Mesnevi (Konuk)/1. Defter/1351-1400

1351. Ey amcasının yüzü üzerinde bir fenâ ben görmüş olan kimse, o senin beninin aksidir, amcandan ürkme!
1352. Mü'minler birbirinin aynasıdır; bu haberi Peygamber'den getirirler.
1353. Sen gözünün önünde mâvi cam tuttun; o sebebden âlem sana mâvi göründü.
1354. Eğe kör değil isen, bu mâviliği kendinden bil; kendine fenâ de, kimseye fazla söyleme!
1355. Eğer mü'min Allah'ın nûru ile nazar eder olmasa idi, mü'minin gaybını çıplak olarak nasıl görür idi?
1356. Vakta ki sen Allah'ın nârı ile nazar eder oldun, iyiliği fenâlıktan açık göremedin.
1357. Ey hüzün sahibi, azar azar nûru nâra vur; tâ ki nârın nûr olsun.
1358. Ya Rab, sen dahi o temiz sudan vur; tâ ki bu âlemin nârı, cümleten nûr olsun.
1359. Deryânın suyu cümleten senin fermânındadır. Ey Hudâvend, su ve âteş senin ânındır.
1360. Eğer sen istersen âteş lâtif su olur; ve eğer istemezsen, su dahi âteş olur.
1361. Bizdeki bu taleb dahi senin îcâdındır; yâ Rab, zulümden kurtulmak senin ihsânındır.
1362. Bize talebsiz olarak, bu talebi sen vermişsin ve ihsan hazînesini cümle üzerine açmışsın.

Tavşanın, av hayvanları tarafına, arslan
kuyuya düştü diye müjde götürmesi


1363. Vaktâ ki tavşan kurtulmaktan sevindi, av hayvanları tarafına sahrâya kadar koşarak gitti.
1364. Kuyu içinde arslanı âciz olmuş gördü; mer'aya kadar oynayarak raks ederdi.
1365. Ölümün elinden kurtulduğu için, havadaki dal ve yaprak gibi sebz ü raksân olarak el çırpar idi.
1366. Dal ve yaprak, toprak habsinden âzâd oldu; baş kaldırdı, rüzgârın mahremi oldu.
1367. Vaktâ ki yapraklar dalı yardılar, ağacın tepesine kadar isti'câl ettiler.
1368. Onun üzerinde herbir yaprak yeşil dal zebânı ile ayrı şükr-i Hudâ'yı söyler.
1369. Der ki: Bizim gönlümüzü atâ sahibi öyle besledi ki, ağaç kalınlaştı da dosdoğru oldu.
1370. Su ve çamur içinde bağlanmış olan canlar vaktâ ki su ve çamurlardan gönülleri mesrûr olarak kurtulurlar;
1371. Hevâ-yı aşk içinde raksân oldukları vakit, kurs-ı bedir gibi noksansız olurlar.
1372. Cisimleri raks içinde ve canlarını ise sorma! Ve o kimse ki, cân ola, onlardan suâl etme!
1373. Tavşan, arslanı zindanda oturttu. Bir arslana ayıbtır ki, bir tavşandan geri kaldı.
1374. Öyle bir âr içindedir; ve sonra bu acîbdir ki, ona Fahreddîn lakabını söylemelerini ister.
1375. Ey kimse, sen bu kuyunun dibinde yalnız arslan gibisin. Nefis tavşan gibi senin kanını döktü ve içti.
1376. Senin tavşan nefsin, sahrâda otlaktadır; sen ise bu çûn ü çirâ kuyusunun dibindesin.
1377. O arslan tutucu olan tavşan: Ey kavim, müjdeci geldiği vakit, müjdeleyin, diye av hayvanları tarafına koştu.
1378. Müjde, müjde! Ey ıyş düzücü taife ki, o cehennemin köpeği, yine cehenneme gitti.
1379. Müjde, müjde ki, o canların düşmanı yok mu, onun Hâlıkının kahrı dişlerini kopardı.
1380. O kimse ki, pençeden birçok başları ezdi, ölüm süpürgesi onu da çöp gibi süpürdü.
1381. O zaman vuhûşun cümlesi, zevk ve cûş içinde tarabdan şâd u handân olarak toplandılar.

Av hayvanlarının tavşanın etrâfında toplanmaları
ve ona senâ etmeleri


1382. Halka yaptılar, o ortada şem' gibi. Secde getirdiler ve ona dediler ki: Âgâh ol.
1383. Sen âsumâni bir meleksin, yâhut perisin; hayır, sen erkek arslanın azrâilisin.
1384. Her ne isen, bizim canımız senin kurbânındır. Gâlib geldin; elin ve kolun sağ olsun.
1385. Hak bu suyu, senin ırmağında akıttı; senin eline ve koluna âferîn!
1386. Açık söyle, acabâ hileyi nasıl düşündün; o zâlimi hile ile nasıl mağlub ettin?
1387. Açık söyle, tâ ki kıssa dermanlar olsun; açık söyle, tâ ki canların merhemi olsun.
1388. Açık söyle ki, o zulüm göstericinin zulmünden bizim canımızın yüz binlerce yarası vardır.
1389. Dedi ki: Ey büyükler; Hakk'ın teyîdi idi; yoksa cihânda bir tavşan kim oluyor?
1390. Bana kuvvet bağışladı ve gönlüme nur verdi; gönlümün nûru elime ve ayağıma kuvvet verdi.
1391. Tafzîller Hak canibinden erişir; tebdîller de yine Hak'dan erişir.
1392. Hak devir ve nevbet ile bu te'yîdi ehl-i zan ve müşâhedeye gösterir.

Tavşanın, av hayvanlarına: Bununla mesrûr
olmayınız, diye nasîhat vermesi


1393. Âgâh ol, nevbete mensûb olan mülk sebebiyle sevinme; ey nevbete bağlanmış hürlük etme!
1394. O kimse ki, onun mülkünü nevbetden pek yüksek binâ ederler; onun nevbetini yedi yıldızdan daha yüksek ızhâr ederler.
1395. Nevbetden âlî olanlar, bâkî padişahlardır; dâima ruhların sâkîleridir.
1396. Eğer bir iki gün bu şürbün terkine kâil olursan, ağzını şarâb-ı ebedi içinde ıslatırsın.
1397. Ey şahlar, biz dışarıdaki düşmanı öldürdük; içeride ondan beter bir düşman kaldı.

"Küçük harbden, büyük harbe döndük"
hadîs-i şerîfinin tefsiri


1398. Bunu öldürmek, aklın ve zekânın işi değildir; bâtın arslanı tavşanın maskarası değildir.
1399. Bu nefis cehennemdir ve cehennem ejderhâdır ki o denizler ile eksilmez.
1400. Cehennem yedi deryâyı içer; o halk yakıcının harareti eksilmez.