz ettiren çirkin bir fikri izhâr etmese idi iyi ederdi.
Efendiler, tarih “an’anevî boyun kırmaktan müteessir olmayan millet, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin!” fikir ve ictihâdında bulunanların dûçâr oldukları akıbetler ve ukubetlerle doludur. İdare adamlarının, bilhassa millet adamlarının, böyle sakîm ve merdûd zihniyetlere asla kapılmamaları lâzımdır. Hamit Bey bu telgrafında, bizim Refet Bey’le beraber dahile çekilmesi hususundaki iş’ârımıza asla temas etmiyor.
Hamit Bey’in bu telgrafına 21 Temmuz 335 tarihinde verdiğimiz bir cevapta: “İnşallah her şey olacaktır. Yalnız, milletin itimâdını hâiz bir kabine teşkil etmek için evvelâ o kabinenin istinâd edebileceği bir kuvveti vücuda getirmek lâzımdır. O da, vilâyât-ı şarkiye kongresinin ve onu müteakiben de, Sivas umumî kongresinin in’ikadıyla olacaktır” dedik.