Efendiler; bu takririm suret-i haktan görünerek teklifatta bulunanların muzmerrâtını meydan-ı aleniyete çıkarmaya vesile teşkil etti. Derhal itirazat başladı. Bir defa, Başkumandanlık unvanını veremeyiz, dediler. O, Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyet-i maneviyesinde mündemiçtir. Başkumandan Vekili, denilmelidir.
Saniyen; Meclis’in salâhiyetini istimâl etmek gibi bir imti-y âzın itası asla mevzu-i bahis olamaz, mütâlaasında bulundular.
Ben, pâdişâh ve halifeler tarafından tevcîh olunagelmiş köhne bir unvanı takınamayacağımı, ifa edeceğim vazife, fiilen Başkumandanlık olduktan sonra bu unvanı olduğu gibi tevcîhten ictinâba mahal bulunmadığını serd ederek, nokta-i nazarımda ısrar ettim. Vaziyetin, Meclis’in takdir ve izah ettiği gibi fevkalâde olduğuna göre benim de ittihâz edeceğim mukarrerât ve tatbik edeceğim icrââtın fevkalâde olması lâzım geleceğine şüphe yoktu. Tasavvurât ve kararlarımı, serî ve şedîd bir surette mevki-i fiil ve tatbike koymak zarureti vardı. icrâ Vekilleri Heyeti’nden, Meclis’ten istîzânlarla, teehhürâta meydan vermeye vaziyet müsait olmayabilirdi. Bütün memlekete ve memleketin bütün menâbiine şâmil olması lâzım gelen evâmir ve tebligatım için, her umûrun vekilinden veyahut Vekiller Heyeti’nden rey ve mezuniyet almak, benim ifa edeceğim Başkumandanlıktan me’mûl fevâidi temîn edemezdi. Onun için bilâ-kayd ü şart emir verebilmeli idim. Bunun için de Büyük Millet Meclisi’nin salâhiyeti, benim şahsiyetime izafe olunmalıydı. Bunu, muvaffakiyet için zarurî görüyordum. Onun için bu noktada ısrar ettim.
Salâhattin Bey, Hulusi Bey gibi birtakım mebuslar, Meclis salâhiyetini bir şahsa vermekle atâlete dûçâr olacağından, milletten aldığı vekâleti, başkasına devretmeye mezun bulunmadığından ve esasen orduya kumanda edecek zata, Meclis salâhiyetinin tevdîi mevzu-i bahis olamayacağından ve buna lüzum olmadığından bahsettiler. Meclis’in salâhiyetini istimâl edebilecek bir zat tarafından, mebusların şahsen emin olamamaları ihtimalinden de bahsedenler oldu.
Ben, bu mütâlaatın hiçbirini reddetmedim. Hepsini doğru bulduğumu beyan ettim. Meclis’in bu noktayı çok dikkatle ve ehemmiyetle mütâlaa ve tetkik eylemesini söyledim. Yalnız, şahıslarından korkanların telâşlarına mahal olmadığını beyan ettim. 4 Ağustos’ta mesele bir karara iktirân edemedi. Müzakere, 5 Ağustos 337 günü de devam etti. Bu gün, bazı mebusların, tereddütlerinin iki noktada tekâsüf ettiği anlaşıldı. Birincisi: Meclis mevcudiyetinin herhangi bir şekil ve surette dûçâr-ı akamet edilmesi. İkincisi: Azadan herhangi biri hakkında keyfî, örfî muamele tatbiki...
Bu şüphe ve tereddütleri izâle edecek izâhât ve beyânâtta bulunduktan sonra, yapılacak kanunda da bu hususâta dair kuyûd-ı lâzime dercinin münasip olduğunu dermeyan ettim ve vermiş olduğum takriri buna göre bazı maddelere kalb ederek, bir proje olmak üzere Meclis’e takdim ettim. İşte, bu proje mevâddı üzerinde cereyân eden müzakere neticesinde, 5 Ağustos 37 tarihli, bana Başkumandanlık tevcîhine dair olan kanun çıktı. Bu kanunun ikinci maddesine göre bana verilmiş olan salâhiyet şu idi:
“Başkumandan; ordunun maddî ve manevî kuvvetini azamî surette tezyîd ve sevk ve idâresini bir kat’ daha tarsîn hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin buna müteallik salâhiyetini Meclis namına fiilen istimâle mezundur.”
Bu maddeye nazaran benim vereceğim emirler kanun olacaktı.
Efendiler, bu tevcîhten dolayı, “Meclis’in hakkımda izhâr ettiği itimat ve emniyete lâyık olduğumu az zamanda göstermeye muvaffak olacağım” dedikten sonra, Meclis’ten bazı ricâlarda bulundum: Meselâ; henüz Müdafaa-i Milliye Vekâleti ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti vezâifini uhdesinde bulunduran Fevzi Paşa Hazretlerinin Erkân-ı Harbiye-i Umumiye umûruna hasr-ı mesâi edebilmesi için Dahiliye Vekâleti’nde bulunan Refet Paşa’nın Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ne getirilmesi ve yerine diğer birinin intihâbı.
Bilhassa, Meclis’in ve Heyet-i Vekile’nin dahile ve harice karşı sakin ve çok kuvvetli vaziyet ve manzarasının mahfuziyeti mühim olduğunu ve ufak tefek sebeplerle Heyet-i Vekile’yi sarsmak câiz olmadığını arz ettim. Teklif-i kanunî, aynı günde, celse-i aleniyede okundu. Müstacelen müzakeresi icrâ olundu ve tayin-i esâmi ile reye vaz’ edildi. Müttefikan kabul olundu.
Bu münasebetle irad ettiğim kısa bir hitabenin bir iki cümlesini tekrar etmeme müsaade buyurmanızı ricâ ederim. O cümleler şunlardı:
“Efendiler, zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları behemehâl mağlûp edeceğimize dair olan emniyet ve itimâdım, bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada, bu itminân-ı tâmmımı, heyet-i celîlenize karşı, bütün millete karşı ve bütün âleme karşı ilân ederim.”