Mesnevi (Konuk)/1. Defter/51-100

51. İlâçtan ve devâdan her ne yaptılar ise, hastalık ziyâde ve hâcet nâ-revâ oldu.
52. O câriyecik, hastalıktan kıl gibi oldu. Şâhın gözü kanlı yaştan ırmak gibi oldu.
53. Kazâdan sirkengebîn safrâyı çoğalttı; bâdem yağı kuruluk gösterdi.
54. Helîleden kabz oldu, ıtlâk gitti. Su ateşe neft yağı gibi yardım etti.

Pâdişâh nezdinde câriyenin tedâvîsinden, hekîmlerin aczi zâhir olması ve
pâdişâhın dergâh-ı Hakk'a yüz çevirmesi ve pâdişâhın, mübeşşir-i gaybîyi rü'yâsında görmesi ve
tabîb-i ilâhîyi bulması ve onun murâdının hâsıl olması


55. Vaktâki pâdişâh o hekîmlerin aczini gördü, yalın ayak mescid tarafına koştu.
56. Mescide gitti, mihrâb tarafında oldu. Secde yeri şâhın göz yaşından su dolu oldu.
57. Vaktâki fenâ gark-âbından kendine geldi; medh ve senâda güzel lisan açtı.
58. Ey Allah'ım! senin hakîr ihsânın, cihânın mülküdür. Ben ne söyliyeyim, sen gizliyi bilirsin.
59. Ey dâimâ bizim hâcetimize penâh olan, biz diğer def'a yolu yanlış yaptık.
60. Fakat, vâkıâ ben senin sırrını bilirim, onu zâhirinde de çabuk peydâ et, dedin.
61. Vaktâki can içinden figân getirdi, atâ denizi kaynamağa geldi.
62. Ağlama esnâsında onu uyku kaptı. O rü'yâda gördü ki, bir pîr yüz gösterdi.
63. Dedi: Ey şâh müjde! Hâcetin revâdır. Eğer sana yarın bir garîb gelirse, bizdendir.
64. Vaktâki gelir; o hekîm-i hâzıktır; onu sâdık bil ki, o emîn ve sâdıktır.
65. Onun ilâcında te'sîr-i azîmi gör; onun mizâcında Hakk'ın kudretini gör!
66. Vaktâki va'de zamânı geldi ve gündüz oldu; güneş şarktan yıldız yakıcı oldu.
67. Sırda gösterdikleri o şeyi görmek için, şâh pencerede muntazır idi.
68. Bir şahsı, bir cevher dolu fâzılı, gölge arasında bir güneşi gördü.
69. Uzaktan hilâl gibi erişir idi. Yok idi ve hayâl şekli üzere var idi.
70. Rûh içinde hayâl yok gibi olur; sen cihânı bir hayâl üzerinde gidici gör.
71. Onların sulhları ve kavgaları bir hayâl üzerinedir; ve onların fahrları ve ârları bir hayâldendir.
72. O hayâller ki, evliyânın tuzağıdır; Hudâ'nın bostanı meh-rûlarının aksidir.
73. O bir hayâli ki, şâh rü'yâda gördü; misâfirin yüzünde zâhir gelmekte idi.
74. Şâh hâciblerin yerine öne gitti; o gaybî olan misâfirin huzûruna kendi gitti.
75. Her ikisi deryâya mensûb olup, yüzgeçlik öğrenmiş idi; her iki rûh dikilmeksizin dikilmiş idi.
76. Dedi: Benim mâ'şûkum sen idin; o değil. Fakat âlemde iş, işten kalkar.
77. Ey hekîm, sen bana Mustafâ gibisin; ben de Ömer gibiyim. Senin hizmetin için kemer bağladım.

Sâhib-i tevfîk olan Hak Teâlâ'dan bilcümle hallerde
edebe riâyete tevfîk taleb etmek hakkında ve
edebsizliğin zararlarının vehâmeti beyânındadır


78. Hudâ'dan edebe tevfîk isteyelim; edebsiz, Rabb'in lutfundan mahrûm oldu.
79. Edebsiz fenâyı yalnız kendisi için tutmadı; belki bütün âfâka ateş vurdu.
80. Gökten baş ağrısız, satımsız ve alımsız mâide erişir idi.
81. Mûsâ'nın kavmi içinde edebsiz olan birkaç kimse, hani sarmısak ve mercimek? dediler.
82. Sofra ve göğün ekmeği kesildi; bizlere ekin ekmek ve bel bellemek ve orak zahmeti kaldı.
83. Tekrâr Îsâ vaktâki şefâat etti, Hak, sofra ve tabak üzerinde ganîmet gönderdi.
84. Yine edebsizler edebi terk ettiler; dilenciler gibi, sofra artıklarını kaldırdılar.
85. Îsâ: Bu dâimdir ve yeryüzünden eksik olmaz, diye onlara yalvardı.
86. Sû'-i zan etmek ve hırs getiricilik, bir büyüğün ni'met sofrası önünde küfür olur.
87. O görmemiş, dilenci yüzlülerden, hırstan dolayı, o rahmet kapısı onlar üzerine kapandı.
88. Zekâtın men'inden dolayı bulut zâhir olmaz ve zinâdan cihetlere vebâ düşer.
89. Sana zulmetlerden ve gamdan her ne gelirse, o dahi korkusuzluktan ve edebsizliktendir.
90. Her kim dost yolunda korkusuzluk ederse, o erlerin yol vurucusu ve nâmerdidir.
91. Bu felek, edebden pür-nûr olmuştur; melek edebden pâk ve ma'sûm geldi.
92. Güneşin tutulması küstâhlıktan oldu; bir Azâzil cür'etden dolayı kapıdan koğuldu.

Rü'yâsında mülâkâtı ile müjdelemiş oldukları
tabîb-i ilâhî ile pâdişâhın mülâkâtı


93. Gönlünde ve canında tuttuğu aşk gibi, elini açtı ve onu kucakladı.
94. Onun elini alnını öpmeğe başladı ve makâmdan ve yoldan sormağa başladı.
95. Sora sora onu sadra kadar çekti; nihâyet sabr ile bir hazîne buldum dedi.
96. Dedi: Ey Hakk'ın hediyesi ve zahmetin dâfi'i; ve sabır, sürûrun anahtarıdır kelâmının ma'nâsı.
97. Ey hekîm-i ilâhî! Senin mülâkâtın, her suâlin cevâbıdır. Müşkil, kıyl u kâlsiz senden hall olur.
98. Gönlümüzde olan her şeyin tercümânısın; her kimin ayağı çamurda ise, elini tutucusun.
99. Hoş geldin, ey seçilmiş, ey râzı olunmuş olan! Eğer sen gâib olur isen, helâk gelir, sahrâ daralır.
100. Sen kavmin efendisisin; seni istemeyen, eğer vaz geçmezse, muhakkak helâk olur.