Öcalan davası hakkındaki savcılık iddianamesi


1- İddianameler a) Ankara DGM.C.Başsavcılığı’nın 04.09.1997 gün ve 1996/865 Hz., 1997/271 Es. ve 1997/1 04 nolu iddianamesi ile; Sanık Abdullah ÖCALAN’ın yasadışı bölücü terör örgütü PKK'yı kurup, sevk ve idare etmek suretiyle, Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf bir fiili işlediğinden bahisle TCK'nun 125. maddesine göre cezalandırılması istemiyle mahkememize açılan kamu davası, ilk önce mahkememiz esasının 1997/161 sırasına kaydedilmişken, daha sonra verilen tefrik kararlarıyla önce 1998/71 numarasını almış, en sonunda da 1999/2 1 Esas numarasına almıştır. Duruşmalar 1999/21 Esas sırası üzerinden yürütülerek sonuçlandırılmıştır. (K1-88) b) Erzincan DGM.C.Başsavcılığı’nın 16.06.1989 gün ve 1989/165 Hz., 1989/122 Es. ve 1989/114 nolu iddianamesi ile; Sanık Abdullah ÖCALAN’ın, Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf bir fiili işlediğinden bahisle TCK'nun 125. maddesine göre cezalandırılması istemiyle Erzincan DGM'ne açılan kamu davası, Erzincan DGM'nin 4210 Sayılı Yasa ile kaldırılması üzerine Erzurum DGM'ne gönderilmiş ve bu mahkemenin 1998/176 Esasına kayıtlı iken 2Z021999 gün ve 1998/176 Es. 1999/81 D.İş sayılı Birleştirme Kararı ile, mahkememizin 1998/71 Es. sayılı dava dosyası ile birleştirilerek mahkememize gönderilmiştir. (Kl-64) c) Adana DGM.C.Başsavcılığı’ııın 22.12.1998 gün ve 1997/218 Hz,, 1999/547 Es. ve 1998/492 nolu iddianamesi ile; Sanık Abdullah ÖCALAN’ın 1978 yılında yasadışı bölücü terör örgütü PKK'yı kurduğu, sevk ve idare ettiği, örgüt elemanlarının birçok eylem gerçekleştirerek, asker, polis, geçici köy korucusu gibi devlet görevlilerini şehit ettikleri, sivil halktan birçok insanı öldürüp, yaraladıkları, böylece örgütün başı olan sanığın Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf suçu işlediğinden bahisle TCK'nun 125. maddesine göre cezalandırılması istemiyle Adana DGM'ne açılan kamu davası da, bu mahkemenin 28.12.1998 gün ve 1998/245 Es. 1998/279 D.İş sayılı tefrik ve birleştirme kararı ile mahkememize gönderilmiştir. Önce mahkememizin 1999/9 Esas sırasına kaydedilmiş, bilahare 03.02.1999 gün ve 1999/9-6 sayılı kararla, mahkememizin 1998/71 Es. sayılı davası ile birleştirilmesine, duruşmaların bu dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. (Kl-65) d) Ankara DGM.C.Başsavcılığı’nın 26.04.1999 gün ve 1997/514 Hz., 1999/98 Es., 1999/78 nolu iddianamesi ile de; Sanık Abdullah ÖCALAN’ın siyasi faaliyetlerine 1970 yılında İstanbul’da DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) Şubesi’nde başladığı, 1971 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kayıt yaptırarak Marksist-Leninist görüşlü THKP/C örgütüyle ilgilendiği, Nisan 1972 tarihinde Şafak Grubu’nun bildirilerini dağıtırken yakalanarak 7 ay Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu kaldığı, Mart 1973 tarihinde etrafına topladığı üniversiteli arkadaşları ile “Kürtçü-Bölücü” bir örgütlenmeyi oluşturmak amacıyla toplantılar yaptığı, bu toplantılarda “Kürdistan” olarak nitelendirilen, Doğu ve Güneydoğu illerimizin Türkiye’nin sömürgesi olduğu, bu bölgede bağımsız bir Kürt Devleti kurmak amacıyla gizli bir örgüt kurulması gerektiği sonucuna varıldığı, sanığın Ankara’daki öğrenci evleri, okul kantinleri ve yurtlar ile bazı semtlerdeki “Kültür, Güzelleştirme, Yaşatma” sıfatlı dernekler nezdinde çalışmalar yaparak öğrencilere ve gençlere el atıp örgütün ideolojik alt yapısı ve öncü kadrosunu oluşturmaya çalıştığı, 1975 yılında Dikmen Semti’nde yapılan bir toplantıda ideolojik oluşumun sağlandığı ve askeri kadronun oluştuğu sonucuna varılarak 1976 yılından itibaren faaliyetlerin Doğu ve Güneydoğu illerinde sürdürülmesi kararının alındığı, sanığın 1975 yılında grubun manifestosu veya örgütün program taslağı sayılan 68 sayfalık “Kürdistan Devriminin Yolu” isimli broşürü Mehmet Hayri DURMUŞ ile birlikte kaleme aldığı, 1976 yılından itibaren Güneydoğu illerine dağılarak “Ulusalcılar, UKO’cular, Kürdistan Devrimci’leri” adı altında faaliyet gösterdikleri, nihayet 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır İli, Lice İlçesi, Fis (Ziyaret) Köyü’nde PKK.nın (Partiya Karkeren Kürdistan-Kürdistan İşçi Partisi) I. Kongresi yapılarak kurulduğu, kurucu genel başkan olarak Abdullah ÖCALAN’ın seçildiği, 30 Temmuz 1979 tarihinde bölge milletvekillerinden Mehmet Celal BUCAK’a yapılan silahlı saldın ile de örgütün kuruluşunun ilan edildiği, PKK.nın kuruluş amacının, örgütün manifestosu olan “Kürdistan Devriminin Yolu” isimli broşür ile parti programı ve kuruluş bildirgesinde “Bağımsız-Birleşik Kürdistan’ın kurulması stratejisinin ise “Uzun süreli halk savaşı” olarak açıklandığı, halk savaşı stratejisinin temel örgütlenmesinin parti-cephe-ordu şeklinde olduğu, temel faaliyet biçiminin de “Gerilla Savaşı” olduğu, uzun süreli halk savaşının; 1- Stratejik savunma, 2- Stratejik denge, 3- Stratejik saldırı aşamalarından oluştuğu, Temel yapılanmaya göre; Partinin: ideolojik, politik öncü olduğu, Cephenin: ERNK (Eniya Rızgariya Netawiya Kürdistan-Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi), 1985 yılında kurulmuş olup, tüm- halkın temsil edi1diği ve yönetildiği siyasi organizasyon olduğu, Ordunun: ARGK (Arteşe Rızgariye Gele Kürdistan-Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu), 1986 yılında iki aşamalı olarak kurulduğu, Örgütün tüzüğüne göre en yüksek karar organının Kongre olduğu, Kongre’nin belirlenmiş delegelerin 2/3’ünün katılımı ile 4 yılda bir toplandığı, Kongre’nin parti programı ve tüzüğünü kabul etmek veya değiştirmek, partinin dönemsel politikasını çizmek, parti pratiğini değerlendirmek, parti genel başkanı, merkez komite ve merkez disiplin kurulu üyelerini seçmek yetkisinin bulunduğu, iki kongre arasında partinin en yüksek ideolojik ve politik organı olarak da parti genel başkanının fonksiyon ifa ettiği, parti genel başkanlığının, partinin ve devrimin önderi olduğu, Cephe: ERNK'nin PKK terör örgütünün yurt içinde ve yurtdışında legal ve illegal bazda sürdürdüğü eleman temini, taraftar desteği sağlama ve kitleselleşme faaliyetlerini yürütüp, partiye mali ve lojistik destek sağladığı, bu amaçla birçok yasal görünümlü parti, demek ve vakıf gibi örgütleri kontrol altında tuttuğu, Ordu, ARGK'nin 1986 yılında yapılan PKK III. Konferansı'nda alınan bir karar üzerine kurulduğu, ARGK Genel Yönetmeliği hükümlerine göre; Yüksek Askeri Konsey, Genel Kurmay, Ana Karargah, Sahra Komutanlığı, Eyalet Komutanlığı gibi yukarıdan aşağıya doğru bir kurumlaşma söz konusu olup, tabur, bölük, takım, manga gibi askeri birliklerle tabana doğru indiği; ARGK'nin Başkomutanı olarak Abdullah ÖCALAN’ın gösterildiği, silahlı eylemlerinin hemen tamamının Abdullah ÖCALAN’ın talimatları üzerine gerçekleştirildiği, PKK'nın Suriye, Lübnan, Kuzey Irak, Iran, Libya, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Romanya, Bulgaristan ve Batı Avrupa’daki birçok ülkeyle ilişkilerinin bulunduğu, bu ülkelerden eleman temini, para, silah, cephane gibi ihtiyaçlarını karşıladığı, ayrıca kimilerinden de kamp yeri temin ederek elemanlarına silahlı eğitim verdiği, PKK gruplarının ülke içinde sözde Amed Eyaleti, Garzan Eyaleti, Botan Eyaleti, Zağnos Eya1eti, Dersim Eyaleti, Mardin Eyaleti, Serhat Eyaleti, Ruha (GAP) Eyaleti, Koçgiri Eyaleti, Güneybatı Eyaleti, Erzurum Eyaleti ve Toros-Akdeniz Eyaletleri’nde, genellikle sarp ve ulaşımı güç dağlık bölgelerde manga, takım, bölük şeklinde tertiplenerek üslendiği, vur-kaç taktiği uygulayarak hedeflerine saldırdığı, hedefleri arasında; askeri birim ve kışlalar, polis karakolları, noktaları ve mensupları, askeri ve idari personelin oturduğu lojmanlar, kamu kurum ve kuruluşlarına ait binalar, okullar, öğretmenler, sağlık ocakları, yol, köprü, baraj ve okullar gibi alanların bulunduğu, PKK'nın I. (Kuruluş) Kongresi’nin 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır ili Lice ilçesi Fis (Ziyaret) Köyü’nde, II. Kongresi’nin 20-25.08.1982 tarihinde Suriye’de Ürdün sınırına yakın bir kampta, III. Kongresi’nin 25-30 Ekim 1986 tarihinde Lübnan’da bulunan Helvi Kampında, IV. Kongresi’nin 26-31 Aralık 1990 tarihlerinde Kuzey Irak’ın Haftanin Bölgesi’nde, V. Kongresi’nin 08-28.01.1995 tarihlerinde Kuzey Irak’ta, VI. Kongresi’nin Ocak-Şubat 1999 tarihinde Kuzey Irak-İran sınırındaki Kandil Dağları Bölgesi’nde yapıldığı, Önemli politik değerlendirme ve kararların gerektiği ancak Kongre’nin toplanamadığı veya toplanmasına gerek görülmediği dönemlerde gerçekleştirilen parti Konferanslarından I.sinin 15-25.07.1981 tarihleri arasında Lübnan’ın Helvi Kampı'nda, II.sinin Mayıs 1990’da Lübnan’da, III.sünün 5-15.03.1994 tarihinde Suriye’de, IV.sünün 01-15 Mayıs 1996 tarihleri arasında Suriye’de Şam yakınlarında bir örgüt kampında yapıldığı, toplantılarda sanığın daima örgütün genel başkanı olarak seçilip kabul edildiği, PKK'nın 1994 yılında güvenlik güçlerinden yediği darbe ile güç kaybetmesi üzerine operasyonların halka karşı gerçekleştirildiği propagandasını yapmak, siyasal, yasal alanda destek sağlamak amacıyla HADEP (Halkın Demokrasi Partisi) kurulmasını sağladığı, böylece HADEP’in kurulduğu tarihten itibaren PKK'nın illegal olarak sürdürdüğü cephe faaliyetlerini yürüterek tamamen ERNK'nin rolünü üstlendiği, ayrıca İngiltere üzerinden yayın yapan MED TV'yi, III. Konferans’ta alınan bir karar üzerine kurarak 30.03.1995 tarihinden itibaren yayına geçirdiği, ayrıca PKK'nın uyuşturucu ticareti ile de ilişkisinin bulunduğu, özellikle uyuşturucu ticareti yapan kişilerle PKK'lıların sıkı ilişki içerisinde oldukları, uyuşturucu ticaretinden kazanılan paralardan pay alındığı buna karşılık uyuşturucunun nakledilmesinde PKK. elemanlarının yardımcı olduğu, 1984-1993 yılları arasında uyuşturucu ticaretinden yakalanan 503 şahısın PKK. ile ilişki içerisinde olduklarının belirlendiği, [düzenle]PKK Terör Örgütü’nün Gerçekleştirdiği Eylemlerden Örnekler

1- 15 Ağustos 1984 günü, saat:21.30 sıralarında bir grup PKK örgüt mensubu tarafından Eruh İlçesi’ne yapılan silahlı saldırı sonunda, Jandarma Nöbetçi Er Süleyman AYDIN’ın şehit olduğu, vatandaşlardan Ali ERİŞİR, M.Recai YILMAZ, Özgür AYKIN ile Jandarma erlerinden Doğan AVŞAR, Ali ERGÜN, Hüsamettin İLKIN, Mustafa ANAR, Şenol ÖZDEMİR, Yüksel KAYNAR, Adil ALTINTAŞ, Mehmet PEŞMEN ve Bayram ERTEKİN’in yaralandığı, ayrıca Musa ÇAYLAK’ın altın bileziklerinin gaspedildiği, 2- 15 Ağustos 1984 günü, saat: 21:30 sıralarında bir grup PKK örgüt mensubunca Şemdinli İlçesi’ne yapılan silahlı saldırı sonunda, askerlik şubesinde görevli Tuncay ŞENEROL ile Memiş ARIBAŞ ve Jandarma çavuş Sedat KURUM’un ağır şekilde yaralandıkları, bunlardan Memiş ARIBAŞ’ın aldığı yara nedeniyle bilahare şehit olduğu, 3- 5 Ağustos 1985 günü, saat 21:00 sıralarında Van’ın Çatak İlçesi, Kanalga Köyü, Taşbucak Mezrasına gelen 10-15 kadar PKK elemanının, kapısının önünde bulunan Ali Şeref ÖZKAN’ı, Gazi ÖZKAN'ı, (2) yaşındaki kız çocuğu Nergiz ve (1) yaşındaki kız çocuğu Heyet’i silahla tarayarak öldürdükleri, Hacı Şeref ÖZKAN’ın evine gaz dökmek ve yakmak suretiyle evde bulunan Meryem ÖZKAN, (10) yaşındaki Hakim ve (8) yaşındaki Utba’yı evle birlikte yakarak; Hayriye ÖZKAN’ın evine bomba atmak ve silahla taramak suretiyle de evde bulunan Hayriye ÖZKAN, (10) yaşındaki Zaide ÖZKAN ve (5) yaşındaki Veliti ÖZKAN’ı öldürdükleri, 4- 22.02.1987 günü saat 18.30 sıralarında Türk askeri kıyafeti giymiş bir grup silahlı PKK elemanının Şırnak İli, Uludere İlçesi, Taşdelen Köyüne geldikleri, asker kıyafetli olmalarına rağmen köylülerin kendilerinden şüphelendikleri, bunun üzerine Taşdelen Köylüleri ile silahlı PKK grubu arasında çatışma başladığı, PKK militanlarının gecenin karanlığından da istifade ederek köyden kaçtıkları, ancak köyden ayrılmadan önce kadın ve çocukların bulunduğu 4 evi otomatik silahlarla taradıkları ve Zülfü CENGİZ, Gürgin CENGİZ, Mecit CENGİZ, Gülli CENGİZ, Sadık APAYDIN, Huri APAYDIN, Hikmet APAYDIN, Ayşe APAYDIN, Leyla APAYDIN, Halit CENGİZ, Halime ÖZER, Elife ÖZER ve Halide AYKUT’u katlettikleri, 5- 19.08.1987 günü saat 21.15 sıralarında Diyarbakır İli Eruh İlçesi Bağgöze Bucağı, Kılıçkaya Köyü Milan Mezrasına bomba ve otomatik silahlarla baskın düzenleyen sayıları 60-70 kadar olduğu tahmin edilen PKK elemanlarının evleri yaktıkları, evlerin içinde bulunan 25 kadar vatandaşımızı bomba ve otomatik silahlarla tarayarak öldürdükleri, ölenlerin içinde çocuk ve kadınların bulunduğu, 6- 10.10. 1987 günü saat 20.00 sıralarında bir gurup PKK elemanının Şırnak İli, Meşeiçi Köyü. Çobandere Mezrasına otomatik silah ve bombalarla saldın yaptıkları, ev ve çadırları taradıkları, kadınlardan Azime ŞANLI, Hezar ŞANLI, Ayşe VAROL. Latife VAROL. Leyla VAROL. Hatun ŞANLI, Leyla KARTAL ile Abdurrahman ŞANLI, Mehmet KARTAL ve henüz ismi konmamış Genç oğlu 15 günlük, Faysal oğlu 1 aylık bebekleri öldürdükleri, Mesut ŞANLI, Kadriye KARTAL, Hanım ŞANLI, Fatma ŞANLI, Ali ŞANLI, İbrahim KARTAL. Yusuf ŞANLI, Genco VAROL ve Bestan ŞANLI’yı yaraladıkları, 7- 29.03.1988 günü gece Şırnak İli Eruh İlçesi Yağızoymak Köyüne silahlı baskın düzenleyen PKK elemanlarının köyün yakınlarında dereyatağı içinde koyunlarını otlatan çobanlar Mehmet TEKİN, Ömer KIZILASLAN, Abdullah KIZILASLAN, Ahmet DELAN, Emin EROĞLU, Ömer PİŞKİN, Hamit YILMAZ, Hüseyin PİŞKİN ve Abdullah PİŞKİN’i öldürdükleri, 8- 07.05.1983 günü Şırnak İli Dereler Köyü Taraklı Mezrasını basan bir grup silahlı PKK elemanının evlerinden çıkardıkları halkı Mezra ortasındaki boşlukta topladıkları, “Devlet bizim düşmanımızdır. Babatlar bizim düşmanımızdır. Çeteler bizim düşmanımızdır. Sizler Babatlara ve çetelere yardım ediyorsunuz. Yardım edenleri cezalandıracağız.” konuşmasını yaptıktan sonra topluluktan Salih İNCİ, Ali İNCİ, Mustafa İNCİ, Şehmuz İNCİ ile birlikte Esmer KABUL. Gevri İNCİ, Meryem KABUL, Halim KAPLAN isimli kadınları ayırdıktan sonra otomatik silahlarla taramak suretiyle, mezra dışında yakaladıkları Osman BABAT’ın başına taş vurmak suretiyle öldürdükleri, Osman BABAT’ı öldürdükten sonra boğazından iple bağlayarak bir ağaca astıkları, 9- 24.11.1989 günü bir grup PKK militanının Yüksekova İlçesi İkiyaka Köyüne baskın düzenledikleri, baskından önce çevrede koyun otlatmakta olan İkiyaka Köyü çobanları Kemal DOGAN, Mehmet Reşit AYKUT, Abdurrahman GEZGİNCİ, Mehmet KIRBIŞ ve İkrem BOZ’u yakaladıkları, bir araya topladıktan sonra ellerini bağladıkları, çobanların kaçmamaları için başlarına adam koyduktan sonra İkiyaka Köyüne gittikleri, köyde bir evden elinde fenerle bir kadının çıktığını görmeleri üzerine kadına ateş ettikleri, eve roketatar ve el bombası attıkları, otomatik silahlarla taradıkları, evden karşılık verilmemesi üzerine eve girdikleri, evde bulunan kadın ve çocukları bir araya topladıktan sonra üzenlerine ateş ederek öldürdükleri, bu arada bir grup PKK elemanlarının da Hüseyin BOZ’a ait eve girerek evde bulunan kadın ve çocukları boğarak öldürdükleri, bundan sonra köyün çobanlarını bağladıkları yere geldikleri, çobanlar Kemal DOĞAN, Mehmet Reşit AYKUT. Abdurrahman GEZGİNCİ, Cafer BOZ, Nurettin BALCI, Enver BABAT, Mehmet KIRBİŞ ve İkram BOZ’u eşyalarını aldıktan sonra soğuktan korunmak için başlarına sardıkları puşi ile boğarak öldürdükleri ve olay yerinde bulunan 300 koyunu da alarak kaçtıkları, olayda çobanlardan başka 1959 doğumlu Emine AYKUT, 1960 doğumlu Cemil AYKUT, 1942 doğumlu Züleyha AYKUT, 1978 doğumlu Mehmet AYKUT, (1) yaşlarında Elife AYKUT, 1968 doğumlu Fatma BOZ. 1331 doğumlu Hazal AYKUT, (4) yaşlarında Halime AYKUT, (3) yaşlarında Rıfat AYKUT, (2) yaşlarında Mustafa AYKUT. Enver AYKUT, Burhan AYKUT, 1982 doğumlu Ayhan AYKUT, 1982 doğumlu Namet AYKUT, 1982 doğumlu İsmet AYKUT, 1935 doğumlu Naıni BOZ, 1958 doğumlu Esat BOZ, 1965 doğumlu Selime BOZ, (5) yaşlarında Cebrail BOZ, (2) yaşlarında Muhammet BOZ’un da PKK elemanları tarafından hunharca öldürüldükleri, 10- 28.04.1991 günü saat 18.50 sıralarında Solhan İlçesi Hükümet Caddesi üzerinde bulunan Memurlar Lokali’ni silahlarla tarayan bir grup PKK'lının, Memurlar Lokali’nde bulunan İlçe Kaymakamı Ersin ATEŞ, İlçe Cumhuriyet Savcısı Mehmet TÜRKSEVEN ile İlçe Orman Bölge Şefi Ahmet YANEL’i öldürdükleri, 11- 21.06.1992 günü saat 19.00 sıralarında Solhan İlçesi Elmasırtı Köyüne baskın düzenleyen 20-22 kişi oldukları sanılan bir grup PKK'lının, köyden Bahattin ATEŞ. Şevket ATEŞ, Kemal BİDOŞ, Mehmet YILDIZ, Meyhettin YILDIZ'ı öldürdükleri, Zeki ATEŞ, Mehdi YILI)IZ, Agit YILDIZ ve İsmail YILDIZ’ı köyden ayrılırken beraberlerinde götürdükleri, Ziya BİDOŞ, Ekrem BİDOŞ, Hasan KAYNAR. Ahmet TUNÇ, Ali YILDIZ ve Salih YILDIZ’ın evlerini tamamen yaktıkları, 12- 22.06.1992 günü saat 22.00 sıralarında Gercüş İlçesi, Seki Köyüne uzun namlulu silahlar ve roketatarlarla saldıran 50-60 kişilik PKK grubunun, köyden Behçet TUNÇ, 8 yaşlarında Gülbahar TUNÇ, 4 yaşlarında Haşim GÖK, 10 yaşında Şükrü GÖK, 1 aylık henüz ismi konmamış kız çocuğunu, 13 yaşında Abdurrahman GÖK, 10 yaşında Sultan Gök, Latife GÖK. Fahriye GÖK’ün hayatlarına son verdikleri, 13- 25.06.1992 günü, saat 22.30 sıralarında Silvan İlçesi, Yolaç Köyüne gelen bir grup silahlı PKK elemanının köyün telefon hatlarını kestikten, köy etrafı ve köy camii yanında tertibat aldıktan sonra camide bulunan köy imamı ile 15 kişiyi cami önüne çıkardıkları ve her birinin ellerini iplerle bağladıktan sonra duvara dizip otomatik silahlarla taradıkları, Medeni FİDANCI, Hüseyin ÇETİNKAYA, Sait FİDANCI, Köy İmamı Abdulhaluk ILGAZ, Ahmet KANTAR, Adnan KANTAR, Mehmet Mehdi FİDANCI, Ali USLU, 15 yaşlarında Mehmet Emin KANTAR, 15 yaşlarında Zeki FİDANCI’yı öldürdükleri, 14 yaşlarında Yusuf KANTAR, 14 yaşlarında Yeşrip KANTAR, 11 yaşlarında M. Fesih ÇETİNKAYA’yı yaraladıkları, 14- 01.10.1992 günü Bitlis İli, Cevizdalı Köyüne baskın düzenleyen sayıları 100 kadar tahmin edilen PKK grubunun köyde kendileriyle konuşan Hacı Salih AKPOLAT’a “korucular silahlarını bıraksın, size bir şey yapmayacağız” dedikleri, korucu Abdullah KAPTAN hariç köy korucularının silahlarını PKK elemanlarına teslim ettikleri, silahlı PKK grubunun silahını bırakmayan Abdullah KAPTAN’ı şehit ettikten sonra köy halkından bulduklarını köyün üst tarafında topladıkları, bu sırada bir grup PKK elemanının da köydeki evlerin içine girerek evlere el bombası attıkları ve evde buldukları şahısları uzun namlulu tüfeklerle tarayarak öldürdükleri, köyün üst tarafında topladıkları köylüleri de silahla tarayarak öldürdükleri, olayda PKK elemanlarıyla konuştuktan sonra koruculara silahlarını bıraktıran Mehmet Salih AKPOLAT, Abdullah KAPTAN, Yakup KAPTAN, (5) yaşlarında Hikmet KAPTAN, Abdulhamit AKPOLAT. Eyüp KAPTAN, (16) yaşlarında Felemez KAPTAN, Zekiye KAPTAN. Meryem AKPOLAT, Perinaz KAPTAN, Aysel KAPTAN. Hatice KAPTAN, (16) yaşlarında Raife AKPOLAT. (16) yaşlarında Yaşar KAPTAN, (65) yaşlarında Nafiye KAPTAN, Sıtti KAPTAN, Raife KAPTAN, Rabiya KAPTAN, Cemile AKPOLAT, Aysel KAPTAN, Kamile AKPOLAT. Medine KAPTAN, Hasret KAPTAN. (13) yaşlarında İbrahim KAPTAN, (8) yaşlarında Aynur KAPTAN, (4) yaşlarında Gülbahar KAPTAN, (10) yaşlarında Nafive KAPTAN, (8) yaşlarında Turan AKPOLAT, (8) yaşlarında Ejder AKPOLAT’ın öldürüldüğü, ayrıca (11) kişinin yaralandığı, 15- 23.10.1992 günü saat 22.00 sıralarında Tunceli İli Mazgirt İlçesi Dedebağı Köyüne baskın düzenleyen 12 kişi kadar oldukları tahmin edilen silahlı PKK grubunun köyün telefon bağlantısını kestikten sonra Hıdır GÜL ile Ali Haydar İLKHAN’ın evlerinde bulunanların tamamını dışarıya çıkardıktan sonra kaleşnikof silahlarla taradıkları, Keko GÜL, Besi GÜL, Hıdır GÜL, Gülhan GÜL, 2 yaşındaki Onur GÜL, 3 yaşındaki Sıla GÜL, Haydar İLKHAN, Gülten İLKHAN, Heves İLKHAN, Nursel GÜL ve Zeynep KIZIL’ı öldürdükleri, Ali Kaya GÜL, Güllü GÜL, Fidan GÜL, Seliha GÜL’ü yaraladıkları, 16- 23.01.1993 günü Diyarbakır İline saldıran bombalı ve silahlı bir grup PKK elemanının Bağlar Semtinde müstecirliğini Ramazan BAYKAL’ın yaptığı Köşk Çayevini silahla taradığı, Kaynartepe Mahallesi İnkılap Sokak 10 Nolu eve de bomba attıkları, kahvehanede bulunan Zülküf GÜMÜŞ, Salih ŞEN, Ahmet ELKANSU ile 10 Nolu evde bulunan Surri AYDIN. Güneş AYDIN, Cebrail AYDIN ve Aynur AYDIN’ın öldüğü, PKK elemanlarının olay yerinde bıraktıkları bombayı evine götüren 12 yaşındaki Kasım ERENDAĞ’ın da bombanın evde patlaması neticesi hayatını kaybettiği, 17- 14.06.1993 günü saat 21.00 sıralarında Şirvan İlçesi Gözlüce Köyüne baskın düzenleyen bir grup silahlı PKK'lının Nurettin KALKAN, Reşat KALKAN, Mahfuz KALKAN, Asiye KALKAN, Nesime DİCLE ve 8 yaşındaki Sevdet KALKAN’ı otomatik silahla tarayarak, Gözlüce Köyüne baskın yapmadan önce yolda karşılaştıkları Şirvan İlçesi Ormanlı Köyünde çobanlık yapan Mehmet AKBURAK'ı iple boğmak suretiyle öldürdükleri, 18- 05.07.1993 günü saat 20.00 sıralarında Erzincan İli Kemaliye İlçesi Başbağlar Köyüne baskın düzenleyen 60 kişilik silahlı PKK grubunun köy halkını köy meydanında topladıkları, kadınları ayırarak başka bir yere gönderdikten sonra önceden kararlaştırdıkları şekilde meydandaki erkeklerin üzerlerine yaylım ateşi açarak Hasan Fehmi AYDIN, Recep PARTO, Hasan SANDIKÇI, İbrahim BALTACI, Yahya Kemal ÖZDEMİR, Ali Rıza TÜRKÜCÜ, Ali KUCU, Süleyman AKPINAR, Ali BALTACI, Kamil AKPINAR, Mehmet BALTACI, Mehmet TAŞDELEN, Celal DEMİRCİ, Salim PARTO, Aydın AYDIN, Rıfat AYDIN, Hüseyin GÜNER, Feridun DİKKAYA, Ali TAŞDELEN, Hüseyin Hüsnü ÖZTÜRK, İbrahim PARTO, İbrahim ÇELİK, Şaban TURKÜCU, Nazife BALTACI, İbrahim BALTACI, İbrahim Hakkı GÜRCAN, Ahmet YILDIRIM, Adil TORUN, Şakir AYDINLI, Nurettin AYDIN, Süleyman ORHAN’ı öldürdükleri, Ali AKARPINAR, Hüseyin KESKİN, Süleyman AYDIN’ı yaraladıkları, köyü ateşe verdikleri, köydeki evlerin çoğunun yakıldığı, 19- 18.07.1993 günü Van İli Bahçesaray İlçesinde göçerlerin bulunduğu yaylaya baskın düzenleyen bir grup silahlı PKK elemanının, yaylada bulunan (14)’ü çocuk, (l0)’u orta yaştaki (24) vatandaşımızı, Ahmet SEVGİLİ isimli şahsın çadırı içerisine topladıktan sonra kaleşnikof silahla tarayarak öldürdükleri, olayda (7) yaşında Azat SABIRLI, (2) yaşında Yunus SABIRLI, Gülnaz SÖYLEMİŞ, Müzeyyen YAŞAR, Sedef ELMALI, (3) yaşında Bahar TURAN, Neşide AĞAÇ, (1) yaşında Zehra AGAÇ, (7) yaşında Sevim AGAÇ, Hediye TURAN, Suzan TURAN, (13) yaşında Yıldız GAZEL, Hikmet SABIRLI, Semra SABIRLI, (12) yaşında Nezahat ELMALI, (4) yaşında Eylem ELMALI, Beybun SEVGİLİ, Huri SAMSA, Muteber SABIRLI, (14) yaşında Azime ELMALI, Menice YAŞAR, (8) yaşında Muhammet YAŞAR, (4) yaşında Hamim YAŞAR, (12) yaşında Hürriyet SEVGİLİ’nin hayatlarını kaybettiği, 20- 15.08.1993 günü saat 21.00 sıralarında içlerinde 2 de kadının bulunduğu. asker elbisesi giymiş 20 kişi kadar oldukları sanılan silahlı PKK grubunun Çemişgezek İlçesi Güneyhaşı Köyüne baskın düzenledikleri, köyün telefon kablolarını kopardıktan sonra halkı camii önünde topladıkları ve sıraya dizdikleri, üzerlerindeki kimlik ve paraları aldıktan sonra halkın içinden ayırdıkları 8-10 kişiyi silahlarıyla taradıkları ve Ali AKGÜN, 16 yaşlarındaki Soner ÖZCAN, Sadettin GEDİK, Adnan KURT, İzzet ÖZCAN, Selahattin GEDİK’i öldürdükleri ve olay yerinden kaçtıkları, kaçarken Aydın KURT’a ait 34 LJT 12 plakalı otomobili yaktıkları, 21- 28.08.1993 günü saat 21.00 sıralarında Kovancılar İlçesi Yoncalıbayır Köyüne baskın düzenleyen 17 kişilik PKK'lının, köy halkını meydanda topladıktan sonra içlerinden 12 kişiyi ayırdığı, halka ayırdığı kişileri köy dışına götürüp bu kişilerle konuşma yapacaklarını ve sonra bırakacaklarını söyledikleri ve ayırdıkları 12 kişiyi köy dışındaki Gilbere Deresine götüren PKK elemanlarının Ahmet AKTAŞ isimli vatandaşı kendilerine kılavuz olması için ayırdıktan sonra geriye kalanları sıraya dizdikleri ve taşıdıkları kaleşnikof ve G-3 silahlarıyla taradıkları, Sait TUNÇ, Zeki KARAMAZI, Nuri ARSLAN, Bedri TUNÇ. Ali DEMİR, Hasan ERDOĞAN, Naci KAYA. Aydın ÖZMEN, Nurettin ÖZMEN’i katlettikleri, 22- 03.09.1993 günü, Muş İli Korkut İlçesi, Kürnbet Köyünde bulunan Tarım Açık Cezaevine baskın düzenleyen bir grup silahlı çete PKK'lının, cezaevinin ana giriş kapısını kırdıktan sonra 6’şar kişilik gruplar halinde cezaevine girdikleri, cezaevi görevlilerini tehditle etkisiz hale getirdikten sonra cezaevinde bulunan yiyecek ve giyecekleri ve bir kısım eşyayı dışarı taşıdıkları, cezaevinde yangın çıkardıkları, cezaevinde bulunan traktör römorkuna cezaevi ambarlarından çıkarmış oldukları eşyaları yükledikleri, yanlarına hükümlü Cemil ve Zehra oğlu Diyarbakır Kulp İlçesi nüfusuna kayıtlı 1978 doğumlu Zeki TAYFUN’u da alarak traktör ve römorkla birlikte cezaevinden uzaklaştıkları, 23- 17.09.1993 günü saat 20.30 sıralarında, Diyarbakır İli Eğil İlçe merkezine baskın düzenleyen sayıları tahminen 25-30 kişi olan silahlı PKK grubunun ilçedeki PTT binasını yaktığı, Emniyet Teşkilatı Gece Bekçisi Mehmet SÜZÜK’ü şehit ettikleri, öğretmenler Lokali’nde bulunan İlçe Mal Müdürü M. İhsan ORUÇ, İlçe Tapu Müdürü Aziz YILMAZ. Belediye Memuru Burhanettin ASLANOĞLU, Nüfus Müdürlüğü memuru Mirza TEKİN’i otomatik silahlarla tarayarak öldürdükleri, 24- 25.10.1993 günü silahlı 5 PKK'lının, Erzurum İli Çat ilçesi Yavi Kasabası’na baskın düzenlediği, Ağaköy’den 25 DY 142 plaka nolu kamyonetine yüklediği hayvanları Gökçeşeyh Köyüne götüren Zeki BİNGÖL’ü Yavi Kasabasına yakın bir yerde durdurdukları, Zeki BİNGÖL'ü, yanındaki arkadaşlarını ve hayvanları kamyonetten indirdikleri, kamyonetle köye gelen militanlardan 4'ünün kamyonetten inerek kahvehaneye girdikten sonra kahvehanede bulunan halkı rasgele taradıkları ve Hikmet ÇİMEN, Ahmet KOÇOĞLU, Elaattin AKDENİZ, Abdulgani AKDENİZ, Selahattin KÖSE, Hamit TURHAN, Mehmet POLAT, Tahsin POLAT, Sıddık BİRGÜL, Dursun YAŞAR, Kamil TİRYAKI, Zülküf POLAT, Şeref KÖSE, Abdulbaki YILDIZ, Ahmet KÖÇER, Selami DURSUNOĞLU, Ahmet PEKCAN, Ali KARAPINAR., Selami KUDRET, Sinan ŞİMŞEK, Lütfü Ihsan POLAT, Salih SUNAR, Hacı Ali NEHİR, Yusuf ŞAHAN. Hacı BİLİR, Yusuf YAVİLİOĞLU, Kurbani YEŞİL, Hacı YAVİLİOĞLU, Rasim YAVİLİOĞLU, Bünyamin YEŞİL, Muhlis MENTEŞE ve Hulusi MENTEŞE’yi öldürdükleri, 10 kişiyi yaraladıkları, 25- 12.12.1993 günü Adıyaman İli Ağaçkonak Köyüne baskın düzenleyen bir grup silahlı PKK elemanının, köyde bulunan GKK’lar Cumali BEREKET ile Mehmet DENİZ’in evine giderek, hem Cumali BEREKET’i hem İsmet DENİZ’i ve hem de bu şahısların yakınları Ali BEREKET, Mehmet DENİZ, Gülistan BEREKET, Bedriye DENİZ, Cemal DENİZ, Şehriban DENİZ. Gülhan BEREKET, Burhan DENİZ, Emine DENİZ, 2 yaşındaki Hülya DENİZ’i öldürdükleri, 11 yaşındaki Erdal DENİZ’i yaraladıkları ve Mehmet DENİZ ve Cumali BEREKET’in evini tamamen yaktıkları, 26- 13.08.1994 günü Elazığ İli Alacakaya İlçesi Halkalı Köyüne baskın düzenleyen 4 silahlı PKK elemanının tarlalarında çalışan köylüleri topladıkları ve hepsini yine köy sakinlerinden olan Mehmet TEMİZKAN isimli kişinin tarlasının içindeki söğüt ağacının yanında topladıkları, köylülere PKK’nın propagandasını yaptıkları, köylülerden Hüseyin ÖZGEN’i kendilerine ekmek getirmesi için köye gönderdikleri, sonra PKK elemanlarından birinin elindeki telsiz ile bir konuşma yaptığı, konuşmadan sonra aldığı emir uyarınca topladıkları köylüleri 2’şer sıra halinde dizdikten sonra köylülerin saatlerini ve paralarını topladıkları, ellerindeki kaleşnikof silahlarla dizdikleri köylüleri taradıkları, Mehmet Zülfi ÖZGEN, Mehmet ÖZGEN, Ali ÖZDEMİR, Hüseyin BAKŞİ, Mehmet BAKŞİ. Ahmet ÇELİK, Mehmet ÇELİK, Hüseyin ÇELİK, Mehmedi GÜLŞEN. Mahmut GÜLŞEN’İ öldürdükleri, Hanifi ÖZGEN’i yaraladıkları, 27- 25.12.1991 günü saat 13.00 sıralarında PKK elemanları Cemal TEKİN, Nevzat GÜNGÖR, Soner ÖNDER, Hüseyin BİLGE ve Çetin ARKAŞ’ın, Bakırköy İlçesi İstanbul Caddesinde bulunan Çetinkaya Giyim Mağazasına molotof kokteyli ile saldırı düzenledikleri, mağazayı tutuşturdukları, mağazada bulunan Ahmet ÇETİNKAYA, Sezer BAKKAL, Merve Gül BAKKAL, Şaziye NADİR, Zübeyde NADİR, Hatice ÇELİK, Habire ÇELİK, Rezzan KIZILKIRMIZI, Seda KIZILKIRMIZI, Hasan DERVİŞOĞLU, Yaver AĞABEYLİ ve Şengül ARAS’ı yakarak öldürdükleri, 12 kişiyi de yaraladıkları, 28- 12.02.1994 günü PKK örgütü elemanları Cumali KARSU ve Enver ÖZER’in yedeksubay öğrenciler ve askerlerin geleceği saatte patlamak üzere ayarlanmış zaman ayarlı bombayı Tuzla Tren İstasyonundaki çöp bidonuna yerleştirdikleri, eylem talimatını PKK elemanı Şerif MERCAN’ın verdiği, bombanın patlaması sonucu yedeksubay adayları İsmail KAYA, Osman BOZDAĞLIOĞLU, Murat TUNCEL, Ekrem OKUTAN, Cüneyt GÜDEN’in öldükleri, 16 askeri öğrenci ile 11 erin yaralandığı, 29- 09.05.1990 günü Muş İlinden Bingöl-Genç istikametine giden 3005 sefer sayılı treni Yörecik Köyü yakınlarında durduran silahlı bir grup PKK elemanının tren görevlileri Mustafa TOPÇU, Mustafa ESKİMEZ ve Ziya ÇETİN’i trenden indirdikten sonra başlarına uzun namlulu silahlarla ateş ederek öldürdükleri, diğer görevliler Hüseyin ÖZGÜR, Yaşar ÇAVUŞ, Sait ERGUN’ün PKK elemanlarının elinden kurtularak kaçmayı başardıkları, 30- 10.06.1992 günü Bitlis İlçesi Kokarsu Köyüne baskın düzenleyen bir grup PKK elemanının Çubuk Mezrasıyla Sütlüce Mezrası arasında köye gitmekte olan 13 AV 223 plakalı minibüsü durdurduktan sonra içinde bulunan İbrahim IŞIKLI, Mehmet Ali ŞİLLİ, Mehmet ŞİŞMAN, Ahmet ŞİŞMAN, Hikmetullah DİKSİN, Abdullah ÖZBAŞ, Kemal ŞİLLİ, Mahmut ÖZER. Adil ŞİŞMAN, Mahmut GÜNEŞ, Abdülaziz TAŞOĞLU, Yaşar ALAYUMAT ve Mahmut ŞİŞMAN’ı kaleşnikof tüfeklerle tarayarak öldürdükleri, 31- 09.10.1992 günü silahlı 8 PKK elemanının saat 15.40 sıralarında Gözlü Köyü yol ayırımına 1 Km. kala müsait bir yerde pusu kurdukları ve o saatte Sadettin DAYANA’nın sevk ve idaresinde Şirvan İlçesi Kayahisar Köyü istikametine gitmekte olan ECH 02 plaka Nolu minibüsü otomatik silahlarla taradıkları ve minibüste bulunan Hari ARAL, Sadullah ERDOĞAN, Mehmet İPPAKNA ve Zaide ZEYREK’i öldürdükleri, Hayrettin DAYANA, İdris BULUNTEKİN, İskan BULUNTEKİN, Selahattin ZEYREK ve Mustafa ZEYREK’i yaraladıkları, 32- 20.10.1992 günü Solhan İlçesi Hazerşah Köyü Aksakal Mezrası yakınlarında, 23 EA 355 plakalı otobüsün önünü kesen 3 PKK elemanının otobüste bulunan yolcuları indirdikten sonra aracı ateşe verdikleri ve kimlik tespitine başladıkları, bu sırada Abdurrahman PARLA isimli yolcunun kaçmak istemesi üzerine ellerindeki silahlarla bütün yolcuları taradıkları ve Mahmut KAYA, Sait ALIN. Hasan IŞIK, Ziya ÖZCAN, Mahmut ALP, Ali KAYA, Eşref İDE, Temür ÖZTAŞ, Abdullah İLKYAZ, Mehmet TUZ, Rabiya KARABEYESER. Hamit AKAR, Keje KAYA, Ömer ÖLMEZ, Abdurrahman GÜLTEKİN, Cevdet YILMAZ, Hüseyin ALACA, Selim İLHAN ve Ali DEMİR'i öldürdükleri, 33- 25.10.1992 günü saat 10.45 sıralarında Muş İlinden Elazığ İli istikametine jandarma timi muhafazasında gitmekte olan 2561 sefer sayılı posta trenine 229 km.deki tünel girişinde bir grup PKK elemanınca ateş açıldığı, ateşe ateşle karşılık verildiği, PKK elemanlarının önceden trenin raylarını sökmüş olmaları ve raylara patlayıcı madde yerleştirmeleri, trene de roketatarlarla saldırmaları neticesinde tren çeken olan 2 lokomotif ile güvenlik görevlilerinin içinde bulunduğu zırhlı vagon, 3 yolcu vagonu ve 5 yük vagonunun 25 mt. derinliğindeki Murat Nehrine yuvarlandığı, olayda tren makinistleri Ahmet YILDIRIM ile Ali Osman DİLEKÇİ’nin öldüğü, 45 kişinin de muhtelif yerlerinden yaralandığı, 34- 10.08.1993 günü Genç İlçesi Ardıçdibi Köyü Soğan Mezrası yakınlarında yolun güneyindeki tepelere pusu kuran sayısı belirsiz PKK elemanlarının saat 18.00 sıralarında Çaytepe Köyüne yolcu taşımakta olan Ziya ÖZTÜRK yönetimindeki 12 AH 462 plaka Nolu minibüsü uzun namlulu silahlarla tarayarak Tahsin YOLDAŞ, Hamit ARTAR, Ziya ÖZTÜRK, Fevzi ÇABUK, Sait ARI, Gülten ÇAKIRCI, Zehra PEŞMEN ve Nurullah DİNSEVER ile (1) yaşlarındaki Emrah ÖZER’i öldürdükleri, 35- 04.08.1993 günü Bingöl Solhan İlçesi, Bağönü Köyü Kordere mevkiinde 8-12 minibüsü durduran bir grup PKK elemanının araçlarda bulunan Şehmuz KARDAŞ, Mehmet ÜRÜN, Hasan YEŞİLDAG, Mehmet OZİL, Mehmet Salih KILIÇASLAN, Hasan KIZMAZ, Ferzende KARDAŞ, Aşur TURAN. Mirza BUGAN, Mehmet Zeki KARDAŞ. Hayrettin KARDAŞ, Seyfettin ÇETİN, Feyat ÜRÜN, Aydın UZUNKÖPRÜ, Seyfettin ÖZASLAN, Kıyasettin AKYOL’u silahla tarayarak öldürdükleri, (14) vatandaşımızı da yaraladıkları, öldürdükleri ve yaraladıkları şahısların paralarını aldıktan sonra olay yerinden uzaklaştıkları, 36- 18.09.1993 günü, Bitlis-Mut karayolunda Köyü Karçunbaşı mevkiinde 5-6 aracı durduran bir grup PKK elemanının araçta bulunanları indirip kimlik kontrolü yaptıkları ve GKK’ları ayırdıkları, bu sırada olay yerine doğru gelen 13 AN 823 plakalı minibüste bulunan GKK’ların durumu anlayarak PKK elemanlarına ateş ettikleri, bunun üzerine PKK elemanlarının da ellerindeki kaleşnikof silahlarla araçlardan indirdikleri şahısların üzerine rasgele ateş ettikleri, Menderes YAŞAR, Ali YALÇIN, Seneddin KANIK, Mehmet Sait ÇELİK, Sebahattin CEYHAN, Bedirhan UYANIK, Muzaffer ALTINKAYA ve Ali YALÇIN’ı öldürdükleri, ayrıca (14) kişiyi yaraladıkları, 37- 07.09.1994 günü Hakkari İli Çukurca İlçesi Köprülü Köyü yolunu kesen bir grup PKK militanının, (10) adet otomobil, (1) minibüs, (1) jeep pikap, (1) adet kamyonu yaktığı, araçlardan indirdikleri Ahmet ACAR, Kasım EDİŞ, Nevzat EDİŞ, Hacı TEKİN, Necati YÜNLÜ isimli vatandaşları tarayarak öldürdükleri, (15) vatandaşı da kaçırdıkları, olay yerine intikal eden güvenlik görevlileri ile PKK grubu arasında sıcak temas sağlandığı, bu çatışmada da Çukurca İlçe Jandarma Komando Bölüğünde görevli Isparta İli Yalvaç İlçesi Cami Mahallesi nüfusuna kayıtlı 1967 doğumlu Erkan APALAK’ın silahla vurularak şehit olduğu, 38- 01.06.1995 günü Kozluk İlçesi Ulaşlı Köyü Tomurcuk Mezrası yakınlarında Kahveci-1 mevkiinde pusu kuran bir grup PKK militanın Ziyaret Beldesine doğru seyir halinde olan 01 EC 590 plaka nolu otobüsü kaleşnikof silahlarla yaylım ateşine tuttukları, PKK elemanlarının ateşi neticesinde şoför koltuğunun arkasındaki ikinci koltukta ve ön sol koltukta oturan kadınlardan Sevim KILIZKAN, Süheyla KANMAZ, Necla KOÇYİĞİT’i öldürerek olay yerinden kaçtıkları, 39- 21.03.1990 günü bir grup silahlı PKK elemanının önceden planladıkları şekilde Şark Kromları Ferro Krom Müessese Müdürlüğü elemanlarını taşıyan müesseseye ait araçların önüne pusu kurdukları, Palu İlçesi Kayaönü Köyü hudutları içindeki Küçükseri Tepesinde durdurdukları, müessese müdürü ile diğer personeli araçlarından indirdikten sonra şahısların arasından seçtikleri müessese müdürü Metin ÇAKIR, Bülent FİDAN, Orhan YELER, Fethi Mehmet BAKAR, Selim ŞAHİN, Aydın İNCEOĞLU, Hüseyin YEĞENOĞLU, Mehmet Zeki ÖZÇELİK’i silahlarıyla tarayarak öldürdükleri, müessese müdürlüğüne ait araçları yaktıkları, olay yerine PKK ve ERNK imzalı bildiri bıraktıkları ve olay yerinden uzaklaştıkları, 40- 11.09.1992 günü saat 19.40 sıralarında ellerinde uzun namlulu silah, roketatar ve lav silahları bulunan PKK grubunun Kozluk İlçesi Yanıkkaya köyü yakınlarında bulunan Shell/Mobil Şirketi’ne ait Mobil 32 nolu sondaj kuyusu ile Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına ait 103 Toplama Kampına baskın düzenlediği, 103 Toplama Kampında tanker kamyonu, jeneratör ve karavanı yaktıkları, Mobil 32 nolu sondaj kuyusunda işçi ve mühendisleri ayırdıktan sonra her birinin üzerine tek tek ateş ederek, mühendisler Ahmet Hakan YILMAZ, Hakan BAYLA ve Mustafa YELKENCİ’yi öldürdükleri, Ahmet ŞENYİĞİT, Hasan ZENGİN, Mustafa OĞUL ve Ahmet ŞAHBİLMEZ’i yaraladıkları, 41- 23.10.1993 günü, 5 silahlı PKK elemanının Muhittin GÜÇ isimli şahsa ait 12 AE 308 plaka nolu kamyonu gasp ettikleri, gasp ettikleri kamyonun kasasında gizlenerek Kiğı Günlük Köyü yol ayrımındaki kil ocağına kadar geldikleri, kil ocağında araçtan inerek işçileri bir araya topladıkları ve üzerlerine yaylım ateşi açarak Özer ÇAKMAK, Sezgin BİNGÖL, Eşref YILDIZ, Mustafa Necati AKSAÇ, Ömer NAMA, Abdurrahman BAĞCI, Yusuf KILIÇ, Mustafa NAMA, Abdussemet AVCI ve Muhittin ÜSTÜNKAYA’yı öldürdükleri, Rıdvan ADA ve Yahya GÖÇER’i yaraladıkları, 42- 21.09.1996 günü saat 22.30 sıralarında Alacakaya İlçesi Etibank Şark Kromları Kef İşletmesine el bombası ve uzun namlulu silahlarla saldırı düzenleyen kalabalık bir PKK grubunun özel güvenlik görevlileri Eyüp ÇELİK, Suat ÇETİN, Davut EŞ, Mansur SÖNMEZ ile Yılmaz GÜN’ü öldürdükleri, İşletmeye ait iş makinaları, yazıhane ve yatakhaneleri tahrip ettikleri, 43- 30.06.1996 günü saat 17.40’ta elbiselerinin içine bomba yerleştiren Zeynep KINACI isimli PKK elemanının Tunceli İli Cumhuriyet Meydanında bayrak merasimine katılan Merasim Kıtasının içine hızla daldığı ve evvelce vücuduna yerleştirdiği bombayı infilak ettirdiği, olayda PKK elemanı Zeynep KINACI’nın kendisi ile birlikte Astsubay Önder YAĞMUR, Er Celal ATIL, Er Yusuf YILDIRIM, Er İbrahim SEVER, Er Ahmet YAYMAN’ın öldüğü, 44- 17.11.1998 günü saat 09.00 sıralarında Yüksekova İlçesi İlçe Jandarma Komutanlığı önünde Van iline gitmek için hazırlanan askeri konvoy arasına giren Fatmi ÖZEN isimli PKK elemanının çantasına yerleştirdiği parça tesirli bombayı infilak ettirdiği, bombanın infilak etmesi sonucu Astsubay İrfan TÜRKER’in şehit olduğu, Jandarma Astsubay Uğur AKYOL, Astsubay Çavuş Adem CEYLAN, Mustafa DUGARLI ile Yüksekova ilçesinden İbrahim DİCLE ve Hüseyin KANAT’ın yaralandıkları, 45- 14.04.1990 günü Elazığ Arıcak İlçesi Bükardı Köyüne gündüz saatlerinde silahlı baskın düzenleyen bir grup PKK elemanının köyün ilkokuluna gittikleri, öğretmenleri bir odada topladıktan sonra öğretmenlerin eşlerini de getirdikleri, öğretmenlerin eş ve çocuklarını müdür odasına aldıktan sonra sınıflardan birine öğretmenleri ikişer ikişer oturttukları, bir müddet konuşma yaptıktan sonra silahlarıyla üzerlerine ateş ederek öğretmen Sebahattin KURTULUŞ, eşi Hikmet KURTULUŞ, öğretmen İzzet YÜKSEL, öğretmen Ahmet BEKAR ve öğretmen Bayram YEŞİL’i şehit ettikleri, 46- 23-24.06.1993 günü gece saatlerinde Tunceli İli Meşeyolu Köyüne gelen silahlı bir grup PKK elemanının köy ilkokulu lojmanlarında kalan okul Müdürü Hamza ÇETİN ile Okul Öğretmeni Erkan AYDIN’ı kaleşnikof silahla ateş etmek suretiyle öldürdükleri, okul lojmanlarından birini ve okulu tamamen yaktıkları, bir lojmanı da tamamen tahrip ettikleri, 47- 07.10.1993 günü saat 17.50’de Tunceli İli Pertek İlçesi Pirincik Köyüne gelen 5 silahlı PKK elemanının köy okuluna 15 mt. mesafede olan bekar öğretmenlerin kaldığı lojmana girdikleri, konuşmak için geldiklerini söyleyerek öğretmenleri bir odaya topladıktan sonra evli öğretmenleri, okul müdür yardımcısı ve okul müdürünü de girdikleri lojmana çağırdıkları, okul müdürü o sırada bir başka köyde hasta ziyaretine gitmesi sebebiyle bulunamadığı, diğer evli öğretmenler ve okul müdür yardımcısının bekar öğretmenlerin kaldıkları lojmana geldikleri, PKK elemanlarından biri öğretmenlere 5 dakika kadar süren bir konuşma yaptıktan sonra okul müdür yardımcısı Ali Galip TUTAR'ı ekmek almak bahanesiyle 2 PKK elemanının nezaretinde evine gönderdikleri, Ali Galip TUTAR'ı gönderdikten 5 dakika sonra kalan 3 PKK elemanının kaleşnikof ve G-3 silahlarıyla odada kalan öğretmenleri yaylım ateşine tuttukları, öğretmenler Fevzi KATAR, Taşkın ŞENGEN, Ünal ATLI, Orhan BAKIŞ’ı öldürdükleri, Cemal ÜNLÜ’yü ağır yaraladıkları, 48- 11.09.1994 günü saat 22.15 sıralarında kalabalık bir PKK grubunun Tunceli İli Mazgirt ilçesi Darıkent Beldesine baskın düzenlediği, beldede bulunan Jandarma Karakolu’nu yoğun ateş altında etkisiz hale getirdikten sonra beldenin PTT ve belediye binalarına, sağlık ocağına girdikleri, PTT binasında bütün eşya ve evrakı yaktıkları, belediye binasının bütün kapı ve pencerelerini kırdıkları, sağlık ocağı içinde yangın çıkardıkları, ocakta bulunan sağlık malzemelerini aldıkları, Darıkent Beldesi İlköğretim Müdürlüğünde görevli öğretmenler Ali İhsan ÇETİNKAYA, Metin KAYNAR, Buminhan TEMİZKAN. Mustafa KARINCA, Rüstem ŞEN ve Vedat İNAN’ı evlerinden çıkardıktan sonra kaleşnikof silahla tarayarak öldürdükleri, sağlık memurları Mesut DEMİRTAŞ, Kazım KILIÇ ve Hüseyin VURAL’ı kaçırdıkları, ilköğretim okulunun bir kısmını yaktıkları, 49- PKK elemanları Sakine DONMEZ ile Atilla KAYA’nın, örgütün Ege Bölgesinde turistlere yönelik bombalı eylem yapma kararı alması üzerine önceden hazırlanan ve yanlarına verilen 5 adet zaman ayarlı savunma tipi el bombasıyla turist görünümünde Fethiye’ye geldikleri, Fethiye’de Çoban Pansiyonu’na yerleştikten sonra 21.06.1994 günü Yat Limanı yanındaki Çay Bahçesinde önceden meyve suyu kutusu içine yerleştirdikleri zaman ayarlı el bombasını naylon torbayla oturdukları masanın demirine astıkları ve olay yerinden uzaklaştıkları, bombanın patlaması sonucunda çay bahçesinde bulunan içlerinde 7’si Alman ve İngiliz vatandaşı turist olan 13 kişinin yaralandığı, 50- Fethiye İlçesindeki eylemi gerçekleştiren Sakine DÖNMEZ ve Atilla KAYA’nın ertesi günü Marmaris ilçesine gittikleri, 22.06.1994 günü saat 14.30’da Atilla KAYA’nın Belediye Halk Plajı’ndaki, Sakine DÖNMEZ’in Abdi İPEKÇİ Parkı’ndaki çöp bidonlarına zaman ayarlı el bombalarını yerleştirdikleri, çöp bidonlarına konan bombaların infilak etmesi sonucu parklarda bulunan 11 kişinin çeşitli yerlerinden yaralandık1arı, yaralananlardan 4’ünün İngiliz vatandaşı turist olduğu, Joanna GRIFFITHS isimli yaralı İngiliz turistin sonradan öldüğü, 51- 17.09.1995 günü saat 09.55’te PKK elemanları Mehmet Nuri ÖZEN, Hasan AŞKIN ve Fesih YAVAŞ’ın İzmir Gaziemir’deki TANSAŞ Mağarasının çok yakınında bulunan çöp bidonuna yerleştirdikleri saatli bombanın patlaması sonucu Muzaffer YILDIZ, Veli EREFE, Sefer AĞLAR, Selami SAYILIER, Nadir SAKALLIOĞLU’nu öldürdükleri, 28 kişinin yaralandığı, çevrede bulunan ağaçların hasar gördüğü, Mehmet Nuri ÖZEN ve Hasan AŞKIN’ın Yunanistan’da Atina’ya 5-6 saatlik mesafesi olan Yunan Devletinin himayesindeki PKK Kampında askeri eğitim gördükleri, eğitimlerini bilhassa bomba yapma üzerinde yoğunlaştığı, eğitimlerinin bittiği 1995 yılı ağustos ayı ortalarında kamp sorumlusu Yılmaz- Zuhal (K) tarafından İzmir’deki turistik tesislere eylem düzenlemek üzere Hasan AŞKIN’la birlikte Türkiye’ye gönderildikleri, Türkiye’ye gönderildikten sonra arkalarından gelen Doğan (K)la birlikte eylem düzenlemeye elverişli yerleri araştırdıkları, Gaziemir’deki TANSAŞ Mağazasına turistlerin ve askerlerin de geldiğini tespit ettikten sonra burada eylem yapmayı kararlaştırdıkları, TANSAŞ Mağazası yanındaki bombayı Doğan (K)’la birlikte hazırladıkları, hazırladıkları bombayı Hasan AŞKIN’ın çöp bidonuna yerleştirdiği, bombayı yerleştirmek için olay yerine Feshi YAVAŞ’la birlikte geldikleri, 52- 3/118 Jandarma Sınır Tabur Komutanlığı 9. Bölüğe bağlı ve Andaç Köyü Serin Mahallesinde konuşlandırılan Serin Jandarma Takımına 25.10.1985 günü gece saatlerinde silahlı baskın düzenleyen 50-60 kişi kadar oldukları tahmin edilen silahlı PKK grubunun, Jandarma erlerinden Ahmet BURSA, İsmail DEMİRBAŞ, Halis ARINIĞ, Ali TÜRKER, Nihat ÇELEBİ, Beytullah ALIÇ, Ömer KARA, Celal ÇAMBEL, Ramazan ÇELİK’i şehit ettikleri, Nihat EMİROĞLU ve Muammer KAFKAS’ı yaraladıkları, şehit ve yaralıların silah ve mühimmatlarını da gasp ettikten sonra gece karanlığından da yararlanarak olay yerinden uzaklaştıkları, 53- 04.08.1991 günü saat 04.30 sıralarında Hakkari İli Şemdinli İlçesi hudutları içinde bulunan 1/118 Sınır Tabur Komutanlığına bağlı Samanlı Karakolu’na baskın düzenleyen 150-200 kişilik bir PKK grubunun, karakolda görevli Jandarma Onbaşı Bekir ÖZAYDIN, Er Sedai ÖZER, Er Hasan TARIM, Er Yüksel KARACA, Er Mustafa HİÇYILMAZ, Er Mustafa GEDİK, Er Durak AÇIKGÖZ, Er Sait Ahmet APAK, Er Erdal ÇOBAN, GKK Baki YALÇIN’ı şehit ettikleri, 7 eri kaçırdıkları, toplam 9 subay, astsubay ve eri yaraladıkları, 54- 25.10.1991 günü saat 04.45 sıralarında 10. Jandarma Sınır Bölük Komutanlığına baskın düzenleyen ve 200 kişi oldukları tahmin edilen silahlı PKK grubunun, Sınır Bölük Komutanlığının emniyetini sağlamak için tepelerde mevzilendirilmiş timlerinde görevli erler Necati ÇİÇEK, Mehmet ÜNAL, Duran OKÇU, Ali AKDOĞAN, Savaş GEDİK, Ali ERDOĞAN, İdris DEMİRTAŞ, Yılmaz KABAK, Ali ERDEM, Hasan YAĞLIGİRDİ, Necdet AYHAN, Cengiz SABUNCU, Hüseyin ALBAŞGİL, İsmet ÖZDEMİR, İsmail AKDUMAN’ı şehit ettikleri, Asteğmen Bilal ÇAKIRCALI, Çavuş Feyyaz BİLGİÇ, Erler İlhan ÜNALAN, Hasan KARASAKAL. Mahmut GÖKALP, Salih DEMİR, Habip KOÇER, Bayram SELEK, Faruk GÜNEY, Sadık KOCA’yı yaraladıkları, 55- 24.05.1993 günü kalabalık bir silahlı PKK grubunun Bilaloğlu Köyü yakınlarında Çevrimpınar yol ayırımında Elazığ-Bingöl karayolunu kestikleri, durdurdukları araçlarda bulunan yolcuları indirdikten sonra izinden dönen ve kıtalarına gitmekte olan erbaş ve erler Ramazan AKKAYA, Mehmet ÖZTÜRK, Ertan KAÇAR, Hüseyin ÇELİK, Mustafa YILMAZ. Nihat ODABAŞI, Ercan ÇOBANOĞLU, Uğur BOZACI, İbrahim ERTAN, Hasan GÜLTUTAN, Haydar ASLAN, Mevlüt ÖZKAN, Şenol CANSIZ, Aydın KUZEY, Mustafa KOÇANOĞLU, Mustafa SARIGÖZ, Cavit YAMAN, Ali ARAR, İlyas UYAR, Murat MENTEŞ, Ahmet ARAR, Hilmi ŞAHİN, Şeref TAY, Adem ZÖNGÜR, Baki UMUTLU, Murat ELİBOL, Mehmet TURA, Ahmet APAK, Hikmet ÖZDEMİR, Turgut ERGUL ile öğretmenler Mehmet BİROL, Abdullah KABA, Selahattin ASLAN ve Güzel DOĞAN, Sisi ÖZDEMİR, Erdal AKBAŞ isimli vatandaşları şehit ettikleri, 56- 15.09.1993 günü Van İli Çatak ilçesi Kanalga Karakoluna baskın düzenleyen kalabalık bir grup silahlı PKK elemanının, karakolu korumak için 2 km. mesafedeki 2053 rakımlı tepe ile bu tepenin kuzeyindeki rakımsız tepede pusuya yatan timlerde görevli Uzman Jandarma Çavuş Mete SARAÇ, Jandarma Onbaşı Yılmaz GÖKÇEN, Jandarma Onbaşı Ramazan ÇAKIR, Jandarma Onbaşı Murat ÖZÇELEBİ, Jandarma Er Selahattin TOKAT, Jandarma Astsubay Çavuş Ali UĞUR, Jandarma Er Cuma YILDIZ, Jandarma Er Satılmış TAŞDELEN, Jandarma Er Zeki CANER, Jandarma Er Muammer KARACAER, Jandarma ER Ali ÇAKIR, Jandarma Er İhsan AVŞAR’ı şehit ettikleri ve silahlarını gasp ettikten sonra kaçtıkları, 57- Eruh Dağdöşü Köyünde konuşlanmış bulunan Jandarma Komando Bölüklerinin emniyetini sağlamak amacıyla çevreye çıkardığı timlerine 09.11.1994 günü saldırı düzenleyen kalabalık bir PKK grubunun, timlerde görevli komando erler Fahrettin ENGİN, Atilla ÖZTÜRK, Veli KARA, Halim ÇİMEN, Mehmet ÖZEN, Ayhan ÖZAY, Şamas AYTAÇ, Muharrem ÇAKIR, Kurabey YILDIRIM, Yaşar SOYTÜRK, Faik ALKAN, Ercan AYGUN, Erol KAKIŞIN, Cevahir ÇELİK, Mustafa ALTINTAŞ’ı öldürdükleri, 13 komando erini de yaraladıkları, 58- 15.06.1995 günü saat 23.00 sıralarında Şemdinli ilçesi Ortaklar Köyü hudutları içinde bulunan Jandarma Karakoluna baskın düzenleyen 400 kişilik silahlı PKK grubunun karakolda görevli jandarma Astsubay Kıdemli Çavuş Ekrem KAYAR, Jandarma Astsubay Çavuş Vedat ÖZAYAR, Jandarma eri Ali ÇELİK, Jandarma Eri Engin ÇİL, Jandarma Eri Halil TATLI, Jandarma Eri Ali AKYOL, Jandarma Eri Hasan ÇELİK, Jandarma Eri Arif MEYDAN, Jandarma Eri İrfan ÖNCEL, Jandarma Eri Sadık ŞİŞMAN, Jandarma Eri Mehmet ÇADIRCI, Jandarma Eri İlimder ATASOY, Jandarma Onbaşı Ali SIJYABATMAZ, Jandarma Eri Mehmet DEMİR, Jandarma Eri Mehmet ÖZTÜRK’ü şehit ettikleri; Jandarma erleri Mehmet SIKILGAN, İsmail BAŞARAN, Hakan PUSAT, Ramazan ÇELİK, Tuncay KAVAKLIOĞLU’nu kaçırdıkları, Jandarma Erleri Halil KAYACI, Şahin KILIÇ, Yavuz KIRMIZIYÜZ, İrfan TOPÇUOĞLU, Hulusi ERDOĞAN, Özkan ADIŞANLI’yı yaraladıkları, 1995 yılında yapılan V. Kongre’de örgütün Karadeniz ve Toroslar Bölgesi’ne açılması kararını alması üzerine silahlı faaliyetlerin bu bölgelere taşındığı ve; 1- 26.05.1997’de Tokat Kurtuluş Un Fabrikası’nı basan bir grup PKK'lının 3 kişiyi öldürdüğü, 2- 07.06.1997 tarihinde Tokat Niksar İlçesi Gökoluk Köyü yakınlarında bulunan PTT'ye ait radyolink istasyonuna saldırıldığı, 3-27.07:1997 tarihinde Almus İlçesi Ceget Kasabası çıkışında askeri araca silahla saldırıldığı, 4- 30.08.1997 tarihinde Reşadiye İlçesi Bostankolu Köyü’nde yol çalışması yapan araçların yakıldığı, 5- 14.10.1997 tarihinde Reşadiye İlçesi Sazak Yöresi’nde jandarma timine pusu kurularak 4 askerin şehit edildiği, 1 askerin yaralandığı, 6- 30.11.1997 tarihinde Almus İlçesi Kızıldere Köyü civarında sayımda görevli askerlere ateş açıldığı, 7- 20.11.1997 tarihinde Almus İlçesi Çiftlik Köyü Arut Yaylası’nda güvenlik kuvvetleri ile silahlı çatışmaya girildiği, 8- 15.07.1997 tarihinde Almus İlçesi Bakımlı Köyü Kızıliniş Mevkiinde karayolu kesilerek yolcuların eşyalarının gaspedildiği, 9- 14.12.1997 tarihinde Niksar İlçesi Alpaören Köyü Fatlı Mevkiinde bulunan Mimsan Kireç Sanayi’ne baskın yapıldığı, 10- 06.07.1998 tarihinde Niksar-Akkuş karayolu kesilerek bir otobüs yakılıp, içinde bulunan Ünye İlçesi Cezaevi 2. Müdürü Mustafa ERYILMAZ’ın öldürüldüğü, Sanık Abdullah ÖCALAN’ın, PKK'nın Kongre ve Konferanslarına sunduğu raporlar ile buralarda alınan kararlarla ve çeşitli basın, yayın kuruluşlarına verdiği beyanlarla, yazdığı yazılar ve kitaplarla, örgüt elemanlarını eylem yapmaya sevk ettiği, yukarıda örnek verilen eylemlerin birçoğunun emrini bizzat verdiği, böylece üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde sözde Kürdistan Devleti kurmak amacıyla kurup örgütlediği silahlı çete niteliğindeki PKK terör örgütünü, aldığı kararlar, verdiği emir ve talimatlarla sevk ve idare ederek; Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf suçu işlediğinden bahisle 2845 Sayılı Yasanın 9 ve 20. maddelerince yargılanarak, eylemine uyan TCK'nun 125. maddesine göre cezalandırılması istemiyle mahkememize kamu davası açılmış, bu dava da önce mahkememizin 1999/63 Esas sırasına kaydedilmişken, 29.04.1999 gün ve 1999/63-52 sayılı kararla, mahkememizin 1999/21 Esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. (Kl-88) Böylece sanık hakkında aynı suçtan açılan 4 ayrı kamu davası, aralarında mevcut şahsi ve hukuki irtibat nedeniyle CMUK'nun 2-3-4. maddeleri uyarınca mahkememizin 1999/21 Esas sayılı davası ile birleştirilerek; yargılama bu dosya üzerinden yürütülüp sonuçlandırılmıştır.

