Ceviz Oynamaya Gelmiş Odama'nın öyküsü
Bu türkü Kayseri dolaylarında, düğünlerde, bayramlarda, türlü eğlencelerde çok sevilip okunan meşhur bir türküdür. Türkünün hikâyesinin Bünyan ilçesi civarında geçtiği söylenmektedir. Bundan ben diyeyim iki yüz, sen de üç yüz sene kadar önce, Kayseri'nin civar dağları, hatta o ulu Erciyes Dağı, taa zirvelerine kadar ağaçlık, ormanlıkmış. Dağlar çamlarla, meşelerle kaplıymış. İnsanlar şimdiki gibi, öyle kış geliyor diye pek tasa etmezlermiş. Niye etsinler ki, yazın tarlaları ekip biçer ambarlara doldururlarmış. Kış gelince de ormanlardan kolayca kesip getirdikleri odunları yakar, gül gibi geçinip giderlermiş. O zamanlar yağ, yoğurt, yumurta da bolmuş. Velhasıl insanlar, bir eli yağda, bir eli balda mutluluk içinde yaşarlarmış... Kayseri'de adı üstünde "Kayzer" yani "Komutan, Başkumandan" şehriymiş. Şehrin etrafı bağlarla, bahçelerle doluymuş. Bugün bile Kayseri'de o bağların kalıntılarını görmek mümkün... Baylar kışı şehirde geçirdikten sonra yazın mutlaka bağ evine taşınıp, yazı bağlarda geçirirlermiş.
Keyfine düşkün olan Kayserililer hâlâ o bağ evlerine gidip eğlenceler düzenlerler... Bu eğlenceler Kayseri ahalisi için vazgeçilmez olmuş. O alışkanlık bugün de devam etmektedir. Yine o zamanlar Kayseri yöresinde çok fazla ceviz ağacı varmış. İnsanlar çuval çuval ceviz toplayıp kışa saklarlarmış... Nerede bolluk olursa orada ucuzluk olur, derler ya; Kayseri yöresinde de o zamanlar ceviz çok ucuzmuş... Kış için toplanan bu cevizler yolların, bellerin kardan kapandığı o soğuk günlerde gençlerin eğlence aracı olurmuş. Yani insanlar ceviz oynarlarmış. O yörede ceviz oyununu çoluk, çocuk herkes bilirmiş ve oynarmış... Kış bastırınca insanlar ne yapsın, ne etsin?... Bir köy odasına toplanırlarmış. Ocakta kuru odunlar çıtır çıtır yanarmış. Bir kenarda kahveler pişer, bir kenarda da ya ıhlamur çiçeği ya da kekik çayı kaynatılırmış. O da güzelce ısınır, gençler sıralanıp otururlarmış. Okur yazar olanlardan yaşlıca birisi, cönklerden Battal Gazi'nin, Köroğlu'nun maceralarından okurmuş. Din sohbetleri yapılır, köyün ulularına bilinmeyenler sorulup insanlar bilgilenirmiş. Bu sohbetler böyle devam edermiş. Köy odasının son faslında ise oyun oynanırmış. İşte bu oyunların en önemlisi, en sık yapılanı da ceviz oyunuymuş. Ceviz oyununu daha çok yirmi ile kırk yaşlarındaki insanlar oynarmış. Daha yaşlı olanlar da, o oynayanları seyredip gençlik günlerini hatırlar, hayal ederlermiş. Oyun kızıştıkça yaşlılar da zevk alırlarmış... Bu oyun için torba torba ceviz getirirlermiş. Oyun bazen öyle uzun sürermiş ki, sabah ezanı okunduğunda bile oyun devam edermiş. Bugün cevizlerin hepsini ütülen bazen ertesi gün üç-beş bin ceviz ütermiş. Bu oyun böyle devam ederken, bir ehli dil çalıp söylermiş "Ağ gelin"den, "Avşar Ağıtları"ndan sıra sıra dizermiş efendim, dizermiş. Böylesine güzel geçermiş Kayseri diyarının kışları...
İşte böyle bir kış günü, güzel mi güzel, şirin mi şirin bir nazlı kızı, kendisinden yaşça hayli küçük, daha on iki, on üç yaşlarındaki bir çocuğa sözlemişler. Oğlan da küçük ama yakışıklı, sevimli, cana can katar, toy bir civan imiş. Söz kesilip, nişan yüzükleri takıldıktan (yapık yüzük konduktan) kısa süre sonra oğlan kızı, kız da oğlanı sık sık görmek istemiş. Zaten birbirlerini aynı köyde oldukları için yolda, belde görüyorlar, tanıyorlarmış. ama daha yakın olmak istiyorlarmış ya bunu da kimselere bildiremiyorlarmış. Kızın nişanlısı çok küçükmüş ama kız onu çok seviyormuş... Günlerden bir gün kız bir yakın arkadaşı vasıtasıyla haber göndermiş. Bu akşam gizlice gelsin, konuşalım demiş. Oğlan da bir fırsatını bulup gizlice kızın odasına girmiş. Girmiş girmeye ama ne olduysa o an olmuş. Oğlanın bir anda belki de heyecandan belki de nişanlısının güzelliğini daha yakından görmekten dili tutuluvermiş. Kızın yanında ne bir çift kelam etmiş, ne bir şey söyleyebilmiş. Kızcağız ne söyleyip, ne ettiyse oğlanı rahatlatıp konuşturamamış, ağzından bir söz alamamış... Diz dize, yan yana oturmuşlar öylece. Bir ara oğlan cebinden cevizleri çıkarıvermiş. Cevizleri birbirine vurmaya başlamış... Gel de ceviz oynayalım der gibi... Halbuki yetişkin genç kız nişanlısından daha başka davranmasını, tatlı sözler söylemesini beklemektedir. Fakat oğlan genç kızın isteklerini anlayacak, kavrayacak yaşta değildir. Nişanlısını, yine gizlice gönderen kız çok duygulanmış. Bu küçük ve utangaç sevgilisinin ardından oturmuş sedire bir türkü söylemiş içinden geldiği gibi:
Nişanlın da bu mu derler adama
Dayanamam senin kara sevdana
Aman aman olmuyor.
Eş eşini bulmuyor.
Kara yağız genç oğlan,
Niye gönlün olmuyor?
Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra kızın küçücük sevgilisini askere çağırırlar. Malum ya, Anadolu'da ölen bir çocuğun nüfus kağıdını yeni doğan çocuğa uydurmak âdettendir. Köylü için nüfus memuruna gidip tekrar kayıt yeniletmek büyük bir külfettir. İşte kara yağız genç oğlan da böyle bir kadere uğramış. Nişanlısının pek erken askere gidişine üzülen genç kız bu defa da şu beyitlerle dertlerini dile getirmiş.
Küçücük yârimi asker ettiler,
Ben doymadan yârim alıp gittiler…
Asker oldu yârim gitti kışlaya,
Ben beklerim yarim gelsin sılaya
Ben ölmeden o yâri de bana yollaya, diyerek çaresizlikler içinde sevgilisinin teskere almasını bekler.
Kaynak: Güven, Merdan (2005). "Türkiye Sahasındaki Hikâyeli Türküler Üzerine Bir Araştırma (Doktora Tezi)" (PDF). Erzurum. 14 Kasım 2020 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi.
|