Mesnevi (Konuk)/1. Defter/851-900
851. Hava, toprak, su ve ateş bendedirler. Benim ve senin ile ölü, Hak ile diridirler.
852. Hakk'ın huzûrunda ateş dâimâ kıyâmdadır; âşık gibi gece ve gündüz dâimâ cansızdır.
853. Çakmak ve taşı demire vurursun, dışarıya sıçrar; emr-i Hak ile dışarıya ayak basar.
854. Nefis demirini ve hevâyı birbirine vurma; zîrâ bu ikisi, erkek ve kadın gibi doğururlar.
855. Çakmak taşı ve demir, sebeb geldi velâkin ey iyi adam, sen daha yukarıya bak!
856. Zîrâ bu sebebi, o sebebden meydana getirdi. Sebebsiz sebeb hiç kendiliğinden olur mu?
857. Ve o sebebler ki, peygamberlere rehberdirler; o sebebler, bu sebeblerden daha yüksektir.
858. Bu sebebi, o sebeb âmil eder; ba'zan dahi semeresiz ve âtıl eder.
859. Bu sebeb-i sûrîye akıllar mahrem geldi; ve o sebeblere peygamberler mahremdir.
860. Bu sebeb, Arabçada ne olur? Resen "ip" de! Bu kuyuya bu ip, üslûb ile geldi.
861. Çıkrığın dönmesi, ipin illetidir; çıkrığı çevireni görmemek hatâdır.
862. Bu cihânın sebeblerinin iplerini, sakın ve sakın fikirsiz felekten bilme!
863. Tâ ki felek gibi sıfır ve ser-gerdân kalmıyasın. Tâ ki beyinsizlikten çıra gibi yanmayasın.
864. Havâ, Hakk'ın emrinden ateş olur; Hakk'ın şarâbından her ikisi de sarhoş geldiler.
865. Ey oğul, eğer göz açarsan hilim suyunu da ve gazab âteşini de Hak'dan görürsün.
866. Eğer rüzgârın cânı Hak'dan âgâh olmasa idi, Âd kavminin arasını nasıl tefrîk ederdi?
867. Hûd, mü'minlerin etrâfına bir çizgi çekti; rüzgâr oraya erişirdi, latîf olurdu.
868. Her kim ki o hattan hâriç idi, hepsini havada parça parça ederdi.
869-870-871. Nitekim Şeybân-ı Râî, namaz vakti cemâata gittiği vakit, kurt oraya tecâvüz etmemek için, koyun sürüsünün etrâfına zâhiren bir hat çekerdi; hiçbir kurt o hattın içine gitmezdi; bir koyun da o nişandan dönmezdi.
872. Kurdun hırs rüzgârı ve koyunun hırsı, Allah adamının dâiresine bağlandı.
873. Ecel rüzgârı da âriflere böyledir; o nesîm-i Yûsuf gibi yumuşak ve hoştur.
874. Ateş İbrâhîm'i dişliyemedi; çünkü Hakk'ın güzîdesi ve seçmesi olursa, onu nasıl ısırır?
875. Ehl-i dîn, şehvet ateşinden yanmaz; bâkîleri yerin dibine kadar götürmüştür.
876. Denizin dalgası Hakk'ın emriyle koştuğu vakit, Mûsâ'nın ehlini Kıbtîden fark etti.
877. Fermân eriştiği vakit, toprak Kârûn'u, altını ve tahtı ile kar'ına çekti.
878. Su ve çamur Îsâ (a.s.)'ın nefesinden otladığı vakit kanat açtı ve kuş oldu.
879. Senin tesbîhin su ve çamur buhârı oldu; gönül sıdkının üfürmesinden cennet kuşu oldu.
880. Tûr Dağı, Mûsâ'nın nûrundan raksa gitti ve kâmil sûfî oldu ve noksandan kurtuldu.
881. Eğer dâğ-ı azîz sûfî oldu ise, ne aceb! Mûsâ'nın cismi de bir kerpiçten idi.
882. O çıfıt şâh, bu acâibi gördü; ona ancak istihzâ ve ancan inkâr oldu.
883. Nasîhatçılar dediler ki, hadden tecâvüz etme; inâd merkebini bu kadar sürme!
884. Nasîhat edenlerin ellerini bağladı ve tevkîf etti; zulmü birbirine bitiştirdi.
885. İş buraya erişince: "Ey köpek ayağını sıkı bas ki, bizim kahrımız erişti" diye nidâ geldi.
886. Ondan sonra o ateş kırk arşın alevlendi; halka oldu ve o çıfıtları yaktı.
887. Onların aslı, ibtidâdan ateş idi; nihâyetde de kendi asıllarına gittiler.
888. Hem o tâife ateşten doğmuş idiler; cüz'lerin yolu, küll tarafına olur.
889. Mü'min yakıcı bir ateş idiler ve bu kadar! Onların ateşi çöp gibi kendilerini yaktı.
890. Aslı hâviye olan kimsenin, muhakkak zâviyesi de hâviye olur.
891. Çocuğun anası onu arayıcıdır; asıllar fer'lerin izindedir.
892. Eğerçi, sular havuz içinde mahbûstur, havâ onu neşf eder, zîrâ erkânîdir.
893. Kurtarır, azar azar ma'denine kadar götürür; hattâ sen onun götürmesini görmezsin.
894. Ve bu nefes, böylece bizim canlarımızı azar azar dünyâ habsinden çalar.
895. Kelimât-ı tayyibe, O'na kadar suûd eder; bizden Allâh'ın bildiği mahalle kadar çıkar.
896. Bizim nefeslerimiz, bizden dâr-ı bakâya tuhfe olarak tahâretle urûc eder.
897. Ondan sonra makâlin mükâfâtı, celâl sahibi tarafından rahmet olarak, bize onun iki katı gelir.
898. Bundan sonra abd, nâil olduğu şey cinsinden olan şeye nâil olmak için, bizi onun emsâline ilcâ eyler.
899. İşte böylece dâimâ çıkar ve iner. Bu, onun üzerine kâim olarak aslâ zâil değildir.
900. Fârisî söyliyelim; ya'ni bu çekiş, o zevkin geldiği tarafdan gelir.