Efendiler, Sakarya muzafferiyetinden sonra, garp ile olan müsbet ve neticeli temas ve münasebetimizi, Ankara İtilâfnamesi teşkil eder. Bu İtilâfname, Ankara’da, 20 Teşrinievvel 337-921’de imza edilmiştir. Bu hususta mücmel bir fikir vermek için, kısa bir izahta bulunayım.
Bekir Sami Bey Heyet-i Murahhasası’nın, gittiği Londra Konferansı’nı müteakib, malûmunuz olduğu vechile İkinci İnönü zaferiyle neticelenen Yunan taarruzu, bertaraf edilmişti. Bir zaman için, askerî vaziyette sükûn hâsıl oldu. Rusya ile Moskova Muâhedesi akdedilmiş ve şarktaki vaziyetimiz vuzûh kesbetmişti. İtilâf Devletleri’nden de millî esâsâtımıza riayetkâr olabileceklerle anlaşmak şâyân-ı arzu mütâlaa edilmekte idi. Bilhassa, Adana, Ayıntap ve havalisini ecnebi işgalinden kurtarmak bizce mühim görülmekte idi.
Muhtelif esbâbdan dolayı, Suriye’den mâadâ bu bahsettiğim vilâyetlerimizi taht-ı işgalinde bulunduran Fransızların da bizimle anlaşmaya mütemayil oldukları anlaşılmakta idi. Gerçi, Bekir Sami Bey’in Mösyö Briand’la yaptığı, hükümet-i milliyemizce gayr-i kabil-i kabul itilâfname reddolunmuş idiyse de ne Fransızlar ve ne de biz, idâme-i muhâsamâta hâhiş-ker bulunmuyorduk. Bu sebeple tarafeyn, yekdiğeriyle temas aramaya başladı. Fransa Hükümeti, nüzzar-ı sâbıkadan Mösyö Franklin Bouillon’u, evvelâ gayr-i resmî olarak, Ankara’ya göndermişti. 9 Haziran 337 tarihinde Ankara’ya muvâsalat eden Mösyö Franklin Bouillon ile Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey ve Fevzi Paşa Hazretlerinin huzurlarıyla bizzat iki hafta kadar müzâkerâtta bulundum.
Biribirimizi tanımakla geçen hususî bir mülâkattan sonra, 13 Haziran 37 Pazartesi günü Ankara istasyonundaki daire-i mahsusamda akdettiğimiz ilk ictimâda, müzâkerâtımıza bir nokta-i hareket tayini lüzumundan bahsederek müdâvele-i efkâra başladık. Ben, bizim için nokta-i hareketin, Misak-ı Millî muhteviyâtı olduğu esasını vaz’ ettim.
Mösyö Franklin Bouillon, prensipler üzerinde münakaşa etmenin müşkilâtını dermeyan ederek, Sevr Muâhedesi’nin bir emr-i vâki olarak mevcut olduğunu söyledikten sonra, Londra ’da Bekir Sami Beyle Mösyö Briand’ın yaptıkları itilâfnameyi esas ittihâz etmek ve bu itilâfname muhteviyâtının, Misak-ı Millî’ye muhâlif olan noktaları üzerinde, münakaşada bulunmak münasip olacağı mütâlaasını serd etti. Bu teklifin de haklı olduğunu teyiden, Londra’ya giden murahhaslarımızın Misak-ı Millî’den bahsetmediklerini ve Misak-ı Millî’nin ve hareket-i milliyenin, değil Avrupa’da, henüz İstanbul’da bile takdir edilmemiş olduğunu zikretti.