[düzenle]2- Esas Hakkında Mütalaa Yazılı olarak hazırlanıp 08.06.1999 günlü oturumda, DGM.C.Başsavcısı Cevdet VOLKAN tarafından okunarak sunulan esas hakkındaki mütalaada; Sanık hakkında açılan son davaya ait 26.04.1999 gün ve 1997/514 Hz, 1999/98 Es., 1999/78 nolu iddianamede, sanığın başında bulunduğu PKK terör örgütünün kuruluşu, amacı, programı, stratejisi, yapılanması ve genel faaliyetleri ile gerçekleştirdiği eylemler ve bunların nitelikleri, hukuki değerlendirilmesi konularında geniş bilgi verildiğinden tekrarında yarar görülmediği, bu nedenle sanığın değişik aşamalardaki savunmaları ve yargılama sırasında ortaya çıkan fiili ve hukuki durumu değerlendirilerek esas hakkındaki mütalaanın hazırlandığı, Sanığın 31.05.1999 günlü oturumdaki sorgusunda, iddianamede belirtilen ve kendisinin verdiği talimatlar üzerine örgüt elemanları tarafından gerçekleştirilen bütün eylemlerden 1. derecede sorumlu olduğunu, hatta ölümlerin iddianamede belirtilenden daha da fazla olması gerektiğini, 01.06.1999 günlü oturumda da hazırlık soruşturması sırasında Jandarma ve DGM C.Savcılarınca alınan ifadeleri ile Ankara DGM Yedek Hakimliği’nce tespit olunan, ilk savunmasının doğru olduğunu,, herhangi bir baskıya maruz kalmadan serbest iradesiyle verdiğini kabul ettiği, yine mahkeme başkanlığına sunduğu yazılı savunmasının 69. sayfasında PKK örgütünün eylemlerindeki sorumluluğunu açıkça ikrar ettiği, Sanık Abdullah ÖCALAN’ın 22.02.1999 günü DGM.C.Savcılığı’na verdiği ifadesinde “PKK örgütünün kurucusu olduğum doğrudur. Yine bu örgütün önderliğini yaptığım, benim önderliğimde Türkiye toprakları üzerinde silahlı bir mücadele başlattığım da doğrudur. Başlangıçta gerçekten Kürdistan Devleti kurmak gibi bir kavramımız da vardır. Bu da doğrudur. Ancak gelişen süreç içerisinde müstakil bir Kürt Devleti kurmak değil de Kürtlerin de Cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk olarak özgür olduğu bir ortam içerisinde birleştirilmesi sonucuna vardım. Bu temelde ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel özgürlüğünü elde etmiş olarak birarada yaşayabileceğimiz sonucuna vardım.” dediği, Kendi isteğiyle ikinci kez verdiği 03.04.1999 günlü ifadesinde de; ...bildiğiniz gibi PKK'nın da kurucusu benim, PKK kurulurken programını da yaptık. 0 zaman Kürtlerin bağımsız bir Kürdistan kavramı da vardı. Marksist temele dayalı yeni bir sistem getirecektik. Ancak değişen olaylar ve zaman, bize bu programın hayali olduğunu gösterdi... Kürt Devleti kurmanın mümkün olamayacağı ilmen de sabittir, gerekli de değildir. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde de demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesi mümkündür. Ben bu sonuca yardım.” dediği, Hazırlık tahkikatı ile son tahkikat aşamasındaki ifadelerinde: Silahlı çete PKK'nın kurucusu ve yöneticisi olarak eylemlerinden birinci derecede sorumlu olduğunu kabul ettiği, ancak 1990’lı yıllardan itibaren aynı sınırlar dahilinde demokrasiyi geliştirerek sınırlara hiç dokunmadan geliştirilecek bir çözümün daha gerçekçi olduğunu gördüğünü, kısaca 70’ler programını bırakıp yeni bir programa ulaşması gerektiğini kavradığını, “Pratiğim yakınen incelenirse şu çok açık görülecektir ve kitap dolusu belgelerle kanıtlanacaktır. En iyi anlamlı ve mümkün olan özgürlük ve bağımsızlık bu yer Kürdistan da olsa ancak Türkiye’nin genel Misak-ı Milli sınırları içerisinde mümkündür. Bilimsel olarak kanıtlamak zor değildir. Ayrılmış bir Kürdistan bitmiş ve bir gücün kuklası, işbirlikçilerin malikanesinden öteye gidemeyecek bir Kürdistan'dır. Ayrılmış bir Kürdistan halkın değil, yabancı ve işbirlikçilerin olabilir, ki bu ağırlıklı olarak hayaldir. Ancak çıkar güçlerinin oyunu olarak sık sık tekrarlanır. Tarih bütün oyunların isyanlarda nasıl oynandığını, asıl felaketleri halkın yaşadığını çok iyi ortaya koymaktadır. Kendi isyanımızda da bunu gördük. Tarihin en kritik dönemlerinde bu oyunlar oynanmıştır. Çözümsüz kaldığında başarıyla oynanmıştır da. 0 halde sorunu kendi ellerimizle çözmek, oynamak isteyenlere karşı kendi güçlü silahımız haline getirmektir. Bizzat tecrübemiz buna en iyi kanıt oldu. 0 halde ilk defa özgür irade ile gerçekleştireceğimiz bu kardeşlik çözümü yeni bir tarihi süreç olacak derken haklıyız. Kendi yargılanmamı olumlu barışın gerekçesi yapmak en temel demokratik idealimdir. Savunmanı temelde bu amaçla bağlantılıdır.” gibi görüşlere yer verilmişse de; Sanık Abdullah ÖCALAN tarafından yazılan “Kürdistan’da Zorun Rolü” isimli kitapta “...Kürt halkı kurtuluş mücadelesini bazı alanlarda eylem biçimleri ile sınırlayamaz.”, Sanık tarafından V. Kongre’ye sunulan politik raporda “1993’te biraz da geçiş arzeden o dönemi bir ateşkes ile lehimize çevirmek istedik ve bu çok önemli bir adımdı. Hiç olmazsa bunu fırsat bilirler, canlanırlar diye düşündük. Aslında biraz da hem uzun soluk alma, hem de hazırlık yapma imkanı idi. Bazıları bu hazırlığı yaptı ama yine komuta yapılınca bu layıkıyla değerlendirilemedi.” Yine PKK parti önderliği adı altında 08 Ekim 1998 tarihinde tüm partililer ve ARGK. savaşçılarına gönderdiği telsiz emrinde ateşkesle ilgili “Çoğunuz görev alacaksınız, görev bu temelde olabilir. Tabi düşmanın kısa bir süre için şöyle bir hedefi de var, kök kazımaktan bahsediyor... Bizim bunlara misilleme hakkımız makbuldür. Yani kendimizi iyi düzenleyerek bu 10 kat değişmiş, dönüşmüş bir temelde cevaplandırma görevimiz var. Biz ateşkes olayını tek taraflı da olsa düzenlemeyi sadece biraz daha hazırlık düzeyimiz, siyasi, diplomatik olarak da hamle imkanı kazanmak için yaptık, bu başarılı olmuştur, ama yetersizdir, daha da yapılacak işler vardır, düşman bunları bilerek çok sert davranıyor.” Sanık tarafından 16.10.1998 tarihinde sözde Botan Eyalet Sorumlularına verilen telsiz talimatında “‘Nasıl ki Ankara’dan çıkış partileşme anlamına geldi ise, yine Ortadoğu’ya açılıp bir ordulaşma başarıldıysa, Uluslar arası alanda fazlasıyla açılmak kesinlikle devletleşme anlamında ciddi bir adım olarak değerlendirilmelidir. İnanıyorum ki yeni dönem bundan epey güç olacaktır. Gerilla tarzında yenilik ustalık en etkili cevabı verecektir.” şeklindeki sözlerle asıl niyetini ortaya koyduğu, keza sanık tarafından 1995 yılı içerisinde Hatay Alan Komutanı’na verilen telsiz talimatında “... şimdi onlara özgün yaklaşırsınız, yani zaten dostane ilişkilerimizi söylersiniz ve mutlaka kazanmaya çalışırsınız, fakat faşist Türk kesimini de yıldırırsınız sanırım. Sanırım o başlangıçta yaptığınız eylemler önemli, fakat genelleştirmemek kaydıyla. 0 yoksulları kazanın fakat tehlikeli olan ele başları da ezin. Tabii hiç acımadan çıkarlarını darbeleyen ve yine dediğim gibi bu arada zengin bir alan aslında. Birçok şeyini de haraca bağlayabilirsiniz o zenginlerin, bundan sonra hissederlerse epey gelir imkanınız da artar.” şeklindeki sözlerle örgüte gelir sağlamada karşı gelenleri yıldırma ve sindirme amacıyla acımasızlığını sergilemesinin dikkat çekici olduğu, bu nedenlerle sanığın savunmasında samimi olmadığı, silahlı çete PKK'nın kuruluş amacı olan müstakil Kürdistan’ı kurmak idealinden vazgeçmediği, bunun için koşulların oluşumunu bekleyip daha uygun bir ortamın yaratılması fırsatını kolladığı, tek taraflı ateşkes ilan etmesinin örgütün biraz daha iyi hazırlanması, siyasi ve diplomatik hamle imkanının kazanabilmesine yönelik olduğunu, bu itibarla sanığın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmak için çaba sarf edip samimi olmayan ifadelerde bulunduğunu, Silahlı çete PKK'nın bir terör örgütü olduğunu, yurtiçinde ve özellikle yurtdışında uyuşturucu ticareti yapanlarla sıkı bir ilişki içerisine girerek gelir temininde onları aracı olarak kullandığını, uyuşturucu ticaretinden pay ve haraç aldığını, bu terör örgütünün bütün Kürtleri temsil ettiğinin gerçeklerle bağdaşmadığını, duruşmalarda dinlenen kimi müdahiller ile müdahil vekillerinden Av. Kazım AYAYDIN’ın da ifadelerinde Kürt kökenli Türk vatandaşı olduklarını ve Türkiye’de Kürt-Türk ayırımı yapılamayacağını, Türk ve Kürt’ün iç içe yaşadığını vurguladıklarını, PKK'nın suni olarak Türk ve Kürt ayrılığı yaratmaya, millet ve vatan bütünlüğünü bozmaya çalıştığını, oysa sanığın da ifadelerinde vurguladığı gibi 11. asırdan itibaren Türk’ler ile Kürt’lerin birlikte yaşamaya başladıklarını, birçok Türk boyunun Kürt boyları arasında eridiğini, bu itibarla iki halk arasında tabii bir kültür erozyonunun yaşandığını, kan bağının oluştuğunu, PKK çetelerine karşı savaşırken şehit düşen Kürt asıllı vatandaşların sayıca daha fazla olduğunu, PKK'ya karşı mücadele veren güvenlik kuvvetlerimizin yanında yer alan geçici köy korucularının Kürt asıllı vatandaşlar olmasının da dikkate değer olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Kürt’lere baskı yapılmadığını, inkar politikası güdülmediğini, 1925’te patlak veren Şeyh Sait İsyanı'nın dahi devletten ayrılmayı hedeflemediğini, saltanat ve hilafetin geri getirilmesini amaçladığını, devlete karşı başlatılan silahlı bir hareketin güç kullanılarak bastırılması, isyan edenlerin de cezalandırılmasının uluslararası hukukta kabul edilmiş bir kural olduğunu, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde benimsenip Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nca da kabul edilen Misak-ı Milli’nin bir maddesinde; Mondros Mütarekesi’nin imzaladığı 30 Ekim 1918 günü mütareke sınırları içinde dinsel, kültürel amaçlı ve amaç bakımından birlik oluşturmuş ve birbirlerine saygı ve fedakarlık duyguları ile dolu ırki ve toplumsal haklarıyla coğrafi konumlarına bütünü ile saygılı ve fedakarlık duyguları ile dolu Osmanlı İslam çoğunluğunun yerleşik bulunduğu bölümlerin tamamının gerçekte veya yasal olarak hiçbir nedenle ayrım yapılması mümkün olmayan bir bütün olduğunun kabul edildiği, İstiklal Savaşı’nda Misak-ı Milli’nin bu hükmünün aynen benimsendiği, İstiklal Savaşı iyi incelendiğinde Atatürk’ün Misak-ı Milli’nin çizdiği sınırları içinde yaşayan halkın tamamını bir bütün olarak gördüğü, bölgesel güçleri birleştirmeye çalıştığı ve düşmana topyekün milletin gücüyle karşı koymaya çalıştığının görüleceği, Amasya genelgesinde; Milletin bağımsızlığını yine milletin kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.”, Erzurum Kongresi’nde ; “Trabzon ile Canik sancağı ve doğu illeri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Van, Bitlis ve bağımsız livaların hiçbir sebeple, bahane ile birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu,”, Sivas kongresinde ise, “Bütün yurttaki Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri birleştirilmiş, Anadolu ve Rumeli Müdafa-ı Hukuk Cemiyeti adı altında kurulmuştur. Erzurum Kongresi’nde kararlaştırılan her türlü müdahaleye karşı toptan direnme kararı perçinlenmiş, Mondros Mütarakesi sırasında sınırlarımız içerisinde kalan ve ezici İslam çoğunluğu tarafından yerleşik Osmanlı ülkesi sınırları birbirinden ve Osmanlı camiasından bölünmesi mümkün olmayan ve hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Adı geçen ülkelerde yaşayan bütün islami unsurlar birbirlerine karşı saygı ve fedakarlık duyguları ile dolu ve ırki, toplumsal ve coğrafik haklarına bütünü ile saygılı özkardeşlerdir.” şeklindeki hükümlere yer verilerek, kurulacak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ırk esasına dayandırılmamasının amaçlandığını, bilahare ırk esasına dayanmama prensibinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında da aynen muhafaza edildiğini, PKK tarafından başlatılan terör eylemlerinin bir bağımsızlık hareketi olarak kabul edilemeyeceğini, çünkü kendi toprakları üzerinde egemenlik iddiasında bulunan güçlerle savaşmanın ancak bağımsızlık mücadelesi sayılabileceğini, oysa PKK terör örgütünün hedef olarak gösterdiği toprak parçasının Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altında bulunduğunu, ayaklanma, başkaldırı ya da isyan şeklini alan bu hareketin devlet güçlerine yöneltilerek devletin otoritesini zayıflatmayı, sonuçta ülke topraklarını ve millet bütünlüğünün parçalanmasını, zayıflatmayı, sonuçta ülke topraklarını ve millet bütünlüğünün parçalanmasını amaçladığını, bu açıdan bu eylemlerin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 3. maddesindeki “Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ilkesi, 14. maddesinde belirtilen hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmaması hükmü ile bağdaşmadığını ve tümü ile TCK'nun 125. maddesinde müeyyidesini bulan devletin birliğini bozmağa veya devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya kalkışmak suçunu oluşturduğu, 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu hükümlerine göre PKK'nın bir terör örgütü, mensuplarının da terör suçlusu sayılacağını, uluslararası hukukta da terörizmin her koşulda yasaklanıp ciddi bir insan hakları ihlali olarak kabul edildiğini, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme’de, sonuçta terör suçlarının insanlık suçu olarak kabul edildiğini, 1989 AGİK Viyana Kapanış Belgesi, 1990 Paris Şartı, 1992 Helsinki Bildirisi ve 1993 Viyana İnsan Hakları Dünya Konferansı Deklarasyonunda terör suçlarının ve bu suçlara katılan ülkelerin kınanacağı, hiçbir şart altında teröre hak verilmeyeceği, devletlerin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü ihlal eden faaliyetlere karşı savunmada işbirliği yapılacağı, terörün her ülkede suç sayılacağı, terör tehdidinin ortadan kaldırılması için işbirliği yapılacağı hususlarında karşılıklı anlaşmaya varıldığı, bu bakımdan gerek ulusal ve gerekse uluslararası hukuk açısından sanık Abdullah ÖCALAN’ın terör suçu sanığı olduğu, Cenevre Sözleşmesi hükümlerine göre savaş suçlusu statüsü verilmesi yönündeki istemlerin hiçbir hukuki dayanağının bulunmadığı, PKK'nın başlattığı ayrılıkçı-terör eylemlerini önlemek, mensuplarını yakalandığında yargılamak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel görevi olduğunu, PKK'ya uluslararası anlaşmalara göre bir taraf statüsü tanınmasının mümkün olamayacağını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin insan haklarına saygılı, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu, bölge ve ırk ayırımı yapılmaksızın, konuştuğu dile bakılmaksızın herkese yasaların eşit şekilde uygulandığını, Anayasa ve Yasaların tanıdığı hak ve özgürlüklerden herkesin yararlandığını, nitekim Anayasa’nın 10. maddesinde bu ilkenin yer aldığını, PKK terör örgütünü fiilen kuran, gizli ve açık şekilde verdiği yazılı ve sözlü talimat ve emirlerle sev ve idare eden, yöneten sanık Abdullah ÖCALAN’ın fiil ve hareketinin TCK'nun ayrı ayrı bölümlerinde her biri ayrı ayrı suç sayılan şahıslara karşı işlenen mal, kamunun düzeni ve güvenliği ile geleceği, adliyenin şahsiyeti, devlet idaresi ve hürriyet aleyhine işlenen suç kapsamında olduğu gibi, bunların tamamını içine alan, bünyesi içerisinde toplayan ve mahiyeti gereği devletin şahsiyetine karşı cürümler başlığı altında düzenlenen TCK'nun 125. maddesindeki suçun unsurlarını oluşturacağını, Sanığın 1990 yılından sonra sivil kesimlere karşı hiçbir saldırıda bulunulmaması talimatı verdiği, bu yönde gelişen az sayıdaki olayların kendi inisiyatifi dışında ve bölge sorumlularınca geliştirildiği, bundan acı duymakla birlikte önleyemediği yönündeki savunmasının bir an için doğru olduğu kabul edilirse ve samimi düşüncesi olduğu varsayılsa bile yasadışı olan ve silahlı faaliyetleri ile uzun süredir devamlı terörü canlı tutarak amacına ulaşmak isteyen, Türk Ulusu’na yurtiçinde ve dışarıda acı veren, kin, nefret duygularını uyandıran PKK'nın dosya içerisinde mevcut resmi verilere göre 15.02.1999 tarihine kadar gerçekleştirdiği eylemlerin bu savunmayı doğrulamadığını, nitekim PKK'nın kurulduğu tarihten sanığın yakalandığı 15.02.1999 tarihine kadar düzenlediği 6036 saldırı olayından 4057'sinin, devlet güçleri ile giriştiği 8257 silahlı çatışmadan 6057’sinin, 3071 bombalama ve patlatma eyleminden 2403'unün, 388 gasp olayından 298’inin, 1046 adam kaçırma olayından 934’ünün, 567 yasadışı gösteri olayından 329’unun 1993 yılından sonra gerçekleştirilmiş olması, keza KK terör örgütü tarafından öldürülen ya da şehit edilen 4472 T.C. vatandaşlarından 2871’inin, 3874 rütbeli ve rütbesiz askerden 2778’inin, 247 polisten 148’inin, 1225 geçici köy korucusundan 960’ının, yaralananlardan 5620 vatandaştan 4009’unun, 8178 askerden 6192’sinin, 909 polisten 606’sının, 1655 geçici köy korucusundan 1373 ‘ünün, 1993 yılından 15.02.1999 tarihine kadar geçen zaman içerisinde meydana gelmesi, ayrıca güvenlik güçleri ile çatışmaya zorlanan ve sonunda ölü olarak ele geçirilen 18777 PKK elemanından 12623’ünün, yaralı olarak ele geçirilen 647 kişiden 502’sinin 1993 yılından bu yana gerçekleşmiş olmasının, sanığın savunmasının hangi gerçeklere dayandığını ve ne derecede samimi olduğunu ortaya koyduğunu, PKK'nın V. Kongresi’nin 08-27 Ocak 1995 tarihinde yapıldığını, bu kongrede ajan ve GKK'ları aileleri olarak tanınan şahıslara imha şeklinde yönelineceği, bu tür şahısların birbirleri ile çelişkilerinin derinleştirilmesinin sağlanacağı, malvarlıklarına el konulacağı, güvenlik ve ekonomik yönde abluka altına alınarak imkanlarının kısıtlanacağının kararlaştırıldığı, keza 1-5 Mayıs 1996 tarihlerinde yapılan IV. Konferans’ta da il ve ilçe kalabalık yerleşim birimlerine baskınlar düzenleyip intihar eylemlerinin gerçekleştirilmesinin öngörüldüğü, sanığın bilhassa GKK'ların barındığı köyleri hedef gösterdiğini, GKK'nın PKK örgütüne katılmayan Kürt asıllı vatandaşlarımız olduğunu, GKK'nın PKK’ya katılmayı kabul etmemesi ve aksine devlet güçleri yanında yer almasının ve 22 Şubat 1999 tarihi itibariyle 1225 GKK'nın şehit edilmesi, öldürülen 4472 vatandaşın büyük çoğunluğunun Kürt asıllı bulunması gibi olguların; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürtlere baskı yaptığı ve PKK'nın Kürt halkının özgürlüğü için savaştığı yönündeki propagandayı boşa çıkaran çok iyi gerçekler olduğunu, Sonuç olarak iddianamelerde yer verilen ve her biri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının canına ve malına yönelen, toplum düzenini bozan ve sarsan, herkeste kin ve nefret duyguları uyandıran, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alan, gerek yurtiçinde ve gerek yurtdışında yasadışı silahlı terör faaliyetlerine başvuran PKK örgütünün ve elebaşı olan sanık Abdullah ÖCALAN’ın eylemlerini tüm dosya kapsamı ve sanığın savunmaları ile sabit olduğu, eylemlerinin gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdışında uzun süredir ve sürekli olarak gerçekleştirilip yaygınlaştırılması, çokluğu ve nitelikleri ile sanığın halen de örgütle olan bağlantısını kesmemiş olduğu nazara alınarak TCK'nun 125. maddesi uyarınca cezalandırılmasına, emanette kayıtlı olan örgüte at eşya ile paranın TCK'nın 36. maddesi gereğince müsaderesine, tutukluluk halinin devamına karar verilmesi talep olunmuştur. (Kl-88) [düzenle]3 - Müdahillerin Beyanları Davaya; çok sayıda şehit ve gazi aileleri ile bazı dernek, vakıf ve sendika temsilcileri müdahale talebinde bulunmuş olup, mahkememizce talepte bulunanların suçtan zarar görmüş olmalarına binaen, CMUK'nun 365 ve müteakip maddeleri gereğince davaya müdahilliklerine karar verilmiştir. Mahkememizce dinlenen müdahiller; müdahale dilekçelerini tekrar ederek, sanığın kurduğu ve lideri olduğu PKK terör örgütü tarafından gerçekleştirilen eylemler sonucu, çok sayıda askerin, polisin, kamu görevlilerinin ve sivil kişilerin öldürüldüğünü veya sakat bırakıldıklarını beyan ederek, sanıktan şikayetçi olduklarını, sanığın cezalandırılmasını ve şahsi haklarının saklı tutulmasını talep etmişlerdir. Yine mahkememizce dinlenen müdahiller vekilleri, müdahale dilekçeleri ile müstakilen veya müştereken verdikleri iddialarını içeren dilekçelerini tekrar ederek, sanık Abdullah ÖCALAN'ın başında bulunduğu PKK terör örgütünün bağımsız Kürt Devleti kurmak ve vatanı parçalamak amacıyla gerçekleştirdiği terör eylemleri sonucu sivil, asker ve polis ayırımı yapmadan binlerce kişinin öldürüldüklerini veya sakat bırakıldıklarını, yine terör eylemleriyle iş makinalarını, alt ve üst yapı yatırımlarını, petrol tesislerini, ormanları vb. yakıp yıktıklarını, Ülkede, Türkler’in ve Kürtler’in en az bin yıldır birlikte yaşamakta olup, Türk-Kürt ayırımı yapılmadığını, sanığın amacının; devleti parçalamak olduğunu, şehit kanı ile çizilmiş Misak-ı Milli sınırları içinde vatanın bir bütün olup, asla parçalanamayacağını beyan ederek, Sanıktan şikayetçi olduklarını, sanığın vatana ihanet suçundan TCK'nun 125.’inci maddesi gereğince cezalandırılmasını ve şahsi haklarının saklı tutulmasını talep etmişlerdir. (Kl.:67 ve 70) [düzenle]B - S A V U N M A

