Dağlar Seni Delik Delik Delerim'in öyküsü
Erzurum varyantının öyküsü
değiştirEfendim her türkünün bir öyküsü, bir kökeni, bir gözesi vardır. Hiç bir türkü sebepsiz değildir. Her türkünün temelinde muhakkak bir olay, bir sebep bulunur. Bu anlatacağım türkü de çok bilinen, çok tanınan, çok çalınıp söylenen bir türkü. Bu türkünün yakılış hikâyesi çok eskilere dayanır. Taa Aslı ile Kerem'e kadar uzanır. Bilindiği gibi Aslı ile Kerem arasında onulmaz bir sevda yarası vardır; hicran yarası vardır. İşte bu türkü de, Kerem ile Aslı'nın sevda yarasından süzülüp akan acı feryatları anlatır bize...
Bildiğimiz gibi Aslı bir keşiş kızıdır. Kerem ile birbirlerini çok sevmektedirler. Gönül meselesi bu, dağlara bile ferman yazdırır, derler. Kerem'in de gönlü işte böyle bir sevdanın pençesinde kıvranmaktadır. Aslı'nın babası, kızını Kerem'e vermek istemez. Kızını Kerem'e vermemek için türlü bahaneler ortaya koyar ama bunların hiç birine aldırmayan iki sevdalı yürek, kavuşma umutlarını hiç yitirmez... Aslı'nın babası keşiş, son çare olarak kızı, Kerem'den uzak tutmalı. Bunun için de buralardan kalkıp ırak diyarlara gitmeli, diye düşünür.
Cümle alem uykudayken, bir gece yarısı karısını ve kızını alelacele uyandırır. "Kalkın, tez elden her şeyi toplayın, göçüyoruz." der. Ne olduğunu bile anlamayan biçare Aslı, babasının dediklerini yapar. Kerem'e bir türlü haber ulaştıramaz. Babası onu çok hazırlıksız yakalamıştır. Geceleyin göç yüklenir ve uzak diyarlara doğru yola koyulurlar. Gurbete giderler, yani terki diyar ederler. Aslı da iki gözü iki çeşme, o çocukluğunun geçtiği, gönlünde sevgi çınarlarının kök salıp yeşillendiği güzel yurtlara karanlıklar içinde baka baka gider uzak ellere... Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan Kerem, yüreğinde bir burukluk hisseder. "Acep Aslı’mın başına bir hâl mi geldi" diye hemen Aslıgilin evin önünden gelip geçmeye başlar. Bir tuhaflık olduğunu anlar. Konu komşuya sorar. Onlar da durumu anlatırlar... Bundan sonra Kerem de eş dostla helalleşip "Aslı gitmiş. Artık beni bu yerlerde hiç bir şey eyleyemez," deyip bohçasını alıp düşer yollara...
Bir rivayete göre keşiş taa Tebriz dolaylarından Erzurum'a kadar gelmiştir. Keşiş, Erzurum'da biraz kalalım, diye düşünür. Hacılar Hanı denilen bir hana uğrarlar. Burada karınlarını doyururlar, soluklanıp çay içtikten sonra çarşıya çıkarlar. Biraz alış veriş yaptıktan sonra batıya, Ilıca'ya doğru yola koyulurlar. Keşiş kararlıdır, Kerem'den uzaklara, çok uzaklara götürecektir Aslı'yı. Çok geçmeden Kerem de ulaşır Erzurum'a. O da Hacılar Hanına gidip oturur. Yorgun ve bitkin bir haldedir. Sazını koyar bir köşeye ve bir çay söyler. Bir lahza soluklandıktan sonra alır sazını eline ve Aslı'yı görüp görmediklerini sorar dinleyen cemaate. Cemaatten ehli kâmil, ehli dil birisi durumu yüreği kor gibi yanmış bu kara yağız delikanlıya anlatır. Cemaat, Kerem'e hem hayranlıkla hem de acıma dolu duygularla uzun uzun bakar... Aslı, babası ve annesiyle birlikte daha bir iki saat önce oradan ayrılmıştır. Keşiş yoluna devam ededursun, onların Ilıca'ya doğru yola çıktıklarını öğrenen Kerem, vurur sazını omuzuna düşer yollara yollara. Aslı'nın çok yakından kokusunu alan Kerem'e can gelmiştir. Artık oralarda durur mu? Erzurum'dan ayrılır. O da Ilıca'ya doğru yola revan olur. Mevsim ilkbahardır. Karlar yavaş yavaş erimeye başlamış... Kerem, şöyle bir etrafına göz gezdirdikten sonra, bir de Palandöken Dağına bakar. Palandöken Dağı’nın da bir yanı beyaz, bir yanı mor, bir yanı yeşildir. Baharın henüz taze çağı. Kerem daha fazla gitmeyip bir taşın üstüne oturur. Uzun uzun, sessiz sakin dağları seyreder. Kendi kendine "Dağlar sizin başınız niye böyle dumanlı. Siz de mi benim gibi yârdan ayrıldınız" dercesine derin derin bir iç çeker... Aslı'nın hasretiyle yanan Kerem, oturduğu taşın üstünde alır sazını eline ve söyler yanık yanık. Türküyü duyan dağlar adeta ona eşlik edercesine inler...
Malatya varyantının öyküsü
değiştirPolat kasabasında Hüsne ve Kara Eşo denilen iki bacı varmış. Bu iki bacı bir gün Polat kasabasının Derbent Dağı eteklerine mantar toplamaya gitmiş. Bahar gelip de yağmur yağmaya başlayınca yaylalarda öbek öbek mantar bitermiş. Mantar, köylülerin, o mevsimler zevkle topladıkları, sac üzerinde pişirdikleri ve çok sevdikleri bir yiyecektir. İki bacı da o güzel mantarlardan toplamak için dağa gitmiş. Bu bacılardan Kara Eşo'nun (Ayşe) nişanlısı ince hastalıktan ölmüş. Kara Eşo mantara da gitse, düğüne de gitse hep üzgün hep düşünceliymiş. Kısacası yaslıymış. Kara Eşo, mantar toplarken türküler mırıldanırmış. Bu arada dağda kendilerinden başka hiç kimsenin olmadığını sandıklarından, iki bacının birlikte söyledikleri türküler dağlardan ovalara yayılırmış. Kara Eşe, o dertli yüreğinin acısını, ağlarcasına, haykırırcasına bir türküye döküp, bir ağıt söylermiş ki, dillere destan olmuş o türkü... Bacıların bu yanık türkülerini duyan çoban, koyunları alıp ovaya indirmiş. Köylüler çobanın böyle zamansız olarak sürüyü ovaya indirmesine bir anlam verememiş. "Niye böyle erkenden koyunları ovaya indirdin" dediklerinde, çoban "Hüsne ile Kara Eşe, dağları delik deşik ediyorlar, un edip eliyorlar. Ben koyunlarınızı zor kurtardım" diyerek köylülere bacıların söylediği türkülerden dörtlükler okumuş. İşte o yıldan bu yana, bu içli türkü söylenip günümüze kadar gelmiş.
Kaynak: Güven, Merdan (2005). "Türkiye Sahasındaki Hikâyeli Türküler Üzerine Bir Araştırma (Doktora Tezi)" (PDF). Erzurum. 14 Kasım 2020 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
|