Ben, verdiğim cevaplarda dedim ki: “Eski Osmanlı İmparatorluğu’ndan yeni bir Türkiye Devleti vücuda gelmiştir. Bunu tanımak lâzımdır. Bu yeni Türkiye, her müstakil millet gibi hukukunu tanıtacaktır. Sevr Muâhedesi, Türk milleti için o kadar meş’ûm bir idam kararnamesidir ki onun bir dost ağzından çıkmamasını talep ederiz. Bu mükâlememiz esnasında dahi Sevr Muâhedesi’ni telaffuz etmek istemem. Sevr Muâhedesi’ni, dimağından çıkarmayan milletlerle, itimat esasına müstenid muâmelâta girişemeyiz. Bizim nazarımızda böyle bir muâhede yoktur. Londra’ya giden Heyet-i Murahhasamız Reisi, bundan bahsetmemiş ise verdiğimiz talimat ve salâhiyet dairesinde hareket etmemiş demektir. Hata irtikâb etmiştir. Bu hata yüzünden, Avrupa ve bilhassa Fransa efkâr-ı umumiyesinde ma’kûs tesirler hâsıl olduğu görülüyor. Bekir Sami Bey’in gittiği yoldan hareket edersek, biz de aynı vechile hata etmiş oluruz. Avrupa’nın Misak-ı Millî’den haberdâr olmamasına imkân yoktur. Avrupa, Misak-ı Millî tâbirini öğrenmemiş olabilir. Fakat senelerden beri kan döktüğümüzü gören Avrupa ve bütün dünya, şu kanlı mücadelâtın neden ileri geldiğini elbette düşünmektedirler. Misak-ı Millî ve hareket-i milliye hakkında İstanbul’un haberdâr olmadığına dair beyânât, doğru değildir. İstanbul halkı, bütün Türk milleti gibi, hareket-i milliyeye vâkıf ve onun tarafdârıdır. Gayr-i vâkıf ve aleyhdâr görünen zât ve tevâbii, mahdûd ve milletçe malûmdur”.
Franklin Bouillon, Bekir Sami Bey’in talimat ve salâhiyeti haricinde hareket etmiş olduğuna dair olan beyânâtım üzerine dediler ki bundan bahsedebilir miyim? Beyânâtımı istediği yerlere i’lâm ve hikâye edebileceğini söyledim. Mösyö Franklin Bouillon, Bekir Sami Bey itilâfnamesinden ayrılmamak için serd-i mazeret ederken, Bekir Sami Bey’in bir Misak-ı Millî olduğundan ve onun hudûdu haricine çıkamayacağından bahsetmediğini ve eğer bahsetseydi o zaman ona göre görüşülüp icabı gibi hareket olunabileceğini, fakat şimdi meselenin müşkil olduğunu tekrar etti. Efkâr-ı umumiye, bu Türkler, murahhasları vasıtasıyla, bundan niçin bahsetmemişler, şimdi yeni yeni meseleler çıkarıyorlar diyeceklerdir.
Nihayet, uzun müzakere ve münakaşalardan sonra, Mösyö Franklin Bouillon, evvelâ Misak-ı Millî’yi okuyup anladıktan sonra görüşmek üzere, müzakerenin tehirini teklif etti. Ondan sonra Misak-ı Millî’nin maddeleri baştan nihayete kadar birer birer okunarak müzakere ve münakaşaya devam olundu. En çok tevakkuf olunan nokta, kapitülasyonların lâğvını, istiklâl-i tâmmımızı talep eden madde üzerinde vuku buldu. Mösyö Franklin Bouillon, bu mesâilin şâyân-ı tetkik ve teemmül olduğunu dermeyan etti. Ben, bu noktaya cevap verdim. Söylediklerimin hulâsası, şu idi: “İstiklâl-i tâm, bizim bugün, deruhde ettiğimiz vazifenin ruh-ı aslîsidir. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı deruhde edilmiştir. Bu vazifeyi deruhde ederken, kabiliyet-i tatbikiyesi hakkında şüphe yok ki çok düşündük. Fakat bi’n-netice hâsıl ettiğimiz kanaat ve iman, bunda, muvaffak olabileceğimize dairdir. Biz, böyle işe başlamış adamlarız. Bizden evvelkilerin irtikâb ettikleri hatalar yüzünden, milletimiz, lâfzen mevcut zannolunan istiklâlinde, mukayyed bulunuyordu. Şimdiye kadar Türkiye’yi, cihan-ı medeniyette kusurlu gösteren neler mutasavver ise, hep bu hatadan ve hep bu hataya tebaiyetten neş’et etmektedir. Bu hataya tebaiyetin neticesi, mutlaka memleket ve milletin bütün haysiyetinden ve bütün kabiliyet-i hayatiyesinden tecerrüd ve tebâüd etmesini mûcib olabilir. Biz, yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. Bir hataya tebaiyet yüzünden bu evsâftan mahrum kalmaya tahammül edemeyiz. Âlim, cahil, bilâ-istisna, tekmil efrâd-ı milletimiz, belki içinde mündemiç müşkilâtı tamamen idrâk etmeksizin, bugün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve fakat sonuna kadar kanını akıtmaya karar vermiştir. O nokta, istiklâl-i tâmmımızın temîni ve idâmesidir.