Sanık Abdullah ÖCALAN’ın Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılarına, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Yedek Hakimliği’ne verdiği ifadeleri ve sanık ile vekillerinin duruşma aşamasında verdiği yazılı ve sözlü savunmaları ana hatlarıyla ve özet olarak aşağıdaki şekildedir. 1- Sanık Abdullah ÖCALAN, Ankara DGM. C. Savcılığınca alınan 22.02.1999 günlü ifadesinde: PKK örgütünün kurucusu olduğunu, örgütün önderliğini yaptığını, kendi, önderliğinde Türkiye toprakları üzerinde silahlı bir mücadele başlattığını, başlangıçta Kürdistan Devleti kurmak gibi bir kavramları olduğunu ancak gelişen süreç içerisinde müstakil bir Kürt Devleti kurmak değil de, Kürtlerin de cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk olarak Özgür olduğu bir ortam içerisinde birleştirilmesi ve bu temelde ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel özgürlüğünü elde etmiş olarak birarada yaşayabileceği sonucuna vardığını, MED Televizyonunda 13.12.1998 günü, “Kendinizi yakmayın, sizi yakanları yakın” şeklindeki konuşmanın kendisine ait olduğunu, bu konuşmanın özgürlük temelinde bir arada yaşama düşüncesine de aykırı olduğunun farkında olduğunu, ancak bu konuşmayı ağır bir ortam içerisinde yaptığını, yine 25.12.1998 günlü MED Televizyonu’nda intihar eylemleri ile ilgili yaptığı konuşmanın kendisine ait olduğunu ve bu konuşmaları duygusallıkla yaptığını, 18.06.1998 günlü Panel Programı’nda geçici köy korucuları ile ilgili yaptığı konuşmanın doğru olduğunu, korucuların üzerlerine en çok gelen grup olduğunu, kendilerine saldırdıkları için korucuların hedef alındığını, PKK’nın şiddet anlayışında sivil vatandaşlara yapılan saldırıların çok olduğunu, bilhassa 1987 yılından sonra yoğunlaştığını, yarı çete anlayışı olan bu saldırıları kendisinin tasvip etmediğini, önüne geçmek için büyük mücadele verdiğini ancak başarılı olamadığını, PKK’nın terör eylemlerinden en fazla zararı bölge halkının gördüğünü, başlangıçta bölgenin özgürlüğü için ortaya çıktıklarını, ancak daha sonra kendilerine katılımlar olduğunu, bölgede öteden beri süregelen düşmanlıkların olması, Şemdin SAKIK gibi, Kör Cemal gibi, Şahin BALİÇ gibi, Cemil IŞIK gibi, PKK’dan yönetimi ele geçirenlerin baskılarını ve eylemlerini daha duyarlı bölge halkı üzerinde yoğunlaştırdıklarını, kendisinin buna sonuna kadar karşı koyduğunu, hatta bu şekil eylemleri gerçekleştirenlerden bazıları (Kör Cemal Kod) Halil KAYA, (Hogir Kod) Cemil IŞIK, (Mete Kod) Şahin BALİÇ gibilerini cezalandırdığını, Şemdin SAKIK’ı da cezalandıracağı sırada ellerinden kaçtığını, suçlu görülen şahısların merkez komutasınca yargılandıklarını, yargılanma sonucunda kendisinin özel onayıyla cezaların infaz edildiğini, kendisinin özel onayının önemli kişiler için alındığını, cezalandırmaların ARGK Yönetmeliği çerçevesinde yapıldığını, Terör eylemleri sonucu meydana gelen ölü ve yaralı sayısı ile ilgili bilançonun doğru olup, ölü ve yaralı sayısının belirtilenden de daha fazla olabileceğini, bu olayların emrini kendisinin verdiğini, sorumluluğun kendisine ait olduğunu, 1993 yılındaki ateşkesle ilgili olarak bu tarihte Celal TALABANİ’nin Şam’a geldiğini, kendisine Özal’ın ateşkes konusunda talebi olduğunu ilettiğini, böyle bir beklentisi olduğunu söylediğini, daha önceden bazı gazetecilerle yaptığı röportajlarda da bu izlenimi edindiğini ve bunun üzerine 15 Mart 1993 günü Celal TALABANİ ile birlikte ateşkes ilan ettiğini, Örgütün mali kaynaklarının büyük çoğunlukla Avrupa’dan bağış ve kampanyalardan elde edilen gelirler olduğunu, vergilendirme adı altında para toplandığını, 1991-1993 yılları arasında bölgedeki mütahitlerden yüzde itibariyle bir miktar örgüte gelir adı altında para alındığını, Körfez Savaşı’nda kuzeye doğru sürülen insanların bıraktıkları, silahları topladıklarını ve bir kısmını da para ile satın aldıklarını, PKK tarafından kullanılan Strella füzelerinin Yunanistan temsilcisi Rozalin Kod Ayfer KAYA’nın yardım kampanyası oluşturup, kiliselerden ve kendilerine yakın halktan topladıkları paralarla 20 adet Strella füzesini tüccar vasıtası ile Sırbistan’dan satın aldıklarını ve kendilerine Kuzey Irak’ta teslim edildiğini, yine örgütün kullandığı Sam 6 ve Sam 7 füzelerini Kuzey Irak’taki boşluktan yararlanarak temin ettiklerini, PKK’nın siyasi görüşüne uygun propaganda yapmak amacıyla MED Televizyonunu kurduklarını, finansını bağış yoluyla temin ettiklerini ve toplanan paraları yasal hale getirmek için vakıflar kurduklarını ve bu televizyonda çalışan kişilerin örgüt elemanları olup gönüllü olarak çalıştıklarını, Kendisinin bilgisi dahilinde PKK örgütünün uyuşturucu kaçakçılığı yapmadığını, ZAROS bölgesi dedikleri Van ve Hakkari bölgesinde yapılan uyuşturucu ticaretinden oradaki sorumlularının, bu uyuşturucu ticaretini yapanlardan pay aldıklarını, bunun dışında örgütün, uyuşturucu ticareti ile iştigal etmediğini, kendisinin uyuşturucu ticaretine karşı çıktığını, 1995 yılında Lahey’de kurulan ve merkezi Brüksel’de olan Sürgünde Kürdistan Parlamentosu’nun kurulmasını desteklediğini, bu parlamentonun 65 üyesi mevcut olup 12 tanesinin PKK Temsilcisi olduğunu, diplomasi alanında faaliyet göstermek ve Avrupa’daki birçok kişi ve kuruluşlar için rahatça ilişki kurabilecekleri legal ve kabul görmüş bir oluşum meydana getirmek için kurulduğunu, PKK örgütünün klasik anlamda siyasi parti olmaktan öte parti, ordu ve cephe şeklinde teşkilatlandığını, kendisinin örgütte genelde APO Kod adıyla anıldığını, yazışmalarda Ali Fırat Kod adını kullandığını, ayrıca yurtdışı temsilciliklerinin olduğunu, yine örgüte bağlı Kürdistan Özgür Kadınlar Birliği (YAJK) örgütünün olduğunu, emrinde Avrupa dahil 3.000 kadar örgüt elemanının olduğunu, 1979 yılında Suriye’ye geçtiğini, Filistin örgütü ile irtibat kurarak bu örgütten demokratik cephe-kimliği temin edip, bu kimliklerle Lübnan’a geçtiklerini, Filistin örgütünün kendilerine Bekaa vadisinde kamp yeri verdiğini, HELVE adı verilen bu kampın daha sonra ismini Mahsun Korkmaz Akademisi olarak değiştirdiklerini, 1992 yılında tekrar Suriye’ye geçtiklerini, burada El Muhaberat elemanı Ağa Kod Mervan Zerki ile ilişki kurduklarını, bu şahsın Suriye İstihbaratı ve Devleti ile aralarında bir halka oluşturduğunu, Suriye’ye geldiklerinde evler satın aldıklarını veya kiraladıklarını ve daha sonra bu evleri parti okullarına çevirdiklerini, Suriye’de bulunduğu süre içerisinde Ali Ammar adına tanzim edilmiş Demokratik Cephe kimliği ile dolaştığını, 1992 yılı sonunda 9 Ekim 1998 yılına kadar ağırlıklı olarak Şam’da kaldığını, 09 Ekim 1998 günü Rozerin kod Ayfer KAYA ile birlikte Suriye’den çıkış yapıp Yunanistan’a geldiklerini, o zamana kadar PKK'ya dost olduğunu ifade eden Yunanistan’ın iltica talebini kabul etmemesi nedeniyle, Yunanistan’dan ayrılıp Moskova’ya geldiklerini, Rusya’da kalmasını DUMA’nın kabul etmesine rağmen Rusya Başbakanının karşı çıkması nedeniyle 33 gün sonra Rusya’dan ayrılmak zorunda kaldığını, bazı İtalyan milletvekillerinin daveti üzerine yanında Roma temsilcisi Ahmet YAMAN olduğu halde Rus yolcu uçağı ile Roma’ya geldiklerini, İtalya’da siyasi iltica talebinin kabul edilmesini beklerken, tutuklamanın gündeme geldiğini, daha önce gerek İtalya gerekse Avrupa Devletleri’nin her gün yüzlerce Kürt’ün siyasi bile olmayan iltica taleplerini kabul ederken kendisinin siyasi olan iltica talebini kabul etmediklerini, giderek üstündeki baskıyı artırdıklarını, kaç kurtul şeklinde kendisine karşı bir tutum göstermeye başladıklarını, bu baskılar karşısında İtalya’da toplam 66 gün kaldıktan sonra 16 Ocak 1999 günü İtalya’dan ayrıldığını, ayrılmadan önce Rozalin vasıtası ile Güney Kıbrıs’tan kırmızı pasaport temin ettiğini ve tekrar Moskova’ya geldiklerini, Moskova’nın ters tutum takınması sonucu 29 Ocak 1999 tarihinde Rusya’dan ayrıldıklarını, Yunan gizli servisine ait uçakla tekrar Yunanistan’a geldiklerini, Yunanistan yetkililerinin karşı çıkmaları sonucu tekrar kendisini uçakla Minsk Havaalanı’na bıraktıklarını, burada da kabul görmemesi üzerine sonuçta mecburen tekrar Yunanistan’a dönme gereğini duyduğunu ve oradan da kendisini Kenya’ya götürdüklerini, Yunanistan’ın PKK örgütü ile ilişkilerinin, Suriye’nin PKK örgütü ile ilişkilerine benzediğini, 1988 yılında Lübnan’da Badovas ve Nagazakis ziyaretleri ile bu ilişkilerin başladığını, 1994 senesinde Yunanistan’da PKK örgütünün kamplarının açıldığını, Lavrion kampında PKK'lı gençlere daha çok ideolojik eğitim verildiğini, ayrıca bomba eğitimi yapılan Dimitri Elen Kampının olduğunu, bu kampın sorumlusunun Mahir Kod Fethi DEMİR olduğunu, ayrıca Yunanistan’da küçük grupların yerleşmesi için evlerin bulunduğunu, Yunanistan’da sivil kurumlardan, kiliselerden ve sendikalardan para yardımı aldıklarını, İran’da Urumiye’de bir hastanelerinin mevcut olduğunu ayrıca İran-Irak sınırına yakın ve İran topraklarında kalan kamp yerlerinin olduğunu, Ermenistan’da temsilciliklerinin bulunduğunu, Almanya’da çok sayıda demek ve temsilciliklerinin olduğunu, Avrupa’nın kendisini Türkiye’ye karşı kullandığını, Türkiye’yi ve kendisini karşı karşıya getirirken, Türkiye’nin de önünü kesmeyi hedeflediğini, insan haklarından çok sık bahseden Avrupa’nın kendisini kullanmak suretiyle çok kan dökülmesine sebep olduğunu ve sonuçta insan haklarını işletmeyerek iki yüzlü olduğunu gösterdiğini, bu nedenle Avrupa’yı kınadığını, kendisinin sebep olduğu eylemler nedeniyle yüz binlerce Kürt’e siyasi olmadığı halde iltica hakkı tanırlarken kendisinin PKK örgütünün başı ve bir numaralı siyasi adamı olduğu halde kendisine siyasi sığınma hakkı tanımadıklarını beyan etmiştir. (Kl.: 1) 2- Sanık Abdullah ÖCALAN Ankara DGM. C. Savcılarınca alınan 03.04.1999 günlü ek ifadesinde: PKK'nın kurucusu olduğunu, kurulurken programını da yaptıklarını, o zaman bağımsız bir Kürdistan kavramı olduğunu, Marksist temele dayalı yeni bir sistem getireceklerini, ancak değişen olaylar ve zamanın kendilerine bu programın hayali olduğunu gösterdiğini, PKK kurulduktan sonra şiddete başvurulduğunu, ama zaman içerisinde PKK'nın gösterdiği bu şiddetten rahatsız olduğunu, 1993’ten sonra bütün çabasını PKK'yı şiddet unsurundan arındırıp siyasi kanal içerisine sokmayı amaçladığını, kendisinin uzun örgüt hayatında Kürtlerin özgürlüklerini Türkiye içerisinde bulduklarını gördüğünü, Kürtlerin derdinin ayrı bir devlet kurmak olamayacağını, federasyon ve otonominin çözüm olmadığını, bundan daha ileri bir çözümün demokratik sistem olduğunu, Türkiye’de de mevcut sistemde, Kürtlerin siyasal haklarının var olduğunu, 1990’lardan sonra Kürtler ile ilgili kültürel hakların geliştiğini ve halen yürürlükte olduğunu, Kürtçe kaset de çıkarıldığını, Kürt Enstitüsü kurulduğunu, Kürtlerin oy verdiği bir parti ve kültür derneklerinin olduğunu, bütün bu olanların Türkiye’de Kürtlerin özgür ifade hakkının geliştiğinin göstergesi olduğunu, PKK programının politik ve siyasi değerinin olmadığını, kavram olarak Kürdistan ibaresini kullandığını, coğrafi olarak ele aldığını, Kürt devleti kurmanın mümkün olmayacağının ilmen de sabit olup, gerekli de olmadığını, mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesinin mümkün olduğunu, kendisinin bu sonuca vardığını, Avrupa’ya siyasi faaliyette bulunmak için çıktığını, ancak hiçbir Avrupa ülkesinin siyasi sığınma hakkı vermediğini, Yunanistan’ın ve onunla ilişkili komploda yer alanların kendisini Türkiye’ye teslim etmekle, asıl hedeflerinin yüzyıllık Kürt-Türk düşmanlığının temelini atmak olduğunu ve kendisinin en büyük emelinin bu Kürt Türk düşmanlığına engel olmak olduğu, 1993’ten beri PKK'yı şiddet kullanan örgüt olmaktan çıkarıp, siyasi alanda faaliyet gösteren bir örgüt haline getirmek için çaba sarfettiğini beyan etmiştir. (Kl.: 1) 3- Sanık Abdullah ÖCALAN, Ankara DGM. Yedek Hakimliği'nce yapılan 23.02.1999 günlü sorgusunda: Sanık, Yedek Hakimlikçe yapılan sorgusunda; 22.02.1999 günlü Ankara DGM. C.Savcılarınca alınan ifadesini aynen tekrar ettiğini beyan ederek, kendisinin PKK örgütünün kurucusu ve lideri olduğunu, örgütle alınan kararların en son olarak kendisinin onayına sunulduğunu, örgütün ideolojik ve siyasi faaliyetinin 1973-1978 tarihleri arası olduğunu, 1977-1978 tarihleri arasında da Hilvan-Siverek’te mahalli otoriteye karşı toprak sahipleri ve ağalara karşı, örgüt tarafından bir silahlı girişimde bulunulduğunu, ilk silahlı çatışmanın bu temelde başladığını, kendisinin Temmuz 1979 tarihinde Lübnan’a gittiğini ve bu tarihten itibaren silahlı, ideolojik ve askeri hareketi daha da geliştirmek için eğitimlere başladıklarını, 1984 yılında Diyarbakır Cezaevinde başlayan ölüm oruçlarının ağır etkisi altında kalarak yeni bir silahlı mücadele sürecine başladıklarını ve bunun günümüze kadar devam edegeldiğini, yurtiçinde mücadele şeklinin eyalet şekline dayandığını, eyaletlerin de birimlere kadar gittiğini, her eyaletin bir sorumlusu olup, silahlı eylem kararlarının buradaki sorumlu birliklerce alındığını, silahlı eylem kararlarının, genel hatları itibariyle kendisinin onayına sunulduğunu, kendisinin daha çok temel stratejik ve taktik kararlar alıp örgüte bildirdiğini, uygulamanın birimler tarafından yapıldığını, PKK örgütünün temel gelir kaynağının geniş halk yığınlarından sağlanan bağış, aidat ve kampanyalara dayandığını ve ayrıca bazı sivil kuruluşlardan da mali destek gördüklerini, PKK örgütünün uyuşturucu kaçakçılığı ile bir ilgisinin olmadığını, ancak bazı bölgelerde bazı kişilerce yapılan uyuşturucu kaçakçılığından o bölgeden sorumlu elemanları tarafından bu kişilerden belli miktarda bağış şeklinde paralar alındığını, ancak örgütün direkt olarak uyuşturucu ticareti ile bir ilgisinin olmadığını, örgüt ideolojisine ters düşeceğini, Örgütün temel hedefleri arasında ekonomik hedeflerin olduğunu, ancak bu hedefler arasında orman yakmalar ve insanların oldukları kurumların olmadığını, daha çok savaşın sürmesine yol açan ekonomik hedefler söz konusu olduğunu, ayrıca örgütün insana dokunmamak kaydıyla turistik hedeflere karşı da eylemlerinin olduğunu, kendisinin genellikle köylerde ve sivil yerlerde yapılan katliam şeklindeki eylemleri tasvip etmediğini ve bu şekilde eylem yapılmaması hususunda da mücadele verdiğini, ancak örgütteki bazı öğelerin iktidarı ele geçirmek amacı ve anlayışı içinde toplu köy katliamlarını gerçekleştirmiş olduklarını, kendisinin bu hususta mücadele edip bu şekilde eylem yapanları en ağır şekilde cezalandırdığını, 1987 yılından sonra kurulan koruculuk sisteminde koruculara karşı da silahlı eylemlerinin olduğunu, Örgütün yurt dışında çıkan Serxwebun, Özgür Politika ve yurtiçinde çıkan Özgür Gündem isimli legal yayınlarının olduğunu, bu yayınlarda Ali Fırat Kod adı ile yazılarının yayınlandığını, örgütün propagandasını yapmak amacıyla MED Televizyonu’nu kurduklarını beyan etmiştir. (Kl.: 1)

