Kemal Kılıçdaroğlu'nun 1 Şubat 2020'de Elazığ Deprem Sunum Toplantısı'nda yaptığı konuşma


Bu eser, Kültürel öneminden Ötürü Türkiye Cumhuriyeti'nde kamuya maledilmiştir ya Fikir Sayılı da 5846 ettik ve Sanat Eserleri Kanunu'na Göre eserin koruma süresi dolmuştur. Kanun'un 27. maddesine göre:

Koruma süresi eser Sahibinin Yaşadığı müddetçe İtibaren 70 yıl devam eder ölümünden ettik.

Sahibinin ölümünden Sonra alenileşen (herkesçe bilinir duruma gelen) eserlerde koruma süresi ölüm Tarihinden Sonra 70 Yıldır.

12. Maddenin Birinci fıkrasındaki hallerde (Sahibinin adı belirtilmeyen eserlerde) koruma süresi, eserin aleniyet Tarihinden Sonra 70 YILDIR; meğer ki eser sahibi bu sürenin bitmesinden Önce Adını açıklamış bulunsun.

İlk eser sahibi tüzelkişi imkb, koruma süresi aleniyet Tarihinden İtibaren 70 Yıldır

Değerli hemşerilerim, acınızı biliyorum, beraber yaşadık. Bu acı sadece sizin acınız değil aslında bu ülkede yaşayan 82 milyonun ortak acısı. Beni mutlu eden nerede bir felaket olsa siyasi görüşü ne olursa olsun, kimliği ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun 82 milyonun bir yürek olmasıdır. Bayrağımızı güzel kılan da budur, vatanımızı güzel kılan da budur.

İlk duyduğumda Sayın Vali’yle görüştüm. Daha o sırada ölüm haberleri valiliğe gelmemişti ilk telefonla görüştüğümde. Sonraki süreç içinde televizyonlarda bazı vatandaşlarımızın hayatlarını kaybettiğini öğrendik. Yaralılar var, çocuklar var, kış şartları… Biz Ankara’da evimizdeyiz ama sonuçta yüreğimiz burada, bu insanlar ne yapıyor, bu karda kışta ne yapıyorlar diye. Sonuçta hepimiz bir araya geldik ve sorunları çözmeye çalıştık, yaraları sarmaya çalıştık. Belediye Başkanlarımız, özellikle bütün 11 Büyükşehir Belediye Başkanımız buraya çok sayıda yardım gönderdi. Bugün ben gelirken de bizim Mersin Büyükşehir Belediye Başkanımız, Adana Büyükşehir Belediye Başkanımız ve Hatay Büyükşehir Belediye Başkanımızla birlikte geldik. Dün beraber Sivrice’den başladık, Sivrice Belediye Başkanımızı ziyaret ettik, Yazıkonak Belediye Başkanımızı ziyaret ettik dertlerini dinledik.

Tabi her Belediye Başkanımızın sıkıntıları var. Özellikle küçük belediyelerin maddi sıkıntıları var. Depremde uğradıkları zararlar var, hasar gören binalar var, vatandaşın uğradığı zararlar var ve bunların bir şekliyle telafi edilmesi isteniyor.

Size şunu söyleyebilirim değerli arkadaşlarım. 50’nin üzerinde tır gönderdi bizim Belediye Başkanlarımız, çok sayıda battaniye, çok sayıda soba… Sayıları var ama onları şimdi okumak istemiyorum. Bütün bunlar, ne ihtiyaç varsa bir şekliyle gönderildi. Birinci arzum şu, bu yardımların mutlaka muhtarlar aracılığıyla yapılması lazım. Çünkü bir mahallede kim fakirdir, kim zengindir, kim zarara uğradı, kimin evi yıkıldı, kim mağdur oldu en iyi oradaki muhtar bilir. Bunu sadece bu toplantıda muhtarlar ağırlıklıdır diye söylemiyorum. Daha önce muhtarlarla yaptığım çok fazla toplantıda devlet sosyal yardımları mutlaka muhtarlar aracılığıyla yapsın diye ısrarla ve ısrarla söylerim. Çünkü mahallenin zenginini de, köyün zenginini de, köyün fakirini de, mahallenin yoksulunu da en iyi bilen muhtardır ve bir de o mahallenin ya da o köyün bakkalıdır. Bu gerçeği hepimiz biliyoruz. Bu bağlamda ben muhtarların bu süreç içerisinde yardımları dağıtmasında birinci derecede rol oynamasını arzu ederim.

