Mesnevi (Konuk)/1. Defter/2851-2900

2851. Şöyle ki, bu dimâğı ezilmiş acabâ kime gülüyor? Acîb bâtıl, acîb çürümüş sebeb!
2852. Ve eğer sen, cüz' külle muttasıldır dersen; diken ye, diken makrûn-ı güldür.
2853. Cüz' bu yüzden külle muttasıl değildir; ve yoksa muhakkak ba's-i rusül bâtıl olurdu.
2854. Mâdem ki peygamberler ulaştırmak içindirler, imdi bir ten oldukları vakit, neyi ulaştırırlar?
2855. Ey gulâm, bu sözün nihâyeti yoktur. Gün vakitsiz oldu, hikâyeyi tamâm et!

Arab'ın hediyeyi, ya'nî testiyi, halîfenin gulâmlarına tevdî' etmesi


2856. O su testisini ileri tuttu; o hazret de hizmet tohumunu ekti.
2857. Dedi ki: Bu hediyeyi o sultâna götürünüz; şâhın sâili için hâcet cinsinden satın alınız.
2858. Tatlı su ve yeni ve yeşil testidir; çukurda toplanmış yağmur suyundandır.
2859. Ondan nakîblere gülme geldi; fakat onu cân gibi kabûl ettiler.
2860. Zîrâ haberli olan güzel şâhın lutfu, bütün erkâna eser etmiş idi.
2861. Şâhların huyu tebeada yer eder; yeşil felek toprağı yeşil yapar.
2862. Şâhı bir havuz gibi, tevâbii de lüleler gibi bil; su lüleden bardaklara cârîdir.
2863. Mâdem ki cümlesinin suyu temiz bir havuzdandır; her birisi latîf zevkli bir su verir.
2864. Ve eğer o havuzdaki su acı ve pis ise, her bir lüle ancak onu zâhire getirir.
2865. Zîrâ ki o lüle havuza muttasıldır; bu havuz kelimesinin ma'nâsına havz et!
2866. Bî-vatan olan can şâhının lutfu, tenin küllüne nasıl eser etmiştir?
2867. Nisbetleri güzel olan hoş tabiatlı aklın letâfeti bütün teni nasıl edebe getirir?
2868. Sükûnsuz, kararsız olan aşk, bütün teni nasıl cünûna getirir?
2869. Deniz suyunun letâfeti ki, kevser gibidir, onun taşının kırıntısı hep inci ve gevherdir.
2870. Her hüner ki, usta onunla ma'rûf oldu, şâkirdlerin canı da onunla mevsûf oldu.
2871. Usûle mensûb olan muallim önünde de, o husûllü zeyrek olan şâkird usûl okudu.
2872. Fakîh olan muallimin önünde de o fıkıh okuyucu, beyânda usûl değil, fıkıh okudu.
2873. Nahvî olan muallimin önünde de şâkirdin canı, ondan nahvî olur.
2874. Kezâ bir üstâd ki, o tarîkın mahvıdır, şâkirdin canı ondan şâhın mahvıdır.
2875. Bütün bu envâ'-ı ilimden ölüm günü, yolun azığı ve düzeni ilm-i fakrdır.

Nahvî ile gemici mâcerâsının hikâyesi


2876. Nahvînin biri gemiye bindi; o hod-perest gemiciye teveccüh etti.
2877. Dedi ki: Sen hiç nahiv okudun mu? Hayır! dedi. Ömrün yarısı fenâya gitti, dedi.
2878. Gemici hiddetten dil-şikeste oldu; fakat o anda cevâbtan sâkit oldu.
2879. Rüzgâr gemiyi bir girdâba düşürdü; gemici o nahvîye bağırıp dedi:
2880. Hiç yüzmek bilir misin söyle? Ey hoş sözlü, güzel yüzlü! Hayır! dedi.
2881. (Gemici) dedi ki: Ey nahivci ömrünün hepsi fenâdır; zîrâ ki gemi, bu girdâbların garkıdır.
2882. Bil ki burada nahiv değil, mahv lâzımdır; eğer sen mahvî isen tehlîkesiz suya sür!
2883. Denizin suyu, ölüyü başı üzere koyar; ve eğer diri olursa, ne vakit deryâdan kurtulur?
2884. Sen beşer vasıflarından öldüğün vakit, esrâr denizi seni başı üzerine koyar.
2885. Ey kimse ki sen halâyıka eşek ta'bîr edersin, bu zaman eşek gibi buz üzerinde kalmışsın.
2886. Eğer sen cihânda zamânın allâmesi isen, işte bu cihânın ve zamânın fenâsını gör!
2887. Size mahv nahvini öğrenmemiz için, nahvî âdemini o cihetten diktik.
2888. Ey yâr-ı şigerf, fıkhın fıkhını ve nahvin nahvini ve sarfın sarfını yoklukta bulursun.
2889. O su testisi, bizim ilimlerimizdir; ve o halîfe, ilm-i Hudâ'nın Diclesidir.
2890. Biz dolu testilerimizi Dicle'ye götürürüz; eğer biz kendimizi eşek bilmez isek, biz eşekleriz.
2891. Bârî, A'râbî ondan ma'zûr idi; zirâ Dicle'den gâfil ve çok uzak idi.
2892. Eğer bizim gibi Dicle'den haberi ola idi, o testiyi, o menzil be-menzil götürmezdi.
2893. Belki Dicle'den âgâh geldiği vakit, o testiyi bir taşın başına vururdu.

Halîfenin hediyeyi kabûl etmesi ve o hediyeden ve o testiden
bî-niyâzlığın kemâli ile berâber atâ buyurması


2894. Vaktâ ki halîfe gördü ve onun ahvâlini işitti, o testiyi altından dolu ve ihsânı ziyâde etti.
2895. O Arabı fâkadan kurtardı; bahşişler ve hâs hil'atler verdi.
2896. İmdi o Kubâd, o bahşiş cihânı ve adl deryâsı nakîblere emir buyurdu.
2897. Ki bu altın dolu testiyi onun eline veriniz; avdet ettiği vakit, onu Dicle tarafına götürünüz.
2898. Kara yolundan gelmiştir; halbuki seferden Dicle yolundan daha yakın olur.
2899. Vaktâ ki gemiye bindi ve Dicle'yi gördü, utanmaktan secde etti ve eğildi.
2900. Dedi ki: Bu Vehhâb olan şâhın acîb lutfu vardır; ve çok taaccüb olunacak şeydir ki, o suyu aldı.