[düzenle]4- Sanık Abdullah ÖCALAN duruşmada verdiği yazılı savunmasında Sanığın demokratik çözüm sürecinde bir dönemeç başlığı altında 81 sayfadan ibaret yazılı savunmasının giriş kısmında, savunmasının temelinde, Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, hakkında hazırladığı iddianameye ayrıntılı bir yanıt olmaktan çok; daha önemli gördüğü Kürt sorunu ve PKK öncülüğündeki son isyandan, tarihi bir uzlaşma ve çözüm imkanının nasıl geliştirebileceğini, orta boy bir savaş olarak da anlaşılabilecek bu eylemliliğin, barış şansını ortaya koymaya çalıştığını, hukuki yaklaşım ağırlıklı savunmalarını avukatlarına bıraktığını, kendisi için daha büyük önem taşıyan, adı, kaynağı, amaçları nasıl izah edilirse edilsin, resmi olarak bile "düşük yoğunluklu bir savaş" olarak değerlendirilen bu kapsamlı eylemliliğin barış gereğini ortaya koymak, "Her savaşın bir barışı vardır" kuralı gereği, makul olan çözümü aramanın savunmasının temel amacı olduğunu, özünün, çok tekrar içerse de, "demokratik çözüm" kavramında yoğunlaştırıldığını, daha önceleri sınırlı değindiği bu yaklaşımı, oldukça açtığını, bunda, eline geçen, Leslie LİPSON' un "Demokratik Uygarlık" adlı kitabının da katkısı olduğunu beyan etmiş, 20. yüzyılda zafer kazanan demokrasinin ve demokratik sistemin, insanlık tarihine kadar kökeni uzanmakla beraber devlet sistemi olmasının, ilkçağ Atinası'nda kapsamlı bir anlama kavuştuğunu, esasta, toplumun kendi yönetim gücünü ifade ederken, bireyi en özgür kılan sistemlerin en gerçekçisi olduğunu, esas gücünü toplumun doğallığına cevap vermesinden aldığını, otoriter rejimler, belki hızlı gelişmelere yol açarlar ama, toplumsal doğallığa yabancılaşmaları, onları dönemlerinde ne kadar güçlü de olsalar, er geç çöküşe götüreceğini, devsel köleci imparatorluklardan , kapitalist faşist totaliter diktatörlüklere, hatta, reel-sosyalist totaliterliğe kadar, hepsinin aynı akıbeti paylaşmış olduklarını, günümüz demokrasilerinin, basit ve karmaşık yönleriyle önce fikri boyutta, 17'inci ve 18'inci yüzyılda gelişirken, kurumsal yönetimsel gelişmenin, 19'uncu yüzyılın ortalarından itibaren hız kazanmış olup, 20'inci yüzyılda ise, faşizmin total amansız diktatörlüğü ile zıt yöndeki reel-sosyalizmin, totaliter rejimlerine karşı direnerek, yüzyılın sonunda kesin zaferini ilan etmiş olduğunu, Demokratik kuramın ışığında Türk toplumunu ve yakın dönem Türkiye tarihini değerlendirmeden, günümüzün çok gündeme getirilen demokrasi paketlerini de anlamanın mümkün olmayacağını, Osmanlı İmparatorluğu’nun Britanya, hatta Rusya tarzı bir güç haline gelememesinin, bünyesinde ciddi hiçbir demokratik gelişmeye imkan vermemesinin, çöküşle sonuçlanmaya götürdüğünü, 1. Dünya Savaşı sonunda imparatorluğun dağılışından sonra, cumhuriyetin kuruluşunu Mustafa Kemal’in pratik komuta ve gerçekçi siyasi anlayışı ile, yakından bağlantılı olduğunu, pratik ustalığının çok güçlü ama derin bir teorik ve siyasi yaşamının olmamasının gerçekten cumhuriyetin daha ileri açılımını, özellikle demokratik boyutunu sınırlandırdığını, bunda toplumsal bünyede demokratik akımdan uzaklık, dinsel geriliğin hakimiyeti ve çok sayıda ayaklanmanın saltanat lehine cumhuriyeti tehdit etmesinin, otokratik cumhuriyete yol açtığını, demokratik parti ile cumhuriyetin oligarşik bir karakter kazandığını ve daha sonra ordunun 27 Mayıs ve 12 Eylül hareketlerinin yaşandığını, bilahare PKK'nın Kürt sorununu tüm sisteme mal ettiğini, dünyada reel-sosyalizmin çözülüşü genelde otoriter ve totaliter rejimlerin geniş bir coğrafyada çözülüş ve çöküş sürecine girmelerinin, dünya çapında demokratik sistemin zaferine götürdüğünü, demokratik sistemin faşist rejimlerin çöküşü ile II. Dünya Savaşı sonrası gelişimine, 90’Iarda reel-sosyalizmin çözülüşünü ekleyince tüm dünyayı etkilemesi gibi Türkiye’yi de etkilediğini beyan ederek, Türkiye’nin 2000’li yıllar gündeminin demokratik cumhuriyet dönemi olduğunu, demokratik çözüm seçeneği, genelde olduğu gibi Kürt sorununda da tek seçenek durumunda olduğunu, ayrılmanın ne mümkün ne de gerekli olduğunu, Kürtlerin çıkarının kesinlikle tüm Türkiye ile demokratik birliğinden geçtiğini, demokratik çözümün, hakkıyla uygulanırsa otonomi, federasyondan bile daha başarılı ve gerçekçi bir model olma yolunda olduğunu, pratiği daha şimdiden bu yolda ilerlediğini, en zor sorunun böyle çözüme gidilmesi halinde artık şiddet onun devrimci, karşı devrimci, darbeci, dinci biçimlerinin de gündemden düşeceklerini, batı tarzı sorunları ele alışın hızlı bir sürece gireceğini, o zaman ekonomik kaynakların, toplumun eğitim düzeyi, demagojik, oligarşik olmayan yönetim yapısı ve gerçek demokratik değerlere “Özgürlük, Eşitlik, Adalet” gibi bağlılığın büyük bir hamleye yol açabileceğini belirterek, Türk-Kürt ilişkilerinde kısa tarih ve bazı temel özelliklere değinerek, Türklerin özellikle hakim tabakadan giderek kopan Türkmen akınlarının X1. Yüzyılda Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları coğrafyaya akın etmelerinin iki halk arasında yoğun bir kaynaşmaya yol açtığını, Kürtlerin nispeten yerleşik konumları bu yüzyıllarda daha çok Türk boylarının erimelerine yol açtığını, siyasallaşmada Türklerin, sosyalleşmede Kürtlerin nispeten hakim konumda olduklarını, Yavuz Selim ile başlayan Osmanlı Kürdistan ilişki düzeninin 19. yüzyıldan itibaren bozulmaya başladığını, bunda imparatorluğun batı ‘kapitalizmi karşısında gerilemesi, bölgeye özellikle Britanya İmparatorluğu’nun sızması, merkezi otoritenin artan vergi ve askerlik talebinin, bu bozulmada dolayısıyla günümüze kadar gelecek bir isyan sürecine yol açtığım, diğer tüm kavimlerin isyanının başarıya ulaşmasına karşın bu isyanların büyük çapta olmalarına rağmen başarıya gitmelerinde bünyedeki ortak vatan ve devlet anlayışının büyük rol oynadığını, Gerek son Mebusan Meclisi’nde ve gerekse Mustafa Kemal’in önderlik ettiği Amasya, Erzurum, Sivas ve Ankara toplantı ve kongrelerinde, ulusal kurtuluşun açıkça Türk ve Kürt ortak ulusal kurtuluşçuluğu olduğunu, ortak ulusal kurtuluşun başını şüphesiz devlet tecrübesi, askeri deneyimi, milli bilinç gelişkinliği itibariyle Türk tarafının çektiğini, Kürt tarafın temel bağlı yedek güç olmaktan rahatsız ve endişe duymadığını, ortak tarih devlet ve ülke, din anlayışının bunun temelinde yattığını, gerek ulusal kurtuluş, gerekse cumhuriyetin zaferini iki halk için tarihi, ortak bir vatan ve devlet olarak değerlendirmenin en doğru yaklaşım olduğunu ifade ile, ulusal kurtuluş savaşı ve Türk-Kürt ilişkilerinde gelinen yeni aşama ile ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Sanık, PKK'nın ortaya çıkışı ile ilgili olarak, PKK'nın Cumhuriyetin 50 yıllık alt ve üst yapısının ortaya çıkardığı objektif temel üzerinde dünyadaki fırtınalı devrim ve karşı devrimin teorik-pratik incelemesini, ütopik ve teorik bir grubun öncelikle 1970-1980 arası ideolojik isyan hareketi, 1980-1990 arasında da siyasi ve eylemsel hareketi olarak doğup geliştiğini, gerçekten de son büyük Kürt isyan hareketi olduğunu; siyaset ve savaş sanatını birleştirmede ileri adımlar atmış, benzeri olmayan, şeklen Kürt olsa da özde bölgesel bir özgürlük hareketi olduğunu, PKK tarihinde ayrılık ve birlik sorununda iki önemli aşamayı ayırt etmenin büyük önem taşıdığını, çıkış sürecinde bir yandan yılların dil yasağına kadar varan baskı ve inkar, diğer yandan o dönem sonuna hakim olan sorunlara sloganvari, ütopik yaklaşım, yine Kürt milliyetçiliğindeki kuşku ve korkuya dayanan ayrıcılıkla birlikte dünya çapındaki ulusal kurtuluş hareketlerinin tek çözüm yolunun ayrı devlet kurma biçiminde anlaşılması, PKK'nın programında da, propagandasında ayrılma yönüne ağırlık vermeye yol açtığını, devletin 90 başlarında dil yasağını kaldırması, dil ve kültür alanına getirilen sınırlı özgürlük ve üst düzey yetkililerin sorunu kabul edip, çözüme yönelik çabaları ve en son kendisinin Mart 93 ateşkes yaklaşımının, aslında özgür birlikteliğe giderek vurgu yaptıkları dönemi açıkça ortaya koyduğunu, bu yıllardan itibaren özgür birlik propagandasının hakim olduğunu, 96’dan itibaren kendilerine gelen dolaylı mesajlara, çözümü “Ülkenin bütünlüğü ve devletin bağımsızlığı çerçevesinde demokratik birlik” biçiminde açıkça sözlü ve yazılı değerlendirmelerinde esas aldıklarını, bunda hem devletin yaklaşımlarının eski katılığı aşması, hem de pratikte ayrılıkçı yaklaşımın gerçekçi olmamak, pek yararlı bir yol olmamak kadar, acı ve kaybın çok olmasının da payının büyük olduğunu, hayatın, neyin doğru ve birleşme zemini olabileceğini kendilerine her geçen gün daha açıkça gösterdiğini, 20. yüzyılın sonlarına doğru sosyal ve siyasal sistemlerin büyük değişim ve dönüşüm yaşadıklarını, buna direnenlerin fazla başarı gösteremediklerinin çarpıcı bir gerçeklik olduğunu, PKK'nın da bölüşüm sorunlarını yaşadığını, PKK'nın program ve ilkelerinde son çeyrek asrın büyük değişikliklerini de gözüne getirerek ve en önemlisi Cumhuriyetin demokratik yapısında Kürt sorununda kaynaklanan fiili değişimi ve zorlanan yasal sistemi gözönüne getirerek, kendinden beklenen ve bu gelişmelerin çok yönlü gerekli kıldığı değişikleri yapması gerektiğini, demokratik cumhuriyetin temel çerçevesinde ortak vatan anlayışında, ütopik dönemin ve özgür birlik anlayışında ifadesini bulan bir siyasi programı geliştirmesi gerektiğini beyan ederek, PKK'nın eylem yapısını değerlendirirken, Başsavcılığın PKK'nın eylem yapısı hakkında da gerçeğin toplu bir yapısını veremediğini belirtirken, seçtiği bazı eylemlerle, daha çok isyanın acımasız yönünü sadece PKK'ya yüklemek terörizm iddiasını güçlendirmek amacıyla değerlendirdiğini, halbuki başladıklarından günümüze kadar resmi-sivil ve asker en üst düzeyde bir yetkilinin olayı bir isyan, hatta 28. isyan, üstü örtülü bir gerilla savaşı, daha bilimsel olarak orta veya düşük yoğunluklu bir savaş olarak değerlendirdiklerini, doğrusunun da bu olduğunu, dolayısıyla eylem yapısına propaganda dili dışında bakıldığında, her iki taraf için acısı bol, çok kayba yol açan, güvenlik güçleri için resmen ifade edilen 5.000, PKK tarafından ise 20.000; arada faili meçhul ve sivillerden de en azından 15.000 rakamıyla 40.000 toplam insan kaybının yaşandığı, 3 bini aşkın köyün boşaltıldığı, 3 milyonu aşan göçüyle, her tür uçak, top ve tankın kullanıldığı, bazen resmen 40-50 bin ordu gücüyle haftalarca süren çatışmalara açık ki terörizm ile savaş denilemeyeceğini, bunun bilimsel ifadesinin süre itibariyle de 15 yılını dolduran kapsamlı bir savaş olduğunu ifade ile, Cumhuriyetin, tarihin bu en kapsamlı sorununa demokrasi ile yanıt vermesi gerektiğini belirterek, Başsavcılığın iddianamesinin en sakıncalı yanının Cumhuriyet tarihi boyunca en kapsamlı bir sorun olarak kendini koyan ve tüm siyasi, askeri önde gelenlerce de değerlendirilen ve günümüzde Cumhuriyetin asil kurucu öğesi olarak kabul edilen Kürtleri kelime olarak kabule yanaşmaması olduğunu, bunun çok geri, inkarcı ve sonuçları tehlikeli yaklaşımı ifade ettiğini, bu hususta Atatürk’ün Cumhuriyetin kuruluşunda Kürtleri nasıl değerlendirdiğini Atatürk’ün Haziran 1920 El Cezire komutanı Nihat Paşa’ya Kürt ve Kürdistan politikasını belirleyen talimatından ve İzmit Basın Konferansı’nda Ahmet Emin YALMAN’ın sorularına verdiği yanıtlardan alıntılar yaparak Atatürk’ün bu sözleri ile ulusal kurtuluşun ve zaferinin ürünü olan Cumhuriyetin temelinde Kürtlerin konumunu çok açık olarak ortaya koyduğunu, hiç olmazsa Atatürk’ün bu sözlerinde anlaşmanın çözüm şansını herkesçe en makul konumda tutacağını, Ulusal kurtuluş ve Cumhuriyetin kuruluşunda Kürt öğesinin kurucu özelliği ile birlikte olunmadığında, Türk ulusunun bir ayağından kopuk, topal kalacağını, bunun tarihin tüm önemli dönemlerinde Malazgirt’te, Çaldıran’da kendisini açıkça kanıtladığını, kader birliği ve kardeşliğin bu tarihin bir sonucu olduğunu, isyanların tarihinin bu gerçeği gözardı ettirmemesi gerektiğini, kaldı ki isyanların daha çok merkezi otorite ile Kürt feodalitesinin otorite kavgası olduğunu, Kürt feodalitesinin, fazla milli endişelerle hareket etmediğini, kendi aşiret ve bölgesel otorite ve çıkarları peşinde koştuğunun iyi bilindiğini, kim bu çıkarları desteklerse ondan yana geçtiğinin de tarihi bir gerçek olduğunu, Kürt olgusunun ise daha çok etnik, yani aşiretsel, kültürel ve sosyo-ekonomik olarak geri bir yapı olgusu ve ondan kaynaklanan sorun olarak karşımıza çıktığını, özellikle Cumhuriyet tarihinde her iki tarafın da bilimsel yaklaşımdan uzak, dar milliyetçi ve ayrılıkçı ve bundan kaynaklanan çatışmacı yaklaşımının sorunu tehlikeli boyutlarda ağırlaştırıp, çözümü zorlaştırdığını, ulusal kurtuluş ve Cumhuriyetin kuruIuş yıllarında aslında çözüme yakın yaklaşımların olduğunu, Atatürk’ün bu dönem yaklaşımlarının alıntılarda görüldüğü gibi, bunu gayet iyi açıklamakta ve somut gelişme yani ortak savaş, ortak vatan ve Cumhuriyetin kurtarılışı ve kuruluşu, TBMM'de milli giysi ve dillerini kullanmalarının da bunun pratik kanıtları olduğunu, Koçkiri isyanının bile bu dönemde af ve uzlaşmayla sonuçlandığını, sertlik yaklaşımının TBMM'de kabul görmediğini, Nurettin Paşa olayında bunun açık olduğunu, aslında bu devam ettirilseydi sorun daha o dönemde ağırlaşmaz ve Cumhuriyete kan kaybettirmez, bu kadar pahalıya yol açmayacağını, burada sorunun can alıcı özünün Cumhuriyetin kendini daha doğuya, Kürtlere, kaldı ki tüm Türkiye’ye yansıtmadan saltanat ve hilafetle bağ kurma ve mahalli otoriteden vazgeçmemenin bu yılların isyan sonuçları olduğunu, ki bunun da sert çatışma ve ezilme ile sonuçlandığını, bundan çıkarılması gereken sonucun sorunların inkarı değil, gerçekten doğru çözüm yolları olduğunu, ki bunun da iki Dünya Savaşı arası dönemde tam görülmezse de II. Dünya Savaşı’ndan günümüze doğru büyük bir tempo ve yoğunlukla gelişim gösteren demokratikleşme gücü olduğunu, Türkiye’nin en büyük sorununun bu anlamda demokratik mücadelesini başarıyla vermemesi, demokratik ölçülerini geliştirememesi olduğunu, Demokratik sistemin bu gücünün en temel nedeninin şüphesiz toplumsal realiteyi bilimsel olduğu kadar ahlaki, felsefi ve altındaki alt yapılarla politik, hukuki yapılarına kadar tanım getirmek kadar çözümü de ileri-geri ayırımı yapmadan o dönem toplumsal güçlerin irade düzeylerine, eşitlik ve özgürlük sistemlerine açık çözüm kanalı üretmesinin olduğunu, demokrasinin gelişmesinde ayrıca bilimsel-teknik gelişmenin de payının büyük olduğunu, din ve inanç özgürlüğünü bünyesinde taşıdığını, dil ve kültür konusunda da demokratik çözümün daha çarpıcı olup, en başarılı olan saha olduğunu, çünkü dil ve kültürün iç içe geçmişliği birçok ulusal topluluğun yüzyıllardır birlikte asimile ettiği bu değerler ayrılarak zayıflamayı, monotonluğa düşmeyi değil birlikte zenginleşmeyi, çeşitliliği, güçlenmeyi, yaşamayı tercih edecekler ki bunun okulunun da, laboratuarının da demokrasi ve onun inançlı uygulanması olduğunu, demokrasinin adeta bir dil ve kültür bahçesi olduğunu, günümüzün en gelişmiş, güçlü ülkelerinin yine bunun açık ispatı olduğunu ifade ederek, Leslie LİPSON’un “Demokratik Uygarlık” adlı yapıtından alıntılar yapmak suretiyle ve İsviçre’deki dil konusundaki parçalanmışlık ve bunun birliğin gücü haline nasıl geldiğine dair gelişmelerle ilgili örnekler vererek dil ve kültür farklılıklarının demokrasi içinde, bağımsızlık içinde nasıl güçlendiğini, hem nedeni ve sonucu olduğunu çarpıcı olarak ortaya koymakta olduğunu, bir diğer örnek ülke olarak İngiltere’nin anayasa sistemini en iyi uygulama unvanına sahip olup, sorunlarını şiddete başvurmadan demokrasi içinde en uygar tartışmayla çözmenin de seçkin ülkesi olduğunu belirterek, Avrupa ülkelerinin ağırlıklı olarak 20. yüzyıl başlarında en önemli ulusal, dil, din vb. sorunlarını çözdüklerini ve bugünkü güçlü demokrasilerini kurduklarını, çok yönlü gelişme ve üstünlüklerinde bu rejimin belirleyici payı bulunduğunu, bu anlamda Avrupalılaşmanın daha Cumhuriyetin ilk yıllarında da bir hedef olduğunu, Atatürk’ün görev olarak bıraktığı “Çağdaş uygarlık seviyesini yakalamak ve hatta üstüne çıkmak” deyişi kadar, “Cumhuriyeti biz kurduk, onu siz ilerleteceksiniz’ sözünün de herhalde ancak Cumhuriyetin demokratikleştirilmesiyle mümkün olacağını, Şunu çok iyi görmek gerektiğini, çağdaş Türkiye Devleti’nin, 19. yüzyılın başlarında III. Selim'in zorla saltanattan indirilmesi ve ayanlarla yapılan “Sened-i İttifak”tan beri her türlü şiddeti, devrimi, karşı devrimi, darbeleri kendi içinde neredeyse iki yüzyıldır yaşamakta olduğunu ve şiddetin artık çözümleyici değil, zorlayıcı, engelleyici olduğunu, hatta kendisini aşırı tekrarladığının da tarihi bir gerçek olduğunu, şiddetin artık Cumhuriyetin gündeminden kesin kalkması gerektiğini, Türkiye’de tüm kesimlerin konsensüs sağladıkları en temel konunun bu olduğunu, kimsenin sorunların şiddetle çözüleceğine inanmadığını, bunun açık ve tarihten en büyük dersi çıkarmış görünen ve büyük zor gücüne rağmen bu gücün etkisini ancak yaratıcı, çağdaş bir demokrasiye yönlendirmede kullanan ve açıkça 90 ortalarından beri MGK konseptleri ile yürütülen, içinden geçmekte olduğumuz tarihi aşamayla da kanıtlanmakta olduğunu, ordunun en demokratik görünen partilerden daha duyarlı demokrasinin ölçütlerini hatırlattığını, demokratik aşamanın karşısında bir tehdit değil, tersine sağlıklı aşama yapmasının ve işlemesinin teminat gücü aşamasında olduğunu, aşağı yukarı diğer tüm ağırlıklı siyasal, ekonomik ve sivil kuruluşların da açık ifade etmeseler de bir büyük demokrasi arayışında olduklarını, anlamlı bir demokratikleşmeden kaçınan kesimin olmadığının da, aşamanın tarihi değerini ortaya koyduğunu ifade ederek, Kürt sorununun, ayrılma değil Cumhuriyet ile demokratik birlik sorunu olduğunu, bu bağlamda çeşitli seçenekleri gözönüne getirdiklerinde ayrı bir devlet seçeneğinin hem maddi temeli hem de fayda anlamında bir çözüm yolu olmadığı iddiası olsa bile, pratik değerinin en zayıf yol olduğunun görüleceğini, ikinci seçenek olan federasyon, otonomi gibi seçeneklerin kısmı bir uygulama özelliğine sahip olup Türkiye’deki Kürtler açısından durumun daha önemli farklılıkları olup, lehçe farklılıklar kadar Kürt-Türk içiçeliği olan bölgelerin durumu, Doğu’daki Kürt nüfusunun en azından bir katı kadar Batı’da bulunmasının federasyon ve otonomi tezinin de maddi temelinin elverişsizliğini gösterdiğini, üçüncü seçeneğin demokratik çözüm yolunun olduğunu, şimdiye kadar pek açıkça ifade edilemeyen teorik ve pratik yolları ile tartışılmayan aslında dünya çapında çok önemli sorunlara çözüm olan bu yaklaşımın Türkiye’de gündemleşmemesinin büyük bir şanssızlık kadar, demokrasinin tutarlı, ciddi gelişmemesinin bir sonucu olduğunu, halbuki Kürt problemine en ideal yaklaşımı demokratik kuram ve zengin pratikte görmek, rahatlıkla ideale yakın çözümleri üretmenin mümkün olduğunu, aslında Cumhuriyetin kuruluşunun buna tarihi temeli verdiği gibi Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı’ndaki konuşmasının da çözümün bu yolda aranması gerektiğini gayet açık ortaya koyduğunu, İsviçre örneğinde olduğu gibi Avrupa'nın ve dünyanın birçok devletlerinde bu yolla çözüme ulaşıldığı halde Türkiye açısından en acı veren, neden dünya politikalarından ders çıkaramadığımız, ideale yakın bir çözüm imkanının var olduğu halde neden değerlendiremediğimiz sorusu olduğunu, birçok sorunda olduğu gibi hep isyan ve bastırmanın sanki tek yolmuş gibi davranıldığını, bunu Kürt sorununa ilişkin açmak gerektiğinde: ya ayrılık, isyan, buna karşı ya bastırma ve inkar yolunun seçildiğini, halbuki her iki yaklaşımın da çok denendiği halde verdiği muazzam acı kayıpları bir yana bırakıldığında bir çözüm gücü olmadığı gibi, sorunu ve toplumu çok ağır sorunlarla yüzyüze bırakmış olduğunu dile getirerek, gerek Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ve sonraki yapısına ilişkin, gerekse de önemli bir son dönem isyanına çeyrek yüzyıldır neredeyse başlayan ve son 15 yıldır savaş boyutunda süren bir isyanın önde gelen sorumlusu olarak vardığı tarihi sonucun demokratik laik Cumhuriyetle bu çok ağırlaşmış sorunun, adı ne konulursa konulsun ancak kanıtı da ortaya çıkan demokratik birlik çözümü olduğunu, demokratik birlik çözümünün Türkiye’nin geleceği olduğunu vurguladıktan sonra, Demokratik birlik çözümü için tezler, başlığı altında, 1- Çözümün, ülke bütünlüğünü, ortak vatan gerçeğini daha da güçlendireceği, Bu konuda iddianamede Kürdistan’a dayalı bir devlet kurulması istenildiğinin, program ve konuşmalarından alıntılara dayanılarak belirtildiğini, bunun doğru olduğunu, ama her ilke ve programın yaşamda denendikten sonra ve bizzat savaş boyutunda bir mücadeleden geçtikten sonra uygulama değerinin daha iyi anlaşılacağını, dünyanın benzer iddialarla ortaya çıkan birçok gücünün sonuçta pratik yolun farklı olduğunu görüp değiştiklerini, zorla kurulan birliklerin dağıldığı gibi yapay anlamlı, temeli olmayan ayrı üniteler, birimlerin de birleşmekten kaçınamadıklarını, kocaman Sovyet sisteminin çözülürken 70 yıl sonra başta Avrupa Birliği olmak üzere Dünya çapında birçok birliğin kurulduğunu, ayrılık istemekle, hatta ayrılığı gerçekleştirmekte, arzulanan hedefe ulaşılamayacağını, birlik yararlıysa en son bunun hükmünün geçerli olacağını, 2- Çözümün, Demokratik Cumhuriyetin siyasal birlik ve bağımsızlık çerçevesinde olacağını, İddianamede Cumhuriyeti parçalamaktan da bahsedilse, program ve konuşma ifadelerinde buna benzer kanıtlar ortaya konulsa da, tarihin, dünya halklarının ve bizzat mücadelelerinin kendilerine öğrettiği ve çoktandır kabul ettikleri Cumhuriyetin, demokratik karakteri ile birlikteliğin en doğru olduğu kadar, mümkün pratik çözüm yolu olduğu, 3- Kürt toplumundaki dil ve kültür özgürlüğü, sorununun can alıcı yönünü teşkil etmekte olduğu, 1.ve 2. tezlerin sorunun bir vatan ve devlet yaratma olmadığını, vatanda özgür yaşamla devletle demokratik birlik olduğunu, bunun için tarihsel, siyasal ve anayasal zeminin açık olduğunu, iyi niyetli ve cesur yaklaşımların asgari demokratik ölçütler içinde kurulduğundan varolduğu sanılan sorunların o kadar da ağır olmadığı ve aşılacak cinste olduğunu ortaya koyduğunu, bununla birlikte dil yasağı ve kültürel özgürlüğün önündeki engellerin, sorunun en özgün yönünü oluşturduğunu, bu özgün yön üzerinde yoğunlaşamamanın çok karmaşık bir durum yarattığını, siyasal boyutla kültürel boyutun karışmasına ve sorunun birçok yanlış ifade tarzı ve beraberinde uygulamalara hatta isyanlara yol açabilmiş olduğunu, bunun bir talihsizlik olduğu kadar bilimsel yaklaşamamanın, dokumatik ideolojik yaklaşımın acı sonuçları olduğunu, dolayısıyla dil ve kültür özgürlüğüyle ifade etme araçları önündeki engellerin ortadan kaldırılmasının, sorunun yaşadığı karmaşayı aşmak kadar birçok yanlışı, korkuyu dolayısıyla tepkileri de kaldıracağını, ayrılık ve zayıflık yönünde değil, birlik, zenginlik ve güçlenme temelinde tarihi çözümü ve gelişmeleri beraberinde getireceğini, 4- Askeri ve silahlı güç yaklaşımlarının çözüm için anlamını yitirdiği ve terk edilmesi gerektiği, Şiddetle varılacak bir yol kalmadığı gibi, artık şiddetin gereksiz olup, sadece çıkmazı derinleştirdiği, tahribat ve acıyı artırdığı, sonuçta aynı noktaya gelindiği için bir an önce terk edilmesi gerektiği, 5- Başta PKK olmak üzere yasadışı konumda olan birçok örgütün barışla birlikte normal siyasal ve yasal sürece kendini uyarlaması gerekeceği, Silahlı çatışma ortamının ortadan kalkmasının yıllardır yasadışı konumda olan birçok örgütü demokratik ortamla bütünleşmeye iteceğini ileri sürdükten sonra; Sanık kişisel durumuyla ilgili olarak, çocukluk ve gençlik yıllarını ve PKK örgütünü nasıl kurduğunu anlattıktan sonra, kronolojik olarak bu yılları değerlendirdiğinde, yaşam çizgisine ta köyden beri damgasını vuran fazla tanımlanmamış, ama giderek bilimsel olmaya çalışan bir özgürlük anlayışının hakim olduğunu, PKK öncülüğündeki eylemliliklerindeki sorumluluğunun açık olduğunu, ama kendisinin eylem anlayışını izah etmeye yetmeyeceğini, yaşamının en zor sürecinin genelde isyan, özellikle de militanlık adına ortaya çıkan kişi ve yapıların tahribatını asgariye indirmek çabaları olduğunu, bunu sık şu örnekle dile getirdiğini: “Çingeneye paşalık vermişler. 0 da önce babasını asmış” yaşananın biraz bu olduğunu, kendisinin buna “Avare, asi çetelik” de dediğini, askeri yasalardan siyasi temellerden yoksun, yüzyılların aile, aşiret kavgaları ortamında büyümüş, bir tavuk yüzünden birbirini vurmaya yatkın toplum yapısı bu kişilik yapısında birleşince kontrolü zor bir durum yarattığını, bu düzeyde bile tutulmasının önemli bir başarı olarak görülmesi gerektiğini, kendisinin baştan beri kabul edebileceği şiddet anlayışının, meşru savunma durumunu aşmayan şiddet anlayışı olduğunu, birçok saldırı ve intihar eyleminin kahramanlık olarak değerlendirildiğini, ama hiçbirisinin emrini vermediği gibi haberinin de olmadığını, bu tip gelişmeleri de asgari düzeyde tutmak için sürekli çaba harcadığını, bunun kendisi için hem ahlaki, hem de askeri bir anlayış gereği olduğunu, meşru savunma amacının da “Ya özgürlük ya ölüm”, “Ya özgürlüğümü verin ya öldürün” biçiminde formüle edilebileceğini, dışarıya çıkış ve dağlara üslenmesinin hep bu anlayış çerçevesinde olmakla bağlantılı olduğunu, bunun dışında şiddet anlayışının gerçekten bir çılgınlık olduğunu, bir devlet veya sınırlı özgürlük yolu açıksa orada şiddetin hatta uygar düzeyi aşan her tür kavgacılığın asla meşru olamayacağını, başlangıçta her bakımdan kişi ve kültür, dil inkarına dek baskı ortamının nasıl ki şiddete götürdüyse, özellikle 90’lı yıllara kadar daha sonra sınırlı özgürleşme olanağı belirince, giderek bunun kendisi için anlamını yitirdiğini, siyasetin daha uygarlaştırıcı demokratik yönteminin etkili olmaya başladığını, 93’ten itibaren daha sıkça dile getirdiğini, şiddete devletle ulaşılması halinde gerçekten bırakmanın her geçen gün kendisini daha fazla hissettirdiğini, bunda imkan azlığından ziyade anlamsızlığı kadar, amaca demokratik siyasetle varılabileceği kanısının temel rol oynadığını, bu konuda en temel eksikliğinin ateşkes sürecinin, derinliğine ve devletin yaptığı hazırlıkları çok iyi görüp değerlendirememe ve böylelikle tarihi bir fırsatı kaçırma olarak değerlendirdiğini, daha sonraki şiddet sürecinin ağır tahribatlara yol açtığını, bunu farketmek ve çok yoğun bir çaba harcamakla beraber ancak 96’lardan itibaren tekrar devletten gelen dolaylı mesajlarla kontrol altına almaya, ateşkesler biçiminde demokratik siyasi sürece hazırlık yapmaya başladığını, tam istenilen düzeyde olmasa da süreci daha kontrollü olarak demokratik çözüme yakın hale getirdiğini, ayrıca kişisel düzeyde yine dikkate alınması gereken temel bir çalışmasının PKK'nın 70’ler dünyasından kalma program ve propaganda tarzını 96 yıllardan itibaren değiştirmeye ve aşmaya ilişkin çabaları olduğunu, resmi olmasa da fiili olarak Türkiye genelinde demokratikleşme ile bağlantılı, Kürt toplumunun artık feodal koşullarının demokratik iradesiyle aşabileceğini ve böylelikle demokratik birlik çözümünü vurguladığını, Yurt ve yurtseverlik yaklaşımını dile getirmek durumunda olduğunu, iddianamede 125’inci madde ile yargılanmasının, bunun da vatana ihanet, ayrı bir devlet kurma suçlaması gözönüne getirildiğinde önem taşıdığını, ya özgür vatan, ya da ölüm sloganını anlamlı bulduğunu, burada özgün olan ulusal kurtuluş ve Cumhuriyetin kuruluşundaki ortak vatan ve devlet kavramını özgür yurttaş ve toplum bilinci haline gelememesi olduğunu, özellikle Kürtler için en büyük eksikliğin gerek kendi doğdukları ana coğrafya gerekse bir parçası oldukları tüm Türkiye’yi vatan olarak görme duygu ve düşüncelerinin zayıflığı olduğunu, bunun üzerinde oynanmaya müsait bir durum yarattığı, ayrı bir Kürdistan kavramının bunun sonucu olduğunu, doğrusu ortaya konulmazsa tehlikeli olacağı, dolayısıyla geçirdiği mücadele tecrübesinin bir sonucu olarak tıpkı çok milliyet kökenli ülkeler örneği ABD., İsviçre vb. gibi, ister tek bir ulusal dil kullanılsın, ister birden çok dil kullanılsın milliyet ayırımına bakılmaksızın tek ortak vatan ve ulus kavramına ulaşmanın önemli olduğunu, Türkiye için bu yaklaşımın demokratik çözüm için temel alınması gerektiğini, şimdiye kadar eksik olanın demokrasi boyutu olduğunu, çağdaş vatan kavramının tüm birey, dil ve kültürler için özgürlük gerektirdiği gibi, özgürlük olunca, vatanın bağımsızlığının da o oranda güçleneceğini, ikisi Türkiye’de sanki çelişkiliymiş gibi birbirini zayıflatacaklarının sanıldığını, bunun temel bir yanlış olduğunu, aşılması gereken en önemli bir demokratik sorun olup buna kapsamlı bir çözümle ulaştığına inandığını, aynı hususun bağımsız devlet kavramı için de geçerli olduğunu, kendilerinin başlangıçta devlet ne kadar bizimdir, değildir düşüncesine ulaşmadan bir kişiye, bir gruba bakıp en sert suçlama yöneltmekle dogmatizme düştüklerini, bunun siyasi düşünce ve eylemlerini de etkilediğini, daha bilimsel baktıklarında karşı çıkmaları gereken devlet değil, onun oligarşik temsili olduğunu, bağımsızlık için yıkmak değil demokratikleşmesinin temel alınması gerektiğini, yine parçalanmanın değil özgür irade ile birlikteliğe çalışmanın hem gerçekçi hem demokratik bir görev olduğunu, bu sürecin de kapsamlı bilince çıkardığını, Dış güçlerle, bu çerçeveyi aşan ilişkiler içinde olmasının, yapı gereği mümkün olmadığını, en büyük ispatının dost geçinenlerin en aşağılık bir komployu kendisi için ortaya koyduklarını, bir kukla bile olsaydı düşmanı çok olan Türkiye için herhalde kendisini kullanmayı dolayısıyla saklamayı bilecek güçte olduklarını, tam tersine uzun vadeli, Türkiye aleyhinde kullanamayacaklarını bildikleri için uluslararasında hiçbir hukuk ve insani bir ölçü tanımadan ve daha çok da Türkiye ile çatışmalarını körüklemek için kendisini kabul etmeme ve teslim etme oyununu oynadıklarını, tüm Türkiye dışı pratiğinin dile getirdiği “özgür vatan ve demokratik cumhuriyet” amacıyla sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu, her şeyini bu temelde ortaya koyan, kişiliğini özgür vatan ve demokratik birlik için katık eden biri olduğunun tartışmasız olduğunu ve tarihin her geçen gün bunu kanıtlayacağını, Cumhuriyet Başsavcılığının başlangıçtaki program ve geniş açıklamalara dayanarak sonuçta ayrı bir devlet kurma sonucuna varsa ve kendisinin her şey “Bağımsızlık ve özgürlük” içindir sözünün bundan başka bir amaç taşımadığını belirtse de, bu tarihsel tecrübeyi en sorumlu yaşayanlardan biri olarak bu savunmasında demokratik birliğe götürmeyi amaçladığını ortaya koymaya çalıştığını, elinde yaptığı konuşma belgeleri olmasa da, tek taraflı ateşkes süreçlerinde ve dolaylı diyaloglarda bunu açık olarak dile getiren, bağımsızlık ve özgürlüğün hem birey için, hem halk ve toplum için koşullar gereği ancak Türkiye’nin bütünselliği ve cumhuriyetin demokratik yapılanması içerisinde gerçekleşebileceğini, bilimsel ölçüler içinde bakıldığında dört tarafta kabul edemeyecek komşularla çevrili, ağırlıklı olarok dağlık bir coğrafyada, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal olarak çok bölünmüş, ağır feodal devlet yargılarıyla ve daha bir alfabeye bile sahip olmayan, nüfusun daha büyük kısmı metropollerde çalışan Kürt toplumu için devlet iddiasında bulunmanın bu nedenlerle gerçekçi olamayacağını, kaldı ki son 200 yıllık tarih tecrübesi ve en son PKK isyanının mevcut askeri güç dengesi altında, ayrılık yönünde sorunu daha da ağırlaştıracağını ortaya koyduğunu, bu yöntemle tarafların zorlanacağını, büyük acı ve kayıplar yaşanacağını, ama ne ayrılmanın gerçekleşebileceğini ne de sorunun yok edilebileceğini, hastalığın daha da ağırlaşarak devam edebileceğini, hastalığı ne hastayı yok ederek tedavi etmenin mümkün olduğunu ne de ana öğesi olduğu, bütünden yani devletten ayırmakla parça tedavi şansına sahip olduğunu, doğrusunun, çürük olan kısımların devlet bünyesindeki demokratikleşmeyen, özgürlükler önünde engel teşkil eden en üst devlet yetkilileri tarafından da dile getirilen yasaların, eskimiş kurumların, korkuya, inkarcılığa dayalı yaklaşımların aşılmasıyla, bölge halkının yaşadığı feodal toplum yapılarının, aşiretsel, şeyhlik, ağalık, devletten duyulan korkunun aşılması, özgür birey ve toplum temelinde gerçek bir anayasal yurttaş olarak, cumhuriyet ve demokratik birlik içinde bütünleşmenin sağlanması gerektiğini ve sonuç olarak demokratik birliğin cumhuriyetin yeni tarihsel adımı olacağını beyan etmiştir. (Kl. :66) 5. Sanık Abdullah ÖCALAN Esasa ilişkin savunmasında: Sanık, davanın esası hakkındaki savunmasının temelinde isyan gerçeği kadar sonuçlarının bilimsel ele alınışına ağırlık vermenin büyük önem taşıdığına inandığını belirterek, Cumhuriyet Başsavcılığının Esas hakkındaki mütalaasının iddianamenin bir özeti olup, kendisinin ilk savunmasından kapsamlı alıntılar yapmakla birlikte aynı sonuca gittiği, kişi ve örgüt olarak geçirilen değişimi samimi bulmadığı, bir çıkmazı ifade ettiği, dolayısıyla eylemlerin yoğunluğu, çokluğu ve halen manen de olsa örgütle bağının devamlılığını da belirterek TCK'nun 125. maddesiyle cezalandırmayı öngördüğünü, En üst resmi yetkililerce de son “Kürt isyanı “ olarak değerlendirilen PKK önderlikli bu isyanın gerçekten hangi tarihi geçmiş kadar toplumsal koşulların ürünü olduğunu değerlendirilmediği, olayları bireysel terör boyutuna indirmenin mantıklı olmadığı gibi yanlış sonuçlara ve çıkmazı derinleştirmeye götüreceğini, 1970 Türkiyesi’nin ciddi bir sosyal patlamayı yaşadığı, yasal düzeni zorladığı, hem 12 Mart 1971 hem de 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesiyle açığa çıktığını, yasallığın ciddi şekilde zorlanarak beraberinde 27 Mayıs askeri müdahalesi sonucu nisbi demokratik özelliği olan Anayasayı budamayı ve 1982 antidemokratik özellikleri yaygın olan Anayasanın getirilmesiyle sonuçlandığını, 1980 öncesi iktidar, muhalefet, sağ-sol tüm partilerin yasadışı ilan edilmiş olduğunu, PKK'nın da bu dönemin yasadışı bir hareketi olarak doğup ağırlıklı olarak Kürtlerin toplumsal gerçeğine dayalı iyi araştırma, propaganda ve giderek eylem hareketi olarak geliştiğini, çıkışın yasal değil meşru olduğunu, özellikle 1982 Anayasasına dayalı olarak geliştirilen “dil yasağı”na kadar varan ağırlaştırılan bir baskı sistemine karşı isyanın yasal olmamakla birlikte meşruiyetinin önemle göz önüne getirilmesi gerektiğini, temel sloganlarının “bağımsızlık ve özgürlük” olarak belirlendiğini ve buna göre genel program ve eylemliliğe yöneldiklerini, PKK'nın bu yaygın eylemliliğin başta gelen sorumlularından biri olmakla beraber, “Kürt sorunu“nun tartışmasını Ankara’da önünde bulduğunu, yine “Kürt hareketi” ile Kuzey Irak'ta olup bitenleri de öğrendiğini, bu iki yönlü etkilenmeden giderek etkileyen bir güç konumuna geldiğini, Özce, PKK'nın düşünce ve eylem olarak yasalar açısından ne kadar sorumlu tutulsa da, dayandığı toplumsal zemin, içindekilerin kişilik özellikleri, direniş tarzı ve uygulanan baskı biçimlerinin de sorumlulukta önemli pay sahibi olduklarını, demokratik bir toplumda ve devlet yapısında bu tür isyana yatkın toplum ve bireylerin bu yaygınlıkta ve şiddette ortaya çıkmayacaklarını, slogan ve programlarının böyle ayrılıkçı ve sert olmayacağını beyan ederek; PKK’da dönüşümün bir çıkmaz değil bir gereklilik olduğunu, Sovyet sisteminin 1990’lara doğru çözülüşünün en az 200 yıl önceki Fransız ihtilali kadar demokratik dönüşüm üzerinde etkide bulunma potansiyeli taşıdığını, başta doğu Avrupa olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde demokratikleşme yönünde gelişmelere yol açtığını, nasıl Sovyet Ekim devriminin Türkiye’nin ulusal kurtuluşunda en önemli dış katkıya yol açmışsa, bu çözülüşün de yanı başındaki Türkiye ve diğer Türki Cumhuriyetler üzerinde soğuk savaş döneminden kalma ve demokratikleşmeyi zorlaştıran statükodan uzaklaştırma yönünde o kadar derinden olumlu gelişmelere yol açtığını, bu yıllarda tam bir demokratik hareketlenme sürecine çok sancılı da olsa girildiği, yasalara pek yansımasa da sosyal ve siyasal dokunun hızla kabuk değiştirdiğini, Kürt toplumunda da bunun adeta devrimsel bir biçimde “serhıldanlar” olarak yaşandığını, Kürt objektifliğinin yasal olmasa da fiili olarak devletin en üst kademelerinde tanındığını, bunun önemli bir demokratik adım olduğunu, PKK’nın dönüşüm gerçeğinden bahsederken, her şeyden önce dünya ve ülke çapında bu gelişmelere objektif olarak dayandıklarını, PKK’nın kuruluş yıllarının; soğuk savaşın katı ideolojik kamplara ayrılmış Kürt objektivitesini ağır bir inkar ve iradesizliği yaşadığı statükocu yıllar olduğunu, ayrıca anarşik yanı ağır basan, demokratikleşmeyi pek tanımayan gençliğin sağ-sol kamplara alabildiğine parçalandığı bir sürecin damgasını taşıdığını, hem program hem eyleminde bu yıllardaki dogmatik, ideolojik yaklaşımla, gençliğin radikal çıkışının derin izlerinin olduğunu, 1990’lar da dünya genelinde bir çok örgüt yapısında olduğu gibi Türkiye’nin partiler ve örgütsel yapısında da kaçınılmaz olarak dönüşüm yaşandığını, PKK’da da yaşanılan ağır çatışma ortamı nedeniyle bu yönlü gelişmelerin ortaya çıktığını, kendisinin bu yıllarda PKK program ve eski propaganda sloganlarını terk etmesi ve yeni arayışlara girmesinin bu nedenlerle bir çıkmazı değil bir kaçınılmazlığı ifade ettiğini, PKK’da örgüt ve eylem anlayışında bir iç savaş yaşadığının gerçek olduğunu, PKK’nın öncülük ettiği eylemliliğin düzenli ve temel stratejiye ve taktiklerine uygun bir gerilla benzeri savaş olarak geliştiğini söylemenin zor olduğunu, hele hele en üst düzeyde sorumlu olarak, çatışma tarzının kendisinin istediği doğrultuda geliştiğini sanmanın büyük yanlışlık olacağını, olsa olsa Kürt toplumsal gerçeğindeki ağır feodal yapının aşiret-aiIe, dinsel gerilik biçiminde parçalanma ve çelişkilerinin yüzyıllardan beri süregelen tortularının PKK içinde can bulması ve kendini konuşturmasıdır demenin daha doğru bir sosyolojik değerlendirme olacağını, katılım gösteren herkesin kendine göre “kanun benim” anlayışından hareket ederek feodal kurallara bile ters gelen bir çok tutum ve eylem içine girdiklerini, özellikle 1987’de köy korucularına yönelim adı altında hiç yönelinmemesi gereken sivillere ve bu arada kadın ve çocuklara, çatışmalarla ilgisi olmayan kişilere yönelim olduğunu, tam bu noktada PKK’nın sınırlı da olsa ideolojik ve siyasi yanları bir tarafa bırakılarak “aydınlar kaybetti”, “köylülük iktidar oldu” adı altında partinin gerçek özünü tasfiye edip ele geçirdikleri olanakları hem partinin gerçek temsil gücünü hem de halkı bireysel etkileri altına almak için bir iç çatışmayı dayattıklarını, kendisinin bunu temelde öncülük eden kişiler nedeniyle “dörtlü çete” olarak tabir ettiğini, 1987-1997 arasında bu temelde şiddetli bir savaş verdiğini, bunun şüphesiz genel sorumluluğunu kaldırmayacağını, ama ahlaki, siyasi, örgütsel ve eylemsel tavrının anlaşılması açısından büyük önem taşıdığını, PKK’yı en zor duruma düşüren eylemlerin daha çok bu süreçte ve kontrolü kendi ellerinde tutan bu tip şahıslar eliyle işlendiğini, bu tip şahısların kırsal alanın kendilerine sağladığı avantajları iyi kullanarak bildiklerini uyguladıkları ve çoğunlukla yalanla üstünü örttüklerini, bu hususların resmi devlet raporlarında da yoğunca görülmekte ve değerlendirilmekte olduğunu, bu kişilerin sırf etkili olmak için en yanıbaşındaki yoldaşını, halktan yardımcı dostlarını bile ucuz bahanelerle cezalandırmaktan geri kalmadıklarını belirterek, Esas hakkındaki mütalaada 1990’lı yıllar madem böyle bir iç mücadeleyi yaşadığı halde neden en çok tahribat ve kayıpların yaşandığına dayalı kapsamlı bir liste verildiğini, çatışmaların en çok içte ve dışta bu yıllarda yoğunlaştığı göz önüne getirildiğinde sorunun cevap bulacağını, özellikle 1993-1996 devlet bünyesinde de kontrolden çıkmanın yaygın yaşandığı, bir çok faili meçhul kayıplarda bu durumun önemli payı bulunduğu, devletin gücünün yasadışı kullanıldığının resmi “Susurluk Raporu”nda açıkça dile getirildiğini ve halen açığa çıkmamış bir çok çete odağından bahsedildiğini, “30.000 kişinin katili, bebek katili” gibi sıfatların adaletsiz ve gerçek dışı bir yaklaşım olup reddettiğini, eri başta gelen sorumlulardan olduğunu, ama tek sorumlu olmadığını, Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’nin, içte demokratikleşmeme, dışta da gücüne göre önderlik edebilecek rolünü oynamamasında Kürt sorununda gereken bilimsel demokratik yaklaşımı gösterememenin temel neden olduğunu, çıkmaz ve çatışmada ısrarın gelecek yüzyılın da kaybı olacağını, eğer klasik anlamda Kürt sorununun demokratik ve kültürel yaklaşımdan uzak ele alınması halinde bu çıkmazın, dolayısıyla çok güçlü bir alt yapı kazanmış çatışma ortamının derinleşerek devam edeceğini, bu durumda; 1. Askeri silahlı çatışmanın kurumsallaşarak devam edeceği, PKK’nın düşük ve orta düzeyde bir savaşı rahatlıkla sürdürebileceği, ordunun da daha fazla bu işe girerek geçen 15 yılın çok ötesinde önümüzdeki yüzyıla yayılabileceğini, 2. Başta bölge Kürtleri olmak üzere Ortadoğu ve dünya Kürtlerinin çeşitli ve sıraladıkları stratejik güçlerce yönlendirilerek Türkiye karşıtlığının geliştirileceği, savaş ve çıkmazın derinleşmesinin belki de Türkiye’yi hedef haline getireceği, başta komşu ülkeler olmak üzere Türkiye ile sorunu olan herkesin hem kendi Kürtlerini hem de yoğun mültecilikle yanına çektiklerini politize edip çıkarları için kullanacaklarını, 3.Çıkmaz ve çatışmanın derinleşmesinin ekonomik faturayı daha da ağırlaştıracağını, 4.Eğitim ve kültürel gerilemenin kaçınılmaz olduğunu, 5.Çıkmaz ve çatışmanın süregitmesi, Türkiye’nin özellikle demokratik gelişmesini nasıl şimdiye kadar frenlemiş ve çarpıtılmışsa, bu haliyle artarak devam edeceğini, devlet yapısında arzulanan demokratik yönlü değişimlerin olmayacağını, 6.Mevcut çıkmazın dış politika üzerinde de etkili olduğunu, özellikle Avrupa’nın kendi çıkarlarına dayalı demokrasi gerekçelerini göstererek istediği gibi davranmakta olup AB’ye bu nedenle girilemediğini, sorunun demokratik bir tarzla aşılamamasının nasıl içeride büyük olumsuzluklara yol açıyorsa dışa doğruda istenilen atılıma da imkan vermediğini beyan ederek Sorunlara demokratik çözümün Türkiye’nin kazanılmış geleceği olabileceğini, özce geleceğin olası çözüm sonuçlarının; 1. Kürtlerin demokratik Cumhuriyetle bütünleşmesi geliştikçe bunun askeri anlamda da karşı tehditten stratejik bir güç kaynağına dönüşeceğini, içte ve dışta PKK’nın askeri savaş olanaklarının çözümle birlikte Türkiye’nin hizmetine gireceğini, karşılığında verilenin ise artık dünyanın her tarafında verilen doğal demokratik ve kültürel haklar olacağını, kolay ve en masrafsız çözüm derken bunu kastettiğini, “en kolay ve en zor barış” deyiminin burada kendini gösterdiğini, dev boyutlu askeri masraflardan kurtulma, acı ve kayıpların durması, başka bir çok güce tavizkar olmamak kadar karşılarında güçlü pozisyonda olma, içte tıkanmanın aşılmasıyla çok güçlü ekonomik, sosyal, siyasal, -kültürel gelişme süreçlerine girme, dış politikada başta Avrupa olmak üzere bir çok mevzie girme ve gerçekten bölgede lider ülke konumuna yükselmenin bu çıkmazdan ve çatışma ortamından kurtulma ile yakından bağlantılı olduğunu, Türkiye’nin stratejik olarak tehlike arzeden birçok odaklar karşısında çözümle birlikte güç kazanmasının işin can alıcı özünü teşkil edip geleceğin kurtarılması derken bunu kastettiğini, 2. PKK’nın askeri sorun olmaktan çıkmasının Kürt sorununun siyasal çözümünün yolunu açacağı ve beraberinde siyasi sorun olmaktan çıkması anlamına da geleceği, devletin bütünlüğünü ve birliğini zorlamaktan ona güç verme sürecine girileceğini, devletle demokratik bütünleşme yolu açıldıkça devlete karşı konumun aşılacağını, PKK’nın tüm iç ve dış merkezleri ile kurumlarının anlamsız hale gelerek tehlike olmaktan çıkacağını, 3. Çıkmazda ve çatışma sürecinde ileri çapta devlete yabancılaşmış, ters düşmüş Kürt halk yığınlarının da bu Çözüm tarzıyla rahat kazanılacağı, Kürtlere uzanacak barış ve dostluk elinin büyük birlikteliğe ve kaynaşmaya götüreceğini, 4. Sorunun çıkmaz ve çatışma sürecinden kurtulmasının ekonomik olarak gelişmenin önünü alabildiğine açabileceğini, 5. Türkiye’nin siyasi koşullarında ve Anayasal hukukunda Kürt sorununun en pratik çözümünün demokratik ve kültürel haklarını kullanmadan geçtiği, çıkmazın böyle aşılacağı ve şiddetle artık bir yere varılamayacağının dava dolayısıyla daha iyi anlaşılmış olduğunu, demokratik ve kültürel kimliğin iyi anlaşılması gerekli olup siyasi kimlikten farklı olduğunu, daha çok devletle özgür yurttaş ve özgür toplum temelinde demokratik birliği ifade ettiğini, 6. Cumhuriyetin kuruluşundan beri demokratikleşmenin bir engeli haline getirilen ve gittikçede ağırlaşan sorunun demokratik çözümünün en çok Türkiye genelinde siyasi yapının da demokratikleşmesinde kilit rol oynayacağını, 7. İç çıkmaz ve çatışma ortamının demokratik çözüm yolunun en çarpıcı etkisini dışa açılımda göstereceğini, ağır ekonomik ve siyasal sorunlarını çözmüş güçlü ekonomik ve demokratik yapısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politika adımlarının daha başarılı sonuç vereceği, en başta AB'ne üyeliğin sorun olmaktan çıkıp bunun gerçekleşeceğini beyan edip, Sonuç olarak; İmralı sürecinin tarihi bir başlangıç olabileceğini, uzun bir tarihi süreçten gelen ve gerçekten önemli toplumsal nedenleri olan bu isyanların doğru bir değerlendirmesinin yapılarak çıkarılacak dersler ışığında PKK önderlikli son “isyan hareketi”ni gerçekten “son” haline getirmek mümkün ve gerekli olup savunmalarında bunun gerekçelerini ortaya koymaya çalıştığını, sorunların çözüm yolunun artık demokratik sistemin geliştirilmesinden ve çizilecek çerçevesinden geçtiğini, bu konuda savunmasında alıntılar yaptığı Anayasa Mahkemesi Başkanının 37. kuruluş yıldönümünde yapılan konuşmasının umut verici olup, demokratik ve kültürel haklarında temelini teşkil ettiğini ve çözüm yolunu gösterdiğini, girilen doğrultunun bu olduğunu, demokratik Türkiye Cumhuriyeti ve onun demokratik Anayasasının bunun somut ifadesi olacağını beyan etmiştir. (Kl. :66)

[düzenle]6- Sanık Vekillerinin Savunması

a) Sanık Vekilleri esasa ilişkin (348 sayfadan ibaret) yazılı savunmalarının giriş kısmında; (Savunma sh: 1-23) adaletin barışa ve demokratikleşmeye hizmet etmesi gerektiğini belirterek, tarihi, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel birçok önemli faktörlerden dolayı yüzyılın ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nin en önemli yargılamalarından biri olan bu yargılamada, iddia makamının tezine karşı koyacakları antitezlerinin subjektif önyargılardan uzak olarak algılanması için tüm hukukçuların ortak faydası olması gereken temel çıkış noktalarının altını kısaca açıklayarak çizmek istediklerini, bu bağlamda; - Toplumları geliştirecek, kalıcı barışı ve adaleti sağlayacak olan baskıcı ve ayrıcalıklı ceza anlayışı değil, özgürlükçü ve insancıl hukuk anlayışı olduğunu, uygar düşüncenin insanı tüm değerlerin kaynağı ve yaratıcısı olarak kabul ettiğini, ünlü Yunan düşünürü Protogoras’ın “Her şeyin ölçüsü insandır” dediğini, hukukun da ekseninin insan olduğunu, tüm değerleri ve giderek uygarlığı yaratan insanın dil, din, ırk, cins, milliyet, düşünce ayırımı yapılmaksızın mutlu olmak hakkı olduğunu, “İnsan devlet için değil, devlet insan içindir” felsefesinin artık toplumsal düzenlerin temel taşı olması gerektiğini, hukuk ve başta ceza anlayışının kutsal devlet anlayışından artık ayrılması gerektiğini, uygar dünyada toplumsal düzenlerin amacının insanın ve giderek toplumun mutluluğu, barışı ve eşitliği olduğunu; işte hukuka bu insancıl açıdan bakmak gerektiğini, Üç ayrı ceza hukuku anlayışından baskıcı ceza hukuku ve ayrıcalıklı ceza hukuku anlayışının artık eskimiş olup tarihe gömülmek üzere olduğunu, oysa çağımızın ceza hukuku anlayışının insancıl ve özgürIükçü ceza anlayışı olduğunu, toplumsal barışa, demokrasinin gelişimine, toplumdaki çelişkilerin kan dökülmeden çözülmesine, geçmişteki yaraların kapanmasına hizmet edecek anlayışın da bu anlayış olduğunu, somut davada iddia makamının yargılama konusuna yaklaşımının tipik bir baskıcı ceza anlayışı ile ayrıcalıklı ceza anlayışının karışımı niteliğinde olduğunu, - Savunmalarının doğru kavranılmasının ve oluşacak sentezin (hükmün) inandırıcı olmasının önemli halkalarından birisinin de suç ve ceza olgusuna nasıl yaklaşılması gerektiği hususu olduğunu, Suç nedir? Gerçek suç görünen konu mudur, yoksa görünenin perdeliğinin altında yatan esas konu mudur? Suçlu kimdir? Suçlu huzurdaki sanık mıdır yoksa suçlu bir probleme inatla seyirci kalan tüm siyasal-sosyal toplum mudur? Eğer bu sorulara günümüzün gelişen ceza hukuku anlayışı ışığında sağlıklı yanıtlar verilemezse yüzyılın davasının sıradan bir yargılamanın ötesine geçemeyeceğini ve tarihi bir fırsatın harcanmış olacağını, - Mevcut yargılamanın özünde siyasi ve tarihi olan temel bir konudan kaynaklanan çelişkiyi çözmek görevini üstlenmesi gerektiğini, tez ve anti-tez yargı diyalektiğinde doğru konmaz ise adalete de hizmet edilemeyeceğini, bu davanın siyasi bir dava olduğunu, bir bebek katili, bir uyuşturucu, bir adalet cinsiyet davası olmadığını, aslında bunun böyle olmadığı devletin en yetkilisinden sokaktaki yurttaşına kadar bilindiğini, zaten bunun tevil yollu iddia makamınca da kabul edilmekte olduğunu, - Savunmalarının perspektifinin temel halkalarından birisinin de; insanlığın yüzlerce yıllık mücadelesi sonucu bağlayıcı akitlere dönüşmüş bulunan ulusal üstü evrensel hukuk ilkelerine olan bağlılıkları olduğunu, bu yargılamaya gölge düşüren her türlü şöven milliyetçi yaklaşımlara karşı net ve objektif bir şekilde dile getirilmesinin gerekli olduğunu, insan hakları ve evrensel hukuk ilkelerinin hiçbir ulusal bahane ve gerekçelerle rafa kaldırılamayacağını, başta İ.H.E.B. olmak üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ek Protokollerinin, Türkiye henüz onaylamamış olsa da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tamamlayıcısı olan “Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi”, “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi”, “Cenevre Mülteciler Sözleşmesi”, “Cenevre Savaş Hukuku” vb. temel insan hakları belgelerinin insan hakları hukukunun kilometre taşları olarak savunmalarında hareket noktalarını yönlendireceğini, Ceza Muhakemesi Hukukunun en önemli ilkelerinin başında “Dürüst yargılanma hakkı”nın geldiğini, gerek İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 10. maddesinde, gerekse AİHS’nin 6. maddesinde, ayrıca kişisel ve siyasal haklar uluslararası sözleşmesinin 14. maddesinde yer alan “Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı” veya “Dürüst yargılanma hakkı”nın demokratik bir toplumda tüm insanların iktidarın keyfiliğine karşı güvencesi olup, dürüst yargılanma hakkı ilkesinin, bir yargılamanın olmazsa olmaz koşulu olduğunu, ceza muhakemesi hukukunun bu temel ve vazgeçilmez ilkelerinin müvekkili için rafa kaldırıldığını, müvekkilinin hem uluslararası hukuktaki hakları açısından hem de iç hukuktaki hakları açısından mağdur edildiğini, bu bağlamda; - Batılı ülkelerin uluslararası hukuk bağıtlarını ekonomik ve politik çıkarları gereği ihlal ederek sanığın sığınma taleplerini reddettiklerini, müvekkili sanığın Türk yetkililerince Kenya’da hukuki olmayan bir şekilde yakalandığını, yakalamanın uluslararası normlara uygun olmadığını, hukuka aykırı gerçekleşen işlemlerin yok hükmünde olduğunu ve yok hükmünde olan bir işleme dayanılarak yapılarak tüm işlemlerin geçersiz olduğunu, bu durumda sanığın yakalanmasından itibaren tüm işlemlerin yok hükmünde olup, hukuka aykırılıkların ancak tüm işlemlerin yapılmamış sayılması ve müvekkilin serbest bırakılması ile giderilebileceğini, - Sanık hakkında gıyabi tevkif müzekkeresi olduğu halde, yakalandığında CMUK'na göre 24 saat içerisinde yetkili hakim önüne çıkarılarak sorguya çekilmesi gerekirken, ilgili yasa ve anayasa hükümleri ihlal edilerek Jandarma Genel Komutanlığı tarafından ilk sorgulamasının yapıldığını, - Dosyada sanığın yakalama işlemine dair hiçbir belge ve tutanağın mevcut olmadığını sanığın yakalanması işleminin uluslararası hukuka aykırı olduğu gibi iç hukuk mevzuatına da aykırı olduğunu, - Sanığın Türkiye’ye getiriliş biçimi ve bunun yayın organlarınca da teşhirinin yasalara, anayasaya ve uluslararası hukuka aykırılık teşkil ettiğini, - Sanığın Türkiye’ye getirilmesinden bu yana “Suçsuzluk karinesi”nin rafa kaldırıldığı ve değişik kesimlerce yargısız infaz mantığının sergilendiğini, - Yasada olmadığı halde sanığın duruşma boyunca cam bir bölme içinde bulundurulduğunu, - Usul hukuku gereğince hazırlık soruşturmasının aleni olmadığı halde, sanığın sorgusu sırasında alınan ifadelerinin basın-yayın organlarınca yayınlanmış olduğunu, - Usul yasalarında müdafinin vekaletname aranmaksızın her zaman sanık ile görüşebileceği düzenlendiği halde, sanık-müdafii görüşmelerinde usul hukuku kurallarına uyulmadığını, - Sanığın getirildiği İmralı Adası’nın yasak bölge ilan edilerek, sanıkla ilgili tüm işlem ve düzenlemelerin hazırlık aşaması ve sonrasında Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi’nin yetki ve sorumluluğunda yürütüldüğünü, - Yargılamanın, AİHM'nin kararlarına aykırı olarak “Bağımsız olmayan DGM'de başladığını, dürüst yargılama hakkının ihlal edilmiş olduğunu, - Bu davanın tarihe savunma avukatlarının en çok saldırıya uğradığı, meslek vakarının en çok rencide edildiği dava olarak geçeceği, - Davaya önce devletin, sonra medyanın dışarıdan müdahale ederek yargının baskı altına alındığını, - Yargılamanın nakli ile ilgili CMUK ve DGM'lerin Kuruluş ve Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun hükümlerine uyulmadığı, - Mahkemece, müdahale istemleri konusunda yasalara uygun değerlendirme yapılmadan müdahale taleplerinin kabulüne karar verildiği, - İrtibatlı dosyaların birleştirilmesinde CMUK hükümlerine uyulmadığı, - Yer itibariyle davaya bakma yetkisinin Ankara DGM'nde olmadığı halde, davaya bakma yetkisinin Ankara DGM'ne verildiğini, - Duruşma aleniyetinin ihlal edildiğini, beyan etmişlerdir. b) Delillerin değerlendirilmesi, usule ve esasa ilişkin değerlendirmeler: (Savunma, sh:23-68) aa) Genel olarak delillerin değerlendirilmesi: (Sh:23-35)