Programa başlarken bir slayt gösterisi izledik. Orada yaşlılar da vardı, çocuklar da vardı, gençler de vardı, kadınlar da vardı, erkekler de vardı. Sonuçta bir dram tablosudur. Bu dram tablosunu aşmamız gerekiyor bir şekliyle. Daha sonra hocamız konuştu, jeoloji mühendislerinden, odanın yönetim kurulu başkanı.

Değerli arkadaşlar, belki anlattıklarını yeteri kadar kavrayamamış olabiliriz. Çünkü jeoloji dünyasının kullandığı dille bizim kullandığımız günlük dil arasında fark vardır. Onlar bütün ayrıntıları bilirler. Biz buna devlette liyakat diyoruz. Liyakat nedir? Her işin uzmanına o işi teslim etmek demektir. Yerin altından fay geçiyor, bu fay nereden geçiyor, nerede başlıyor, ne zaman kırılacak, hareketli mi, hareketsiz mi ben bilemem, siz de bilemezsiniz, vali de bilemez, kaymakam da bilemez, general de bilemez, müftü de bilemez. Kim bilir? Bu iş için okuyan, bu iş için yazan, bu iş için yıllarını veren uzmanlar bilir. Onlar bu haritaları çıkarırlar. Denizlerin haritasını başkası çıkarır, yeraltındaki fayların haritasını başkası çıkarır, uzaydaki haritayı başkası çıkarır. Dolayısıyla devlette liyakat dediğimiz kavramın özünde bu yatar. Devlet liyakatle yönetilir, devlet adaletle yönetilir. Liyakatle yönetildiği için adaletle yönetilir. Çünkü devletin temeli adalettir. Devletin dini adalettir. Dolayısıyla adaleti sağlamanın yolu işi ehline teslim etmektir. Bizim eksiğimiz nedir, Türkiye’yi yönetenlerin eksiği nedir, siyaset kurumunun eksiği nedir? Liyakate yeteri kadar değer vermemektir, işi ehline teslim etmemektir. Aslında işi ehline teslim etsek belki daha ciddi felaketler yaşayabiliriz ama can kaybı olmaz. Örnek mi istiyorsunuz? Japonya’ya bakalım, fay hatları bizden daha derin, daha hareketli, bizden daha yüksek depremler oluyor orada ama bir kişinin burnu bile kanamıyor. Niçin? Binalarını ona göre yapıyorlar. O zaman oturup düşünmemiz gerekiyor, bu iş bir siyaset konusu değildir. Bu bir memleket işidir, bu bir vatandaş işidir. Fay hattı üzerinde evi olan her partiden insanımız vardır, her yaşam tarzından insanımız vardır. Ölen bizim insanımızdır. Şu soruyu hep beraber kendi vicdanımıza sormak zorundayız. Uzun süredir depremler yaşıyoruz ve uzun süredir can kaybımız var ve mal kaybımız var. Ben şu soruyu soruyorum, can kaybı var, mal kaybı var peki hangi önlemi alıyoruz? Önlemi almak ayrı, krizi yönetmek ayrı. İki ayrım var; bir önlem almak, iki krizi yönetmek. Ne demek önlem almak? Önlem almak şu, bina yapacaksanız depreme dayanıklı olacak. Efendim ben istediğim gibi bina yaparım. Hayır sen istediğin gibi bina yapamazsın. Depreme dayanıklı olacak, kuralları olacak, ölçüsü olacak ona göre denetlenecek. Kriz yönetimi nedir? Kriz yönetimi de; deprem olur, olur ya bir bina yıkılır, iki bina yıkılır, o yaraları hızla sarmaktır. O da kriz yönetimidir. Bugün bizim yaptığımız kriz yönetimidir, önlem değildir. Önlemi kim almış? Japonya almış. Deprem oluyor hiç kimse hayatını kaybetmiyor, hiç kimse. Peki neden bizde insanlar hayatını kaybediyor? Çünkü önlem almıyoruz arkadaşlar.

