Mesnevi (Konuk)/1. Defter/451-500
451. Şükre et ve muhakkak şükr edenlere bende ol; onların huzûrunda öl, bâkî ol!
452. Vezîr gibi yol vuruculuktan sermâye yapma; halkı namazdan alıkoyma!
453. O kâfir olan vezîr, dînin nâsihi olmuş; o hîleden, helva içine sarmısak katmış idi.
454. Her kim ki sâhib-i zevk idi, onun sözünden acılıkla tev'em bir lezzet gördü.
455. O karışık nükteler söylüyor idi; şeker şerbetinin içine bir zehir dökmüş idi.
456. Zâhirinde, yolda çevik ol diyordu; ve arkasından cana, tenbel ol diyordu.
457. Gümüşün zâhiri, vâkıâ beyaz ve yenidir; velâkin el ve elbise ondan siyahlanır.
458. Ateş vâkıâ alev cihetinden kırmızı yüzlüdür; sen onun fiili cihetinden siyehkârlığına bak!
459. Vâkıâ, şimşek nazara bir nûr gösterir; fakat gözü çalması hâssıyyetindendir.
460. Her kim ki, âgâh ve sâhib-i zevkın gayri idi, onun sözü, onun boynunda gerdanlık gibi oldu.
461. Şâhın hicrânında altı sene müddet, vezîr Îsâ'ya tâbi' olanlara melce' oldu.
462. Halk kâmilen dînini ve gönlünü ona teslîm etti; onun emrinin ve hükmünün önünde halk ölüyordu.
463. Şâh ile vezîrin arasında muhâbereler var idi. Şâhın ona gizli âramları, va'dleri vardı.
464. Şâh, ey makbûlüm, vakit geldi, çabuk benim gönlümü fâriğ kıl, diye ona mektûb yazdı.
465. Ey şâh, şimdi dîn-i Îsâ'ya fitneler ilkâ etmek işi içindeyim, diye cevâb verdi.
466. Zabt ve hükûmetde kavm-i Îsâ'nın hâkimi on iki bey idi.
467. Her bölük bir beye tâbi' olup, tama' cihetinden kendi beyine kul olmuş idi.
468. Bu on iki bey ve onların kavmi, o bed-nişân olan vezîre kul olmuş idiler.
469. Hepsinin i'timâdı onun sözüne, hepsinin iktidâsı onun reftârına idi.
470. Eğer o öl dese idi, her bey onun huzûrunda derhal can verirdi.
471. Her birinin nâmına bir risâle yaptı; her risâlenin münderecâtı başka bir meslek idi.
472. Her birinin hükümleri başka türlü idi; nihâyetinden bidâyetine kadar bu, onun hilâfı idi.
473. Birisinde riyâzeti ve açlığı ve tövbeyi ve tövbe şartını esas yapmış.
474. Birisinde riyâzet fâideli değildir; bu yolda sehâvetden başka mahall-i necât yoktur demiş.
475. Birisinde demiş ki, senin açlığın ve sehâvetin, senden ma'bûduna karşı şirk olur.
476. Tevekkülden ve teslîm-i tamâmdan gayrisi, gam ve râhatta hep mekr ve tuzaktır.
477. Birisinde demiş ki, vâcib olan çalışmaktır; yoksa tevekkül düşüncesi kabâhattır.
478. Birisinde de demiş ki, vârid olan emir ve nehyler, işlemek için değildir, aczimizin şerhidir.
479. Tâ ki onlarda kendi aczimizi görelim; o zaman onun kudretini bilelim.
480. Birisinde demiş ki, kendi aczini görme, âgâh ol ki o acz, küfrân-ı ni'metdir.
481. Kendinde olan kudrete bak ki, bu kudret ondandır. Kudretini, hüviyyet-i eşyâ olan O'nun kudreti bil!
482. Birisinde de demiş ki, bu ikisinden de geç! Nazara sığar her şey put olur.
483. Birisinde demiş ki: Bu ışığı söndürme; zîrâ nazar cem' için ışık gibi geldi.
484. Nazardan ve hayâlden geçtiğin vakit, vuslat ışığını gece yarısı söndürmüş olursun.
485. Birisinde demiş: Söndür; korkma, tâ ki nazarın yüz bin bedelini göresin.
486. Zîrâ söndürmekten canın ışığı ziyâde olur; senin Leylâ'n, sabrından Mecnûn olur.
487. Her kim zühdünden dolayı dünyâyı terk ederse, onun önüne dünyâ ziyâde yaklaşır.
488. Birisinde demiş ki, Hak sana verdiği şeyi, hakk-ı îcâdda sana tatlı yaptı.
489. Sana kolay yaptı, onu hoş tut; kendini yürek ağrısına bırakma!
490. Birisinde de demiş ki, kendi muktezânı bırak; zîrâ o senin tab'ının kabûlü merdûd ve fenâdır.
491. Muhtelif yollar, kolay olmuştur; her birine bir millet can gibi olmuştur.
492. Eğer Hakk'ın kolay yapması, yol olaydı, her yahûdî ve mecûsî ondan âgâh olurdu.
493. Birisinde dahi demiş ki, müyesser olan o olur ki, gönlün hayâtı canın gıdâsı ola.
494. Tab'ın zevki olan her şey, geçtiği vakit, çorak yer gibi ekinin başağını çıkarmaz.
495. Onun hâsılı ancak pişmanlık olur; onun bey'i de ziyandan başka bir şey getirmez.
496. O âkıbetinde müyesser olmaz; onun adı âkıbet muasser olur.
497. Sen muasseri, müyesserden açık bil! Âkıbet bunun ve onun cemâline bak!
498. Birinde demiş ki, bir üstâd taleb et! Âkıbet görücülüğü hasebde bulamazsın.
499. Her türlü millet âkıbeti hasebde gördüler; şübhesiz dalâletin esîri oldular.
500. Âkıbeti görmek, el örgüsü değildir; yoksa dinlerde ihtilâf olur mu idi?