Gerek ulusal ceza mevzuatı gerekse uluslararası ceza yargılamasına ilişkin kabul edilmiş olan temel ilkeler ışığında dosyaya sunulan bir belgenin delil olarak değerlendirilmesinin belirli kriterlere tabi tutulduğunu, bu kriterlerin (delilin gerçekçi olması, akıcı olması, olayı tasdik edici nitelikte olması, ispat bakımından önemli olması, delilin kanuna aykırı olmaması, delillerin müşterek olması ve bilimsel olması vs.) mevcut yargılamanın sonunda verilecek olan hükmün salt toplumsal tatminin sağlanması amacıyla verilecek objektif olmayan kararların hüküm altına alınmasını engellemeyi amaçladığını, Ceza yargılamasının asıl amacının belirli ilkeler ışığında (çeşitlilik, silahların eşitliği vs. gibi) maddi gerçeğin bütün kuşkuları bertaraf edecek şekilde ortaya çıkarılması olduğunu, yargılama süresince sanığın olayları kabul ediyorum demesi ile yetinilmesi, tek tek subut delillerin ortaya konulmaması, müsnet suç unsurlarının irdelenmemesi, ses kayıtlarının ve kasetlerin doğruluğunun yan delillerle kanıtlanmaması, tanık yüzleştirmelerine girilmemesi, savunma delillerinin toplanmaması nedeniyle eksik soruşturma ile hükme gidildiğini, bu bağlamda: - Sanığın 15.02.1999 tarihinde yakalanmasına ilişkin resmi kayıtların olmaması nedeniyle yakalama işleminin yasallığı hususundaki ciddi ihlallerin varlığına karine teşkil ettiğini, çeşitlilik ve kanuni delil kriterleri gereğince dosyadaki tüm belirsiz hususların ortadan kaldırılması gerektiği, - Dosyada çeşitli devlet birimlerince yargılanmaya ilişkin PKK ile ilgili bilgi, belge, kaset ve telsiz çözümlemeleri ve istihbarat raporlarının önemli bir yer tuttuğunu, mahkemece söz konusu belgeler hakkında delil niteliği taşıyıp taşımadığı hususunda hiçbir araştırma yapmaya gerek görülmediğini, çeşitlilik ve silahların eşitliği ilkesi gereğince hiç tartışması yapılmaksızın dosyaya delil olarak kabul edildiğini, - Dosyaya delil olarak sunulan PKK mensubu kişilerin ifadelerinin şahsi yargılama dosyalarının bütünselliğinden koparılarak ve savcının iddialarının kanıtlanmasına olanak sağlayacak şekilde salt soyut suçlamalara ilişkin bölümlerinin kullanılmasının ceza sistematiğinin mantığı ile bağdaşmadığını, - Muhakeme makamı çelişiklik ilkesinin gereği olarak dosyada bulunan belgeleri tartışmaya açmak ve dosyada delil olarak sunulan ifadelerin savunma makamınca da sorulacak bir takım sorularla tartışmak ve karara bağlamak durumunda olup, bu gereklilik ışığında dosyada önemli bir yer tutan PKK örgütünden ayrılarak itirafçılık yasasından yararlanmak üzere ilgili devlet yetkililerine başvuran kişilerin ifadelerinin konu ile ilgili ulusal ve ulusal üstü yasalar gözardı edilerek dosya kapsamına dahil edilmesinin tümüyle hukuk dışı bir uygulama olduğunu, - Müdahale talebinde bulunan ve bu talepleri kabul edilen şahısların CMUK'nun 365 ve devamı maddeleri gereğince suçtan zarar görmüş olmaları hususu mahkemece tespit edilmesi gerekirken, müdahale talebinde bulunan kişilerin beyanları ve suçlamaları ile yetinilmiş olduğunu, - Sanığın yakalandığı andan itibaren yapılan görüşme veya ifade alma sonuçlarının bütünsel olarak dosyada bulunmaması nedeniyle ceza muhakemesi prensiplerinin ihlal edilmiş olduğunu, - İddianamede sayılan tipik eylemler ile ilgili soruşturmaların akıbeti araştırılmayarak dava ve sanıkla illiyet bağının mücerret bir konumda kaldığı, hukuki illiyet bağının araştırılmadığı, - 04.06.1999 günü savunma makamının tevsi-i tahkikat taleplerinin inandırıcı, olmayan gerekçelerle reddedildiği, - Suriye sürecinde Türkiye Devleti’nin girişimine ilişkin belgelerin, sanığın İtalya’da bulunduğu süreçte Dışişleri ve Adalet Bakanlıklarınca hazırlanan iade dosyasının ve sanıkla ilgili Almanya Adli Makamlarınca hazırlanan dosyanın dava dosyasına intikal ettirilmediği belirtilerek, İddianamede, sanığın 30.000 kişinin ölümünden sorumlu tutulduğunu, resmi açıklamalarda ölen güvenlik güçleri ve resmi kişilerin 5.000 civarında olduğunun belirtildiği, dava süresince rnüdahilliğine karar verilen aileler ve vekillerinin bu grup ile sınırlandırıldığını, geri kalan 25.000 kişinin çoğunluğunun Kürt yurttaşları olduğu gerçeğinin dile getirilmediği ve davaya katılımlarının engellendiğini, esas hakkında mütalaanın da iddianamenin tekrarından öteye geçemediğini, iddianamedeki ayırımcı anlayışın esas hakkında mütalaaya da yansımış olduğunu, Ceza adaletinin elbette yerini bulması gerektiğini, ama bunun adının idam olamayacağını, idamın çağdışı bir ceza olduğunu beyan etmişlerdir. bb) Usule ilişkin itirazları: (Sh:35-44) Sanık vekilleri yargılama aşamasında mahkememize daha önce verdikleri dilekçelerinde ve duruşmada esasa ilişkin savunmalarında; Ceza Muhakemesinde usulün kanuni olup, takdiri olmadığını, kanunun emrettiği usul hükümlerinin uygulanmasının adil bir yargılamanın da temeli olduğunu, usul hatalarının davanın esas yönünden yanlış oluşmasını sağladığı gibi, alınacak kararı da kamu vicdanında tartışılır bir duruma sokacağını belirterek, davadaki usule ilişkin hukuka aykırılıkların; - Başbakanlık kriz merkezinin yargıya müdahalesinin Anayasanın 138. maddesine aykırı olduğu gibi, “Hızlı ve özel yargılama”nın kriz yönetmeliğince sürdürülmesinin yasadışı olduğunu, - Ankara DGM.C. Başsavcılığı yetkili ve görevli olmadığı bir soruşturmayı resen başlatırken, Ceza Muhakemesi Usul Yasalarına açıkça aykırı davranmış olduğunu, - Ankara DGM. yetkili olmadığı halde davaya bakmış olduğunu, - Dava nakli kararı bulunmadan, İmralı’da duruşmaya başlanmasının yasadışı olduğunu, - İmralı’da duruşma salonu yapımına yürütmenin karar verip, yargıya rnüdahale edilmiş olduğunu, - CMUK.2, 3-4 maddeleri uyarınca sanık hakkındaki tüm soruşturmaların usule aykırı olarak birleştirilmesinin usul ve teamüle aykırı olduğunu, - Savunma avukatları ve müdahiller ile avukatlarının Ankara DGM.C. Başsavcılığı’nca fiziki koşullar ileri sürülerek sınırlandırılması ve tespitinin yasalara aykırı olduğunu, - Duruşma aleniyetinin ihlal edilmiş olduğunu, - Savcılığın hazırlık tahkikatı esnasında ifade tutanaklarını basına sızdırarak, duruşmada okunmayan belgeleri kamuoyuna açarak hukuka aykırı davranmış olduğunu, - Yargılamanın AİHM'nin kararlarına aykırı olarak bağımsız olmayan DGM'lerde başlamış olup, dürüst yargılama hakkının ihlal edilmiş olduğunu,. - Bu davanın savunma avukatlarının en çok saldırıya uğradığı, meslek vakarının en çok rencide edildiği bir dava olduğunu, - Davaya önce devletin, sonra da medyanın dışarıdan müdahale ederek yargıyı baskı altına almış olduğunu, - Son soruşturma aşamasında 5 günlük hızlı yargılamada, Ceza Muhakemesi kurallarına uyulmadığı, eksik soruşturma ile hükme gidildiğini, - Savcılığın esas hakkındaki mütalaasının, iddianamenin tekrarından öteye geçmediği, iddianamedeki ayırımcı anlayışın esas hakkındaki mütalaaya da yansımış olduğunu beyan etmişlerdir. cc) Esasa İlişkin Savunmaları: (Sh:44-68) Sanık vekilleri esasa ilişkin değerlendirmelerinde; Bir ülkede hangi halkların yaşadığı ya da herhangi bir halkın var olup olmadığı sosyolojik bir olgu olup, etnografya biliminin konusunu oluşturduğunu, Türkiye’de Kürtler var mıdır? sorusuna başbakanlığı döneminde şimdiki Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Kürt realitesini tanıyoruz” diyerek en resmi ağızdan açıklamasını yaptığını, sosyolojik ve bilimsel gerçekliklerin yasalarla belirlenmesi ya da ortadan kaldırılmasının olanaklı olmadığı, yasa ile ne bir halkın yaratılabileceği ve ne de mevcut bir halkın yok edilebileceğini, Türkiye’de ise sosyolojik ve bilimsel gerçekliğe aykırı resmi görüşün bu gün dahi sürmekte olduğunu, 1. Dünya Savaşı sonrası Anadolu’da özellikle Türkler ve Kürtler’in ortak direnişi ve Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması, 1924 Anayasası ile “Ulus Devlet” sürecine girilmesi, yalnızca Türklerin varlığına dayalı anayasal ve yasal düzenlemelere gidilmesinin, “Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür, Türkiye’de Kürt yoktur” anlayışının günümüze kadar sürecek bir dizi acı olayın da nedenini oluşturduğunu, doğal olarak olmayan bir halkın dili, kültürü ve haklarının da olmayacağını, Resmi ideoloji dediğimiz bu görüş ve düşüncelerin topluma kabul ettirilmesinde ise aynı kolaylığın yaşandığının söylenemeyeceğini, bunun sağlanması için baskı, yasak ve şiddetin temel yöntem olduğunu, resmi ideolojinin tersi görüş ve düşünceler açıklamanın, taleplerde bulunmanın “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü” yok etmeye yönelik “bölücülük” sayıldığını ve her dönemde en ağır bir şekilde cezalandırıldığını, zaman zaman özel yasalar çıkarıldığını, özel mahkemeler kurulduğunu ve özel yönetim biçimlerinin getirildiğini, Görülmekte olan bu davanın temeline, sosyal, siyasal, ekonomik ve tarihsel koşullar tümlüğü içinde bakılmazsa sağlıklı bir sonuca varılamayacağını, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin bağımsız ve tarafsız olmayan, tabii hakim ilkesine aykırı mahkemeler olduğunu, Davanın siyasi nitelikli olduğunu, Genelkurmay Başkanlığı’nın “düşük yoğunluklu savaş” tanımı ile iddia makamının örgüt hakkındaki tanımının birbirine uymadığı gerçekliğinden hareket etmek gerekirse 30.000 kişinin yaşamını yitirdiği olayların basit terör hareketleri olarak alıp suç ve ceza muhakemesine hapsetmenin yanılgıya götüreceğini, Yapılan yargılamada yaşanan olayların neden-sonuç ilişkisinin ”hukuksal illiyetinin” sağlıklı şekilde ortaya konmadığını, bu nedenle PKK'nın hangi toplumsal durum ve koşullarda doğup geliştiğini ele almanın gerekli ve zorunlu olduğunu, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Mahkemenin kararlarının iddianamedeki iddiaları doğrulamadığı, Sanığın yargılandığı iş bu davada; iddia makamının hem iddianamede ve hem de mütalaada “Sanığın temsil ettiği örgütün uzun yıllardır uyuşturucu ticaretinden pay aldığı, uyuşturucu işi yapan kişileri bazı işlerinde aracı olarak kullandığı” yolunda çeşitli iddialar ve suçlamaların yer aldığını, müvekkili sanığın şahsında esasen örgütü politik bir örgütten ziyade, çeşitli suç tiplerini işleyen kriminal bir örgütlenme olarak sunulmaya çalışıldığını, iddia makamının bu ithamlarının dayanaksız olduğunu beyan etmişlerdir. c) Sanık vekilleri Türkiye’de Kürt Realitesi (Sh:69-l 89) başlığı altında yaptıkları savunmalarında; Türkiye’yi 21. yüzyılın şafağında evrensel demokrasilere ulaşmaktan alıkoyan, kaynaklarını da tüketerek yoksulluğun, işsizliğin gelişmesine yol açan, bulunduğu bölgede temel güç haline gelmesini engelleyen ve çatışmaların, çelişkilerin, huzursuzlukların ve hoşnutsuzlukların hakim olmasını sağlayan temel olgunun yaklaşık 200 yıllık bir geçmişi olan, ancak Cumhuriyet ile birlikte çözümü daha da zorlanan Kürt sorununun bu davanın temel konusu ve tartışması olarak ortaya konulması gerektiğini, Resmi ideoloji tarafından tüm bilimsel gerçeklerin aksine bu toprakların, Mezopotamya’nın kadim halklarından olan Kürtlerin bir halk olarak reddedilişinin eşine az rastlandığını, elbette bu bilim dışı reddedişin tarihsel, sosyolojik hatta psikolojik açıklamasının olduğunu, aslında bu Kürt-Türk ilişkilerinde bu reddedişin her zaman hakim olan bir yaklaşım olmadığını, tarihsel olarak Türklerin ve Kürtlerin kaderlerinin Anadolu topraklarında 11. yüzyılda kesişmiş olduğunu, Orta Asya’dan kalkarak yeni bir vatan arayışına giren Türk kavminin, Bizans’lılara karşı verdiği savaşta Kürtlerin onlara yardımcı olarak Anadolu’nun kapılarını kendilerine açmış olduğunu, Türklerle-Kürtlerin tarihsel birlikteliklerinin böylesi bir dostluk ve dayanışma ile başlamasının Kürtler açısından süregelen bir tavrın başlangıcı olduğunu, Türkler’in gelip yerleştikleri Anadolu topraklarının Türk ve Kürt iki temel güç olarak, iki asli kurucu unsur olarak birlikte yaşamalarının ortak zemini oluşturduğunu, Her şeyden önce bu davanın konusu olan bütün fillerin nedenini gerçekçi bir tarzda isimlendirmek gerektiğini, sorunun Kürt sorunu olduğunu, temelinin geçmişlere dayandığını ve temelinde inkar ve baskı politikalarının yattığını, iddia makamınca uygulanan baskı ve inkar politikalarını gizlemek ve üstünü örtmek amacıyla sorunun tarihsel boyutuna girmediğini, tarihte yaşanan bütün isyanlar ve çatışmaların soruna inkar ve baskı politikaları ile yaklaşmaktan kaynaklandığını, bu açıdan öncelikle Kürtlerin tarihi ve tarihte Kürt-Türk ilişkilerinin gelişim seyrini incelemek gerektiğini belirterek bu başlık altındaki savunmalarında Kürt kimliği, Kürtlerin kökeni, Kürt sorunu ve Kürt sorununun tarihsel, toplumsal temelleri ve değişik dönemlerdeki Türk-Kürt ilişkileri hakkında geniş açıklamalarda bulunmuşlardır. d) Davanın, insan hakları uygulamaları ve hak ihlalleri açısından değerlendirilmesi: (Sh: 189-277) Sanık vekilleri savunmalarının bu bölümünde, davanın insan hakları uygulamaları ve hak ihlalleri açısından değerlendirmesini yaparak; sanık Abdullah ÖCALAN’ın yargılandığı davanın hem nedenleri hem de oluşacak sonuçları bakımından taşıdığı öneminin iyice açığa çıkarılabilmesi için çok yönlü hukuksal değerlendirmeler yapmanın tarihsel bir zorunluluk olduğunu, Yalnızca ülkenin bir bölümünde yaşanıyormuş gibi görünen Kürt Sorununun aslında doğrudan veya yansımalı bir biçimde bütün ülkeyi etkilemiş olup, sonuçlarının hayatın her alanında ortaya çıktığını, Ülkede yaşanan Kürt sorunu nedeniyle bir bölge insanının, yaklaşık 20 yıl süre ile “Olağan” bir sistemle hiç tanışamamış olduğunu, bir kuşağın yetişmesinde hep “olağanüstü” bir rejimin katı ve baskıcı düzenleme ve uygulamalarının söz konusu olduğunu, Aynı ülke içinde iki farklı hukuk denebilecek kadar ağır sonuçlara yol açan uygulamaların, en temel hak ve özgürlüklerin hem özünü ortadan kaldırmış, hem de kişilerin yaşamlarının çeşitli alanlarında tam bir hukuksuzluk yaşanmasına yol açmış olduğunu, Oluşan tahribatların çok ağır ihlal sonuçlarına yol açmış olup, bunun ülkenin uluslararası alanda da giderek yalnızlaşmasına ve dışlanmasına yol açtığını, AİHM'ne başvuran ülkelere göre dağılım gözönüne alındığında bu gerçeğin daha da somutlaşmış olacağını, Günümüz dünyasında giderek artan, bir biçimde etkisini hissettiren bir insan hakları teorisi ve uygulamasının bu açıdan dikkatle incelenmesinin gerektiğini; Özellikle düşünce ve basın özgürlüğü alanının da OHAL başta olmak üzere tüm ülkede yasadışı uygulamalardan nasibini almış olduğunu, Yine çeşitli biçimlerde yürütülen soruşturmalarda işkencenin adeta tek ve meşru sorgulama yöntemi olarak benimsendiğini, gözaltına almanın özellikle de OHAL Bölgesinde günlük yaşamın bir parçası olduğunu, OHAL başta olmak üzere ülkenin diğer bölgelerinde ve sıklıkla görüldüğü gibi birçok insanın görülür bir biçimde çeşitli emniyet birimleri tarafından sorgulanmak üzere alındıkları halde nedeni “hala bilinmeyen” biçimlerde “kaybolmuş oldukları”, bir kısmının ise gözaltına alındıktan sonra olağan yasal prosedürün dışında uygulamalara tabi tutularak emniyet birimlerinin bütün imkanlarına rağmen gözaltında öldürülmüş olduklarını, farklı siyasal düşünce ve aktivite içinde olan veya taşıdığı ulusal özelliklerden dolayı birçok insanın, kim tarafından işlendiği bugün de belli olmayan biçimlerde işlenen cinayetlerle katledildiğini, Yaşanan çatışmaların, çatışmalara katılan kişiler üzerinde de ağır psikolojik tahribatlar yarattığı ve adeta bir Vietnam Sendromunun yaşanmasına yol açmış olduğunu, Kürt sorunu ve buna geleneksel ‘yaklaşımın ortaya çıkardığı ağır sonuçlardan birinin de düşünce ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü alanında yaşanan çok ciddi hukuksuzlukların olduğu, peşpeşe kapatılan, sorumluları cezaevinde olan ve hatta binaları bombalanan günlük gazete ve dergilerin varlığının da başka bir trajik örnek olduğunu, Terörle etkin mücadele” adı altında onbinlerce köy korucusu kadrosu ihdas edilerek güvenlik alanında tam bir yetki karmaşasının yaşanmasına yol açıldığını, yine aynı gerekçelerle itirafçılık kurumu adı altında suç işlemeye eğilimli insanlara devletin her türlü olanağı ve koruma tedbirleri adı altında suç işlettirildiğini, Kürt sorunu nedeniyle (DEP örneğinde olduğu gibi) birçok siyasi partilerin kapatılmış olduğunu beyan etmişler. e) Sanık vekilleri, Demokratik Cumhuriyet ve Kürt Sorununda Demokratik Çözüm (Sh 277-334) başlığı altında yaptıkları savunmada: Demokrasinin, esas olarak insanlığın eşitlik ve özgürlük karakterinin somut ifade biçimi, kurumsal yapısı olduğunu, demokrasinin siyasal sistemleri meşrulaştıran en etkili ideoloji olduğunu, günümüzde demokratik olmayan rejimlerin gayri meşru sayılmakta olduğunu, Demokrasi mücadelesinin bir tarihse;i özgürlük mücadelesi olduğunu, demokratik çerçevenin temel prensip ve kurallarının bulunduğunu, Demokrasinin; hoşgörü, uzlaşma, esneklik ve bir yaşam kültürü olduğunu, Ulus-Devlet ya da Üniter Devlet biçiminde ifade edilen devlet örgütlenmelerinin demokrasi örgütlenmeleri içerisinde en yaygın görülen biçimlerinden biri olduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin de bir üniter devlet olarak kendisini yapılandırdığını, Ulusal ve etnik sorunlara demokrasi içerisinde çözüm bulunabileceğini, yeryüzünde artık çok uluslu, çok etnikli, çok kültürlü, çok dilli olmayan ülke sayısının bir kaç istisna dışında kalmadığını, dünya ve insanlığın belki çok sancılar, sıkıntılar çektiğini, ancak bu gerçekliğe uyumlu bir çözüm mantığını da sonuçta demokratik cumhuriyetler, demokratik birlikler şeklinde gerçekleştirmiş olduğunu, üniter devlet yapısı için de çok kültürlülük sorununu dil ve kültür özerkliği temelinde çözüme kavuşturan demokratik ülkelerin başlıca örneklerini Fransa, İtalya, Finlandiya, Avusturya, ABD. vb. gibi ülkelerin teşkil ettiğini, Kürt sorununa kalıcı çözümün, demokratik cumhuriyet bünyesinde kardeşçe özgür birlik çözümü olduğunu, sanığın da savunmasında bu çözümü dile getirip “Demokratik birlik çözümü” için tezlerini somut bir biçimde ortaya koyduğunu, demokratik çözümün kalıcı barış ve istikrarın teminatı olacağını, inkar ve imha siyasetinde ısrar etmenin sorunu kangrenleştirmek ve ülkenin geleceğini ipotek altına almak olacağını, savaşların, çatışmaların barışın gerekçesi olduğunu, zengin ulusal-sosyal-kültürel dokunun demokratik birlik çözümünün büyük avantajı olduğunu beyan etmişlerdir. f) Sanık vekilleri savunmalarının sonuç kısmında (Sh:334-348):

Savunma makamı olarak, bu davada esas tartışılması gerekenin görünürdeki suçun değil, yukarıdan beri savunmalarının çeşitli bölümlerinde ayrıntılarıyla ve kanıtlarıyla açıkladıkları gerçek suçun tartışılması gerektiğini düşündüklerini, bu anlamda müvekkilleri sanığın tarih önünde suçsuz olduğuna inandıklarını, suçlamaya karşı esas karşı tezlerinin bu olduğunu beyanla; Türk Ceza Yasasının 125’inci maddesi ile iki ayrı suç tipinin düzenlendiğini, ilkinin; devlet topraklarını, devlet idaresinden ayırmak ve müstakil bir devlet kurmak, diğerinin ise devlet topraklarının bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymak olduğunu, Dar anlamda suç vasfı açısından, 125’inci maddenin unsurları itibari ile ve özellikle manevi unsur açısından oluşup oluşmadığı yönünde incelendiğinde; sanığın 1993‘ten başlayarak ayrı bir devlet kurmak amaç ve görüşünden vazgeçtiğini beyan ettiğini, bu nedenle atılı suç vasfının oluşmadığını, iddia makamının TCK 125’teki suç tipini tehlike suçu olarak değerlendirmesine karşın ceza hukuku öğretisi açısından maddede tanımlanan suç tipinin bir tehlike suçu olmayıp, zarar suçu niteliğinde olduğunu, soyut ve genel iştirakin söz konusu olamayacağını, müvekkilleri sanığın PKK'nın başkanı olup amirlik ve komutanlık konumunda olduğunu, ancak başlangıçtan beri hiçbir silahlı eyleme katılmadığını, eylemlerle ilgili soyut ve genel emirler ve direktifler vermesinin konumunun doğal sonucu olduğunu, bu nedenle müvekkili sanık hakkında ancak TCK'nun 168/1‘inci maddesinin uygulanabileceğini, sonuç olarak gerek manevi unsur açısından, gerekse azmettirme ve iştirak kurallarına hukuki yaklaşım açısından sanık hakkında TCK'nun 168/1‘inci maddesi dışında hukuken bir değerlendirme yapmanın mümkün olmadığını, İdam cezasının modem toplumlarda kabul görmeyen bir cezalandırma türü olduğunu, 21. yüzyıla girerken halen bu cezanın var olmasının hukuk devleti ve adil yargılama ilkeleri ile bağdaşmadığını belirterek, Sonuç olarak; mahkemenin vereceği kararın, toplumsal barış için bir kapı açmasını, ilelebet sürecek bir kardeşliğin, barışın, hakkaniyetin kilometre taşı olmasını, her türlü linç ve intikam mantığını, inkar yaklaşımını elinin tersi ile iterek adaletin barışa ve demokratikleşmeye hizmet edebileceğini göstermesini istediklerini beyan etmişlerdir. (Kl.:72-87)

[düzenle]C-YETKİ VE GÖREV KONUSU

Devlet Güvenlik Mahkemeleri Anayasa ve yasalara uygun olarak 1983 yılında kurulmuş ihtisas mahkemeleridir. Suçun işlenmesinden sonra kurulmuş özel mahkemeler değildir. Görevleri ile ilgili hükümler de 1 Mayıs 1984 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu duruma göre sanık dava konusu suçları işlerken tabii hakimi Devlet Güvenlik Mahkemeleridir. Anayasamızın 143. maddesi ve 2845 Sayılı Yasanın 5. maddesi başlangıçta dava görülürken yürürlükte olduğundan ve mahkemeler de yürürlükteki yasaları uygulamak zorunda olduğundan ayrıca CMUK'nun 253/2 maddesindeki yargılamanın durdurulması sebepleri bu davada mevcut olmadığından sanık avukatlarının davanın başındaki yargılamanın durdurulması ile ilgili talepleri reddedilmiştir. Daha sonra duruşmalar devam ederken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda, gerek Anayasa'nın 143. maddesinde, gerekse 2845 Sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluşu Hakkındaki Kanun’da değişiklikler yapılmış, 4390 Sayılı Kanun’la 22.06.1999 tarihinden itibaren askeri üyeler mahkemenin oluşumundan çıkarılmış ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin sivil hakimlerden oluşması sağlanmıştır. İşte bu nedenle de duruşmaları başından beri izleyen, dosyayı inceleyen, tutanakları okuyan yedek sivil hakim Mehmet MARAŞ’ın iştiraki ile davaya kaldığı yerden devam olunmuştur. Sanığın kurucusu ve lideri konumunda bulunduğu PKK terör örgütü, Türkiye’nin her yerinde ayrıca yurtdışında yoğun şekilde gasp, cinayet, kundaklama, bombalama, orman yakma, toplu katliamlar, çocuk ve bebek öldürmeler, hamile kadınları öldürmeler ve daha birçok vasıta suçları işleyerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin birlik ve bütünlüğünün bozulmasını, parçalanmasını ve ülke topraklarından bir kısmının ayrılarak bağımsız bir Kürt Devleti kurulmasını hedeflediğinden Türkiye’deki her Devlet Güvenlik Mahkemesi yetkilidir. Sanık daha yakalanmadan önce mahkememize hakkında TCK'nın 125. maddesinin uygulanması istemiyle kamu davası açılmış ve bu dava ile Adana ve Erzurum DGM'lerine açılan davalar Ankara 2 Nolu DGM'nin 1999/21 Esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmiştir. 04.09.1997 tarihinde açılan sanıkla ilgili bu dava, o tarihten bu güne kadar görülmektedir. Bu nedenlerle mahkememiz bu davaya bakmaya kendini yetkili görmüş, sanık avukatlarının bu davanın Diyarbakır DGM'nde görülmesi gerektiği yolundaki yetki itirazları da reddedilmiştir. Ayrıca duruşmaların, sanığın yakalanmasından sonraki bir bölümünün neden İmralı Adası’nda görülmesi gerektiği konusunun da açıklanmasında fayda görülmüştür. 2845 Sayılı Kanunun 20/6'ncı maddesi “Devlet Güvenlik Mahkemeleri davaların hızla yürütülmesi, delillerin zamanında ve eksiksiz tespiti ile güvenlik bakımından duruşmanın başka bir yerde yapılmasına karar verebilir.” hükmünü taşımaktadır. Bu nedenle davanın nakline de gerek görülmemiştir. Adalet Bakanlığı bilhassa sanığın güvenliği açısından Ankara’daki duruşmalara getirilmesinin uygun olmadığını bildirmiştir. Gerçekten de sanığın yönettiği ve tek sorumlu lideri olduğu PKK terör örgütünün, ülkenin her yöresinde işlediği cinayetler, çocuk ve bebek öldürmeleri, ihtiyarların, hamile kadınların, günahsız birçok insanın öldürülmesi ve yoğun insanlık suçları işlemesi nedeniyle yüzbinlerce insan mağdur olmuştur. Bu insanların Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi önüne geldiğinde herhangi bir nedenle, herhangi bir kimse tarafından kışkırtılması ihtimali düşünüldüğünde, bilhassa sanığın can güvenliğinin sağlanması açısından duruşmaların en sağlıklı şekilde İmralı adasında yapılmasının uygun olacağı düşünülerek, mahkemece duruşmaların İmralı Adası’nda yapılmasına karar verilmiştir. Tüm PKK ile ilgili mahkemelerdeki derdest davaların bu davayla birleştirilmesi, davanın makul sürede bitmesini engelleyeceği gibi imkansız da görülmüştür. Aksi takdirde bu davayı yıllarca sürüncemede bırakacak bir zemin hazırlanmış olur. Bu durum da, gerek yasalara gerekse insan haklarına aykırı olur. Bu nedenlerle bu yönde bir uygulamaya gidilmemiştir. Davada savunma avukatları, müdahillerin ve avukatlarının sınırlandırılması söz konusu değildir. Duruşma salonunun kapasitesi gözönünde tutularak hangi avukatların ve müdahillerin hangi gün duruşmaya katılacakları zorunlu olarak tespit edilmiştir. Aksine hareket kargaşa ortamı yaratırdı. Güvenlik açısından da sakıncalı olurdu. Duruşmalarda aleniyet kurallarına azami ölçülerde riayet edilmiş, bu konuya özen gösterilmiş, vatandaşlar, yerli ve yabancı basın mensupları, sanık yakınları duruşmaları aleni bir şekilde izlemişler, gidiş gelişleri dahi görevlilerce sağlanmıştır. Sanık avukatları ve yakınlarına barınacak yer ve ulaşım imkanları da büyük bir titizlik gösterilerek sağlanmıştır. Sanık, savunmalarını hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmaksızın, yerli ve yabancı basın mensupları ve izleyiciler huzurunda alenen yapmıştır. Mahkeme savunma hakkının kullanılmasında büyük bir titizlikle sanığa istediği kadar süre ve imkan tanıyarak konuşmalarını hiçbir kısıtlamaya tabi tutmadan özgürce savunmasını yapma olanağı sağlamıştır. Bu husus sanık ve avukatlarının tutanağa geçirilen beyanlarından da açıkça anlaşılmaktadır. Savunma avukatlarının bu konuda yazılı esas hakkındaki savunmalarında ileri sürdükleri hususlar tamamen mesnetsizdir, ayrıca hiç kimsenin bağımsız Türk Yargısı’na müdahalesi de olmamıştır. Mağdurların müdahilliklerine karar verilirken, direkt suçtan zarar görenlerin talepleri kabul edilmiş, bu konuda mahkeme büyük bir titizlik göstererek, ibraz edilen belgeleri inceleyerek, belgeleri yeterli ve uygun görülenlerin müdahilliklerine karar verilmiştir. Savunma avukatlarının bu konudaki itirazları da bu nedenle mesnetsiz görülmüştür. Mahkemelerin görevi sanığın suç teşkil eden eylemlerinin tespiti ve buna uyan ceza yasası hükümlerinin uygulanmasıdır. Sorunların çözümü mahkemenin görevine girmez. Bu konuya da özen gösterilmiştir. [düzenle]D - PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN KURULUŞU, AMAÇ VE PROGRAMI, YAPISI, STRATEJİSİ, EYLEM VE FAALİYETLERİ