Rahmetli Ecevit, büyük Marmara depreminden sonra deprem vergileri kanunu çıkardı niçin? Bizim tarihimizin en büyük depremlerinden birisiydi 99 depremi, on binlerce insan hayatını kaybetmişti, on binlerce insan yaralıydı, on binlerce ev yıkılmıştı. Bunu o günkü bütçeyle yapmak mümkün değildi. Deprem vergileri kanunu çıkarıldı, dendi ki biz bütün bunların hepsini yapacağız. Bir kısmı yapıldı, bir kısmı yapılmadı. Bakın bir örnek vereyim size. Ben doğruları söylediğim zaman bana kızıyorlar niye doğruları söylüyorsun diye. Ben doğruları söylemezsem kendi vatandaşıma saygısızlık etmiş olurum. Örnek vereceğim size, Marmara depreminden sonra Sakarya’da vali oturdu bir rapor hazırladı, bazı okulların depreme dayanıksız olduğunu ve bu okulların yıkılması gerektiğini söyledi. Bu okullar yıkılmadı. Deprem vergileri kanunu çıktı, yine yıkılmadı. En son Salı günü grupta yaptığım toplantıda dedim ki, Sakarya valiliğinin brifing raporunda şu kadar okulun yıkılması gerektiğini, depreme dayanıksız olduğu, o okulların yeniden yapılması için de şu kadar lira paraya ihtiyacımız vardır diye bir rapor yazıyor, vali yazıyor. Niçin bunun gereğini yapmıyorsunuz? Nihayet akşama doğru haber geldi, 17 okulun yıkımına karar verilmiş. 1999 – 2020. 21 yıldır çocuklarımızı nereye gönderdik? Tabutluğa gönderdik. Deprem olsaydı o okullar yıkılsaydı, bir de eğitim döneminde olsaydı ve çocuklarımız hayatını kaybetseydi Allah aşkına ne diyecektik? Üzerinde durduğum nokta budur. Hepimiz vergi veriyoruz eyvallah hepimiz. Sanmayın ki sadece büyükler ödüyor. Çocuk doğduğu andan itibaren vergi öder. 82 milyonuz, 82 milyonumuz da vergi öderiz. Deprem vergisi de ödüyoruz. Özel iletişim vergisi. Dedim ki, bu vergiler ne oldu, yani bu vergilerle ne yaptınız? Yine kıyamet koptu, yine en ağır hakaretlerle karşı karşıya kaldık. Arkadaşlar, bu vergiyi sadece ben ödemiyorum, sadece siz de ödemiyorsunuz vatandaş olan herkes ödüyor bu vergiyi. Bir vergi nereye harcanıyor bunu da bilmek bizim hakkımız, demokrasinin bir gereğidir. Ben vergimi ödüyorsam devleti yönetenlere de soracağım, arkadaş bu vergiyi nereye harcadın? Öyle ya bu benim hakkım. Çünkü devleti yönetenler kendi ceplerindeki parayı harcamıyorlar, bizim paralarımızı harcıyorlar. Demokrasinin çıkış noktası da budur. Ben vergi ödüyorum, ödediğim vergileri nereye harcadın? Yine kıyamet koptu, yine kızdılar, “Sen Van depreminde neler yaptığımızı biliyor musun?” Biliyorum değerli arkadaşlarım, bilmez olur muyum? Van depreminde 644 kişi hayatını kaybetti. 644 vatandaşımız. Deniyor ki oraya 20 milyar dolar, yani 20 katrilyon lira para harcadık. Ne zaman? 644 kişi öldükten sonra. Soru şu, neden 644 kişi ölmeden önce yapmadınız, neden yapmadınız? Ben bu soruyu sordum. Kriz yönetimi ayrıdır, önlem almak ayrıdır. Önlem alırsınız, elinizde olmayan bir nedenle bir olay olur ve krizi yönetirsiniz o zaman.

Bir şey daha… Binaları yaptınız doğru, 20 milyar lira harcadınız doğru, ama hepsini sattınız. Depremzedeler bunları satın aldılar. Yani bunu bilmemiz lazım. Bakın burada, bu toplantıda en önemli vurgulamayı sizin milletvekiliniz yaptı, Gürsel Bey yaptı. Burada bir felaket yaşandı mı? Yaşandı. İnsanlar hayatını kaybetti mi? Kaybetti. Çok zor şartlarda yaşıyorlar mı? Yaşıyorlar. Allah aşkına şöyle bir esnafa bakın, ağızlarını bıçak açmıyor, hepsi sıkıntılı. Ne söyledi? “Elazığ afet bölgesi ilan edilsin” dedi. Niçin? Buna ihtiyacı var Elazığ’ın, çevresinin buna ihtiyacı var. Bunun sağlanması lazım. Bu bir siyasi karar değildir bakın altını çizeyim, bu bir insani karardır, siyasi karar değil insani karardır.

