Mesnevi (Konuk)/1. Defter/301-350
301. Cihânda acı deryâ ve tatlı deryâ vardır; aralarında bir berzah vardır ki birbirine tecâvüz etmezler.
302. Bil ki, bunun her ikisi, bir asıldan akar; bu her ikiden geç de, onun aslına kadar git!
303. Kalp altını ve hâlis altını ayârda aslâ miheksiz, i'tibâr cihetinden bilemezsin.
304. Hudâ-yı müteâl her kimin cânına mihek koydu ise, o her yakîni şekden açık bir sûretde bilir.
305. Dirinin ağzına bir çöp girse, onu çıkardığı vakit râhat eder.
306. Binlerce lokmanın içinde bir küçük çöp zuhûr ettiği vakit, dirinin hissi idrâk eder.
307. Dünyâ hissi, bu cihânın merdivenidir; hiss-i dînî ise göğün merdivenidir.
308. Bu hissin sıhhatini tabîbden isteyiniz; o hissin sıhhatini habîbden isteyiniz.
309. Bu hissin sıhhati tenin ma'mûrluğundandır; o hissin sıhhati, bedenin tahrîbindendir.
310. Cânın yolu, cismi virân eder; o vîrânlıktan sonra ma'mûr eder.
311. Hey... aşk-ı meâlde hânumânını ve mülk ü mâlını bezl eden ne saâdetli bir cândır.
312. Altın hazînesi için evini yıktı ve yine hemân o defîneden daha ma'mûr yaptı.
313. Suyu kesti ve ırmağı temizledi; ondan sonra ırmağa içilecek suyu akıttı.
314. Deriyi yardı ve okun temrenini çıkardı; ondan sonra onun yerine tâze deri bitti.
315. Kal'ayı yıktı ve kâfirden aldı; ondan sonra onun üzerine yüz burc ve sed yaptı.
316. Bî-çûnun işine kim keyfiyyet verebilir? Bu, benim söylediğim zarûret verir.
317. Gâh öyle ve gâh böyle görünür. Dînin işi hayranlıkdan başka bir şey değildir.
318. Arkası Hak tarafına olan öyle hayran değil; belki dostun garkı ve sarhoşu olan böyle hayrandır.
319. O birinin yüzü dost tarafına ve bu birinin yüzü, nefsin yüzünedir.
320. Her birinin yüzüne bak da, dikkat et! Câiz ki sen huzûrdan yüz tanıyıcı olursun.
321. Çünkü çok adam kılıklı İblîs vardır; binâenaleyh her ele el vermek câiz değildir.
322. Zîrâ o kuş tutucu avcı, kuşu aldatmak için ıslık çalar.
323. O kuş kendi cinsinin sesini işitir, havadan gelir; tuzağı ve iğneyi bulur.
324. Alçak olan adam, bir selîm üzerine o efsûndan okumak için, dervişlerin kelâmını çalar.
325. Merdlerin işi nûrâniyyet ve hamiyyettir; alçakların işi hîle ve hayâsızlıktır.
326. Dilenmek için, yünden arslan yapar; Ebû Müseylem'e de Ahmed lakabını verir.
327. Ebû Müseylem'in lakabı "yalancı" kaldı; Muhammed'in lakabı ise "Ulü'l-elbâb" kaldı.
328. O şarâb-ı Hak'dır, onun hâtimesi hâlis miskdir; bâdenin hatmi ise kokmuş azâbdır.
329. Îsâ'nın düşmanı ve nasrânîyi helâk eden zâlim bir yahûdî pâdişâhı var idi.
330. Ahd-i Îsâ idi ve növbet onun ânı idi. Mûsâ'nın canı o ve onun canı da Mûsâ idi.
331. Şâh, Hak yolunda şaşı idi; o iki ilâhî arkadaşı ayırdı.
332. Üstâd, bir şaşıya dedi ki: İçeriye gel; haydi o şişeyi evden dışarı çıkar!
333. Şaşı dedi: O iki şişeden hangisini önüne getireyim, îzâh et!
334. Üstâd dedi: O şişe iki değildir; haydi şaşılığı bırak ve çok görücü olma!
335. Ey usta! Bana darılma, dedi. Usta dahi, o ikiden birini kır, dedi.
336. Vaktâki birini kırdı, gözünden her ikisi gitti. Adam, şehvet ve gazabdan şaşı olur.
337. Şişe bir idi, onun gözüne iki göründü. O şişeyi kırınca, diğeri de mevcûd olmadı.
338. Gazab ve şehvet âdemi şaşı eder; âdemi doğruluktan çevirir.
339. Garaz gelince, hüner mestûr kalır; gönülden göz tarafına yüz perde olur.
340. Hâkim gönlünde rüşvete karar verdiği vakit, mazlûm-ı zaîfden, zâlimi tanıyabilir mi?
341. Şâh böyle çıfıtça olan kîninden şaşı oldu ki, artık el-amân yâ Rab el-amân!
342. Ben dîn-i Mûsâ'nın melcei ve muîniyim diye, yüz binlerce mü'min ve mazlûmu öldürdü.
343. Onun yol kesici, hîlekâr bir vezîri vâr idi ki, hîleden suyu bile düğümler idi.
344. Dedi ki: Hıristiyanlar canlarını muhâfaza ederler, pâdişâhdan dinlerini saklarlar.
345. Onları öldürme; zîrâ öldürmenin fâidesi yoktur; dînin kokusu yoktur; misk ve öd ağacı değildir.
346. Yüz kılıf içinde gizli sırdır; onun zâhiri seninledir, bâtını hilâf üzeredir.
347. Şâh ona dedi: Öyle olunca, söyle tedbîr nedir? Ve bu mekrin ve bu tezvîrin çâresi nedir?
348. Tâ ki cihânda ne açık ve ne de gizli dinli bir hıristiyan kalmasın.
349. Dedi: Ey şâh! Kulağımı ve elimi kes; burnumu yar; dudağımı yırt, hükmünü icrâ et!
350. Ondan sonra beni dâr ağacının altına götür; nihâyet beni bir şefâatçi istesin.