[düzenle]1- Örgütün Kuruluşu ve İlk Eylemleri PKK terör örgütü, başlangıçta 3 yıl süre ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde “Kürdistan Devrimcileri, UKO’cular, APO’cular” adı altında kadrolaşmışlar, 27 Kasım 1978 tarihinde Lice İlçesi Ziyaret (Fis) köyünde Abdullah ÖCALAN’ın başkanlık ettiği toplantıda kurulmuştur. (Örgütün 1. Kongresi) Örgütün programı 1977 yılında, tüzüğü ise 1978 yılında hazırlanmıştır. 30 Temmuz 1979 tarihinde Şanlıurfa milletvekili Mehmet Celal BUCAK’a yaptıkları silahlı saldırı ile kuruluşlarını ilan etmişlerdir. Başlangıçta bölgede aşiret düzenini yıkmaya çalışarak yörede sempati toplamayı amaçlamışlardır. 1980 ihtilali ile birlikte Türkiye’de serbest faaliyet ortamı bulamayacağını anlayan sanık Abdullah ÖCALAN örgüt elemanları ile birlikte Suriye’ye geçmeye orada örgütü teşkilatlandırmaya karar vermiş, böylece PKK terör örgütü sanık Abdullah ÖCALAN’ın sorumluluğunda, Suriye Devleti’nin himayesinde, Filistin Halk Kurtuluş Partisi Cephesi’nin tahsis ettiği Bekaa Vadisi’nde, daha sonra Mahsun Korkmaz Akademisi adını alan kamplarda eğitim sürecine başlamış, bu süre 4 yıl kadar sürmüş, 15 Ağustos 1984 yılında Şemdinli ve Eruh baskınları ile bölgede yoğun bir şekilde silahlı terör faaliyetlerini başlatmışlardır. Sanık Abdullah ÖCALAN savunmalarında, Diyarbakır Cezaevi’nde örgüt elemanlarının, ölüm orucunda ölmesi üzerine Eruh ve Şemdinli baskın eylemleri kararlarını aldıklarını, kendisinin talimatıyla da, örgüt üyelerinin uyguladığını anlatmıştır. (Kl. 1, Dz.43-7a) Eruh İlçe Jandarrna Bölük Komutanlığı’na yaptıkları silahlı ve bombalı saldırı sonucunda Er Süleyman AYDIN şehit olmuş, sivil vatandaşlardan Jandarma Birliği bahçesinde oturan Aslı ERİŞİR, M. Recai YILMAZ, Özgür AYKIN ile erler Doğan AVŞAR, Ali ERGÜN, Hüsamettin İLKİN, Mustafa ANAR, Şenol ÖZDEMİR, Yüksel KAYNAR, Adil ALTİNTAŞ, Mehmet PEŞMEN ve Bayram ERTEKİN ağır şekilde yaralanmışlardır. PKK terör örgütünün bu eylemine bizzat katılan Mustafa ÇİMEN, Diyarbakır 1 Nolu Askeri Mahkemesi’nin 07.05.1985 tarihli oturumunda bu baskın olayını bütün açıklığıyla anlatmıştır. Şemdinli İlçesi baskınına bizzat katılan Hüseyin TİLKİ de 07.10.1995 tarihinde Diyarbakır 1 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde PKK’nın bu kanlı eylemini anlatmış, roketatarlarla askeri gazinoya ateş ettiklerini, aynı gün ve saatte bir başka terörist grubunun da Jandarma Sınır Tabur Komutanlığı ve İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı’na sürekli ateş ettiklerini, roketler ve uzun menzilli silahlar kullandıklarını belirtmiştir. Bu saldırıda askerlik şube başkanı Tuncay ŞENEROL, Jandarma Çavuş Sedat KURUM ağır şekilde yaralanmışlar, Astsubay Çavuş Memiş SARIBAŞ şehit olmuştur. Ayrıca terör örgütü üyeleri, kahvehanelere girerek: “Biz geldik, artık Kürdistan’ı kurduk, gelin bizimle yaşayın, yaşasın PKK, Kürdistan” şeklinde sloganlar atmışlar ve aynı gün ve saatte Eruh baskınında dağıttıkları bildirilerden burada da dağıtmışlardır. [düzenle]2- Amaç ve stratejisi Sanığın lideri bulunduğu PKK terör örgütünün amacı Suriye, İran, Irak topraklarının bazı bölümlerini ve ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerini de içine alacak şekilde Marksist--Leninist bir Kürdistan Devleti kurmaktır. Sanık savunmalarında dünyadaki komünist rejimlerin yıkılması, demokrasi hareketlerinin ve bireylerin özgürlüğüne verilen değer ölçülerinin gelişmesi ve güçlenmesi ile birlikte örgütünün 1995 yılı 5. Kongresi’nde Parti Programında değişiklik yapılmasını benimseyerek katı Marksist-Leninist görüşlerden uzaklaşılmaya çalışıldığını belirtmiş ise de, 08-27 OCAK 1995 tarihleri arasında Kuzey Irak Haftanin Bölgesi’nde yapılan PKK 5’nci Kongresi’nde “Temel Hedefler” bölümünde açıkça “Halkın kızıl iktidarlarını yaratmak için’ stratejik saldırıya geçiş şartlarının oluştuğu belirtilerek, Türkiye çapında Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ekonomik, siyasi, askeri, sosyal, kültürel vb. tüm kurum ve kuruluşları ile bunlara hizmet eden tüm kişilerin hedef alınmasını, en temel örgütsel görev olarak belirtmektedir. Bu da sanığın bu yöndeki yukarıda özetlenen savunmasının samimi olmadığını, gerçeği yansıtmadığını açıkça göstermektedir. Örgüt ve sanık tarafından bağımsız ve birleşik Kürdistan Devleti fikri her zaman muhafaza edilmiş ve uzun süreli halk savaşı da daima mücadele biçimi olarak benimsenmiştir. Amaçları İran, Suriye ve Irak’taki Kürtler ile ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesini birleştirerek bağımsız birleşik Kürdistan Devleti’ni kurmaktır. PKK terör örgütü tarafından bu amaç gerçekleştirilmeye çalışılırken, Türklerle Kürtlerin asırlardan beri kaynaştıkları. kız alıp verdikleri, bütünleştikleri, müşterek kültür ve birlikte yaşama istek ve iradelerinin kökleştiği, hiçbir zaman birbirlerini yadırgamadıkları gibi örtüşen bir çok değerler gözardı edilmiştir. Amaçları toplumun gerçekleriyle ters düşmüştür. Ayrılığın bölge insanına mutluluk getirmeyeceği düşünülmemiştir. 2l’nci Yüzyıla girerken asıl olan insanların mutluluğu, bireysel ve ekonomik özgürlüklerin gelişmesidir. PKK terör örgütü amacına ulaşmak için güvenlik güçlerinin duruma hakim olduğu durumlarda savunmaya çekilmiş, güvenlik güçlerini yıpratıcı münferit eylem ‘ve olaylarla yetinmiş ve daima toparlanma amacını düşünmüştür. Sanığın yakalanmasından sonraki olayların cereyan şekli de bunu göstermektedir. Dengeyi kısmen sağladıklarına kanaat getirdiklerinde de silahlı terör eylemlerini yaygınlaştırmışlar, dünyadaki değişim ve gelişmelere göre de bunun süresini azaltıp çoğaltmışlardır. Strateji olarak denge sağlama sürecinde ise yoğun saldırılara başlanması örgütçe planlanmakta ve ülkenin bir çok yerinde halkın desteğinde ayaklanmalar düşünülmektedir. Ancak, bütün bunlar planlanırken Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gücü düşünülmemiş, ülke terör eylemleri ile kasılıp kavrulmuştur. [düzenle]3- Örgütün yapısı [düzenle]a) Genel Başkanlık Genel Başkan, PKK terör örgütünün başı, yönetimin tek ve en yetkili sorumlusudur. Sanık savunmasında, kuruluşundan bugüne kadar PKK. terör örgütünün genel başkanı ve tek yetkili sorumlusu olduğunu, bütün eylem ve faaliyetlerinden birinci derecede sorumlu olduğunu açıkça söylemiştir. Başkanlık tarafından alınan kararların değiştirilemeyeceği, örgüt içi infazlar, affetme ve benzeri yetkilerin tamamen başkanda olduğu, yine kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır. Örneğin sanık: “Kesire ÖCALAN için ölüm kararı çıktığı, ancak ben onu affettim, bu yüzden hala yaşıyor.” demiştir. Bu tür kararlar örgüt içerisinde göstermelik bir yargıya tabidir. Örnek verecek olursak (K1:21, Dz:12)’de PKK terör örgütü üyesi Rıdvan ER ifadelerinde açıkça “Deniz ŞAHİN'in (Cuma Kod) öldürülmesi emrini bizzat sanık Abdullah ÖCALAN'ın verdiğini ve bunun üzerine de infazın gerçekleştirildiğini” anlatmıştır. Ayrıca (Kl:27, Dz:6)’da sanık Abdullah ÖCALAN’la doğrudan görüşen Aysu İNAN ve Nurettin ANYIĞI ifadelerinde sanık Abdulah ÖCALAN’ın kendilerini telefonla arayarak turistlerin yoğun olduğu yerlere, fabrika ve üretim merkezlerine yoğun eylem talimatı verdiğini belirtmişlerdir. Bu talimat üzerine PKK'lı Atilla KAYA ve Sakine DÖNMEZ’in Fethiye ve Marmaris ilçelerinde turistlerin çok ve sıkça uğradıkları parklara bomba bırakmaları sonucu bir turist ölmüştür. Bu olayları (Kl:27, Dz:32)’de gerek Atilla KAYA, gerekse Sakine DÖNMEZ açıkça dile getirmişlerdir. Ebru Arzu ERDAL (Reni Kod) (Kl:37, Dz: 1)’deki anlatımında net bir şekilde (Dara Kod) adlı militanın örgüte ihanet ettiği bahanesiyle sanık Abdullah ÖCALAN’ın onayıyla ölümüne karar verildiğini ve infazı da kendisinin gerçekleştirdiğini söylemiştir. Ayrıca 11.03.1997 tarihinde Hatay’da yakalanan İbrahim DEMİR, 30.01.1997’de Hassa’da yakalanan Hacı NAHSAN (Şeyho Kod) ifadelerinde açıkça (Kl.:36, Dz: 1) bölgeye bizzat Abdullah ÖCALAN’ın eylem talimatıyla geldiklerini söylemişlerdir. Keza 20.03.1997’de aynı bölgede yakalanan Bedrettin KAYA (Cihad Kod) 25.07.1997’de yakalanan Çetin ELMAS (Kemal Kod), 18.01.1992’de yakalanan Ömer GELİCİ (Halit Kod) de aynı doğrultuda açıklamalar yapmışlardır. Bu beyanlardan da anlaşıldığı gibi örgüt içi muhalefet bizzat başkanlık tarafından cezalandırılmaktadır. Örgütle aynı doğrultuda hareket etmeyen Vejin Grubu’ndan bazıları, Resul ALTINOK, Suphi KARAKUŞ, Saime AŞKIN hain ilan edilerek kurşuna dizilmişlerdir. Sanık bizzat duruşmada bu şekilde örgüt içi cezalandırılmalarla onlarca örgüt üyesinin öldürüldüğünü belirterek Şahin BALİÇ, Cemal Kod, Korgir Kod, Cemil IŞIK’ ın cezalandırılarak öldürüldüğünü, Şemdin SAKIK’ın da ölümüne karar verildiğini, ancak infaz edilemediğini açıkça anlatmıştır. Ayrıca örgütten kaçan Ener ATA, Çetin GÜNGÖR gibi üst düzey örgüt üyeleri de yine sanığın onayıyla Avrupa’da örgüt üyeleri tarafından bulunarak öldürülmüşlerdir. [düzenle]b) PKK Terör Örgütünün Kongre ve Konferansları Örgütün Kongreleri dört yılda bir toplanmakta ve bu kongrelerde PKK'nın genel faaliyetleri değerlendirilmekte, öz eleştiri yapılarak, yeni dönem çalışmaları tespit edilmektedir. Ayrıca yine bu kongrelerde merkez komite ve disiplin kurulları da seçilmektedir. Örgüt bugüne kadar 6 kongre yapmıştır. Birincisi Lice Fis Köyü’nde, ikincisi Suriye Şam’da, Üçüncüsü Suriye Bekaa Vadisi’nde, Dört ve Beşinci Kongreleri Kuzey Irak’ta, Altıncı Kongre ise Ocak-Şubat 1999 tarihlerinde Kuzey Irak-İran sınırındaki Kandil Dağı’nda gerçekleştirilmiştir. Ayrıca her zaman Kongrelerin toplanmasının güçlüğü nedeniyle kongre kararlarının uygulamadaki aksaklıkları ara dönemlerde yapılan konferanslarla örgüt tarafından giderilmeye çalışılmaktadır. [düzenle]PKK Birinci Kuruluş Kongresi 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır Lice-Fis Köyü’nde gerçekleştirilmiş, sanık Abdullah ÖCALAN Genel Sekreter (Başkan) seçilmiştir. Bu kongrede PKK'nın alt birim ve örgütleri oluşturulmuş ve ayrıca PKK'nın kuruluşunun kamuoyuna ilan edilmesi kararlaştırılmıştır. Bölge hazırlık komiteleri ve bunlara görevlendirmeler yapılmış, bunların faaliyete başlamasıyla birlikte 1978 ve 1979’da örgütün silahlı eylemlerinde büyük artışlar olmuştur. Yine bu dönemde yurtdışına eğitim için örgüt üyeleri gönderilmeye başlanmıştır. Bunlar 1980 yılına kadar Lübnan’ın El Fetih Kamplarında eğitilmişlerdir. 30 Temmuz 1979’da Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Celal BUCAK’ın içinde bulunduğu Hilvan Kurtbaşı Köyü’ndeki eve bombalı ve silahlı saldırı yapılarak olay yerine PKK'nın kuruluş bildirisinin sonuç kısmı bırakılmıştır. Bu dönemde ASALA terör örgütü ile ilişki kurulmuş, Ocak ve Nisan 1980’de basın toplantısı yapılarak iki örgüt arasında işbirliği yapıldığı açıklanmıştır. Sanık bu konuyu açık ve aleni duruşmada kabullenmiştir. Sanık Abdullah ÖCALAN bu dönemde Haziran 1979 tarihinde Suriye’ye gelerek, bundan sonra örgütün faaliyetlerini, Suriye’nin desteğinde Şam’da yürütmeye başlamış ve başlangıçta Suriye’de Ali Hammas kod adını kullanmış, daha sonra da Suriye’de kendi ifadesine göre herkes tarafından PKK örgütünün genel başkanı olarak tanındığı için Kod adı kullanmaya gerek kalmadığını duruşma sırasında açıkça belirtmiştir. 0 halde, Suriye 1979 yılından beri gerek sanığı gerekse PKK terör örgütü üyelerini ülkesinde bilerek ve isteyerek barındırarak her türlü desteği sağlamıştır. Sanık, çeşitli duruşma aşamasında bunu açıkça dile getirmiştir. Örgüt üyeleri 1980-1981 yıllarında F.H.K.C. (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi) ve F.D.H.C. (Filistin Demokratik Halk Cephesi)’nin Lübnan’daki kamplarında eğitilmişlerdir. Sanık bu konuyu da duruşmada açıkça belirtmiştir. Sanık ise Şam’da tutulan evlerde kalmıştır. [düzenle]PKK Birinci Konferansı

15-25.07.1991 tarihleri arasında Lübnan Helvi (Mahsun Korkmaz Akademisi) Kampı’nda yapılmıştır. Bu konferansta yeniden örgütlenme, cephe ve ittifak faaliyetlerine yeniden başlanılması, askeri hazırlıklara başlama, yurtdışı askeri ve siyasi eğitim çalışmalarının başlatılması kararlaştırılmıştır. Sanık tarafından yazılan “Örgütlenme Üzerine” isimli kitap da PKK kadrolarına bu konferansta dağıtılmıştır. Ayrıca “Faşizme Mücadelede Direniş Cephesi Üzerine”, “Kürdistan Ulusal Kurtuluş Problemi ve Çözüm Yolu” isimli broşürler sanık tarafından hazırlanarak örgüt üyelerine dağıtılmıştır. Örgüt mensupları için “Kürdistan’da Zorun Rolü, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Siyaseti, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Süreci” isimli kitaplar da hazırlanmıştır. 1981 yılından itibaren yurtdışı faaliyetleri için temsilcilikler açılması, yurtiçi ve yurtdışı basın faaliyetlerinin hızlandırılması da kararlaştırılmıştır. Bu konferans sonrası Filistin Demokratik Halk Cephesi, Helvi Kampı’nı tamamen PKK'ya tahsis etmiştir. Yurtdışı faaliyetleri doğrultusunda Suriye’nin de desteğiyle PKK ile Irak İ.K.D.P arasında anlaşma sağlanarak, PKK üyelerinin Kuzey Irak’a yerleşmeleri gerçekleştirilmiş, orada kamplar kurulmuş ve Türkiye ye yönelik eylemlerinde ve sızmalarında bu bölgeyi kullanmaya başlamışlardır. [düzenle]PKK İkinci Kongresi ve Alınan Kararlar

Silahlı eylem ve saldırılar için Kuzey Irak’tan Türkiye’ye girişlerin en kısa zamanda başlatılması, bir yıllık hazırlık sürelerinde yurt içinde keşif ve istihbarat çalışması yapılması ve 1983 sonbaharından itibaren de silahlı saldırıların başlatılması, ayrıca Avrupa faaliyetlerinin güçlendirilerek, Libya’da temsilcilik açılması kararlaştırılmıştır. Kuzey Irak’taki örgüt kamplarına ağırlık verilmiş, sanığın talimatları ile keşif, istihbarat ve bu bölgede yerleşim hızlandırılarak silahlı mücadelenin başladığının, ses getirecek eylemlerle duyurulması benimsenmiştir. HRK’nin kurulması da kararlaştırılmıştır. Bu kararlar üzerine örgütün gücünü, silahlı propagandanın etkisini göstermek amacıyla 15 Ağustos 1984 tarihinde PKK terör örgütü tarafından aynı gün Eruh ve Şemdinli baskınları gerçekleştirilmiştir. PKK Üçüncü Kongresi, Alınan Kararlar ve Uygulaması: Sanık bu kongrede savaşmadıkları gerekçesiyle” örgütün üst düzey yöneticilerini değiştirmiştir. Yine bu kongrede bölge insanlarının örgütü desteklemediği, bu amaçla önlemler alınması, ayrıca Avrupa kamuoyunda örgütün tanıtılmasına ağırlık verilmesi kararlaştırılmıştır. HRK kaldırılarak yerine ARGK (Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu)’nun kurulması benimsenmiş, silahlı propaganda yerine, sözde gerilla faaliyetlerine geçilmesi kararlaştırılmıştır. Bu kararlar doğrultusunda 01.01.1992 günü Bitlis ili, Cevizdalı Köyü’ne tahmini 100 civarında PKK militanı baskın yaparak o köyden Hacı Salih AKPOLAT’a “Korucular silahları bıraksın, size bir şey yapmayacağız” diyerek onları kandırmaları üzerine, köy korucuları silahlarını gelen PKK'lılara teslim etmişlerdir. Önce silahını bırakmak istemeyen Abdullah KAPTAN’ı öldürmüşler, sonra da kandırarak silahları ellerinden alınan suçsuz insanlar ve çocuklar M.Salih AKPOLAT, Abdullah KAPTAN, Yakup KAPTAN, 5 yaşlarındaki Hikmet KAPTAN, Abdulhamit AKPOLAT, Eyüp KAPTAN, 16 yaşındaki Edemez KAPTAN, Zekiye KAPTAN, Meryem AKPOLAT, Perinaz KAPTAN, Aysel KAPTAN, Hatice KAPTAN, Raife KAPTAN (16 yaşında), Yaşar KAPTAN (16 yaşında), 65 yaşındaki Nafiye KAPTAN, Sıtkı KAPTAN, Raife KAPTAN, Rabia KAPTAN, Cemile AKPOLAT, Aysel KAPTAN, KamiIe AKPOLAT, Medine KAPTAN, Hasret KAPTAN, 13 yaşındaki İbrahim KAPTAN, 8 yaşındaki Aynur KAPTAN, 4 yaşlarında Gülbahar KAPTAN, 10 yaşlarında Nafıye KAPTAN, 8 yaşındaki Turan AKPOLAT, 8 yaşındaki Ejder AKPOLAT’ı toplu olarak katletmişlerdir. (Kl.:10, Dz. :9) Yine 3‘ncü kongrede alınan kararlar doğrultusunda 12.12.1993 günü Adıyaman İli, Ağaçkonak Köyüne baskın düzenleyen bir grup PKK elemanları ARGK Mensupları, geçici köy korucuları, Çumali DENİZ ile Mehmet DENİZ’in evine giderek bunları, yakınları ve çocukları Ali BEREKET, Gülistan BEREKET, Bedriye DENİZ, Cemal DENİZ, Şehriban DENİZ, Gülhan BEREKET, Burhan DENİZ, Emine DENİZ ile daha konuşma dahi öğrenemeyen iki yaşındaki Hülya DENİZ’i topluca öldürmüşler, 11 yaşındaki Erdal DENİZ ise tesadüfen yaralı olarak kurtulmuştur. Ayrıca Mehmet DENİZ ve Cumali BEREKET’in evini de içindeki eşyaları ile birlikte yakmışlardır. (Kl.:11, Dz.:13) Bu eylemler yapılırken terör örgütü PKK, G.K.K'nın örgütün gelişmesini engellediğini düşünerek onları bu katliam yöntemleriyle sindirmeye çalışmıştır. Ayrıca ARGK'ye eleman temini için sözde askerlik yasası çıkarılarak ilan edilmiş ve uygulamaya geçilmiştir. 30.10.1986 tarihli bu sözde yasada “Bugün özgürlük ve bağımsızlık için savaşmak, Kürdistan’da tek onurlu yaşam biçimidir. Her Kürdistanlı'nın gücünü orduyla birleştirmesi zorunludur...'’ sözcüklerinden sonra şu hükümler getirilmiştir. Her Kürdistanlı yurtsever ... gönüllü olarak ARGK (Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu) birliklerine katılmayı ve savaşmayı görev bilmelidir. ...Her Kürdistanlı ...ulusal kurtuluş savaşına maddi ve manevi destek vermekle yükümlüdür. 18-25 yaşları arasında her Kürdistanlı erkek Kürdistan’ın bağımsızlığı ve özgürlüğü için savaşmak üzere ARGK'ye katılmak ... zorundadır. Yine “Kürdistan’da Yargılama Esasları” başlıklı, 30 Ekim 1986 tarihli “Kürdistan Kurtuluş Cephesi” imzalı belge ile Kürdistan’ da suçlar ve cezalar belirlenmiştir. ...Kendisini kanıtlayan bu meşruiyete göre bugün Kürdistan’da suçlar ve cezalar şöyle belirlenir; 1. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesine karşı Türk sömürgeciliği ile doğrudan birlik, ona işbirlikçilik, uşaklık, ajanlık, milislik, muhbirlik vb. yapmak, bu ülke ve halk karşısında açık ihanettir ve ihanetin cezası da ölümdür. 2. “Komünist, yurtsever, devrimci, milliyetçi” vb. sıfatları kendine takıp gerçekte bunların gereklerini yerine getirmemek, yerine siyasal ikiyüzlülük, teslimiyetçilik, işbirlikçilik ... böylece Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesirıe karşı olmak, ona karşı mücadele etmek, gelişimini engellemeye çalışmak maskeli olarak Türk sömürgeciliğine hizmet etmek ... siyasal görünümlü bir ihanettir. Bu tür ihanetin cezası uyarı ile vazgeçirmeye çalışmak, örgütsel yapıları dağıtmak, bunlara rağmen devam ettiğinde ise öIümdür. 3.Türk sömürgeciliğine karşı mücadele etmek, direnmemek, ulusal kurtuluş mücadelesine katılmamak, maddeten ve manen desteklememek ... dolaylı olarak sömürgeci egemenliğe hizmet etmek ve ülke halk kurtuluş davası karşısında suçlu duruma düşmek demektir. Bu suçlara karşı bilinçlendirme ve ikna faaliyetleriyle mücadeleye hizmet eder hale getirmek için çalışarak uyarmak, bu çabalara rağmen sürerse uygun biçimlerde ve vatandaşlığın gereği olarak para, başka maddi değer, devrimci görevlerde zorla çalıştırma vb. cezalar verilir. Ek Madde Bu kanunu pratikte ERNK Komiteleri, örgütleri ve silahlı kuvvetleri uygular şeklinde hükümler getirilmiştir. (Kl.:14, Dz.:17) “ERNK Vergilendirme Fişidir.” başlıklı ve ERNK temsilciliği imzalı, ERNK Marmara Temsilciliği mühürlü belgede, “Sömürgeci faşist Türk Devleti’ne karşı yürütülen Kürdistan ulusal kurtuluş savaşımız ... gerilla savaşı tarzında yüksek boyutlardan gelişip devam etmektedir. Savaşımızın yaygınlaşması, beraberinde maddi masraf ve ihtiyaçları da getirmektedir. Bu nedenlerle ... gerilla savaşımızın maddi yönden de desteklenmesi, hali vakti yerinde olan her Kürdistanlı’nın vazgeçilmez temel bir insanlık borcudur. Bu görevin yerine getirilmemesi halinde bu kesimlerin can ve mal varlıklarına yönelinecektir. Bu ulusal kurtuluş cephemizin yargı sisteminin bir gereğidir. Bu nedenle sizlerde elinden gelen ... süre içerisinde yardım yapmanız uygun görülmüştür... Not: “düşmana haber verildiği takdirde gelişecek olaylardan sorumlu değiliz.” Şeklinde sözlere yer verilmiştir. (Kl.:14, Dz.:17) Bütün bunlar dosyada mevcut Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi imzalı, Askerlik Kanunu, Kürdistan’da Yargılama Esasları, ERNK Vergilendirme Fişi gibi ERNK mühürlü ve yazılı belgelerle kanıtlanmıştır. Tüm bu belgeler halkın gerek canlarının, gerekse mallarının açıkça tehdit ediIdiğini göstermektedir. Sanık da savunmalarında bu konuları doğruladığı gibi, bu şekilde insanlardan para toplandığını, ayrıca örgüte ait gümrük birimleri adı altında oluşumların olduğunu ve örgüte paraları bunların tahsil ettiğini anlatmıştır. (Kl. :1, Dz.: 43-78 Savcılık ifadesi Sayfa: 18) Yine 3'üncü Kongrede cezaevleriyle ilişkiler, firar olaylarının planlanması, tahliye edilenlerle ilişkiler vs. örgüt içi istihbarat (HPP) ve örgüt dışı istihbarat (TEVSAL) birimleri oluşturulmuştur. Ayrıca yukarıda verilen somut örnekler dışında örgüt yurtiçi eylemlerini arttırmış, gezici köy korucularını sindirmek, ayrılmalarını sağlamak amacıyla Güneydoğu’da 15 civarında toplu katliam yapmıştır. Köy ve mezralar basılarak çocuklar zorla dağa kaldırılarak, zorla örgüte kazandırılmak istenmiş, bu tür eylemler yurtdışında Almanya’da ve İsveç’te de yaşanmış; bu ülkeler basınında bu tür haberler yayınlandığı gibi, sanık da savunmasında bu olayları kısmen doğrulamış, ancak tevil yoluna kaçarak 17 yaş altında kaçırılanları örgüte kazandırılmak amacıyla kırsala getirilenleri tekrar aileleri yanına gönderdiğini savunmasına eklemiş ise de, 15-18 yaş arası PKK elemanlarının muhtelif zamanlarda yakalanmaları, bu yöndeki savunmasının doğru olmadığını göstermiştir.

[düzenle]PKK II. Konferansı ve Alınan Kararlar

Mayıs 1990’da Lübnan’da yapılmıştır. Bu konferansta toplu gösterilerin tırmandırılması, “Fırat-Dicle” bölgesinin ayaklanma bölgesi haline getirilmesi planlanmış ve bu amaçla bildiri ve talimatlar hazırlanmıştır. Ayrıca her eyalette bir yayın organının bulunması, basın yayın çalışmalarının geliştirilmesi, alt birimler oluşturularak ERNK'nin örgütlenmesinin yaygınlaştırılması, dini örgütlenmelere ağırlık verilmesi, bu konuda teşkilat kurulması, silahlı eylemlerin şehirlere kaydırılması; silahlı birliklerin takviyesi yönünde kararlar alınmıştır. Bu kararlardan sonra da Güneydoğu’da ‘toplu gösteri ve yürüyüşler artmış, çok yoğun şekilde kepenk ve kontak kapatma eylemleri yaşanmıştır. [düzenle]PKK. IV. Kongresi ve Alınan Kararlar

26-31 Aralık 1990 tarihinde Kuzey Irak’ın Haftanin Bölgesi’nde yapılmıştır. Alınan kararlarla Kürdistan’daki bütün devlet kuruluşları düşman ilan edilmiş, uluslaşmanın ancak ulusal kurtuluşla ve halk ayaklanmalarıyla birlikte yürüyeceği, bunun bir siyasallaşma olduğu vurgulanmış, halk ayaklanmasının yaygın bir biçimde kurulacak halk komiteleri (KOMAGEL) tarafından yürütüleceği, halkın silahlandırılacağı ve bu amaçla eylem hücrelerinin eyalet devrim ‘konseyine bağlı olarak örgütleneceği benimsenmiştir. Kepenk kapatma, açlık grevleri, ölüm oruçları, oturma eylemleri, protesto ve mitinglerin geliştirileceği vurgulanmıştır. Ayrıca Türk bankalarına para yatırmama, Devlet ve belediyelere vergi vermeme, önemli ekonomik kuruluşları (santraller vb.) imha etme, hükümet konaklarına el koyma, resmi evrakları imha etme gibi eylemlere başvurulması önerilmiştir. Kürdistan Haber Ajansının kurulması, radyo yayınına derhal başlanması, metropollerde eylemlerin yoğunlaştırılması, parça parça kurtarılmış alanlar oluşturmak, sözde gerillanın yaygınlaştırılması, ulusal meclisin kurulması da benimsenmiştir. Güneydoğu’daki bütün Devlet kuruluşlarının düşman ilan edilmesinden sonra yöreye hizmet için giden öğretmenler, doktorlar, hemşireler, yakınları ve daha birçok kamu görevlisi kurşuna dizilmiştir. Sanık Ocak 1992 tarihli “Ayaklanma Taktiği Üzerine Tezler ve Görevlerimiz” adlı broşürde de, “Kürdistan devrimi, tarihi ayaklanma önderliğini bize veriyor. Halkımız gerçekten ayaklanmak istiyor. Uluslararası ortam buna müsaittir. Bunun kullanılması gerektiği” yolundaki görüşleriyle de bağımsız ve birleşik Kürdistan kurmak amacıyla şiddet hareketlerinin yaygınlaştırılmasını açıkça vurgulamıştır. Alınan bu kararlar doğrultusunda 1992 Nevroz Bayramı kullanılarak bölge halkı ayaklandırılmak istenmiş, Şırnak, Cizre, Nusaybin, Yüksekova ve de bir çok yerlerde ölümle sonuçlanan kitlesel eylemler yapılmıştır. Sanık Abdullah ÖCALAN, 20.03.1993 tarihinde Celal TALABANİ’nin önerisiyle tek taraflı sözde ateşkes ilan ettiğini açıklamışsa da; bunda gerçek amacının büyük darbe yiyen PKK terör örgütünü toparlamayı ve zaman kazanmayı amaçladığı daha sonraki kendi beyanları ve alınan kongre kararlarından anlaşılmıştır. Örneğin, 8-27 Ocak 1995 tarihleri arasında yapılan 5'inci Kongrede halkın kızıl iktidarını yaratmak için Türkiye çapında topyekün saldırı önermiş, tüm kamu bölümünde “Savaşan bir halk ordusu yaratılması ve en az 50 bin kişilik silahlı örgüte ulaşılması, askerlik yasası, gönüllü katılım ve askere alma şubeleri kurulması, sözde gerilla savaşının, geniş anlamda uygulanması” örgüt tarafından kararlaştırılmıştır. Ayrıca 3'üncü konferansta alınan kararlar da sanığın samimi olmadığını göstermiştir. PKK terör örgütü, sanığın talimatıyla 24 Mayıs 1993 tarihinde, Bingöl-Elazığ karayolunda terhis olan silahsız 33 askeri şehit etmiştir. Ayrıca sanık 12-13 Mart 1994 tarihinde Brüksel ‘de toplanan sözde Uluslararası Kuzey Kürdistan Konferansı’na gönderdiği ERNK Avrupa sözcüsü Kani YILMAZ (K) tarafından açıklanan mesajında, “Her türlü çözüm önerilerine açık olduğunu, ancak PKK'nın sorunun çözümünde taraf kabul edilmesi gerektiğini” ileri sürmüştür. Hiçbir demokratik devlet, silahlı terör örgütüyle masaya oturmaz. Bu durum da sanığın savunmasının samimi olmadığını göstermektedir. [düzenle]PKK III'üncü Konferansında Alınan Kararlar

05-15.03.1994 tarihinde sanık denetiminde Suriye’de yapılmış ve özellikle “silahlı eylemlerinin tırmandırılması ve yaygınlaştırılması” kararlaştırılmıştır. İddianamede de belirtildiği gibi sanık Haziran 1994 tarihli Serxwebun Gazetesi’nde “Ordu ve Savaş gerçekliğine doğru yaklaşmayan anlayışları yerle bir edelim” başlıklı yazıda PKK'daki silahlı eleman sayısının yetersizliği nedeniyle bir takım taktik çözümlerin dayatılması gerektiği, bunun için dış destek ve kitle desteğine ihtiyaç olduğu vurgulanmış, ayrıca gerilla tarzı hareketli çatışma yöntemlerinin uygulanması istenmiştir. 1994 yılı planlamaları yapılmış, örgüt metropollerde sabotaj, kundaklama ve bombalama eylemlerine yönlendirilmiştir. Karadeniz’e açılım planı da alınan kararlar arasındadır. 1994 yılında İstanbul, İzmir, Muğla ve Antalya yörelerinde alınan bu kararlar doğrultusunda örgüt tarafından sabotaj, bombalama, orman yakma eylemleri gerçekleştirilmiştir. Nitekim Aysu İNAN, 27.04.1995 tarihli, Nurettin ANYIĞI 08.07.199 tarihli ifadelerinde (Kl.:27, Dz.:6-7), sanık Abdullah ÖCALAN’ın kendilerini telefonla arayarak “Turistlerin yoğun olduğu yerlere, fabrika ve üretim nıerkezlerine” yoğun eylem talimatı verdiğini belirtmişlerdir. PKK terör örgütü elemanlarından Atilla KAYA ve Sakine DÖNMEZ, bu kararlar doğrultusunda Fethiye ve Marmaris ilçelerinde turistlerin yoğun olarak gittiği parklara bombalar koymuşlar ve bu bombaların patlaması sonucunda bir turist ölmüştür. Bu olay 21.06.1994 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin örgüte 1993-1994 yıllarında ağır kayıplar verdirmesi üzerine örgüt legalleşrneye yönelmiş, ayrıca terör faaliyetlerini de “Mobil İntikam Timleri” oluşturarak sabotaj, kundaklama ve suikast için metropollere yönelmiştir. [düzenle]PKK V' inci Kongresi ve Alınan Kararlar

(Yargılama Komitesi) : 8-28.01.1995 tarihleri arasında Kuzey Irak’ta yapılmıştır. Bu kongrede parti program ve tüzüğünde değişiklikler yapılmış, PKK'ya has bir sosyalizm geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu kongreye sunulan politik raporda (KL:38, Sh.: 18) sanık “İlk isyanı SBF'de başlattık. O günden bugüne önderiz. Resmen isyan ettik. Görevi başaramayan her yerde ve her zaman yargılanır.” demiştir. Savaşan bir halk ordusu yaratılması, en az 50 bin kişilik bir güce kavuşturulması, kadın ordulaşması, Gönüllü katılım, askere alma şubeleri, askerlik yasası uygulamalarının başlatılması kararlaştırılmıştır. Sanık Abdullah ÖCALAN’ın parti genel başkanı ve “Halk Kurtuluş Ordusu”nun başkomutanı olduğu kabul edilmiştir. Örgüte adam kazandırma (askere alma) da 16 yaş sınırı kabul edilmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde askerlik yapmanın suç olduğu ve askerlik yapmada ısrar edenlere değişik cezaların uygulanacağı tespit edilmiş, hareketli savaş prensipleri belirlenmiş, silahlı-silahsız halk ayaklanmasının geliştirilmesi çalışmaları öngörülmüştür. Ayrıca ortamın müsait olması halinde gerilla tarzı eylemlere geçileceği de benimsenmiştir. Ajan ve Geçici Köy Korucuları ve ailelerine imha şeklinde yönelinmesi, mal varlıklarına el konulması, güvenlik ve ekonomik yönden abluka altına alınması kararlaştırılmıştır. Eylem hedefi olarak, Siyasi alanda Parti, demek ve örgütlerin tasfiyesi, Devlet politikasını benimseyen medya organları, kültür eğitim kurumlarının yasaklanması, Devletin yaşam, yönetim ve yayın organlarının işlemez hale getirilmesi, Devletin uluslararası faaliyetlerinin işlevsiz kılınması; Ekonomik alanda Turizm işletmeleri, maden ocakları, petrol istasyonları ve petrol boru hatları, rafineriler, enerji kaynakları, fabrikalar, her türlü sanayi tesisleri, ulaşım ve haberleşme sistemleri vb. büyük-küçük tüm ekonomik kurum ve kuruluşların tahrip edilerek, işlemez hale getirilmesi ve “Halk” adına kamulaştırılması; Askeri alanda Ordu, özel tim, GKK, polis, MİT, Sivil Savunma Mekanizması vb. PKK'ya karşı örgütlendirilen bütün ajan, muhbir “Yerli işbirlikçi” odaklarının tasfiyesi, Türkiye’deki aşırı sol örgütlerle ilişkilerin geliştirilmesi ve “silahlı gerilla birlikleri” dahil her türlü desteğin sunulacağı, eylemlerin tüm Türkiye’ye yaygınlaştırılacağı kararlaştırılmıştır. Nitekim sanık, duruşmada Karadeniz’deki. sol örgütlerle ilişki kurduklarını, açıkça bildirmiştir. Ayrıca bu kongrede, parti üyeleri hakkında verilen ölüm cezalarının parti genel başkanının onayına sunulacağı da önceden olduğu gibi tekrarlanmıştır. Diğer ülkelerdeki Kürtler bölümünde özellikle Suriye Devleti’nin PKK'ya açık desteği belirtilerek, bu alanın “cephe gerisi” olma özelliği ve mevcut “güç kaynakları”nın örgüte hayat verdiği vurgulanarak Suriye, PKK'nın faaliyet alanının dışında tutulmuştur. Diğer Türkiye dışındaki Kürtlerle ise “Birlik cephesi” oluşturulması, daha sonra da “Ulusal Meclis” ile “Ulusal Kongre”ye ulaşılması kararlaştırılmıştır. Dış ilişkiler açısından da uygun görülen dış ülkelerde yeni ERNK büroları açılması, var olan büro ve temsilciliklerin, güçlendirilmesi, ERNK'nın Birleşmiş Milletler’de temsili, uluslararası kuruluş ve örgütlere üyeliğinin sağlanması, “Devrimci Sosyalist bir Enternasyonal”in toplanması, sosyalizm ve bilimsel sosyalizme sahip çıkılması, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, AGİT, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, Çevreciler, NGO’lar vb. örgüt ve kurumlarla zaten var olan ilişkilere boyut kazandırılması da kararlaştırılmıştır. Siyasi çözüm (Siyasi Diyalog) başlığı altında da: Çözüm arayan güçlerin PKK ile diyalog kurma istemine açık oldukları, ancak örgütün özgürlüğünü elde edene kadar “Silahlı mücadelesini sürdürmek, diğer yol ve yöntemlere de kapalı olmamak” düşüncesinin varlığı, bu tür çağrı ve görüşmeler için genel başkanın onay ve bilgisinin gerektiği de benimsenmiştir. Bu kararlarda PKK'nın silahlı terör eylemini bırakmayacağı açıkça kararlaştırılmıştır. Sanığın amacı PKK'yı görüşme masasına oturtmak olup, hiçbir ülke ve Devlet bu şekilde yoğun şiddet eylemlerine başvuran, insanlık suçları işleyen, daha adı konmamış 20 günlük bebekleri öldüren, toplu imha ve katliam kararı alan (Kongre Kararlarında görüldüğü gibi), hayvanları, ormanları yakan, tüm insanlığı zehirleyen, uyuşturucu kaçakçılığı ile mali kaynaklarının büyük bir bölümünü sağlayan, böyle bir terör örgütüyle masaya oturmaz ve pazarlığa girişmez. Bu gerçekler gözönünde tutularak hareket edilmelidir. Dinlenen Kürt asıllı müdahillerin anlatımlarından da anlaşıldığı gibi, Türkiye'de Kürt Türk ayırımı yoktur. Gerek yasalar önünde gerekse uygulamada, fiiliyatta herkes eşittir. Ufak tefek aksaklıkların giderilmesi ise her zaman mümkündür. PKK 5 inci Kongreden itibaren yoğun bir şekilde Avrupa’da diplomatik faaliyetlerde bulunma çabasına girmiş, bütün Kürtlerin temsilcisi olduğu kanaatini yerleştirmek istemiştir. Bu amaçla Avrupa’da protesto eylemleri, yürüyüşler, açlık grevleri, bildiri dağıtma ve işgal eylemlerine girişmiştir. PKK, Suriye ve Yunanistan’ı devamlı cephe gerisi olarak kullanmış, bilhassa metropol eylemlerini Yunanistan'ın destek ve eğitimi ile ve onlar üzerinden, onların yardımıyla organize etmiştir. [düzenle]PKK IV'üncü Konferansında Benimsenen Görüşler ve Uygulamaları

Bu Konferans, 01-15 Mayıs 1996 tarihleri arasında Şam yakınındaki bir örgüt kampında gerçekleştirilmiş, 5'inci Kongrede alınan kararların uygulanmasındaki aksaklıklar görüşülmüş ve kongre stratejisine uygun, bölgesel kararlar alınmıştır. Silahlı eylemlerin yaygınlaştırılması, kalabalık yerleşim birimlerine baskınlar düzenlenmesi, intihar eylemlerinin geliştirilmesi, kitlesel başkaldırma (Serhildan)’ların yeniden başlatılması yönünde karar alınmıştır. Sanık intihar eylemleri ile ilgili olarak yazdığı “Kürdistan’da Zorun Rolü” adlı kitabında, “Kürt:halkı kurtuluş mücadelesini bazı alan ve eylem biçimleriyle sınırlayamaz. Her yerde silahlı mücadelelerini ve her türlü eylem biçimini kullanarak direnmek zorundadır” diyerek intihar eylemlerini başlatmıştır. PKK terör örgütü güç kaybetmesi ve eylemlerindeki azalma nedeniyle bu tür eylemleri başlatmıştır. İlk eylem 10.06.1996’da Derya ADAY tarafından yapılmış, patlayıcı erken infilak ettiği için bu örgüt elemanı parçalanarak ölmüştür. Daha sonra 30.06.1996’da Zeynep KINACI, üzerindeki patlayıcının infilakı sonucu 6 er şehit olmuş, 31 kişi yaralanmıştır. Sanık ve örgüt üst düzey yöneticileri bu eylemleri üstlenmiştir. 25.10.l996’da Adana Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü girişinde Leyla KAPLAN’ın bu tür eylemi sonucu 3 polis memuru, 1 sivil vatandaş hayatını yitirmiş, 9 polis memuru ve 5 sivil vatandaş yaralanmıştır. 29.10.1996’da Sivas'ta Cumhuriyet Bayramı törenlerinde intihar eylemi yapılacağı ihbarı üzerine Güler ORTAÇ (Bermal Kod) karakola getirilirken üzerindeki patlayıcıyı infilak ettirmiş, 3 polis memuru ve 1 vatandaş ölmüş, 8 kişi de yaralanmıştır. Yine 29.06.1996’da Diyarbakır Cumhuriyet Bayramı töreninde böyle bir bomba patlatmak isteyen PKK Üyesi Abdurrahman MARANGOZ bombalarla birlikte yakalanmıştır. 27 Kasım 1996’da Belçika Kürdistan Komitesi Brüksel’de yaptığı basın toplantısında, “Devlet, Kürt sorununa ait politikasını değiştirmezse, intihar saldırılarının devam edeceği” şeklinde tehditte bulunmuş, Yunan Avri Gazetesi de 28.11.1996’da aynı doğrultuda haber yapmıştır. Sanık Abdullah ÖCALAN da Aralık 1996 tarihli Serxwebun Dergisi’nde “Bir otobüse ... bir uçağa binmek zor değildir. Kendine bomba sarıp gidecek binlerce insanımız var” şeklinde sözler söyleyerek, bu tür eylemlere örgüt elemanlarını azmettirmiştir. Bu da onun sonradan benimsediği savunmalarının ve ateşkes çağrılarının samimi olmadığını göstermektedir. 14.11.1998’de Antalya’da metropollerde intihar saldırısı için gönderilen Esma KURT ile Medeni AK (Servet-Fırat Kod) eylemi gerçekleştiremeden yakalanmışlardır. 17.11.1998’de Rojbin -Amanas Kod Fatma ÖZEN’in yaptığı intihar eylemi sonucu bir astsubay şehit olmuş, iki astsubay ve iki vatandaş yaralanmıştır. 24.12.1998’de Van Subayevleri önünde askeri servis aracına Hamdiye KAPLAN (Bervan, Amed, Mevsa Kod) intihar eyleminde bulunmuş, bir çocuk ölmüş, 24 asker ve sivil vatandaşımız yaralanmıştır. 15.10.1998’de örgüt üyesi Adem NİKBAY (Rehber, Hasan Kod) intihar saldırısı için geldiği İstanbul’da TNT kalıplarıyla yakalanmıştır. 04.03.199’da Batman’da karakol önünde PKK üyesi Nevzat BOYACI (Şehristan Kod) intihar saldırısında bulunmuş ve kendisi ölmüştür. Sanık Abdullah ÖCALAN, “97 Perspektifleri” başlıklı talimatında “Bağımsız birleşik Kürdıstan”ın kurulmakta olduğunu, Kuzey Irak ile PKK'nın bütünleştiğini belirtmiştir. Ayrıca “PKK.Türkiyelileşiyor” sloganıyla da kendilerini destekleyen Türkiye’deki legal ve illegal kuruluş ve terör örgütleriyle eylem birliği içine girdiğini anlatmak istemiştir. Bütün bunlar savunmalarında tutarlılık ve netlik olmadığını göstermektedir. [düzenle]PKK VI'ncı Kongresi

Ocak-Şubat 1999’da İran-Irak sınırında Kandil Dağları’nda toplanmıştır. Kongrenin sonucu 05.03.1999’da Özgür Politika dergisinde yayınlanmıştır. Bu kongrede sanık oybirliğiyle genel başkanlığa seçilmiş, Türk Cumhuriyeti yöneticilerini uyararak “Sanığa yönelik uygulamaların durdurulması ve halkların temsilcisi olarak muhatap alınması, mevcut uygulamaların devamı halinde bunu yapanların da aynı uygulamaları görecekleri” yolunda dolaylı tehditlerde bulunmuş, ilaveten “gerillanın vazgeçilmez yaşam güvenceleri” olduğu, gerçek bir gerilla savaşı, yürüterek savaşı bütün Türkiye’ye yayacaklarını belirtmişlerdir. Tamamen fedaileşmeye yöneleceklerini ve ulusal kurtuluş için sanık Abdullah ÖCALAN’a layık fedailer olmaya çalışacaklarını belirtmiş, ayrıca Anadolu Halk Kurtuluş Ordusunun da kuruluşunu açıklamışlar, sanığın günümüz sosyalizminin tek temsilcisi olduğunu vurgulamışlardır. Örgüt bu sözleriyle Marksist-Leninist görüşlerden vazgeçmediğini de açıkça belirtmiştir. HRK-ARGK (Kürdistan Ulusal Kurtuluş Ordusu): 15 Ağustos 1984’de silahlı eylemler yapmak üzere HRK (Hezzen Rızgariya Kürdistan-Kürdistan Kurtuluş Birliği) kurulmuş, Eruh ve Şemdinli baskınlarını gerçekleştirdikten sonra l1986 yılında yerine ARGK (Arteşe Rızgariya Gele Kürdistan-Kürdistan Ulusal Kurtuluş Ordusu) kurulmuştur. Bu örgüt PKK'nın silahlı propaganda gücü olup, karakollara saldırı, köy baskınları yol kesmeler, mayınlama, adam kaçırma, gasp, kamu kurum ve kuruluşlarına silahlı saldırı, şantiye baskınları, iş makinaları ve ormanların yakılması hayvanIarın öldürülmesi ve yakılması, okullar ve sağlık ocaklarının yakılması, buralarda görevli öğretmen, doktor ve hemşirelerin katledilmesi, çocukların ve hamile kadınların öldürülmesi gibi her türlü kanlı insanlık suçu teşkil eden eylemleri gerçekleştirmiştir. ERNK (Eniya Rızgariya Netewa Kürdistan-Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi): 21 Mart 1935’de kurulmuş olup, amacı işçi, gençlik; öğrenci, memur gibi toplumun çeşitli kesimlerini örgütlemek, PKK adına propaganda faaliyetlerini yürütmektir. Örgütün askeri kanadı ARGK'nın her türlü lojistik ihtiyacını temin ile görevlidir. Örgütün propagandasını yaparak örgüte eleman temin etmekte, maddi gelir sağlamakta, kandırdığı gençleri kırsala göndermektedir. Örgüt yararına basın-yayın kuruluşlarını, sivil toplum örgütlerini yönlendirmekte, yurtiçi ve yurtdışında örgütün propagandasını yapmaktadır. PKK'nın cezaevi ve metropol faaliyetleri de ERNK bünyesinde olup, gerçek amaçları PKK'nın siyasallaşmasıdır. 5'inci Kongre kararı uyarınca cezaevlerinde “Zindan Örgütlenmeleri” adı altında örgütlenmişler, bu yönde “Zindan Komisyonları” oluşturmuşlar, Bursa Cezaevi’nde hükümlü bulunan ve PKK Merkez Komite Üyesi Sabri OK, örgüt tarafından cezaevleri genel sorumlusu olarak görevlendirilmiştir: Cezaevlerinden dışarıdaki örgüt komitelerine eylem ve vergilendirme ve teşkilatlanma konularında talimatlar verildiği, yakalanan birçok örgüt militanının ifadelerinden anlaşılmıştır.

