Gönül Calab'ın tahtı


Miskinlikte buldular, kimde erlik var ise
Merdivenden ittiler, yüksekten bakar ise
Gönül yüksekte gezer, dem-be-dem yoldan azar
Dış yüzüne o sızar içinde ne var ise

Ak sakallı pir hoca, bilemez hali nice
Emek vermesin hacca, bir gönül yıkar ise
Sağır işitmez sözü, gece sanar gündüzü
Kördür münkirin gözü, alem münevver ise

Gönül Calab'ın tahtı, Calap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise
Sen sana ne sanırsan ayruga da onu san
Dört kitabın manası budur eğer var ise

Bildik gelenler geçmiş, konanlar geri göçmüş
Aşk şarabından içmiş, kim mana duyar ise
Yunus yoldan azuban, yüksek yerde durmasın
Sinle sırat görmeye, sevdiği didar ise



Dem-be-dem : Zaman zaman
Münevver : Bilgili, aydın
Calap : ALLAH
Pir koca : İhtiyar
Bedbaht : Talihsiz
Sin : Mezar
Sırat : Cennet yolu
Didar : Allaha kavusma, hakkın yüzü
Ayruk : Başkası
Sanmak : zannetmek, öyle olduğunu düşünmek
Azuban : Yūnus yoldan azuban yüksek yerde ṭurmasun (Divan, 165r/6) az- eylemi ilk kez 8. yüzyılda Yenisey – Elegest ve Begre yazıtlarında “kök teŋride kün ay azdım” ifadesinde yer alır. Eski Türk yazıtlarında az- “ayrılmak, yoldan sapmak, yolunu kaybetmek; ölmek; bağlı bulunan siyasal oluşumun liderinden ayrılmak, başsız kalmak” anlamlarıyla yer aldığı belirtilmiştir (Şirin, 2016: 721). Eski Uygurcanın El Sözlüğü’nde az- “yolunu kaybetmek, şaşırmak, yanılmak, yanlış yola gitmek, kötü yola sapmak, (yolu) bulamamak, yolunu şaşırmak” anlamları verilir. Ayrıca az- mun- “yolunu kaybetmek, yolunu şaşırmak”; az- yaŋıl- “yolunu kaybetmek, yolunu şaşırmak”