Nutuk/18. bölüm/Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve en hain dimağların mahsulü olan programı
Muhterem Efendiler, “komplo” bahsini izahta ve komplonun Meclis dahilindeki safhasını tasvirde, ehemmiyetsiz gibi telâkki olunabilecek bazı teferruata temas ettim. Bunda beni mazur göreceğinizi ümit ederim.
Hatıra gelir ki her hükümetten, her zaman istîzâh yapılır. Bir istîzâha bu kadar ehemmiyet vermek câiz midir? Arz etmeliyim ki mevzu-i bahis olan istîzâh, normal bir istîzâh değildi. Komplonun bir safha-i mahsusası idi. Bu istîzâh sahnesinden sonradır ki muhâlifler maskelerini atmaya mecbur edildiler. Ma’lûm olduğu vechile “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” diye bir fırka teşkil ettiler. Bu fırkanın, gizli eller tarafından çizilen programını da ortaya attılar.
“Cumhuriyet” kelimesini telaffuzdan dahi içtinap edenlerin, Cumhuriyet’i, doğduğu gün, boğmak isteyenlerin, teşkil ettikleri fırkaya “Cumhuriyet” ve hem de “Terakkiperver Cumhuriyet” unvanını vermeleri, nasıl ciddî ve ne dereceye kadar samimî telâkki olunabilir?
Rauf Bey ve arkadaşlarının teşkil ettikleri fırka, muhafazakâr unvanı altında meydana çıksaydı, belki manası olurdu. Fakat bizden daha ziyade Cumhuriyetçi ve bizden daha ziyade terakkiperver olduklarını iddiaya kalkışmaları, bi’t-tabi doğru değildi.
“Fırka efkâr ve i’tikadât-ı diniyeye hürmetkârdır.” düstûrunu bayrak olarak eline alan zevâttan hüsn-i niyete intizâr olunabilir midi? Bu bayrak, asırlardan beri cahil ve mutaassıpları, hurafe-perestleri iğfal ederek hususî maksatlar temînine kalkışmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, asırlardan beri nihayetsiz felâketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıklar istilzam eden, mülevves bataklıklara hep bu bayrak gösterilerek sevk olunmamış mıydı?
Cumhuriyetçi ve terakkiperver olduklarını zannettirmek isteyenlerin, aynı bayrakla ortaya atılmaları, dinî taassubu galeyâna getirerek milleti, Cumhuriyet’in, terakki ve teceddüdün tamamen aleyhine teşvik etmek değil midi? Yeni fırka, efkâr ve i’tikadât-ı diniyeye hürmetkârlık perdesi altında, biz hilâfeti tekrar isteriz, biz yeni kanunlar istemeyiz, bizce mecelle kâfidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler, biz sizi himaye edeceğiz; bizimle beraber olunuz. Çünkü Mustafa Kemal’in Fırkası hilâfeti lâğvetti. İslâmiyet’i rahne-dar ediyor. Sizi gâvur yapacak, size şapka giydirecektir, diye bağırmıyor muydu? Yeni fırkanın kullandığı formül, bu irticakârâne feryâdlarla dolu değildir denilebilir mi?
Bakınız Efendiler, bu formül tarafdârlarından birinin daha çok evvel (10 Mart 1923 tarihinde) maslûb Cebranlı Kürt Halit Bey’e yazdığı mektuptaki şu cümlelere: “Âlem-i İslâm’ın mâ-bihi’l-bekası olan esâsâta hücum” ediyorlar. “Bu husustaki teşrihatımızı arkadaşlara da okudum. Hepsinde tezyîd-i gayreti mûcib oldu.” “Garba temessül etmek, tarihimizi, medeniyetimizi kaybeylemek” i zarurî kılar. “... Hilâfet müessesesini yıkmak, lâ-dinî bir hükümet tesisini düşünmek, hep istikbâl-i İslâm’ı tehdit edecek âmilleri vücuda getirmekten başka bir netice veremez.”
Efendiler, vakayi ve hâdisât dahi izhâr ve isbât etti ki “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” programı en hain dimağların mahsulüdür. Bu fırka, memlekette su-i kastçıların, mürtecilerin tahassungâhı, ümid-i istinâdı oldu. Haricî düşmanların, yeni Türk Devleti’ni, taze Türk Cumhuriyeti’ni mahvetmeye ma’tûf plânlarının sühûlet-i tatbikatına hizmete çalıştı. Tarih, (mürettep, umumî, irticaî) olan Şark İsyanı, esbâbını tetkik ve taharri ettiği zaman, onun mühim ve bâriz sebepleri meyânında “Terakkiperver Cumhuriyet Fırka”sının dinî mevâîdini ve şarka gönderdikleri kâtib-i mes’ûllerinin teşkilât ve tahrikâtını bulacaktır.
Hatırat defterini (nafile ve teheccüd namazlarının) sevabından bâhis hadislerle dolduran, bu kâtib-i mes’ûl, şark vilâyetlerimizde tahrikât-ı diniyede bulunurken, fırkasının programını tatbik etmiyor muydu? Masum halka, beş vakit namazdan mâadâ, geceleri de fazla namaz kılmayı vaaz ve nasihat etmek, belki de ömründe namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vâki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?