[düzenle]PKK'nın Gelir Kaynakları

a) Yurtiçi Gelir Kaynakları Aidatlar, para ve mal bağışları, vergilendirme. cezalandırma, gasp ve soygun faaliyetleri, fidye almak için adam kaçırmalar, firmalar, müteahhitler ve şahıslardan, seyahat acentalarından vergilendirme adı altında alınan paralar, silah ve uyuşturucu kaçakçılığından elde edilen gelirler, metropollerdeki doğu kökenli sanayici ve işadamlarından tehditle alınan paralardır. b) Yurtdışı Gelir Kaynakları Yardım kampanyaları ve bağışlar, üye aidatları, tehdit, şantaj, gasp yoluyla elde edilen gelirler, kara para aklama faaliyetleri (gayri meşru elde edilen paraların Türkiye’ye sokulması), örgüt adına çalıştırılan işyerleri, (Örn. Bükreş’te 200'e yakın dükkan çalıştırılması) adam kaçırma ve fidye alma faaliyetleri, insan ticareti, işçi simsarlığı ve ilticacılardan alman paralar (illegal yoldan Avrupa’ya gidenlerden mülteci statüsü kazanları için sahte pasaport ve ikamet sağlama işlemlerinden alınan paralar), yabancı kurum ve kuruluşların maddi destekleri, sınır ticareti ve mültecilerden elde edilen gelirler (Kuzey Irak Mülteci Kampı’ndan sağlanan gelirler) ve örgüt yayınlarının fahiş fiyatla satılmasından elde edilen gelirler vb. olarak özetlenebilir. Bu kaynaklardan silah ve uyuşturucu kaçakçılığı üzerinde ayrıca durmakta fayda görülmüştür. PKK Terör Örgütünün Silah Kaynakları ve Ele Geçirilen Silahlar:1982 yılında İsrail, Lübnan’ı işgal edince, FKÖ elemanlarının bırakarak kaçtıkları silahlar başlangıçtaki örgütün silah ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılamıştır. Bu konuda Suriye’den de büyük destek görmüşlerdir. Türkiye’de öldürülen PKK örgüt üyelerinden elde edilen birçok silah ve merminin üzerinde Arapça yazılar bulunduğu ve Suriye menşeli olduğu, maddi delillerle kanıtlanmıştır. Yurtiçi eylemlerde elde edilen silah ve cephane de cüzi bir miktarda da olsa PKK örgütü tarafından kullanılmıştır. En önemli silah kaynakları Saddam tehdidinden kaçarak Türkiye ve İran’a sığınan peşmergelerin bıraktıkları silahlara sahip oluşları ve savaş sonrası Kuzey Irak’taki otorite boşluğundan doğan ortamda orada bulunan Irak ve Peşmerge silahlarına el koymalarıdır. Bu şekilde mayın, top, havan, füze ve roketatar gibi ağır silahlara sahip olmuşlardır. Ayrıca füzelerin bir kısmı da Yunanistan’ın gerek maddi, gerekse temin yönündeki yardımıyla Yugoslavya’dan alınmış, füze kullanımı ile ilgili eğitim de Yunanistan’ın yardımıyla PKK örgüt üyelerine Yugoslavya’da verilmiştir. Bu husus, sanığın tüm aşamadaki açık ve tutarlı ikrarları ve yakalanan onlarca PKK terör örgütü üyelerinin anlatımlarından anlaşılmıştır. Ayrıca Ermenistan, İran ve Kıbrıs Rum Kesimi’nden de silah tedarik edildiği, tedarike yardım ettikleri, sanığın ifadeleri ve keza yakalanan örgüt üyelerinin beyanlarından anlaşılmıştır. Sovyet Rusya ve Doğu Bloğu ülkelerinin dağılması sonucunda doğan otorite boşluğundan da yararlanılarak silahlar temin edilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre, 15.08.1984 ile 22.02.1999 tarihleri arasında PKK terör örgütünden ele geçen silah ve mühimmat miktarı şöyledir: Lav silahı 114, Havan 88, Roketatar 898, Makinalı Tüfek 470, Geri Tepmesiz Top 4, Uçaksavar33, Sam-7 Füzesi 12, uzun namlulu silah 21.039, tabanca 5.436, bomba 20.471, mermi 2.622.210 adettir. Örgütün Legal Alandaki Faaliyetleri: PKK terör örgütü Kürt Kültür ve Araştırma Vakıfları, Kürt Enstitüsü, Mezopotamya Kültür Derneği, Amed Kültür Merkezi ve Yurtsever Kadınlar Derneği gibi kuruluşları muhtelif zamanlarda örgütün propagandası, örgüte eleman temini ve sempatizanları örgüte çekme, kitlesel eylemleri yönlendirme gibi faaliyetlerde aracı olarak kullanmıştır. Ayrıca PKK terör örgütü dünya kamuoyunda bu imajını silmek ve yeniden toparlanmayı sağlamak amacıyla yukarıdaki açıklamalarda da belirtildiği gibi muhtelif tarihlerde sözde ateşkes ilan etmiştir. Ateşkeslerden sonra ise eylemler hiçbir zaman durmamış, azalmamış, aksine sivil halka yönelik katliamlar devam ettiği gibi, intihar eylemleri gibi yeni eylem türlerini de uygulamaya geçirmişlerdir. Ateşkeslerden sonra örgüt üyelerinden kendiliğinden teslim olanlara pek rastlanılmamıştır. [düzenle]Basın Yayın Faaliyetleri

a) Legal Alanda: PKK güdümünde yayın yapan legal gazete ve dergilerin örgütle ilişkileri görevliler tarafından tespit edildiğinde, örgütün propagandası yapıldığında, mahkeme kararıyla kapatılmaları halinde yayınların adlarını değiştirerek başka isimler altında yayınları devam ettirdikleri görülmüştür. Örneğin Ülkede Gündem Gazetesi, daha önce Demokrasi, Yeni Politika, Özgür Ülke, Özgür Gündem, Yeni Ülke ve Halk Gerçeği Gazetesi adı altında yayın faaliyetini yürütmüştür. Özgür Halk Dergisi ise Özgürleşen Yurtsever Gençlik ve Jiyan Revşen Dergisi adı altında yayınlanmıştır. Keza Toplumsal Alternatif ise daha öhce Sosyalist Alternatif, Devrimci Alternatif, Alternatif Dergisi adlarıyla yayınlanmıştır. b) İIlegal Alanda: PKK terör örgütünün dünyanın her yöresinde, çoğunluğu Avrupa’da birçok yayınevi, dergi, gazete ve radyo kuruluşu vardır. Türkçe, Kürtçe ve diğer dillerde yayınlar yapılmaktadır. Mahalli radyolar kiralanarak örgütün propagandası yapılmaktadır. Almanya’da aylık Serxwebun ve Berxwedan Gazeteleri ile Küürdistan Report yayınlanmakta, ayrıca günlük olarak Özgür Politika Gazetesi çıkarılmaktadır. Yunanistan’da, Kürdistan’ın Sesi (Fonito Kürdistan) çıkarılmakta, ayrıca Almanya’da Zülfikar Dergisi Alevilere yönelik olarak yayınlanmakta, Siterka Civan (Gençlik Yıldızı) isimli dergi de aylık ve iki aylık aralıklarla Almanya’da yayınlanmaktadır. MED TV-PKK İlişkisi: 30.03.1995 tarihinden itibaren yayına başlayan MED TV Kanalı’nın PKK terör örgütünün propaganda aracı olduğu, sanık Abdullah ÖCALAN tarafından açıkça vurgulanmıştır. Bu durumu herkesin ve her ülkenin de bildiği bir gerçektir. MED TV ile ilgili kasetlerin incelenmesinde açıkça PKK üyelerini ve sempatizanlarını kışkırtarak şiddet eylemlerine yönelttiği görülmüştür. Örneğin, 02.03.1996 tarihli MED TV programında örgütün merkez komite üyesi Osman ÖCALAN “... Türkiye’nin metropollerinde fedailik savaş süreci başlamıştır, fedailik olayı yeni bir olaydır. Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de halkımızın her türlü eylem biçimini yapmaya hakkı vardır.” demek suretiyle örgüt mensuplarını intihar eylemlerine yönlendirmiştir.

[düzenle]PKK Terör Örgütünün Diğer Ülkelerle İlişkileri

Suriye-Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve örgütün uyuşturucu kaçakçılığı: Suriye, PKK terör örgütüne kuruluşundan bu güne kadar gerek ülkesinde gerekse kontrolü altındaki Lübnan’da her türlü desteği vermiştir. Silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, barınma ve her türlü eğitim, para yardımı, silah, malzeme ve her türlü sahte kimlik, sahte pasaport temini, Türkiye’ye ve Irak’a illegal geçişlerde azami derecede yardım, PKK terör örgütü ve diğer örgüt üyelerinin toplantı, konferans ve kongre faaliyetlerinin ülkesinde ve Lübnan’da yapılmasına izin verilmesi ve himayesinde yapılmasını sağlaması, örgüt evleri, örgüt eğitim kampları, örgüt bürolarının ve temsilciliklerinin oluşması, örgüt dokümanları ve malzemelerinin sevki, PKK örgüt üyelerinin diğer ülkelere gidiş gelişlerinde onlara sahte ve normal pasaportlar temini vb. her türlü yardımı göstermiştir. Bu yardımları yaparken Suriye’nin amacı bölgede Türkiye’nin güçlenmesini önlemek ve kendi içindeki Kürt unsurlarına yapılan baskı ve kısıtlamaları gizlemek, bunları Türkiye’ye yöneltmek ve bilhassa ülkesindeki dikta rejimi ve azınlık iktidarının devamını sağlamayı amaçlamıştır. Suriye demokrasi ile yönetilmediği için uluslararası siyasi mücadelelerden devamlı kaçmış, teröre desteği en kolay çözüm yolu olarak görmüştür. Türkiye düşmanlığının ana sebebi de budur. Yunanistan’la anlaşmalarının da altında bu sebepler yatmaktadır. PKK terör örgütü Suriye vatandaşlarını da örgütleyerek saflarına almakta ve bu çalışmalarında Suriye Hükümeti’nden büyük yardım görmektedir. Bu hususlar sanık Abdullah ÖCALAN tarafından da doğrulanmıştır. Yakalanan PKK terör örgütü elemanlarından (Arit Kod Ali HAYDAR, Lorens Dahir, Mehmet Ömer vb.) bir çoğunun Suriye uyruklu olduğu kesin olarak anlaşılmıştır. Suriye, yalnız PKK'ya değil, bütün terör örgütlerine kucak açmış ve bu örgütleri kendi emelleri için Yunanistan ve Kuzey Kıbrıs Rum Kesimi’nin de açık ve kesin işbirliğiyle devamlı olarak kullanmıştır. Nitekim 16 Ocak 1994 Hafız Esat-Clinton Zirvesi sonucu Suriye’de yaşayan ve bu ülke yöneticilerince himaye edilen uluslararası terörist İlyiç Ramirez Carlos'u (Çakal) Libya’ya göndermiştir. Ayrıca, sanık Abdullah ÖCALAN’ın da doğruladığı gibi Cilvegözü’nde yakalanan 6 tır dolusu ağır silahların İran yetkilileri tarafından Suriye üzerinden ve Suriye’nin de yardımıyla Lübnan’daki Hizbullah terör örgütüne ulaştırılmak istendiği net bir şekilde anlaşılmıştır. Suriye, şantaj politikası gereği denetim ve işgalindeki Lübnan’ı uluslararası terörizmin barınağı, silah ve uyuşturucu kaçakçılığının da limanı olarak kullanmıştır. 1995 yılında Yunanistan ile Suriye arasında yapılan askeri işbirliği anlaşmasıyla Yunan savaş uçaklarına Suriye’de üs açılması ve bu üslerin Türkiye’ye yönelik çevirme ve tehdit oluşturma yanında terörü destekleme, uyuşturucu ve silah kaçakçılığında da kullanılmış olabileceği akla gelmektedir. Yakalanan terör örgütü elemanlarının anlatımları, sanığın savunmaları, Suriye ve Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin teröre yaklaşımları, tutum ve davranışları birlikte değerlendirildiğinde bu kanı güçlenmektedir. Die Welt, 2 Aralık 1994 tarihli sayısında Alman İstihbaratına dayanarak verdiği bir haberde, Dış Ticaret Bankası’nın 82-968-164 no.lu hesabına yatan 840.000 ABD Doları ile Yunanistan’ın silah satın alarak Volos Limanı’ndan Suriye’ye gönderdiğinin tespit edildiğini dile getirmiştir. Aralık 1990’da Adana’da yakalanan Zaide ÖZBEK ve Öznür DAĞ, “Bekaa’daki eğitimden sonra uyuşturucu kaçakçılığında görevlendirildiklerini ve bu amaçla seçilip eğitildiklerini” de anlatmışlardır. Der Spiegel Dergisi, Aralık 95 tarihli sayısında bölücü PKK terör örgütünün “Almanya’da 8-12 yaş arasındaki çocuklara sokaklarda uyuşturucu sattırarak bu paraları yine onlar aracılığıyla örgüte aktardıklarını” ve Hamburg St. George semtindeki cami civarının terör örgütünün bu amaçlı en önemli buluşma yeri olduğunu da vurgulamıştır. PKK terör örgütünün bu tür uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı ve gelir kaynaklarının önemli bir bölümünü uyuşturucudan sağladığı herkes tarafından bilinmektedir. Sanık bu konuda, sadece örgütünün uyuşturucu kaçakçılarından hisse aldığını, bazı örgüt üyelerinin de uyuşturucu kaçakçılığına bulaşmış olabileceklerini, ancak kendilerinin desteklemediğini belirtmek suretiyle dolaylı olarak ikrarda bulunmuştur. Cumhuriyet Savcılığı ifadesi de aynı doğrultudadır. (K1.:1, Dz.:43-78, Sayfa 21-22) Sanık, Yunanistan’ın her konuda, her terör örgütüne açıkça destek verdiğini, para yardımında bulunduğunu, eğitim kampları kurdurarak terör örgütü elemanlarına bombalama, suikast dahil her türlü eğitimi verdiğini, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin ise geçişlerde kolaylık, hüviyet ve pasaport temini, (Kendisine pasaport temininde olduğu gibi) örgüte yardım toplama ve gidiş gelişlerde destekleri olduğunu, ayrıca kiliseler kanalıyla örgüt üyelerine yardım yaptıklarını belirtmiştir. Yunanistan, ülkesine gelen PKK militanlarına desteğini dünya kamuoyundan gizlemek için önce Lavrion’daki mülteci kampına götürmekte, daha sonra da oradan seçilerek bu elemanlar Yunanistan’ın dağlık ve ormanlık bölgelerinde ve keza Evia adasındaki örgütün eğitim kamplarına götürülmekte ve her türlü eğitim (siyasi, askeri, bomba ve suikast eğitimi) Yunan istihbaratı tarafından verilerek terör eylemleri için Türkiye’ye gönderilmektedir. Bu konu uluslararasında gündeme geldiğinde de, bütün bunlar Yunanistan tarafından inkar edilmekte, sadece Birleşmiş Milletler Mülteci Kampı bulunduğu yolunda açıklamalar yaparak teröre desteklerini gizlemektedirler. PKK'nın Yunanistan sorumlusu Fethi DEMİR ve yakalanan bir çok PKK militanının açıklamaları, teröre Yunanistan yetkililerinin desteğini açığa çıkarmıştır. Yunanistan ve Suriye’nin ve bu ülke hükümetleri ile istihbarat örgütlerinin tüm terör örgütlerine desteği, sürekli, yaygın ve sistematiktir. Belirli dönem ve kişilerle sınırlı değildir. Yakalanan terör örgütü elemanlarının Yunanistan ve Suriye’de devamlı terör eğitimi gördüklerini açıklamaları (Bu konuda muhtelif senelerde yakalanan yüzlerce terör örgütü mensuplarının beyanları vardır.) Sanık Abdullah ÖCALAN’ın aleni duruşmalardaki ifadeleri de bunun en büyük kanıtıdır. Örneğin İsmet KORKAN (Yücel Kod) Erzincan DGM'nin 1989/447 Es. Sayılı dosyasında 17.11.1989 tarihli ifadesinde, Atina’da bulunan PKK örgütüne ait Şans Rival Oteli’nde eğitim gördüğünü ve sanık Abdullah ÖCALAN’ın talimatıyla daha sonra Suriye denetimindeki Bekaa’da bulunan örgüt kampına gittiğini, (KI.:1 7.ıDz. :1) Ulaş AKBAL, Adana DGM Yedek Hakimliği’nde 28.02.1998 günlü ifadesinde: Atina’ya yakın bir yerde hem askeri hem siyasi eğitim gördüklerini, Yunan görevlilerinin de bazı konularda açıkça yardımcı olduklarını ve 22 silahlı kişinin eylem için eğitimden sonra Hassa bölgesine gönderildiğini belirtmişlerdir. (Kl.: 17, Dz. :9) Fethi DEMIR ise Diyarbakır 1 Nolu DGM'nin 22.06.1998 tarihli oturumunda, Atina’ya yakın bir yerde örgüte ait çiftlikte örgüte eğitim verdiğinde (1995 yılı) - Yunan gizli servisinin PKK dahil tüm terör örgütlerine bomba ve suikast eğitimi dahil her türlü eğitimi verdiklerini belirtmiştir. (Kl.:16, Dz.:5) Keza Fadıl IŞIK da ifadelerinde, (Kl.:27) “Atina yakınındaki kampımıza zaman zaman Yunan milletvekilleri de geliyordu. Orada her türlü eğitim veriliyordu. Eğitim sonunda PKK genel sekreteri Abdullah ÖCALAN’a bağlılık yemini ediyorduk.” demiştir. Alaattin KANAT ise, 17.10.1991 tarihli Diyarbakır 1 Nolu DGM.nin 1991/357 Esas sayılı dava dosyasında Cumhuriyet Savcılığı ve duruşmadaki ifadelerinde, eğitim için Yunanistan’a gittiğini, önce Sans Rival Oteli’nde kaldığını, oradan da Atina yakınlarındaki kırsaldaki PKK kamplarına gittiğini anlatmıştır. (Kl.:16, Dz.:2) Bu doğrultuda açıklamalarda bulunan yüzlerce PKK elemanı bulunmaktadır. Suriye, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve İran Hükümet ve istihbarat örgütlerinin açık, sürekli ve sistematik bir şekilde yıllarca süren destekleri nedeniyle ülkemizde birçok insanlık suçları terör örgütlerince işlenmiş, çocuklar öldürülmüş, ormanlar yakılmış, toplu katliamlar yapılmış, ülkemizin bütünlüğü ve bağımsızlığı işlenen bu suçlar nedeniyle yakın, ciddi ve ağır tehlike altına girmiştir. Alman İstihbarat Teşkilatı (BND) Temmuz 1995’te hazırladığı raporda “PKK'nın uluslararası uyuşturucu ticareti ve Avrupa’daki kundaklama ve şiddet eylemlerini Suriye’nin başkenti Şam’dan yönlendirdiğini tespit edince, Berlin eyaleti içişleri senatörü Heinrich Lummer, Şam’da sanık Abdullah ÖCALAN ile görüşmüş, bu konuları dile getirmiş, sanık bu görüşmeleri doğrulayarak, senatörün kendisinden Almanya’daki şiddet eylemlerine PKK’nın son vermesini istediğini, kendisinin de örgüt militanlarının tutuklanma ve yakalanmalarına son verilmesini istediğini belirtmiştir. PKK terör örgütünün uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili bilgilerin detaylarına gelince; Yusuf ATAMAN isimli örgüt üyesi 07.02.1995 tarihli ifadesinde (Kl.: 1, Dz. :288) PKK terör örgütünün uyuşturucu ticareti yaptığını; Hakkı KITAY (Kl.:11 ve 39’daki ifadelerinde) örgüt ifadelerinde Selim ÇÜRÜKKAYA'nın kendisine örgütün Diyarbakır ve Bingöl illerinde esrar ve eroin işlerinin olduğunu, bunların naklini istediğini, ayrıca PKK'nın da geçişler ve sevkiyatta yardımcı olacağını belirtmesi üzerine uyuşturucu işine girdiğini ve uyuşturucuları Almanya’da pazarladıklarını, örgütle, anlaşması uyarınca uyuşturucudan elde edilen paraların büyük bir bölümünün PKK’ya verildiğini açıklamışlardır. Aynı şekilde Ahmet YAŞAR da, PKK' ya ait 100 kg. kadar esrarı Hikmet BUĞDYCI ve Nafiz ÇAPAN’ın İstanbul’a getirdiğini net bir şekilde belirtmiştir. Ali SARI ise: “Bazı uyuşturucu kaçakçıları PKK denetimi altında uyuşturucu naklediyorlar ve karşılığında da örgüte yardımlarından ötürü bedel ödüyorlardı.” demiştir. Sanık Abdullah ÖCALAN da bu tür olayları kısmen doğrulamıştır. Yine PKK ile ilişkileri bilinen, Ali AY ve Heybet AY da 23.02.1990 tarihinde İsveç’te 25 gr. eroinle yakalanmışlardır. (K1.:39) Diyarbakır’da Remzi İNCEGÖREN, PKK’ya maddi destek sağlamak için Tanık ailesine esrar hammaddesi olan dişi hint keneviri ektirdiğini belirtmiş, 12-16.08.1994 tarihleri arasında 1.115.000 kök dişi hint keneviri (300 kg. esrar elde edilebilecek miktarda) görevlilerce çekilerek imha edilmiştir. Muhammet A. Hasan (Fuad kod) ve daha birçok örgüt mensubu ifadelerinde, uyuşturucu kaçakçılığının PKK içinde ERNK birimleri tarafından yönlendirildiğini, sorumlusunun ise Osman ÖCALAN olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Ayrıca Paris Kriminoloji Enstitüsü Raporu’nda da uyuşturucu kaçakçılığının yurtdışı bölümünün PKK doğrultusunda faaliyet yürüten dernekler ve bunlara bağlı paravan şirketler ve kuruluşlarca yürütüldüğü, yurtdışında bu nedenle mahkemelere sevk edilen 503 kişiden 315’inin de tutuklandığı belirtilmiştir. 23.06.1998 tarihinde Bingöl’de yakalanan Hasan ÇAĞLA (K1.:39) Hollanda ve Hamburg’da PKK elemanı Sadık’ın örgüt adına uyuşturucu satışını kendisine önerdiğini, kendisinin de kabul ederek bu işe başladığını açıklamıştır. Keza Fettah DURSUN (Hacı kod) da ifadelerinde: 1994-96 arasında Ferzinde ALORF’un PKK'ya ait 320 kg. kadar uyuşturucuyu Pagent bölgesinde Mehmet Ali Mete adındaki PKK elemanından alarak satıp, satış parasını PKK’ya verdiğini anlatmıştır. Keza Emirgan YAZGAN, Tahir BAŞKIR da aynı doğrultuda beyanlarda bulunmuşlar ve ilaveten uyuşturucu kaçakçılarından örgüte vergi adı altında para toplandığını, toplayan örgüt üyelerine de (Gözlük kod) adı verildiğini de sözlerine eklemişlerdir. Örgütün uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı konusunda en çarpıcı örnek Cemal DURSU'N’un anlattıklarıdır. Örgütün uyuşturucusunu yurtdışına götüren Fikret BEKTAŞ, uyuşturucuyu Almanya’da yakalattığını söyleyince PKK'nın üst düzey adamları tarafından örgüt içinde yargılanmış, onu haksız bulmuşlar ve zararları olan 300.000 DM. ödemeye mahkum etmişler ve 3 gün süre vermişler. Önce arabalarını, sonra da ev ve dükkanlarını yakacaklarını, daha sonra ise ailece öldürüleceklerini (infaz) söylemişler, bunun üzerine Hacı Muhyettin adlı şahsın HEP Genel Merkezi’ne giderek konuyu hallettiğini belirtmişlerdir. Keza Kenan SEZGİN (Agit-Orhan kod) de aynı olayı doğrulamıştır. Sanık Abdullah ÖCALAN bu olaydan haberi olmadığını belirtmişse de, Cemal DURSUN ve Kenan SEZGİN’in anlatımları tutarlı olup, zaman ve yer göstererek somut olaylara dayanmaktadır. PKK terör örgütü elemanlarından Metin Kod da açıkça, PKK'nın İran'da uyuşturucu imalathanesi olduğunu ve uyuşturucu kaçakçılığının örgüt içinde Osman ÖCALAN’a bağlı olarak yürütüldüğünü anlatmıştır. (Kl. :39) Aynı konudaki yani İran’daki imalathane ile ilgili bilgiler Abdullah Muhammet HASAN tarafından da doğrulanmıştır. Bu doğrultuda beyanda bulunan onlarca örgüt mensubu bulunmaktadır. Bizzat sanık Abdullah ÖCALAN duruşmada örgütün yıllık gelirinin asgari 250.000.000 Dolar olduğunu belirtmiştir. Bu kadar büyük bir meblağın sadece örgüt üyeleri ve sempatizanların yardımı, dergi vs. satımı, haraç alma gibi yollardan sağlanması düşünülemez. Bu gelirin büyük bir bölümünün uyuşturucu kaçakçılığından sağlandığı kanaatine varılmıştır.

[düzenle]PKK terör örgütünün İran’la ilişkileri

İran’la ilişkiler 1987 yılından itibaren gelişmeye başlamış, İran, Hizbullah, İbda/C gibi dini ağırlıklı terör örgütleri yanında PKK'ya da destek olmaya başlamış, Urumiye kentinde PKK'nın hastane kurmasına izin vermiş, pek çok barınak ve kamp yeri edinmesine yardımcı olmuştur. Ayrıca terör örgütü elemanlarına geçişlerde kolaylıklar sağlandığı gibi, silah teminlerine de yardımcı olmuştur. İran istihbaratının bu konudaki desteği sanık Abdullah ÖCALAN tarafından da açıkça dile getirilmiştir. Örneğin sanık Cilvegözü’nde yakalanan 6 tır dolusu ağır silahları İran’ın Suriye üzerinden, Lübnan’daki Hizbullah terör örgütüne gönderdiğini, bu silahların PKK'ya gelmediğini, PKK'ya gelmiş olsaydı Iran yetkililerinin İran’daki hudutta kendilerine teslim edebileceklerini belirterek, İran’ın desteğini somut olaylarla doğrulamıştır. Yakalanan birçok PKK elemanı örgütün İran’da silah depolarının bulunduğunu, bu durumu İran İstihbarat Teşkilatı'nın açıkça bildiğini belirtmişlerdir. Örneğin Metin Kod, Abdullah Muhammet HASSAN (Fuat Kod) bu konuda somut beyanlarda bulunmuşlar (Kl.:39) ayrıca örgütün İran’da uyuşturucu imalathanesi olduğunu da sözlerine eklemişlerdir. Açıkça İran, Urumiye ‘de “Şehit Mustafa Şaman Pastar Merkezi’nde PKK'lıların askeri eğitim gördüklerine, “Salmas Pastar Merkezi’nde” kamplarının bulunduğunu, Urumiye-Kuşlarge -İslamabat’ta Azat Amadi’nin İran yetkilerinin izin belgeleri ile PKK'nın ağır silahlarını depoladığını, keza Urumiye Kurane köyünde de örgütün silah deposunun bulunduğunu, Urumiye-Pervazı-Mahabat Mahallesinde de örgütün lojistik deposunun bulunduğunu, bütün bunların İran İstihbaratının izin belgesi ile kurulduğunu açıkça belirtmişlerdir. Yakalanan örgüt elemanlarının beyanlarına göre PKK terör örgütünün İran’da Şeridan, Cerme, Humaro, Kelereş, Zağros, Kandil ve Afki eğitim kamplarının bulunduğu anlaşılmaktadır. PKK terör örgütünün Almanya ile ilişkileri: Örgüt Almanya’yı 10 eyalete ayırarak faaliyetlere başlamış, birçok seminer ve toplantılar düzenleyerek sempatizanları siyasi eğitime tabi tutarak, önce Ortadoğu’ya oradan da Türkiye’ye göndermiştir. Almanya bunlara evsahipliği yapmakta, örgüt elemanlarına sığınma ve barınma hakkı tanımakta, PKK'lıyım diyen herkese kucak açmakta ve iltica hakkı tanımaktadır. Öyle ki, Almanya’ya iş aramak için giden, örgütle hiçbir ilgisi bulunmayan, sempatizanı dahi bulunmayan insanların bile Almanya’nın bu tutumu karşısında PKK'lı olduklarını söylediklerinde Almanya’da kendilerine her türlü kolaylık sağlanmakta, oturma izni verilmekte, iltica kamplarında barındırılmaktadır. PKK terör örgütünün yayın organı aylık Serxwebun, Berxwedan Gazeteleri, Kürdistan Report, Özgür Politika, Sterka Civarı vb. gazeteleri PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı, devamlı şiddet önerdiği, şiddeti teşvik edici yazılar yayınladığı halde, yıllarca ve halen hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmadan Almanya’da yayın hayatlarını serbestçe sürdürmektedirler. Alman yetkili makamları bu durumları bildikleri halde Ortadoğu’da nüfuz sağlamak peşinde olduklarından ses çıkarmamaktadırlar. Ayrıca birçok Alman Parlamenter ve yetkili terör örgütünün başı olduğunu bildiği halde sanık Abdullah ÖCALAN ile ilişki kurmuşlardır. 1984 yılında Rusal Heym kentinde bir PKK'lının örgüt tarafından öldürülmesi, haraç almalar, işgaller, kundaklama olayları, zorla gazete ve dergi satılması, zorla para toplama gibi Almanya’da da PKK şiddet hareketlerinin yaygınlaşması üzerine sadece kendi ülkelerini düşünerek bu eylemlere son verilmesini sağlamak için birçok devlet görevlileri Şam’a giderek sanık Abdullah ÖCALAN ile görüşmeler yapmıştır. Bu durumu sanık da savunmalarında açıkça dile getirmiştir. 1995-1996 yıllarında Almanya Anayasayı Koruma Üyelerinden bir kişi ile, birkaç Alman milletvekili ile görüştüğünü, örgüt üyelerinin de Alman Yasalarına ve Demokrasisine saygılı olmalarını istediklerini, kendilerinin de PKK örgüt üyelerinin tutuklanma ve yakalanmalarının önlenmesini istediklerini belirtmiştir. İlaveten bu görüşmelerden sonra Alınan Başsavcısı’nın PKK örgütünün, terör örgütü olmadığı anlamında demeçlerinin çıktığını da sözlerine eklemiştir. Aynı yıllarda Alman Senatörü Henrich LUMMER’le aynı konuda görüştüklerini, onun da Almanya ve Avrupa’daki PKK'nın şiddet eylemlerine son vermesini istediğini söylemiştir. PKK, Almanya’da örgütün cephe faaliyetlerini yürütmek üzere ERNK'nın şubesini kurmuş, ERNK ve bu paraleldeki demek ve kuruluşlar senelerce örgütün propagandasını yaparak terör örgütüne eleman kazandırmışlardır. Almanya örgütün bu faaliyetlerine his ses çıkarmamıştır. Hollanda ve Belçika ile ilişkileri : Sanık sorgu ve savunmalarında, Hollanda ve Belçika yetkilileri ile görüşmediğini, ancak her iki ülkede PKK terör örgütünün çok güçlü temsilciliğinin bulunduğunu, legal görünüm vermek için devreye dernekleri soktuklarını, kiralanan evlerde örgütün siyasi eğitim verdiğini, Hollanda ve Belçika yetkililerinin bu duruma ses çıkarmadıklarını, temsilciliklerinin ERNK adına her iki ülke yetkilileri ile de görüştüklerini, ERNK'nın bu ülkelerde resmi bürolarının olduğunu ve ERNK'nın PKK'nın yan kuruluşu olduğunu bu ülkelerin açıkça bildiğini anlatmıştır. Bu ülkelerdeki örgüt evlerine kabalık gruplar halinde örgütsel eğitim verildiği için, Belçika ve Hollanda yetkilerinin haberi olmaksızın bu faaliyetleri yürütmenin imkansız olduğuma da vurgulamıştır. Sanık Abdullah ÖCALAN’ın talimatıyla Batı’da PKK'nın diplomatik sözcülüğünü yapan sürgündeki Kürt parlamentosu da 12 Nisan 1995’te Hollanda’nın Lahey kentinde kurulmuştur. Bu parlamento ERNK ve ona bağlı kuruluş temsilcilerinden oluşmaktadır. SPK (Sürgünde Kürt Parlamentosu), PKK'nın terör faaliyetlerini maskelemekte, ona uluslararası destek sağlamaya çalışmakta ve en çok Belçika ve Hollanda’da faaliyet göstermektedir. PKK terör örgütünün İtalya ile ilişkileri: Bu ülkede faaliyetlerini ERNK Roma Bürosu, Kürdistan Kültür Derneği, Kürdistan Enfomasyon Bürosu, Kürt Dostluk Derneği ve benzeri kuruluşlar adı altında yürütmektedir. İtalyan Hükümeti, Sürgünde Kürt Parlamentosu’nun 29-30.09.1998 tarihleri arasında İtalyan Meclis Binası’nda toplanmasına müsaade etmiştir. Sanık Abdullah ÖCALAN, Suriye’den çıkarıldıktan sonra, önce Moskova’ya, buradan da 12.11.1998 tarihinde İtalya’ya sığınmıştır. Türkiye’nin haklı olan iade talepleri İtalya Hükümeti'nce kabul görmemiş, Roma İstinaf Mahkemesi de 20.1 l.1998’de sanığı evinde geçici olarak gözaltında bulundurma şartıyla serbest bırakmıştır. İtalyan Hükümeti 16.01.1999 tarihinde ise sanığın İtalya’dan ayrılmasını sağlamıştır. Sanık Abdullah ÖCALAN’ın İtalya’da kaldığı sürece İtalyan Hükümetinden gördüğü destek de bu ülkenin terör örgütlerine nasıl hoşgörülü davrandığını göstermektedir PKK'nın Irak’taki faaliyetleri: Örgütün Kuzey Irak’ta Merkez karargahı ve Eğitim Kampları bulunmaktadır 1982 yılından itibaren Kuzey Irak'a yerleşmeye başlamışlar, lrak, İran ve Kuzey Irak'a yerleştirilen PKK militanlarının iaşeleri önce IKDP tarafından karşılanmıştır. Körfez krizi sonrası 36. paralelin kuzeyinde tampon bölge oluşturulunca, otorite boşluğundan yararlanan PKK, bu bölgeye tamamen yerleşmiştir. Bu bölgeyi, merkez karargahı ve geri üs olarak kullanmaya başlamış, silah temininde de en çok Kuzey Irak'ı kullanmıştır. PKK terör örgütünün bu ülkeler dışında 40'a yakın ülkede güçlü temsilciliklerinin bulunduğu; örneğin Rusya'da çiftlik evi olup, orada örgüt üyelerinin barındığı, siyasi eğitim çalışmasının yapıldığı, Ermenistan'da bir yayın organı ile güçlü bir temsilciliklerinin bulunduğu, oradaki halktan maddi destek sağladıkları, Ermenistan devletinin bunları bildiği halde ses çıkarmadığı, sanığın duruşma sırasındaki ifadelerinden anlaşılmıştır.

[düzenle]PKK terör örgütünün binlerce eylemlerinden örnekler

Her biri başlı başına birer insanlık suçu teşkil eden bu eylemlerden örnekler iddianamenin sayfa: 83-96 arasında ve kararın iddia bölümünde detaylı bir şekilde belirtilmiştir. Sanığın kurduğu, sevk ve idare ettiği PKK silahlı terör örgütü, devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırarak bağımsız bir Kürt Devleti kurmak amacıyla bu iddia bölümünde belirtilen eylemler dışında daha binlerce eylem gerçekleştirmiştir. Bu eylemleri gerçekleştirirken hiçbir ayırım yapmamıştır. Örneğin 1991-1996 yılları arasında Adana’da 114 eylem yaparak 100 kişiyi öldürmüş, 98 kişiyi de ağır şekilde yaralamıştır. Konya’da 1992-1996 tarihleri arasında 3 kişiyi öldürmüş, Hatay Bölgesi’nde 17.01.1995 ile 18.05.1998 tarihleri arasında savunmasız 46 sivil vatandaşımızı öldürmüş, 42 kişiyi de yaralamıştır. Osmaniye’de 16.08.1992 tarihi ile 20.05.1998 tarihleri arasında 15 vatandaşımızı öldürmüş, 18 vatandaşımızı da ağır şekilde yaralamıştır. 14.10.1992 tarihinde Kilis’te Er Hurşit AKINCI’yı öldürmüşler, Aksaray’da da 1 vatandaşı ağır şekilde yaralamışlardır. Bu eylemlerin detayları da Adana DGM'ne açılan 22.12.1998 tarih, 1998/492 sayılı iddianamede açıkça belirtilmiştir. PKK terör örgütünün bu tür şiddet eylemleri 1996-1999 yılları arasında da devam etmiş ve halen de devam etmektedir. 01.10.1996 tarihinde Diyarbakır Hantepe Köyü’ne baskın düzenleyen PKK elemanları 3 savunmasız öğretmeni, 22.04.1996 tarihinde de Kahramanmaraş İli, Ekinözü İlçesi, Altunyaprak Köyü ilkokulunda görevli 3 öğretmeni öldürmüşlerdir. 01.09.1996 tarihinde Bitlis, Hizan, Koludere Köyü yoluna PKK elemanlarınca yerleştirilen mayın sonucu 2 kişi ölmüş, 5 kişi de ağır şekilde yaralanmıştır. PKK terör örgütü herkesin gelip geçtiği yollara mayınlar döşeyerek yöre halkının ve herkesin can güvenliğini tehlikeye sokmaktadır. 19.05.1998 tarihinde Bingöl İli, Yedisu Köyü, Ali kolan mezrasına gelen PKK mensupları 1 sivil vatandaşımızı öldürmüştür. 18.07.1998 tarihinde Iğdır ili, Tuzluca ilçesi, Kozkoparan Köyü muhtarı Ahmet KAYA, 30.08.1998 tarihinde Kahramanmaraş, Elbistan ilçesi, Atmalıkoşanlı köyü muhtarı sırf muhtar oldukları ve devlete hizmet ettikleri için PKK elemanlarınca öldürülmüşlerdir. 13.07.1998 tarihinde Erzurum-Aşkale-Tokçu köyünden kaçırılan 5 sivil vatandaş daha sonra PKK elemanlarınca öldürülmüştür. Bunlar dışında PKK terör örgütü mensuplarınca 1998 yılı içerisinde Adana, İzmir, İstanbul illerinde muhtelif semt ve yerlere konan zaman ayarlı bombalarla birçok vatandaşımız ölmüş, birçoğu da yaralanmıştır. Görüldüğü gibi, PKK terör örgütünün eylemleri 1998 yılı içerisinde şekil değiştirerek çok daha detaylı bir biçimde (bomba koyma, intihar eylemleri vb. gibi) tırmandırılmıştır. PKK terör örgütü mensupları sanık Abdullah ÖCALAN’ın sevk ve idaresi altında bu şekilde bebekleri, çocukları, hamile kadınları ihtiyar insanları, suçsuz, silahsız ve savunmasız insanları katletmişler, evlerini, hayvanlarını, sürülerini yakmışlar, kurulduğu günden 22 Şubat 1999 tarihine kadar 6.036 saldırıda bulunmuşlar, 1046 kişiyi kaçırmışlar, 388 de gasp suçu işlemişlerdir. 15 Ağustos 1994 tarihinden, 22 Şubat 1999 tarihine kadar bebek, çocuk, genç, hamile kadınlar, ihtiyar olmak üzere 4472 sivil vatandaşı öldürmüşler, 5620 sivil vatandaşı da ağır şekilde yaralayarak sakat bırakmışlardır. Bunun dışında 3874 asker, 1225 sivil Geçici Köy Korucusu, 247 polis memuru katledilmiştir. 1665 Geçici Köy Korucusu, 8178 asker, 909 polis memuru da ağır şekilde yaralanmıştır. Turistik tesislerin bombalanması, işyeri ve sınai tesislere sabotaj, iş makinalarının, ormanların yakılması vb. gibi daha binlerce eylem gerçekleştirmişlerdir. PKK terör örgütünün bu acımasız eylemleri nedeniyle hayvancılıkla geçinen yöre halkı yaylalara çıkamaz duruma gelmişler, yoksullaşmışlar, köylerini terk ederek can güvenliklerini sağlamak için batıya ve büyük kentlere göç etmek zorunda kalmışlardır. Göç ettiği yer insanları kendilerini kucaklamıştır. Küçük ve dağınık yerleşim birimlerinin teröre karşı korunmasının zorluğu karşısında sırf bu nedenle bölge insanları terörün az olduğu ve kendilerini güvencede hissettikleri bölge ve kentlere göç ederek yerleşmişlerdir. PKK terör örgütü onları orada da rahat bırakmamış, vergilendirme ve sözde askere alma adı altında onlardan haraç alıp, çocuklarını kaçırarak kırsal alana götürmüşlerdir. Çocuklarını vermeyenleri veya direnenleri ise acımasızca öldürmüşler, evlerini yakmışlardır. Göçlerin, köy boşaltmaların ana kaynağı ve sebebi de PKK terör örgütüdür. Sanık Abdullah ÖCALAN duruşma sırasında açıkça bu eylemleri kabullendiği gibi, örgütü kendisinin kurduğunu, bugüne kadar da genel başkanı olarak sevk ve idare ettiğini, bütün eylemlerinden birinci dereceden sorumlu olduğunu, hatta iddianame belirtilen eylemlerden çok daha fazlasının örgütü tarafından gerçekleştirildiğini belirterek, herkesin bildiği hususları kabullenmiş, ancak örgütünün hiçbir koşul ileri sürmeden silahı bırakarak teslim olması için açık ve net bir şekilde herhangi bir çağrıda bulunmamıştır. PKK terör örgütünün cinayet ve bombalı intihar eylemlerinin halen de devam ettiği herkes tarafından bilinmektedir. [düzenle]E--D E L İ L L E R

