Mesnevi (Konuk)/1. Defter/251-300
251. Bir gün efendi evine gitmiş idi; dükkânda tûtî bekçilik etti.
252. Bir sıçan için, ansızın bir kedi dükkân içine sıçradı; tûtîcik de can korkusundan sıçradı.
253. Dükkânın bir tarafından, bir tarafına kaçtı; gül yağı şişelerini döktü.
254. Efendisi, ev tarafından geldi; efendi gibi fâriğ olarak dükkâna oturdu.
255. Dükkânı yağ içinde ve elbisesini yağlanmış gördü; başına vurdu; tûtî darbeden kel oldu.
256. Birkaç günceğiz sözü kesti; bakkal da pişmanlıktan âh etti.
257. Sakalını yolup diyordu ki: Âh yazık ki ni'metimin güneşi bulut altına gitti.
258. Ben o hoş-zebânın başına niçin vurdum? O zaman benim elim kırılmış olaydı.
259. Kuşunun nutku gelmesi için, her dervişe hediyeler veriyor idi.
260. Üç gün, üç geceden sonra dükkânında hayrân ve zâr olarak oturmuş idi.
261. Acabâ bu kuş ne vakit söze gelecektir diye gam ve gussaya dalmış idi.
262. O kuşa, söze gelsin diye, her türlü acîb şeyler gösteriyor idi.
263. Tas ve leğen sırtı gibi, kılsız baş ile bir cavlakî baş açık geçiyor idi.
264. Ansızın tûtî söze geldi; dervîşe bağırıp dedi ki: "Ey filân!
265. Ey kel, neden kellere karıştın? Gâlibâ sen de şişeden yağ döktün?"
266. Onun kıyâsından halka gülme geldi. Zîrâ libâs-ı köhne sâhibini, kendi gibi zannetti.
267. Pâk olanların işini kendinden kıyâs etme; vâkıâ yazmak husûsunda şîr şîre benzer.
268. Bütün âlem, bu sebebden yolunu şaşırdı; az kimse abdâl-ı Hak'dan âgâh oldu.
269. Peygamberler ile berâberlik da'vâsına kalktılar; evliyâyı kendileri gibi zannettiler.
270. İşte biz de beşer, onlar da beşerdir. Bizler ve onlar uykuya ve taâma bağlanmışız, demişlerdir.
271. Onlar körlükten bunu bilmediler; arada nihâyetsiz bir fark vardır.
272. Her iki nevi' arı bir yerden yediler; fakat birinden iğne, diğerinden bal oldu.
273. Her iki nevi' âhû ot yediler, su içtiler. Birinden gübre ve diğerinden hâlis misk oldu.
274. Her iki kamış bir menba'dan su içtiler; bu biri boş ve o biri şekerden dolu.
275. Böyle yüzbinlerce emsâli gör; farklarını yetmiş yıllık yol gör!
276. Bu yer, ondan murdarlık ayrılır; ve o yer, hep nûr-i Hudâ olur.
277. Bu yer, bütün buhul ve hased olur; ve o yer, bütün nûr-i Ahad doğar.
278. Bu temiz yerdir; o, çorak ve fenâdır. Bu, temiz melek ve o, şeytan ve yırtıcı hayvandır.
279. Her iki sûretin birbirine benzemesi câizdir; acı suyun ve tatlı suyun berraklığı vardır.
280. Sâhib-i zevkden başka, lezzetini kim tanır? Tatlı suyu, acı sudan o tanır.
281. Sihri, mu'cizeye kıyâs etmiş; her ikisinin esâsını mekr ü hîle üzerine zanneder.
282. Mûsâ'nın sihirbazları mücâdeleden dolayı, onun âsâsı gibi âsâ tutmuşlardı.
283. Bu âsâdan o âsâya kadar büyük bir fark vardır. Bu amelden, o amele kadar da uzun yol vardır.
284. Bu amelin arkasında Allah'ın la'neti vardır; bu amel için de vefâda Allah'ın rahmeti vardır.
285. Kâfirler kadr ve rif'atde müsâvâta çabalamakta maymun tabiatlıdır. Tab'-ı beşer derûn-i sînede bir büyük âfettir.
286. İnsan her ne yaparsa, maymun dahi, vakit vakit adamdan gördüğünü yapar.
287. O, ben de onun gibi yaptım zanneder; o inâd yüzlü farkını bilir mi?
288. Bu, emirden ve o muhâlefet için yapar; muhâlif yüzlülerin başına toprak saç!
289. Bu münâfık, muvâfıkla berâber namaza, niyâz için değil, muhâlefet ve taklîd için gelir.
290. Namazda ve oruçda ve hacda ve zekâtda mü'minler münâfıklar ile bürd ü mât içindedirler.
291. Mü'minlerin âkıbeti bürd ya'ni galebe olur; münâfıklara ise âhiretde mât ya'ni mağlûbiyet vardır.
292. Vâkıâ her ikisi bir oyunun başı üstündedir; her ikisi birbiriyle Merv'li ve Rey'lidir.
293. Her birisi kendi makâmı tarafına gider; her biri kendi nâmına uygun olarak yürür.
294. Onu mü'min diye çağırırlar; cânı mesrûr olur ve eğer münâfık dersen, ateş kesilir.
295. Onun nâmının mahbûb olması, onun zâtındandır; bunun nâmının mebgûz olması da, onun âfetlerindendir.
296. "Mîm" ve "vâv" ve "mîm" ve "nûn" teşrîf değildir; mü'min lafzı ta'rîfin gayri değildir.
297. Onu münâfık diye çağırdığın vakit, bu aşağı lafız onun içini akrep gibi sokar.
298. Eğer bu ismin cehennemden iştikâkı yok ise, o halde, onda mezâk-ı cehennem olması niçindir?
299. Bu kötü nâmın çirkinliği harften değildir; o deniz suyunun acılığı zarfdan değildir.
300. Onda harf, zarf ve ma'nâ da su gibi geldi. Ma'nâ denizi onun indinde ümmü'l-kitâbdır.