Efendiler, yaptığımız inkılâbın vüs’at ve azameti karşısında, eski hurafat ve müessesatın birer birer sukutunu gören mutaassıp ve irticakâr anâsır, “efkâr ve i’tikadât-ı diniyeye hürmetkâr” olduğunu ilân eden bir fırkaya ve bâhusus bu fırkanın içinde isimleri şöhret bulmuş zevâta dört el ile sarılmaz mı? Yeni fırka yapan zevât bu hakikati müdrik değil midirler? O halde, ellerine aldıkları din bayrağı ile millet ve memleketi nereye götürmek istiyorlardı? Böyle bir suale verilmesi lâzım gelen cevap da hüsn-i niyet, gaflet, kayıtsızlık gibi sözler memleketi terakkiye îsâl edeceğim diye ortaya atılan bir fırka rüesâsı için mazeret teşkil edemez!
Efendiler, yeni fırka, unvan ittihâz ettiği “Terakki” ve “Cumhuriyet” namlarının zıdd-ı tâmlarıyla inkişaf etmiştir. Bu fırkanın rüesâsı, hakikaten mürtecilere ümit ve kuvvet vermiştir. Buna misâl olarak arz edeyim: Ergani’de, usâtın valiliğini kabul eden maslûb Kadri, Şeyh Said’e yazdığı bir mektupta: “Millet Meclisi’nde, Kâzım Karabekir Paşa’nın Fırkası, ahkâm-ı şer’iyeye riayetkâr ve dindardır. Bize müzaheret edeceklerine şüphe etmem. Hatta Şeyh Eyüp* nezdinde bulunan kâtib-i mes’ûlleri, fırkanın nizamnamesini getirmiştir..” diyor. Şeyh Eyüp de muhakemesi sırasında: “Dini kurtaracak yegâne fırkanın, Kâzım Karabekir Paşa’nın teşkil ettiği fırka olup, ahkâm-ı şer’iyeye riayet edileceğinin, fırka nizamnamesinde ilân edildiğini” söylemiştir.
Efendiler, “Terakkiperver!” ve “Cumhuriyet” kelimelerini kullanarak, bize ve münevverân-ı millete karşı din bayrağını gizlemek tedbirinde bulunanlar, memlekette umumî irtica ve isyan yapmak için dahil ve hariçte tertipler ve teşvikler yapmakla meşgûl olanların mevcudiyetinden bihaber farz olunabilirler mi? Yeni fırkaya dahil olanların, tekmil azası mevzu-i bahis olmasa bile, dinî mevâîdi, muvaffakiyet için müessir-i âmil kabul eden ve buna dair formülü nizamnamelerine idhâl eden kimseler, memlekete müteveccih, şahıslarımıza müteveccih su-i kastlardan bihaber kabul edilemezler!
İsyanın vukuundan aylarca mukaddem, memleketin şurasında burasında yapılan hafî ictimâlardan ve “Cemiyet-i Hafiye- i İslâmiye” teşkilâtından, İstanbul’da Nakşibendî meşayihinin yaptığı ictimâda, ihzâr edilecek kıyâma müzaheret vaad edildiğinden ve nihayet millî hudutlarımızın haricinde bulunup, Şark İsyanı’nı tahrik edenlerin beyannamelerinde Kâzım Karabekir Paşa’nın Fırkası’ndan ümit ile bahsolunduğundan** haberdâr olmadıklarını farz edelim. Fakat Fethi Bey Hükümeti zamanında, bizzat Fethi Bey vasıtasıyla, kendilerine, fırkalarının muzır ve isyan ve irticaa müşevvik vaz’ ve mahiyetinde olduğu bildirildiği zaman olsun, hakikati mütâlaa ve müşahede etmeleri lâzım gelmez miydi? Hükümetin ve benim, pek hâlisâne olarak bu ihtaratımızdan sonra olsun hakikati anlamaları ve ona göre hareket eylemeleri icap ederdi. Onlar, bilakis bu defa da “efkâr ve i’tikadât-ı diniyeye riayetkârız” klişesini, büsbütün aksi manada tefsire kalkıştılar. Güya, ma’lûm formül ile nazarlarında, her dinin ve her din sâlikinin efkâr ve i’tikadâtına riayetkâr olduğunu ifade etmek... geniş hürriyetperver olduklarını anlatmak istiyorlarmış... Efendiler, bu tarz-ı harekete dürüst, samimî denemez!
Politika âleminde, birçok oyunlar görülür. Fakat mukaddes bir mefkûrenin tecellisi olan Cumhuriyet-i idâreye, asrî harekete karşı cehil ve taassup ve her nev’î husûmet ayağa kalktığı zaman bilhassa terakkiperver ve Cumhuriyetçi olanların yeri, hakikî terakki ve Cumhuriyetçi olanların yanıdır. Yoksa mürtecilerin ümit ve faaliyet menbaı olan saf değil...
Ne oldu Efendiler?! Hükümet ve Meclis, fevkalâde tedbirler almaya lüzum gördü. Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkardı. İstiklâl Mahkemelerini faaliyete geçirdi. Ordunun sekiz dokuz seferber fırkasını, uzun müddet te’dîbata hasretti. “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” denilen muzır teşekkül-i siyasîyi sed etti.