1. Sanık Abdullah ÖCALAN’ın DGM. C. Başsavcılığı (Kl.:1, Dz:78 ve Kl.:1 Dz.: 118)’deki açık ikrarını içeren ifade ve ek ifadeleri. 2. Sanığın Yedek Hakimlikteki (Kl.:1, Dz.:92) açık ikrarı içeren ifadesi. 3. Sanığın Jandarma Genel Komutanlığınca alınan (Kl:1, Dz 42/1-50) ifadesi 4. Sanığın (Kl.:1, Dz.:41/5)’deki parmak izi ile ilgili ekspertiz raporu. 5. Sanığın sağlık durumunun iyi olduğuna dair (Kl.:1. Dz.:25136) uzman hekim raporları. 6. Sanığın aleni duruşmadaki PKK'nın tüm eylem ve faaliyetlerinden birinci dereceden sorumlu olduğuna ve iddianamede gösterilen eylemlerden daha da fazlasının PKK terör örgütünce gerçekleştirildiğine dair ikrarı. 7. Sanığın PKK elemanlarına verdiği bazı talimatlar (K1.:3, Dz.: 15) 8. Sanığın Radyo, televizyon ve çeşitli basın organlarında çıkan demeçleri (Ki. :3, Dz.:13) 9. PKK'nın uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili, Mazlum KARTAL, Kasım DEMİRHAN, Mehmet GÜN, Abidin ÇOĞAĞAÇ ve Yasin DERE’nin ifadeleri. (Kl:3, Dz.: 12) 10. PKK. 6. Kongre kararları (Kl. :4, Dz. :25) Sanığın genel başkan seçilmesi ve “Savaşı Türkiye’ye yayacağız” yolundaki demeci. (Kl.:4, Dz.: 14) 11. Fethi DEMİR ve Alaattin KANAT’ın Diyarbakır DGM'deki ifadeleri (Ki.: 16) 12. Şemdin SAKIK’ın ifadesi (Kl.: 15) 13. Sanık Abdullah ÖCALAN’ın telsiz talimatları (Kl.:19) 14. Örgütün katliam fotoğrafları : Mehmet YAMAÇ’ın intihar timleri ile ilgili ifadesi, Cemil kod Deniz ŞAHİN’in bizzat sanığın emriyle öldürüldüğüne dair ifadesi. (Kl.:21) 15. Katledilen Türkiye Cumhuriyet vatandaşlarından binlercesinin otopsi raporları ve tutanakları. (Kl.:1, Dz.:208, Dz.:3, 6, 9, 10, 24,27 nolu klasörler.) 16. Halit ÇELİK’in Yuvalı Köyü’nde evdeki bütün canlıların tek tek kurşunlanarak öldürüldüğüne dair açık ifadesi. (KI.:5, Dz.: 11, Sayfa:138) 17. Sanığın Serxwebun’da yayınlanan konuşmaları. (Kl.:5, Dz.:5 ve Kl:.14) 18. Aysu İNAN ve Nurettin ANYIĞIN'ın sanığın bizzat turistlerin yoğun oldukları yerlere, fabrika ve üretim merkezlerine eylem talimatı verdiğine dair ifadeleri. (Ki:27, Dz.:6) 19. Fadıl IŞIK’ın Atina yakınında PKK eğitim kampında eğitim gördüğünü ve zaman zaman oraya Yunan milletvekillerinin geldiğine dair ifadesi. (Kl.:27) 20. Serbest TURAN’ın Hollanda’nın Gent kasabasında PKK üyelerine siyasi ve teorik eğitim veren eğitim kamplarının bulunduğuna dair ifadesi. (Kl.:27) 21. PKK'nın uyuşturucu ticareti yaptığına dair ifadeler. (Kl:39) 22. Köy baskınları, bombalama, yakma vb. olaylarla ilgili kaset çözümleri. (Kl.:35) Kaset l/B yüzü: Sanığın “Düşmana vurduğun darbe oranında yaşarsın, düşmana darbe vurmadan, parti gücünü kullanarak kimseyi yaşatmayız.” dediğine dair. Kaset 6/B yüzü : Sanık Öcalan’ın “İmhacı olmak başarımızdır.” dediğine dair. Kaset 9 Sayfa :269  : Sanığın 1997’i anlatırken. “Partimizin kazanma azmi her zamankinden yüksektir. Yaptığı hazırlık, şartlar ne olursa olsun zafere götürecektir. Şehirlerde şaşırtıcı baskınlar halen mümkündür” dediğine dair. (Bu kaset sanığın ateşkes ve barış süreci ile ilgili ifadelerinin samimi olmadığını göstermek açısından önemlidir) Kaset: 27. Sayfa: 704: Sanığın “1995 yılında çok yönlü sıkıştıran, hamle geliştiren biz olacağız” dediğine dair. 23. Belge 26, Sayfa 7 (Klasör: 35):1999 yılı başlarında sanığın: “Orda bir bağımsız ülke yaratacak kadar yüklenme gücünü, özgürlüğünü göstermelisirıiz, her tür dayanma ve başarma savaşını vermelisiniz” dediğine dair belge. 24. Kl:37’de: 15.06.1996 tarihli panel programında sanığın, “Türkiye’yi cehenneme çevireceğiz.” dediğine dair kaset çözümü. 25. Kl:39 : Hakkı KITAY, Ahmet YAŞAR, Ali SARI’nın PKK'nın uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı yolundaki açıklamaları. 26. Olay zabıt tutanakları ve olay yeri krokileri. 27. Olayları gerçekleştiren sanıkların yargılandıkları dava duruşmasındaki anlatımları ile ilgili iddianameler. 28. Bazı sanıklarla ilgili kesinleşmiş mahkumiyet kararları. 29. Şikayetçi ve müdahillerin dilekçeleri ve ifadeleri. 30. PKK'nın kuruluş bildirgesi (Kl.:3, Dz.:10) 31. PKK programı (Kl.:3, Dz.:9) 32. PKK program ve tüzüğü (Kl:3, Dz.:8) 33. PKK 5. Kongre kararları (Kl.: 3, Dz.:6) 34. Şubat 1996 ve Haziran 1997 tarihli Serxwebun dergileri (KI.:3, Dz.:5) 35. Sanık ifadeleriyle PKK tarihi. (Kl.:3, Dz.:11) 36. Sanık tarafından yazılan “Ayaklanma Taktiği Üzerine Tezler ve Görevlerimiz” isimli kitap. (Kl.:5, Dz.:7-8) 37. “Kendi ifadeleriyle Abdullah ÖCALAN” isimli broşür. (Kl.:5, Dz.:5-6) 38. PKK'nın 1998 yurtiçi silahlı faaliyetleri ile ilgili broşür. (Kl.:5, Dz.:2) 39. 1982 Ocak Birinci Ulusal Konferans Kararlarının yer aldığı Serxwebun dergisi. (Kl.:4, Dz. 183) 40. PKK. 1. Ulusal Kongre Kararları. (Kl.:4, Dz.:180) 41. PKK 4. Kongre Kararları (Kl:4, Dz.:189) 42. 4. Ulusal Kongre Sürecine Dair Talimatlar (Kl: 4, Dz.:178) 43. Serxwebun Temmuz 1990 Dergisi. (PKK 2. Ulusal Kongre Kararlarını içeriyor. Kl.:4, Dz.:177) 44. PKK III. Kongre kararları (Kl.:4, Dz.:178-169) 45. Serxwebun Haziran 1996 (PKK. IV. Ulusal Konferansından değerlendirmeler ve kararlar. Kl.:4, Dz.:77) 46. V. Ulusal Konferans Kararları. (Serxwebun dergileri, Kl.:4, Dz.:34-73) 47. IV. Ulusal Kongre Kararları (Serxwebun dergileri .(Kl.:4, Dz.:26..33) 48. VI. Kongre Kararlarına ait örgüt açıklamaları. (Kl. :4, Dz.: 11-25) 49. 07.03.1999 tarihli telsiz görüşmeleri (Kl:4, Dz.: 1-10) 50. PKK VI. Kongre Bildirisinin yayınlandığı, 05.031999 tarihli Özgür Politika Gazetesi (Kl:4,Dz.: 11-14) 51. Kürdistan Devriminin Yolu-Manifesto (Kl. :4, Dz.:184) 52. MED-TV Dosyası (Kl. :8)

[düzenle]F- SANIĞIN SAVUNMASININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Her ne kadar sanık Abdullah ÖCALAN sözlü ve yazılı olarak sunduğu savunmalarında; Türk ve Kürt halklarının yüzyıllardan bu yana ortak devlet çatısı altında ve ortak vatanda birlikte yaşadıklarını, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderlik ettiği Ulusal Kurtuluş savaşını birlikte verip, Türkiye Cumhuriyeti Devletini birlikte kurduklarını, her iki halkın, devletin asli kurucu öğesi olmasına karşın daha sonra devlet yönetimine Türk Milliyetçiliğinin egemen olup, .Kürt halkını inkara yöneldiğini, bu politika ve uygulamalara karşı PKK'nın 1970-1980 arası ideolojik, 1980-1990 yılları arasında da siyasi ve eylemsel olarak doğup geliştiğini, 1990’lı yallarda özellikle 1993’ten itibaren kendisini şiddetten arındırmak, barışçı bir çizgiye gelmek için dönüştürmeye çalıştığını, bu çabalar bağlamında Mart 1993 ve Aralık 1995 yıllarında tek taraflı ateşkes ilan ettiğini, ancak devletten olumlu cevap alınamaması ve örgüt içinde kontrol dışına çıkan kimi grupların gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle ateşkes girişimlerinin sonuçsuz kaldığını, netice olarak sorunun şiddetle çözülemeyeceğini, ayrı bir Kürt devleti kurmanın gerekmediğini kavradığım, çözümün, bölünme, federasyon ve otonomiye gitmeden, demokrasiyi geliştirerek demokratik Cumhuriyetin siyasal birlik ve bağımsızlık çerçevesinde sağlanabileceğini, böyle bir çözüme çok büyük katkılar sunulabilmesi için, kendisine fırsat verilmesini, bu bakımdan davanın tarihsel önemi bulunduğunu, aksine şiddet uygulamaya devam edilirse önümüzdeki uzun yılların da büyük acı ve üzüntülerle geçeceğini, ülkenin insan, ekonomik ve doğal kaynaklarının büyük oranda yok olacağını ileri sürmüş ise de; bu savunmanın bazı bölümleri kabule değer görülmemiştir. Çünkü: 1- Türkiye Cumhuriyeti Devleti, nitelikleri Anayasa’nın 2. maddesinde sayılan bir hukuk devletidir. Bu niteliklere sahip bir devletin oluşumunun göstergesi olan egemenlik hakkının kayıtsız şartsız millete ait olduğu ve bunun Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eli ile kullanılacağı, Anayasa’nın 6. maddesinde açıklandıktan sonra 7-8 ve 9. maddelerinde bu yetkiler Yasama, Yürütme ve Yargı yetkisi olarak belirlenmiş, Yargı yetkisini Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı Anayasal bir kural haline getirilmiştir. Anayasamızın “Yargı” başlığını taşıyan 3. bölümünde yer alan 143. maddesinde de “Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasa’da belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya devletin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmakla görevli Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulacağı” emredilmiş, Bu buyruğa uygun olarak yürürlüğe sokulan 2845 Sayılı Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 1. maddesinde de aynı hüküm yer almış, ve 9. maddesinde hangi suçlara bakacağı maddeler halinde sayılarak gösterilmiştir. Öte yandan, ceza yargılamasının konusu bir kimsenin belli eylemlerinin Ceza Hukuku ve Ceza Yargılaması Hukuku bakımından değerlendirilmesidir. Ancak bu değerlendirme yapılırken, buna bir sınır çizilmesi de zorunludur. Bu bakımdan ceza davasının konusu iddianamede belirtilen maddi olaylardır. Bu sınırlar içerisinde Hakim araştırma yapma ve tavsif etme yetkisine sahiptir. Nitekim bu ilkeler CMUK'nun 150. maddesinde Tahkikat ve hüküm yalnız iddianamede beyan olunan suça ve zan altına alınan şahıslara hasredilir. Bu hudut dahilinde olarak mahkemeler istiklal ve hareket etmek hak ve görevine haiz olup, Ceza Kanununun tatbikinde kendilerine arzedilen iddialar ile bağlı değildirler.” 257. maddesi de “Hükmün mevzuu duruşmanın neticesine göre iddianamede gösterilen fiilden ibarettir. Fiili takdirde Mahkeme iddia ve müdafaalarla bağlı değildir.” denilerek vurgulanmıştır. Yukarıda gösterilen Anayasa ve Usul Yasası kuralları karşısında Mahkememizin geleceğe dönük, siyasal ve sosyal sonuçlar doğuracak şekilde karar vermesi mümkün değildir. Mahkememiz iddianamede dava konusu yapılan eylemlerden ötürü sanığı yargılayarak, suçluluğunu sabit görürse mahkumiyet, görmezse beraat kararı verme hakkına sahiptir. 2- Türkler ile Kürtler yüzyıllardan bu yana birlikte yaşaya gelmektedir. Bu süreçte iki halk arasında doğal kültür erozyonu yaşanmış, kan bağları oluşmuştur. Tarihe bakıldığında Kürtlere (isyanlar hariç) hiçbir baskı yapılmadığı görülür. Kürtlerin inkarı savı da doğru değildir. Sanığın da kabul ettiği gibi Yavuz Sultan Selim döneminde Padişahın istemesine rağmen Kilit beylikleri ayrı devlet olarak değil, Padişahın göndereceği beylerbeyi sorumluluğunda ortak devlet çatısı altında yaşamayı çıkarlarına uygun bulmuşlardır. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde benimsenen, Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nca da kabul ve ilan edilen Misak-ı Milli’nin bir maddesinde Mondros Mütarekesinin imzalandığı 30 Ekini 1918 günü, mütareke sınırları içinde dinsel, kültürel amaçlı ve amaç bakımından birlik oluşturmuş, birbirlerine karşı saygı ve fedakarlık duyguları ile dolu ırkı ve toplumsal hakları ile coğrafi konumlarına bütünü ile saygılı Osmanlı İslam çoğunluğunun yerleşik bulunduğu bölümlerin tamamının gerçekte ve yasal olarak hiçbir nedenle ayırım yapılması mümkün olmayan bir bütün olduğu hükmü kabul edilmiştir. Kurtuluş Savaşı’nda da Misak-ı Milli’nin bu hükmü aynen benimsenmiştir. Kurtuluş Savaşı iyi incelendiğinde Atatürk’ün, Misak-ı Milli’nin çizdiği sınırlar içerisinde yaşayan halkın tamamını bir bütün olarak gördüğü, bölgesel güçleri birleştirmeye çalıştığı ve düşmana topyekün milletin gücü ile karşı koyduğu görülür. Bu cümIeden olarak; - Amasya Genelgesi’nde “Milletin bağımsızlığını yine milletin kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır” denmiştir. Bu genelgede Mondros Mütarekesinde kabul edilen sınırlar içerisinde yaşayan nüfusun tek bir millet olarak görüldüğü açıktır. - Erzurum Kongresinde: Trabzon Müdafa-i Hukuk Cemiyeti ile Doğu vilayetleri Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri bir çatı altında birleştirilmiş ve “Trabzon ile Canik Sancağı ve Doğu illeri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Van, Bitlis ve bağımsız Liva’ların hiçbir sebeple bahane ile birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu” karar altına alınmıştır. - Sivas Kongresi’nde de “Bütün yurttaki Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri, Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilerek, Erzurum Kongresi’nde kararlaştırılan her türlü işgal ve müdahaleye karşı toptan direnme kararı perçinlenmiştir. - Yukarıda özetlendiği gibi gerek Erzurum, gerek Sivas Kongreleri’nde alınan kararlarda ve gerekse Misak-ı Milli hükümlerinde ayrıca Kürtlerden bahsedilmemektedir. Bunun nedeni, kurulacak devletin ırk esasına dayandırılmak istenmemesidir. Nitekim, bu ilke Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında aynen muhafaza edilmiştir. Halen yürürlükte bulunan 1982 Anayasasının başlangıç kısmında “...Her Türk vatandaşının bu Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli, kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme, maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu, topluca Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisine ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyeti erine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duyguları ile yurtta sulh arzu ve inancı içinde huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu” açıklandıktan sonra, ikinci maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, İnsan Haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik ve laik bir hukuk devletidir.” 10. maddesinde “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” 12/1. maddesinde “Herkes kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir...” 17/1. maddesinde “Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığım koruma ve geliştirme hakkına sahiptir...” şeklindeki hükümler de, bu yargımızı teyit etmektedir. Ayrıca Anayasanın 13,14,15 ve 16. maddelerinde temel hak ve özgürlüklerin sınırlanabileceği belirtildikten sonra bunun koşulları da gösterilmiştir. Bu maddelerde kabul edilen ilkeler uluslararası sözleşmelerde kabul edilen ilkelere de uygundur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10/2 ve 11/2 maddelerinde, Anayasa’nın 13. ve 14. maddelerine paralel hükümler bulunmaktadır. - Nitekim ülkemizde insanların kendilerini her bakımdan serbestçe geliştirebildikleri bir ortam mevcuttur: Irk, dil, din, cinsiyet farklılığı gözetilmeksizin herkes devletin sunduğu olanaklardan eşit olarak yararlanmakta; Devletin üst düzey yönetim kademelerine kadar yükselerek, “örneğin Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan, Bakan, General, Vali, Hakim ve Cumhuriyet Savcısı vs.” olabilmektedirler. Sıkıyönetim ve Askeri İdare döneminde getirilen dil yasağı, sakıncası anlaşılarak 1991 yılında kaldırılmış; Kürtçe radyo yayını yapılması, gazete ve dergilerin serbestçe basılarak satılması sağlanmıştır. Herkes günlük yaşamında anadilini hiçbir sınırlama olmadan konuşabilmektedir. Uygulamada ortaya çıkan ufak-tefek aksaklıkların da, demokratik ortam içerisinde her zaman çözülebileceği görülmüştür. Toplumumuzda etnik kökenlerine bakılarak hiç kimseye kesinlikle bir baskı ve inkar politikası uygulanmamaktadır. İnsanlarımız arasındaki iktisadi ve sosyal ilişkiler en üst düzeyde olup birbirlerini dışlama söz konusu değildir. Yüzyıllardır kız alıp vermektedirler. Batı Anadolu Bölgesi’ndeki büyük kentlere göç eden Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi kökenli insanlarımıza herhangi bir soğukluk gösterilmemekte, kısa sürede kaynaşma sağlanmaktadır. Ülkede yaşayan her insan anayasal vatandaşlık temelinde 1. sınıf vatandaş olarak kabul edilmektedir. Özetle: Kürt kökenli vatandaşların mutluluğu, Türklerle birlikte yaşamaktan geçmektedir. Yüzyıllardan beri aynı vatanda gerçekleşen ortak yaşam olgusu, meydana gelen akrabalık ve kaynaşma, birlikte yaşama arzusu, bizi bu gerçeğe götürmektedir. Yukarıda açıklanan gerekçelerle, Kürtlerin inkar edildiği ve baskıya maruz kaldığı yönündeki savunma, haklı bulunmamaktadır. 3- Kararın “Terör örgütü PKK'nın kuruluşu, amaç ve programı, yapısı, stratejisi, eylem ve faaIiyetleri” bölümünde ayrıntıları ile açıklandığı üzere, a) Mayıs 1990’da yapılan II. Konferans’ta toplu gösterilerin tırmandırılması, Fırat-Dicle Bölgesi’nin ayaklanma bölgesi haline getirilmesi yönünde karar alınması, b) Aralık 1990’da yapılan IV. Kongre’de sözde Kürdistan’daki bütün devlet kuruluşlarının düşman ilan edilmesi, halk ayaklanmasının yaygınlaştırılması, eylem hücrelerinin oluşturulması, santraller gibi ekonomik kuruluşların imhası, Hükümet Konaklarına el konulmasının kararlaştırılması, c) Sanık tarafından yazıları Ocak-1992 tarihli “Ayaklanma Taktiği Üzerine Tezler ve Görevlerimiz” adlı broşürde, halkın ayaklanma istediğinden bahsedilmesi, d) Mart-1994’te yapılan III. Konferans’ta, silahlı eylemlerin tırmandırılması kararının alınması, e) Sanığın kaleme aldığı Haziran-1994 tarihli “Serxwebun Gazetesi”nde çıkan “Ordu ve savaş gerçekliğine doğru yaklaşmayan anlayışları yerle bir edelim” başlıklı yazıda, gerilla tarzı, hareketli çatışma yöntemlerinin uygulanmasının istenmesi, f) Ocak 1995’te yapılan V. Kongre’de;

  - Savaşan bir halk ordusu yaratılması, ortama göre gerilla tarzı eylemlere geçilmesi, ajan ve geçici köy korucuları ile ailelerine imha şeklinde yönelinmesi, büyük-küçük ekonomik tüm hedeflerin tahrip edilmesi, Devletin güvenlik kuvvetlerinin tasfiyesi ve eylemlerin tüm ülkeye yaygınlaştırılması kararlarının alınmış olması, 

g) Mayıs-1996’da yapılan IV. Konferans’ta; silahlı eylemlerin yaygınlaştırılması, kalabalık yerleşim yerlerine baskınlar düzenlenmesi, intihar eylemlerinin gerçekleştirilmesi kararlarının alınması, h) Sanığın yazdığı “Kürdistan’da Zorun Rolü” isimli kitapta; “Kürt halkı kurtuluş mücadelesini bazı alan ve eylem biçimlerinde sınırlayamaz. Her yerde silahlı mücadelelerini ve her türlü eylem biçimini kullanarak direnmek zorundadır.” şeklinde görüş açıklanması, ı) Sanık tarafından Aralık-1996 tarihli “Serxwebun Dergisi”ne verilen beyanatta; “Kentlere ineceğiz. Kent çatışmaları başlayacaktır. Neye mal olursa olsun, bir otobüse binmek zor değildir. Bir uçağa binmek zor değildir. Kendine bomba sarıp gidecek binlerce insanımız var.” denilmiş olması, i) 8 Ekim 1998 tarihinde tüm partililer ve ARGK savaşçılarına, 16.10.1998 günü de sözde Botan Eyaleti sorumlularına yönelik telsiz talimatlarında; Devlet güçlerine karşı misilleme haklarının olduğu, tek taraflı ateşkeslerin sadece biraz daha hazırlık düzeyinin artırılması ve siyasi, diplomatik hamle imkanı kazanmaya yönelik olduğu, uluslararası alana açılmanın kesinlikle devletleşme anlamında ciddi bir adım oluşturacağının belirtilmesi gibi olgular, sanığın şiddetten ve bağımsız Kürt Devleti amacından vazgeçmediğini göstermektedir. Dosya içerisindeki belgeler incelendiğinde, sanığın yakalandıktan sonra dile getirdiği barış ve birlik yönündeki görüşlerinin PKK'nın en yetkili organı olan Kongre ve Konferanslara yansımadığı, bu yönde herhangi bir karar alınmadığı görülmektedir. Aksine yapılan yargılamalar sonucunda sanığın Türkiye ve dünya kamuoyuna yönelik beyanlarında, sempati ve siyasal destek sağlamak için barış ve birlikten yana bir söylem kullandığı, buna karşılık örgüte yönelik beyan ve talimatlarında ise şiddeti tırmandıracak içerikte ve sık sık ayrı bir Kürt Devleti kurma idealinin gerçekleşmekte olduğu yönünde mesajlar verdiği sonucuna varılmıştır. Bu değerlendirmemizi; silahlı çete niteliğindeki PKK'nın 1993 öncesi ve 1993 sonrasında gerçekleştirdiği saldırıların istatistiki bilgileri de doğrulamaktadır. Şöyle ki, PKK terör örgütünün, kurulduğu 1978 yılından sanığın yakalandığı 15.02.1999 tarihine kadar gerçekleştirdiği; - Toplam 6036 saldırı olayından 4057’si, - 8257 silahlı çatışmadan 6057’si, - 3071 bombalama ve patlatma eyleminden 2403’ü. - 388 gasp olayından 298’i, - 1046 adam kaçırma olayındaa 934’ü - 567 yasadışı gösteri olayından 529’u, 1993 yılından sonra meydana gelmiştir. Bu tabloya paralel olarak PKK terör örgütü elemanlarınca yaşamlarına son verilen; - 4472 T.C. vatandaşından 2871‘i - Şehit edilen 3874 askerden (Rütbeli-rütbesiz dahil) 2778’i, - 247 polisten 148’i, - 1225 geçici köy korucusundan 960’ı, 1993-1999 döneminde şehit edilmiş, yaralananlardan da 5620 sivil vatandaştan 4009’u, 8178 askerden 6191’i, 909 polisten 606’sı, 1655 geçici köy korucusundan 1373’ü bu dönemde yaralanmıştır. Keza PKK terör örgütünün güvenlik güçleri ile girdiği çatışmada öldürülen veya yaralı ele geçen ya da kendiliğinden teslim olan eleman sayısı da 1993-1999 döneminde öncesine göre daha fazladır.

4) PKK bağımsızlık mücadelesi veren bir örgüt olmayıp, silahlı bir terör örgütüdür. Çünkü bağımsızlık mücadelesi yürüten halklar, kendi egemenlik haklarını ülkeleri üzerinde etkili kılmaya çalışırlar. Bu nedenlerle ancak, o toprak parçası üzerinde hukuka aykırı biçimde egemenlik iddiasında bulunan yabancı güçlerle mücadele etmek, bağımsızlık hareketi sayılabilir. Oysa ülkemizde böyle bir durum bulunmamaktadır. Devlet birlikte kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan toprak parçası, ortak vatanımızdır. Herhangi bir halkın egemenlik hakkı elinden alınmış değildir. PKK’nın hedef olarak gösterdiği toprak parçası, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altındadır. PKK amacına ulaşmak için kurulduğu günden itibaren, yaygın ve sürekli bir şekilde binlerce adam öldürme, silahlı çatışma, köy basıp ev yakma, yol kesme, adam kaçırma, silahlı gasp, uyuşturucu ticareti... vs. gibi hukuk dışı, insanlıkla bağdaşmayan, yasalara göre her biri ayrı ayrı ağır cezaları gerektiren eylemleri gerçekleştirmiştir. Bu eylemlerle, devletin otoritesi zayıflatılmak, hukuk düzeni sarsılmak, ülkenin kalkınması ve büyümesi engellenmek suretiyle zayıf düşürülüp, vatan ve millet bütünlüğü parçalanmak istenmiştir. PKK’nın gerçekleştirdiği eylemlerin tümü, uluslararası ve ulusal hukuk kurallarına göre terör hareketidir. Zira;

      - 1977 tarihli “Tedhişçiliğin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi”nin 1‘nci maddesinde; adam kaçırma, rehin alma, hürriyeti tehdit eden suçlar, şahısların hayatına yönelik olarak bomba, el bombası, roket, otomatik ateşli silah veya bombalı mektup veya koli kullanmak suretiyle işlenen suçlar terör suçu sayılmıştır. 
      - İnsan Haklar: Evrensel Bildirisi’yle, İnsan Hakları ve Temel özgürlüklerin Korunmasına Dair Sözleşme Hükümlerinde de; terör suçları insanlık suçu olarak kabul edilmiş, önlenmesi için hükümler konulmuştur, 
      - 1989 AGİK Viyana Kapanış Belgesi’nde; Terör suçlarına ait yöntemlerin ve uygulamaların kınanacağı, hiçbir koşulda teröre hak verilmeyeceği, bu konularda kararlı davranılacağı, suçluların iadesi ve takibi için işbirliği yapılacağı, 
      - 1990 Paris Şartı’nda; Devletlerin bağımsızlık egemenlik ve toprak bütünlüğünü ihlal eden faaliyetlere karşı demokratik müesseseleri savunmada işbirliği yapılacağı ve terörün her ülkede suç sayılacağı, 
      - 1992 Helsinki Bildirisi’nde; Terör hareketlerinin kayıtsız şartsız kınanacağı ve terör 

tehdidinin ortadan kaldırılması için işbirliği yapılacağı,

      - 1993 Viyana İnsan Hakları Dünya Konferansı Deklarasyonu’nda; egemen ve bağımsız ülkelerin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğini tamamen veya kısmen tehlikeye düşürecek her türlü hareketin makul karşılanmayacağı, teşvik edilmeyeceği, terörizmden korunma ve mücadelede işbirliğini geliştirmek için gerekli tedbirlerin alınacağı belirtilmiştir. 
      - 3713 Sayılı Terörle Mücadele Yasası’nın 1’nci maddesinde ise terör “Baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle Anayasa’da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devleti’nin ve Cumhuriyeti'nin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir. 
          

Bu kanunda yazılı olan örgüt iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle meydana gelmiş sayılır. Örgüt terimi Türk Ceza Kanunu ile ceza hükümlerini içeren özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete veya silahlı çeteyi de kapsar” biçiminde tanımlandıktan sonra, 2’nci maddesinde de, “1‘nci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleriyle beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur....”, 3’ncü maddesinde “Türk Ceza Kanunu’nun 125, 131, 146, 147, 148, 149, 156, 168, 171 ve 172’nci maddelerinde yazılı suçlar, terör suçlarıdır’ denilerek hangi suçların terör suçu sayıldığı gösterildikten sonra, 4’ncü maddesinde de Türk Ceza Kanunu’nun 145, 150,151, 152, 153, 154, 155, 157, 169, 384, 499/2’nci maddesindeki suçlarla 2845 sayılı yasanın 9’ncu maddesinin b ve c bentlerinde yazılı suçların 1. maddede belirtilen terör amacıyla işlenmesi halinde terör suçu sayılacağı belirtilmiştir. Bu kurallar karşısında; PKK’nın silahlı bir terör örgütü, gerçekleştirdiği eylemlerin de birer terörizm hareketi olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Nitekim bu değerlendirmemiz, PKK'nın silahlı-bölücü bir terör örgütü olduğu yönünde verilmiş bulunan binlerce Yargıtay ve Mahkeme kararlarıyla da teyit edilmiştir. [düzenle]SANIĞIN DURUMUNUN CEZA HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

İddia makamınca; sanık hakkında, devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmının devlet idaresinden ayırmağa matuf eylemlerde bulunmak suçunu işlediği savıyla kamu davası açılmış, esas hakkındaki mütalaada da iddianın sabit olduğu belirtilerek, sanığın Türk Ceza Kanununun 125. maddesine göre cezalandırılması talep edilmiş olduğundan, öncelikle Türk Ceza Kanununun 125. maddesinin hukuki yapısının incelenmesi gerekmektedir. Türk Ceza Kanununun 125. maddesi, Türk Ceza Kanununun 2’nci kitabının 1 ‘inci babında “Devletin Şahsiyetine Karşı Cürümler” başlığını taşıyan 1‘inci faslında düzenlenmiştir. Bu madde ile Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hakimiyeti altına koymağa veya devletin istiklalini tenkise veya birliğini bozmağa veya., devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf bir fiili işleyen kimsenin ölüm cezası ile cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Burada özellikle “matuf fiil” kavramı üzerinde durmak gerekmektedir. Hukuki bir deyim olmayan matuf kelimesinin, sözlük anlamı itibariyle bir tarafa yönelmiş manasına geldiği dikkate alındığında, suçun maddi unsurunu “Devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hakimiyeti altına sokma”; “Devletin istiklalini tenkis”; “Devletin birliğini bozma” ; “Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırma” gibi belli amaca yönelmiş ve bu sonucu oluşturmaya elverişli icra hareketleri teşkil etmektedir. Diğer taraftan yasa koyucu suçun oluşmasında belli bir sonucu aramadığına göre, bu suç tehlike suçudur. Tehlike suçlarında sonucun alınması gerekli olmayıp tehlikenin yaratılmasıyla suç tamamlanır. Esasen netice gerçekleşmişse artık o fiilin cezalandırılma olanağı da ortadan kalkar. Bu nedenle bu suçlara teşebbüs mümkün değildir. Ancak eylemin kastedilen sonucu elde etmeye uygun ve elverişli olması ve elverişli araçlarla zorlayıcı hareketlere girişilmiş bulunması gerekir. Eylemin elverişli olup olmadığının tespitinde ise failin mensup olduğu örgütün amacı, örgütsel bağlılığı, ülke genelindeki organik bütünlüğü, toplumdaki etkinliği gibi öğeler dikkate alınmalıdır. Bu itibarla amaç suç niteliğinde bulunan Türk Ceza Kanununun 125. maddesindeki suçu işlemek gayesiyle olmakla beraber, bu amaca ulaşma tehlikesi doğurmayan yetersiz ve önemsiz eylemler TCK'nun 125. maddesi kapsamına girmez. Bu durumda TCK'rıun 168. maddesindeki suç gündeme gelebilir. Bu maddede aynen “Her kim 125. 131, 146, 147, 149 ve 156. maddelerde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet ve çete teşkil eder yahut böyle bir cemiyet ve çetede amirliği veya kumandayı ve hususi bir vazifeyi haiz olursa... mahkum olur. Cemiyet ve çetenin sair efradı... cezalandırılır.” şeklindedir. Kural olarak ceza yasamızda hazırlık hareketleri cezalandırılmadığı halde, görüldüğü gibi, bu madde ile Devletin şahsiyetine karşı bazı cürümler işlemek üzere girişilen hazırlık hareketleri cezalandırılmaktadır. Bu maddenin amacı devlete karşı ağır zarar tehlikesi yaratacak nitelikteki hazırlık hareketlerinin cezalandırılmasıdır. TCK'nun 168. maddesinde tek tek sayılan 125. 131, 146, 147, 149 ve 156. maddelerindeki suç tipleri amaç suçu oluşturmakta, 168. maddesindeki silahlı çete oluşturma suçu da vasıta suç olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla bir kimse TCK'nun 168. maddesinde düzenlenen silahlı çeteyi oluşturduktan sonra, amaç suçlardan herhangi birine yönelik elverişli fiilleri işlediği takdirde 168. maddeye göre değil, o amaç suçtan dolayı cezalandırılmaktadır. Bu açıklamalardan sonra davamıza dönersek; sanık Abdullah ÖCALAN’ın, Türkiye topraklarının bir kısmı üzerinde Marksist-Leninist ideolojiye dayalı bağımsız bir Kürt Devleti kurmak ve bu amaca ulaşmak için ülke topraklarının bir kısmında yoğun bir şekilde, ayrı bir Kürt ırkı bulunduğu ve bunların egemen Türk Devleti tarafından sömürüldüğü hususunda inandırdığı kişileri, 1970’li yılların başından itibaren örgütlediği, 1978 yılında da silahlı terör örgütü PKK'yı kurduğu, o tarihten yakalandığı 15.02.1999 gününe kadar fiilen genel başkanlığını yaptığı, bu süre içerisinde; PKK'yı ülke genelinde, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında olmak üzere siyasi ve askeri alanlarda örgütlediği, bu kıtalardaki kimi ülkelerde birçok eğitim kampı açılmasını sağladığı, kandırdığı genç insanlara, bu kamplarda, ideolojik ve silahlı eğitim verip (Kararımızın “Eylemlerden Örnekler bölümünde belirtildiği gibi) binlerce adam öldürme, sabotaj, silahlı baskın, silahlı soygun ve yol kesme gibi eylemlere sevkettiği, böylece Devletin otoritesini yıpratıp, can ve mal kaygısı yaratarak korku ve paniğe düşürdüğü halkı kendi yanına çekip veya hiç olmazsa eylemlerine engel olmamalarını sağlamak suretiyle ayaklanma hareketi başlattığı, bu hareketin vatan bütünlüğü için ciddi, büyük ve yakın bir tehlike ortamı oluşturduğu dosya içindeki bilgi ve belgelerle hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde sabit olduğundan; sanığın kurduğu silahlı terör örgütü PKK'yı aldığı kararlarla ve verdiği emir ve talimatlarla sevk ve idare ederek, devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf bir suç işlediği kabul edilerek Türk Ceza Kanunun 125’inci maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiştir. Her ne kadar sanık vekilleri esas hakkındaki savunmalarında, sanığın 1993'ten başlayarak ayrı bir devlet kurmak amaç ve görüşünden vazgeçtiğini, birlik, beraberlik ve kardeşlikten bahsettiğini belirterek, hakkında TCK'nun 125’inci maddesinin uygulanamayacağını, TCK'nun 168/1‘inci maddesine göre cezalandırılmasını ve TCK'nun 59’ncu maddesinin uygulanmasını öne sürmüşlerse de; yukarıda açıkladığımız gibi TCK'nun 168/1 ‘inci maddesindeki suç, bir vasıta suçtur ve Devlete yönelik ağır zarar ve tehlike teşkil eden fillerin hazırlık hareketleri cezalandırılmaktadır. Somut davada, sanık TCK'nun 125’inci maddesine uyan “Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf” olan amaç suçu işlemek için ta 1970’li yılların başında hazırlık hareketlerini başlatmış, 1978 yılında da illegal PKK örgütünü kurduktan sonra, örgütün lideri olarak eğittiği örgüt mensuplarını emir ve talimatlar vererek, 15 Ağustos 1984 günü Eruh ve Şemdinli ilçelerine yapılan baskınlarla, silahlı eylemlere sevketmiştir. Bu tarihten itibaren örgütün silahlı eylemleri yoğunlaşarak ve yaygınlaşarak sürmüş ve halen de devam etmektedir. Silahlı saldırılarla birlikte PKK silahlı çete konumuna geçmiştir. Kaldı ki 1993 yılından itibaren sanığın amacından vazgeçtiği yönündeki savunma, kararımızın (F) bölümünde izah edildiği gibi samimi de değildir. Bir an için sanığın samimi olduğu kabul edilse dahi, 1993 yılına kadar PKK'nın gerçekleştirdiği binlerce eylem mevcuttur. Bu eylemlerin tamamı da TCK'nun 125’inci maddesindeki suçu oluşturmaya elverişli, ülke için büyük ve yakın tehlike teşkil eder niteliktedir. Bu itibarla 1993 yılında dahi sanık açısından TCK'nun 125’inci maddesindeki suç tamamlanmış durumdadır. Bu tarihten sonra sanığın amaç değiştirmesi, tamamlanmış suçunun teşebbüs durumuna veya daha hafif bir suça dönüşmesini sağlamaz. Bu açıdan sanık vekillerinin istemleri hukuk mantığıyla da bağdaşmamaktadır. Öte yandan, TCK'nun 59'ncu maddesi bir atıfet maddesi değildir. Sanığın samimi olarak ülkeyi bölme amacından vazgeçmemesi, kendiliğinden, gelip teslim olmaması, Kolluk Gücü görevlilerince yurtdışında, Kenya’da yapılan bir operasyon ile yakalanıp getirilmiş bulunması, PKK terör örgütü hakkında örgütü zayıflatıp, çökertecek nitelikte herhangi bir bilgi vermemesi, 20 yılı aşkın bir süredir PKK örgütünün fiilen genel başkanlığını yürütmesi, bu süre boyunca binlerce eylemin gerçekleştirilmiş olması, dolayısıyla eylemlerin yoğunluğu ve sürekliliği, bebek, çocuk, kadın, ihtiyar ayırımı gözetilmeden binlerce masum insanın öldürülmüş olması, amaç suç için işlenen vasıta suçlardan yüzlercesinin ölüm cezasını gerektirmesi, bu eylemlerin ülke için ciddi, yakın ve büyük tehlike teşkil etmesi, ceza adaletinin sağlanması ve hak ve nesafet kuralları gözetilerek sanık hakkında TCK'nun 59’uncu maddesinin tatbik edilmesi uygun bulunmamıştır. Yargılama süresince, suçtan zarar gören (3228) kişi davaya müdahil olarak katılmış ve bunlardan bir bölümü maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuş ise de; 2845 Sayılı Yasanın 20’inci maddesinde de açıklandığı gibi; DGM'lerin görevine giren suçlar acele işlerden sayılır. Davaların hızla yürütülmesi, delillerin zamanında ve eksiksiz tespiti gerekmektedir. Müdahillerin maddi ve manevi tazminatları ile ilgili araştırma yapılması halinde ise, dava sürüncemede kalacağından bu amaca ters düşülecektir. Bu sakınca gözetilerek müdahillerin maddi ve manevi tazminat istemleri hakkında hüküm kurulmamış, ilgili Hukuk Mahkemesinde dava açma haklarının saklı tutulmasına karar verilmekle yetinilmiştir. [düzenle]H - H Ü K Ü M

Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1 - Şanlıurfa ili, Halfeti ilçesi, Ömerli köyü, Cilt No: 029/Ol, Aile Sıra No: 18, Birey Sıra No: 13’de nüfusa kayıtlı, Ömer ve Uveyş’den olma 14.04.1947 Asli, 14.04.1949 Tashih doğumlu Sanık Abdullah ÖCALAN’ın; Kurduğu silahlı terör örgütü PKK'yı, aldığı kararlar ve verdiği emir ve talimatlarla sevk ve idare ederek , devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmağa matuf eylemleri gerçekleştirdiği sabit görüldüğünden, eylemine uyan TCK'nun 125. maddesine göre ÖLÜM CEZASI ile Cezalandırılmasına. 2 - Sanığın eylemlerinin yoğunluğu ve sürekliliği, bebek, çocuk, kadın, ihtiyar ayırımı gözetilmeden binlerce masum insanın öldürülmüş olması, amaç suç için işlenen vasıta suçlardan yüzlercesinin ölüm cezasını gerektirmesi, bu eylemlerin ülke için ciddi yakın ve büyük tehlike teşkil etmesi, ceza adaletinin sağlanması, hak ve nesafet kuralları gözönünde tutularak sanık hakkında takdiren TCK'nun 59. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına. 3- TCK'nun 31. maddesine göre sanığın ömür boyu Kamu hizmetlerinden yasaklanmasına. 4- TCK'nun 33. maddesine göre sanığın ceza süresi içerisinde yasal kısıtlılık altında bulundurulmasına. 5- TCK'nun 40. maddesi uyarınca sanığın nezarette kaldığı günler ile tutuklulukta geçirdiği günlerin cezasından indirilmesine ve tutukluluk halinin devamına. 6- Ankara DGM.C.Başsavcılığı Adli Emanetinin; a) 1999/30 sırasında kayıtlı bulunan 19.500 ABD Dolarının PKK terör örgütüne ait olduğu anlaşıldığından TCK'nun 36. maddesine göre zoralımına, 1 adet Zenith marka saat, 1 adet Safilo gözlük ve kılıfı, 1 adet deri kemer, 1 adet ray-ban marka güneş gözlüğü ve 1 adet kravatın sanığa iadesine, b) 1999/69 sırasında kayıtlı bulunan toplam 52 adet teyp kasediyle 18 adet Video kasedi, 1999/56 sırasında kayıtlı bulunan 2 adet video kasedi ve 1999/72 sırasında kayıtlı bulunan 1 adet video kasedinin suç kanıtı olmaları nedeniyle dava dosyasında saklanmasına, 7- Müdahil davacıların özel hukuka ilişkin hakları bakımından ilgili hukuk mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açma haklarının saklı tutulmasına. Müdahale tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesine göre takdir edilen 56.250.000.’er lira maktu avukatlık ücretinin sanıktan alınarak kendisini avukatIa temsil ettiren müdahillere verilmesine. 8- Bugünkü duruşmada bulunmayan müdahiller ile vekillerine ve gelmeyen sanık vekillerine karar tebliğinin 2845 Sayılı Yasanın 21. maddesine göre TRT aracılığıyla ilanen yapılmasına. 9- (1.111.873.000.TL.) lira yargılama giderinin sanıktan alınmasına.

İsteme uygun oIarak, Yargıtay yolu ve resen Yargıtay yolu açık olmak üzere DGM.C.Başsavcısı Cevdet VOLKAN ve DGM. C.Savcısı Talat ŞALK’ın huzurlarında, Sanık Abdullah ÖCALAN ile Sanık vekilleri Av. Mahmut ŞAKAR, Av. Mükrime TEPE, Av. Hatice KORKUT, Av. Aysel TUĞLUK, Av. Aydın ORUÇ, Av. Kenan SİDAR, Av. Niyazi BULGAN, Av. Doğan ERBAŞ, Av. Kemal BİLGİÇ, Av. İrfan DÜNDAR, Av. Fehim GÜNEŞ , Av. Ahmet AVŞAR, Müdahiller Ali BUGAN, Ali ÇEPELLİ, Arzu YILDIRIM, Behiye AKYEL, Bekir DOĞAN, Bekir İSPİRLİ, Reyha ÇEPELLİ, Cafer ŞENTÜRK, Fatma KANTEMİR, Güler APALAK, H. Mehmet ALPTEKİN, Hacer Jale ATAV, Hamit KÖSE, Hülya TOPAL, Mehmet ÇEVRUK, Mehmet GENCER, Mehmet YILDIZ, Muharrem YILDIRIM, Öztürk BOZKURT, Saliha KÖSE, Salime ARSLAN, Selma TÜRKYILMAZ, Sıdıka ÇAN, Süleyman ALDAĞ, Şiray ÖZÇELİK, Tahsin İLHAN, Müdahil vekilleri Av. Cengiz ERKOYUNCU, Av. Burhan Cahit TORUN, Av. Mehdi KESKİN, Av. Necdet KÜÇÜKTAŞKINER, Av. Kadir KARTAL, Av. Zeki Hacı İBRAHİMOĞULLARI, Av. Şevket Can ÖZBAY, Av. Mehmet Emin BAĞCI, Av. İbrahim İLKYAZ, Av. Aynur ÖNER, Av. Emin AKOĞUZ, Av. Süleyman AYHAN, Av. Mükremin TÜRKMEN’in yüzlerine karşı oybirliği ile verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 29.06.1999 BAŞKAN: 17339 ÜYE:23647 ÜYE: 27851 KATİP: 75