Yusuf Kemal Bey henüz avdet etmeden, Düvel-i İtilâfiye Hariciye Nâzırları Konferansı 22 Mart 338-922 tarihinde, Türkiye ve Yunan Hükümetlerine mütareke teklifinde bulundu.
Bu sırada ben, cephede bulunuyordum. Mütareke teklifinden Hariciye Vekâleti Vekili Celâl Bey tarafından haberdâr edildim. Mütareke teklifinin hutût-ı esasiyesi şunlardı: Tarafeyn kıtaatı arasında, on kilometrelik askerden hâli bir saha teşkil edilecek... Kıtaat, insan ve mühimmât itibarıyla takviye edilmeyecek... vaz’ü’l-ceyşte tebdilât yapılmayacak... Malzeme dahi bir yerden bir yere nakledilmeyecek... Ordumuz ve askerî vaziyetimiz, İtilâf Devletleri’nin askerî komisyonlarının murakabe ve teftişine arz edilecek... Bu komisyonların hakemliğini, hulûsla kabul edeceğiz... Muhâsamât, üç ay müddetle tatil edilecek ve müzâkerât-ı evveliye-i sulhiye, tarafeynce kabul edilenciye kadar, üçer aylık müddetle kendiliğinden teceddüd edecek, muhasımeynden biri harekâta geçmek isterse, mütareke müddetinin inkızâsından hiç olmazsa on beş gün evvel taraf-ı diğere ve İtilâf Devletleri mümessillerine ihbar-ı keyfiyet edecek..
Efendiler, Yunanlılar, bu mütarekeyi derhal kabul ettiler. Yunan ordusu Sakarya’da maddeten ve manen mağlûp edilmişti. Bu ordunun yeniden vâsi mikyasta hareket ve taarruz yaparak tecrübe-i tâli’e bir daha kıyâm etmesi müşkil idi. Bunu, bu hakikati anlamak elbette herkesçe mümkün olmuştu. Yunan ordusunu yeniden netice-i kat’iye verecek harekâta sevk etmek mümkün olamayınca, bizim de bir seneye yakın bir zamandan beri ihzârıyla meşgûl olduğumuz ordumuzu atâlete sevk etmek, hükümet-i milliyeye ümitler vererek, intizâr içinde bırakmak ve bu suretle geçecek zaman zarfında, hükümet-i milliye ve ordumuzu gevşetmek cidden mühim bir tedbir idi. Binâenaleyh İtilâf Devletleri’nin, Anadolu’yu tahliye ve şark-ı karîb meselesini hal maksadıyla olduğunu, ifade eyledikleri bu mütareke şerâitini ciddiyetle tetkik ettik.
Evvelâ, Ankara’da bulunan Heyet-i Vekile ile makine başında, muhabere ile müdâvele-i efkâr ettik. İstanbul’daki memurumuz vasıtasıyla Hariciye Vekâleti’nden Düvel-i Müttefika mümessillerine verilmesini tensîb ettiğimiz ilk cevap şu idi:
Mütareke teklifini hâvi notayı 23/24 Mart 338 tarihli telgrafnamenize zeyl olarak bugün 24 Mart 338 saat .... te aldım. Muhteviyâtının, ordunun vaziyetine taalluku itibarıyla Heyet-i Vekile’ce ve icap ederse Meclis’çe, mevki-i müzakereye konmadan evvel, cephede bulunan Başkumandan’ın mütâlaasını bildirmesi için müşarünileyhe yazdım. Keyfiyeti mümessillerin arzuları vechile mümkün olduğu kadar kısa bir zamanda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin cevâbını iblâğ edeceğimi mümessillere bildiriniz efendim.
24 Mart 338 tarihinde Heyet-i Vekile Riyâseti’ne şu mütâlaamı bildirdim:
Esas itibarıyla, Düvel-i Müttefika Hariciye Nâzırlarının müştereken yaptıkları mütareke teklifine karşı, red ile mukabele etmek veya herhangi bir şekil ve surette adem-i temâyül veya adem-i itimat hissi verecek tarzda mukabelede bulunmak, doğru değildir. Bilakis mütareke teklifini hüsn-i telâkki etmek lâzımdır. Binâ enaleyh vereceğimiz cevap, menfî değil, müsbet olacaktır. Düvel-i Müttefika’da hüsn-i niyet yok ise, bi’n-netice menfî muamele onlardan vâki olmalıdır. Biz, yalnız onların teklif ettiği şerâiti kabul edemeyeceğimizden mukabil şerâit dermeyan edeceğiz.
Ertesi gün ajans ve telgraflar da notadan bahsederek şu havadisi neşrediyorlardı:
...Şark-ı karîbde sulhu iade etmek ve yeniden can ve mal zayi etmeden, Asya-yı Sugrâ’nın tahliyesi maksadına ma’tûf olduğu zannedilen işbu teklifin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nce hüsn-i telâkki edildiği ve Düvel-i Müttefika’nın hüsn-i niyet ve vaz’-ı bî-tarafîsine emniyet ederek, Hükümetçe müsbet cevap verilmesi me’mûl-i kavî bulunduğu, Hükümet mahâfilince ifade olunmaktadır. Mezkûr teklifin makul ve kabil-i tatbik şerâiti muhtevi ve sulhun bir an evvel avdetini temîn edecek kısa müddetle mukayyed olmasını temenni ederiz.
Heyet-i Vekile’nin, verilecek cevâbın Avrupa’da bulunan Hariciye Vekilimizin avdetine ta’lîki mütâlaasına verdiğim cevapta bu intizâra lüzum olmadığını bildirmekle beraber cevap hakkındaki umumî kararımı da şu suretle hulâsa ettim:
Mütareke teklifini par prensip kabul ediyoruz. Ancak ordunun ikmâl ve ihzârından bir an geri kalınmayacaktır. Ordumuzun dahiline ecnebi kontrol heyetleri sokmayacağız. Mütarekeyi, tahliyenin icrası için kabul etmek esasları dairesinde kabil-i tatbik ve icrâ şartlar dermeyan edeceğiz. Mütareke ile beraber tahliyenin başlaması en mühim şartı teşkil edecektir.
Mart’ın 24. günü makine başında, ben notaya verilecek olan cevâbı, Heyet-i Vekile’ye bildirdim. Heyet-i Vekile de Ankara’da hazırladıkları bir cevap suretini bana bildirmişlerdi. İki cevap suretleri arasında bazı farklar görüldü. Nihayet 24/25 Mart gecesi Heyet-i Vekile ile Sivrihisar’da birleşerek, cevâbî notayı bi’l-müzakere tespit etmeye karar verdik.
Efendiler, İstanbul’daki memur-ı mahsusumuzun, Hariciye Vekâleti’ne keşîde ettiği 25 Mart tarihli şifre telgrafına nazaran, memur-ı mahsusumuz Tevfik Paşa ile görüşmüş... Tevfik Paşa, mümessillerin, pâdişâhın hükümetine verdikleri aynı notayı Ankara’ya tebliğ ederek alınacak cevâbın kendilerine bildirilmesini ricâ ettiklerini söylemiş. Memurumuz Tevfik Paşa’ya hakk-ı kelâmın yalnız mütareke teklifi hususunda mı yoksa umum mesâilde mi Ankara’ya ait olduğunu sormuş, Tevfik Paşa buna cevap vermemiş. Memurumuzun, İzzet Paşa’dan ne gibi haberler aldığı sualine, Tevfik Paşa şu cevâbı vermiş: İzzet Paşa yakında konferansın in’ikad edeceğini ve her halde ifrata varılmamasını bildiriyor.