Ey sen
Ki şimdi şüpheli bir şekl-i pür-hayâl oldun
Bu semâ-yı mesânın altında!
Gecenin mevti ufku bağlamadan
Susmadan her teneffüs-i zinde,
Ey sen
Ki sönmemiş zer-i zülfünde son ziyâ-yı nehâr,
Bu genç elinle bu yorgun cebîn-i lâlimi sar,
Ve sonra git. Bana bî-va’d olan bu yollar hep
Adımlarınçün açılmış pür-incilâ vü zeheb…

Bırak leyâle bu cism-i garîb ü merdûdu,
Dizim eğildi; soğuk bir deniz gibi zulmet
Ağır ağır boğuyor bende ömr-i bî-sûdu.

Diken ve taşları üstünde bir çetin râhın
Dağıldı nesc-i harîr-i ümîd-i mahrûmum
Ve mutlaka gelecek, gölgelerle şimdi ölüm…

Lâkin sen
Ki gözlerinde güler nûru bir gümüş mâhın
Eğilme, git
Ve eyle gölgede pây-ı şebâbını tesbît...

Beni bir tûde eyleyen zulmet
Sana hüsn-i hayâli nakşedecek:
Oldu çeşmin nücûm ile mâlî,
Onların işti’âl-i seyyâli
Seni gûyâ karanlık üstünde
Etti bir heykel-i ziyâ gibi hak.

Sen git
Ve eyle da’vet-i iklîm-i rûhuna rağbet.
Bu yol, bu yol, bu derin yol ki dâimâ mümted
Bu yol uzun ve benim dizlerim eğildi; gözüm
Kapandı. Da’vet-i yeldâla titriyor rûhum;
Bırak ve git, beni mevt-i leyâle tevdî et.

Büyük, derin ve soğuk bir deniz gibi zulmet
Etti eşkâl-i arzı bî-hareket,
Ve döktü rûhuma rü’yâya benzeyen bir mevt
Büyük, derin ve soğuk bir deniz gibi zulmet:

Lâkin sen
Dudakların yine pür-hande, gözlerin pür-zer
Saçın nücûm ile meşbû’ u müştail yine ter
Bırakma rûhunu düşsün bu öldüren hisse,
Ve git
Ve eyle gölgede pây-ı ümîdini tesbît...

O belde-i zer ü hülyâda bekleyen gözler
“Nerde?” derlerse,
“Ne oldu, nerde o?” derlerse, âh o gözler eğer,
Miyâh-ı sâyede mevt-i fecî’imi anlat.