Değerli arkadaşlarım, biz hep birlikte, dediğim gibi bunun siyasi partisi yok, beraber mücadele edeceğiz, parayı yerinde kullanacağız, zamanında kullanacağız, vatandaşa yardım edeceğiz. Dün gece sizin yaşadığınız iki depremi ben de yaşadım. Benzer bir olayı ben Van’da da yaşamıştım. Van’da da bir gece kaldım, eşimle beraber gitmiştim orada da yaşadım. Dolayısıyla biz yaraları sararken vatandaşı mağdur etmeden, zor şartlarla bir araya getirmeden sorunu çözmek zorundayız. Çadırları gördüm. Arkadaşlar, o çadırlarda bu kış günü yaşamanın ne kadar zor olduğunu ben de bilirim, siz de bilirsiniz.

Taziyelere gittim dün. Aileler gerçekten de hala şoku atlatmış değiller. Hele bir aile değerli arkadaşlarım, bir aile Allah sabır versin tabi iki aylık çocuğu, 7 yaşında oğlu, eşi, kayınpederi, kayınvalidesi bir arada vefat ediyorlar. Allah rahmet eylesin tabi. Ağır bir şey, Allah sabır versin dedik, söyleyecek söz bulamıyorsunuz değerli arkadaşlarım. Yaraları sarmak derken yaraları sarmak o kadar kolay değildir. Deprem anında yaşanan acıların yaralarını sarmak kolay değildir. Yaraları sarılması için zamana ihtiyacımız var, yaraların sarılması için insanların sabra ihtiyacı var, insanların sevgiye ihtiyacı var, insanların hoşgörüye ihtiyacı var. Biz bunları yapmak zorundayız, birlikte yapmak zorundayız. Beraber yapabilirsek her şeyi rahatlıkla aşabiliriz.

Bizim üstümüze düşen bir görev olursa, özellikle muhtar kardeşlerime söylüyorum bizim üzerimize düşen bir görev olursa her talebiniz başımızın üstüne. Dediğim gibi üç büyük Belediye Başkanımızla geldik. Diğer Belediye Başkanlarımız da sizin emrinizdedir, Elazığlıların emrindedir. Elazığ’ın benim hayatımda ayrı bir yeri var. Sizler benim hemşerimsiniz, ben sizin kardeşinizim. Ben burada okudum, ticaret lisesini burada bitirdim. Dolayısıyla Elazığ’ın 1960’lı yıllarını bilirim. Elazığ’ın kültürünü, Elazığ’ın müziğini, Elazığ’ın yemeklerini, Elazığ’ın Harput’unu, Elazığ’ın Sivrice’sini, Elazığ’ın çileğini… Hayatımda ilk çileği burada yedim, çileğini, bunları bilirim. Elazığ köklü bir kültürü, köklü bir tarihi içeriyor. Sevecen bir insanı var, hoşgörülü bir insanı var. Dolayısıyla yaşadığınız sorun sadece sizin sorununuz değil hepimizin ortak sorunudur. Ve biz bu ortak sorunu çözmek için birlikte çalışacağız, birlikte mücadele edeceğiz.

Benim sizden istediğim, moralinizi bozmayın. Biliyorum zor şartlarda yaşıyorsunuz, biliyorum sıkıntılarınız var, biliyorum hava koşulları iyi değil ama sonuçta el ele vereceğiz bu sorunları aşacağız. Yeni binalar yapılacak, yapılmalı. Yeni evler yapılacak, yapılmalı.

Bakın, bir şey daha ifade edeyim. Dikkatinizi çekmiştir, evleri yıkılan vatandaşlarımızın yüzde 99,9’u fakir vatandaşlar. Onlara yeni ev yapıldığı zaman parasını sizden alacağız derlerse ya bu adam parayı nereden ödeyecek kardeşim. Taziyeye gitmişiz, ciddi sıkıntı var, talepleri şu, acaba oğlumuza bir iş bulabilir miyiz? Hastaneye gittik, hem üniversite hastanesine gittik hem devlet hastanesine gittik, orada da yaralı kardeşlerimizle, hasta kardeşlerimizle beraber olduk. Orada da şunu gördük, bir baba büyük sıkıntıları var, yanında çocukları var, işim yok, gücüm yok diyor, acaba devlet benim çocuğuma bir iş bulabilir mi diyor.

