Bir Hicrân-ı Muvakkatten Sonra


Sâkin, soruyordun bana : "Giryân ne demektir?"
"Giryân... onu geç, anlamadım ben de!" diyordum;
İnkâr ediyordum.
Dalgın, soruyordum sana : "Hicrân ne demektir?"
"Hicrân... onu hiç bilmiyorum işte!" diyordun;
Isrâr ediyordun.
 
İnkâr ile, ibhâm ile ma’nâ-yı hayâtı
Sevdâmızı bir vâha-yı gaflette yaşattık;
Bâzîçe-yi âmâl ederek hep sademâtı
Bir mehd-i serâbîde çocuklar gibi yattık...
 
Yattık, uyuduk, sevdik, inandık, oyalandık;
Ufkun o derin sîne-yi sâfındaki lerziş
Her gün bizi şefkatle kucaklardı; karanlık
Bir zâir-i mechûl idi... Hep nûr' ü nevâziş.
 
Çâk etti, biz etbâk-ı tahayyülde uçarken,
Bir sadme-yi hâliyle hakikat bu zılâli;
Öğretti hayât en acı bir ders ile birden
En giryeli hicrânı... bütün hüzn-i leyâli.
 
Artık soramam ben sana: "Giryân ne demektir?"
"Giryân... onu geç, anlatamam ben." diyemezsin;
Isrâr edemezsin;
Artık soramazsın bana: "Hicrân ne demektir?"
Hicran mı, evet; âh onu inkâr edebilsem,
"Bilmem!." diyebilsem...