İstiklâli tâm denildiği zaman, bi’t-tabi siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, harsî ve ilh... her hususta istiklâl-i tâm ve serbestî-i tâm demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklâlden mahrumiyet, millet ve memleketin, mana-yı hakikîsiyle bütün istiklâlinden mahrumiyeti demektir.
Biz, bunu temîn ve istihsal etmeden sulh ve sükûna mazhar olacağımız kanaatinde değiliz. Şeklen, usûlen sulh yapabiliriz. İtilâf yapabiliriz. Fakat istiklâl-i tâmmımızı temîn etmeyecek olan bu gibi sulhlar ve itilâflarla milletimiz hiçbir vakit hayatına ve sükûnete mazhar olmayacaktır. Belki, maddî mücadelesini terk ederek harabîye sürüklenmeye müsaade etmiş olacaktır. Eğer, milletimiz, buna razı olsaydı, bunu kabul istidadında bulunsaydı, iki seneden beri mücadele etmeye hiç de lüzum yoktu. Daha mütarekenin ferdasında sükûna geçmek mümkün olabilirdi.”
Mösyö Franklin Bouillon, bu beyânâtım karşısında, ciddî ve samimî olarak mülâhazat ve mütâlaatta bulundu ve en nihayet bunun zaman meselesi olduğu kanaatini izhâr etti.
Efendiler, Mösyö Franklin Bouillon ile mühim ve tâlî mesâil üzerinde günlerce ve günlerce müdâvele-i efkârda bulunduk. Netice olarak bir birimizi fikirleriyle, hisleriyle, meslekleriyle anlamak müyesser oldu zannederim. Fakat Fransa Hükümeti’yle Türk Hükümet-i milliyesi arasında, kat’î itilâf noktaları tespit edilebilmek için biraz daha zamanın geçmesi zarurî oldu. Neye intizâr olunuyordu? İhtimal ki Türk mevcudiyet-i milliyesinin Birinci ve İkinci İnönü’nden sonra daha büyücek bir eserle teyid edilmiş olmasına!... Fi’l-hakika, Mösyö Franklin Boullion’un karar-ı kat’îye iktirân ettirip imza eylediği Ankara İtilâfnamesi, Sakarya melhame-i kübrasından 37 gün sonra, arz etmiş olduğum gibi, 20 Teşrinievvel 337’de vücut bulmuş bir vesikadır. Bu itilâfname ile siyasî, iktisadî, askerî ilh... hiçbir hususta istiklâlimizden hiçbir şey feda etmeksizin eczâ-yı vatanımızın kıymetli parçalarını işgalden tahlîs etmiş olduk. Bu İtilâfname ile âmâl-i milliyemiz, ilk defa olarak düvel-i garbiyeden biri tarafından, tasdik ve ifade edilmiş oldu.
Mösyö Franklin Bouillon, bundan sonra da birkaç kere Türkiye’ye gelmiş, Ankara’da ilk günlerde meyânemizde teessüs eden dostluk hissiyâtını izhâra vesile aramıştır.