Bakın değerli arkadaşlar, acının üzerine başka bir acı geliyor, dramın üzerine başka bir dram geliyor. Bizim bunları aşmamız lazım, bizim bu sorunları çözmemiz lazım. Bizim alın terine değer vermemiz lazım, bizim emeğe değer vermemiz lazım, bizim şehrimize, bizim Harput’umuza değer vermemiz lazım. Bizim bayram havası içinde yaşamamız lazım. Çünkü bizim ülkemiz dünyanın en güzel ülkesidir. Üç tarafında denizler var, nehirlerimiz var, göllerimiz var, bereketli ovalarımız var, çalışkan insanlarımız var, taşı sıksa suyunu çıkaracak gençlerimiz var. Peki, nedir bu yaşadıklarımız? Biz bunu hak ediyor muyuz oturup düşünmemiz lazım, birlikte düşünmemiz lazım. Kendi ülkemizde huzur içinde yaşamak istiyoruz. Sizin şehitleriniz de var, Arap Babanız var, Harput bir evliyalar diyarıdır. Bunu siz de biliyorsunuz ben de biliyorum. Yaşadığınız topraklar mübarek topraklardır. O zaman biz bu felaketleri bir şekliyle aşmak zorundayız. Önlemini alırız, her türlü tedbirimizi alırız ondan sonrası tamam Allah’a bağlı. Evimizi sağlam yaparız. Hani derler ya önce sağlam kazığa bağlayacaksın, ondan sonra kadere bırakacaksın. Biz sağlam kazığa bile bağlayamıyoruz. O nedenle hepimizin görevleri var.

Önümüzdeki hafta parlamentoda değerli milletvekiliniz burada ifade ettiği, benim de ifade ettiğim talebi dile getirdi. Ben buradan Sayın Erdoğan’a sadece Elazığlılar için değil Elazığlıların acısını paylaşan 82 milyon vatandaş adına sesleniyorum. Bakın hiçbir siyasi şeyim yok 82 milyon vatandaş adına sesleniyorum. Elazığ’ın afet bölgesi ilan edilmesiyle ilgili bir teklif var, bu teklifi biz verdik. Siz derseniz ki hayır bu teklifi siz vermeyin AK Parti olarak biz vereceğiz, hay hay siz verin, biz teklifimizi çekeriz, siz verin biz sizin teklifinizi destekleriz. Böylece bu sorunu bir şekliyle aşmış oluruz. Bakın çok açık, çok net, çok samimi düşüncelerim bunlar. Bunları ifade ediyorum.

Bu toplantıya katıldığım için, sizlere hitap etme fırsatı bana verildiği için hepinize en içten selamlarımı, sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Ölenlere Allah’tan rahmet diliyoruz, yaralılara acil şifalar diliyoruz. İnşallah onlar da kısa süre içerisinde tedavi olur evlerine dönerler. Bir kişi, “evim yıkıldı, ben buradayım ama buradan çıktıktan sonra nereye gideceğim” demişti Fethi Sekin Hastanesinde bana. Meraklanma demiştim, meraklanma sana da bir yer bulunur, sen de sıcak bir yuvaya gidersin orada olursun, orada oturursun.

Bu vesileyle bir şey daha söylemezsem vicdanen rahat etmiş olmam. İki hastanede de doktorlar gerçekten de özverili çalışıyorlar. Bütün sağlık personeli özveriyle çalışıyor. Orada gördüm, tanığı da oldum. Bütün hastalarla konuştuğumda, herkes ama herkes hemşiresinden doktoruna kadar, sağlık memurundan orada çalışan diğer görevlilere kadar herkese teşekkür ettiler bizlere iyi baktılar diye. Bu vesileyle de o doktor arkadaşlarımıza, iki hastanede çalışan sağlık görevlilerine de yürekten teşekkür etmeyi bir görev addediyorum.

Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum, sağ olun, var olun arkadaşlar.