Turgut Özal'ın TBMM 18. Dönem 4. Yasama Yılının açılışında yaptığı konuşma

Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri,

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 18 inci Dönem 4 üncü yasama yılına başladığı bu günde siz değerli milletvekillerine hitap etmekten ayrı bir mutluluk duyuyorum.

Sözlerime, demokratik rejimin vazgeçilmez unsuru, büyük önder Atatürk’ün

Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir.

ilkesinde ifadesini bulan milli iradenin temsilcisi yüce Meclis’in, bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de, aziz milletimizin faziletine yürekten inandığı demokrasimizi yaşatmada en büyük teminatı teşkil edeceğine olan inancımı ifade ederek başlamak istiyorum.

Bu vesileyle, modern, demokratik, laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Meclis Başkanı Büyük Atatürk’ü tazimle anıyorum.

Cumhurbaşkanı olarak bu yüce çatı altında yemin ettiğim tarihten bu yana geçen bir yıla yakın zamanda dünyada, özellikle Avrupa’da ve çevremizde son derece önemli ve ülkemizin bugününü ve yarınını yakından ilgilendiren gelişmelere, yeni köklü değişikliklere hep birlikte tanık olduk.

Ülkemiz, bu çalkantılı dönemde de istikrar içinde hızla kalkınmaya devam etti, daha da güçlendi.

Sayın Milletvekilleri,

1990’lı yıllara girerken, sizlere, bazı güncel gelişmelerle ilgili görüşlerimi anlatmakta ve geçirdiğimiz 10 yıl ile önümüzdeki 10 yılın bir genel değerlendirmesini yapmakta fayda görüyorum.

1980’li yıllar ülkemizin köklü ve çok kapsamlı değişiklikleri, tam anlamıyla bir transformasyonu gerçekleştirdiği çok önemli yıllar olmuştur.

Burada, 1980 yılında ülkenin ne durumda olduğunun bir tablosunu çizecek değilim. Bunu hepiniz gayet iyi biliyorsunuz.

Yalnız nereden nereye geldiğimizi tek bir rakamla ifade etmek gerekirse, o yıl ithalatımızın 6,5 milyar dolar civarında olduğunu, bunu da çok büyük sıkıntılar pahasına gerçekleştirebildiğimizi, bu yıl ise bu rakamın üç kat artarak 19 milyarı geçtiğini söylemem kafidir sanırım.

Üstelik bunu eskiden olduğu gibi dışarıdan büyük miktarda kredi almak suretiyle değil, aynı zamanda döviz rezervlerimizi de artırarak sağlamış bulunuyoruz.

Şimdi, geçtiğimiz 10 sene içindeki önemli değişikliklerin yapıldığı sahalara bir göz atalım:

Bunlar esas itibariyle;

Ana altyapının çok büyük ölçüde tamamlanması; Hızlı şehirleşmenin bizleri karşı karşıya bıraktığı bazı önemli meselelerin halledilmesi ve

İçine kapalı bir ekonomik yapıdan, serbest piyasa ekonomisine geçiştir.

Bu çabalar ekonomimize, günlük yaşantımıza neler getirmiştir? Evimizde, işyerimizde, fabrikamızda elektrik kesintisi sık sık yaşadığımız, dışarıdan elektrik aldığımız yıllar çok uzak değil.

Bugün ise, kentlerimiz, kasabalarımız, köylerimiz, hatta çok büyük sayıda mezralarımız ışıl ışıl. Romanya’ya, Bulgaristan’a elektrik satıyoruz.

Telekomünikasyon, dünyanın en uzak köşelerini yanıbaşımıza getirdi.

Şehirlerarası konuşmaların yapılamadığı, milletlerarası konuşmaların mümkün olmadığı yıllardan bugünlere geldik.

Artık, yurdun en ücra köşesinden, dünyanın her tarafına dijital otomatik sistemle telefon bağlantısı kuruyoruz.

Otomobilden, otobüsten, gemiden, uçaktan telefonla konuşuluyor.

Artık siyah beyaz tek kanal televizyon yerine, 6 kanallı renkli televizyon seyrediyoruz.

Karayollarında da çok büyük gelişmeler sağlanmış, mevcut devlet yolu ağımızın üzerine yepyeni bir otoyol sistemi devreye girmeye başlamıştır.

Hâlen bir kısmı tamamlanmış olan inşa halindeki 1500 km.lik bu sistemin önümüzdeki 10 yıl zarfında 4-5 bin km.ye varması beklenmektedir.

Benzer hızlı bir gelişme limanlarımızda, hava meydanlarımızda ve havayollarında yaşanmaktadır.

Bu on yıllık dönemde çok büyük sayıda baraj tamamlanmıştır. Sulanan alanlar genişlemiştir.

Bunlar arasında dev bir proje, Güneydoğu Anadolu Projesi GAP projesi çok hız kazanmıştır.

Hafta başında, dünyanın 4 üncü büyük barajı Atatürk Barajı’nın gövde yapısının, hem de rekor bir zamanda tamamlanmasının gururunu milletçe hep birlikte yaşadık.

Yüzde 6’ya varan şehirleşmenin getirdiği muazzam bir konut ihtiyacı vardı. Bu amaçla büyük fonlar oluşturuldu.

Türkiye adeta bir şantiyeye dönüştü.

İnşaatına başlanan bu sene sonu itibarıyla 753.000 konuttan muhtemelen 500 bini tamamlanmış olacaktır.

Savunma Sanayii alanında büyük atılımlar yapılmıştır. Bunun en canlı, en gurur verici örneklerinden biri F-16, Savaşan Şahinler Türkiye’mizde imal edilmektedir.

Ülkemizde uygulanan serbest piyasa ekonomisinin sağladığı günlük yararlar günlük yaşantımıza yansımaya devam ediyor.

Hatırlayacaksınız, 1980’li yılların başlarında Türk Lirası diğer paralar karşısında serbestçe alınıp satılamaz, yurtdışına turistik amaçla ancak iki yılda bir defa gidilebilirdi.

Bugün ise döviz sıkıntımız kalmamıştır.

Döviz rezervlerimiz rekor bir seviyeye 11 milyar dolara ulaşmıştır.

Türk Lirası tam konvertibiliteye geçmiştir.

Serbest bölgeler kurulmuştur.

Finansal kiralama sistemi, modern bankacılık ekonomik yaşantımıza girmiştir.

Katma değer, vergi iadesi gibi ileri vergi sistemleri getirilmiştir.

Kurulan Menkul Kıymetler Borsası büyük atılım içindedir. Para, faiz, altın, mal ve hizmetler serbest piyasa ekonomisi kurallarına göre fonksiyonlarını yapmaktadır.

Bu politikaların bir diğer veçhesi de özel sektöre verilen önem olmuştur. Devlet ekonomik hayatta müdahaleci olmaktan çıkarılmış, tanzim edici yönü ağır basar hale getirilmiştir.

Bu anlayış içerisinde, iktisadi devlet teşekküllerimizin özelleştirilmesine öncelik verilmiştir.

Serbest piyasa ekonomisi uygulamalarının bir sonucu olarak bir de ihracatımızın artışında ve kompozisyonundaki değişikliğe dikkat çekmek istiyorum.

1970’li yılların sonunda petrol faturamızı dahi karşılamayan 2,9 milyar dolarlık ihracatımız, bu yıl 13 milyar dolara ulaşacaktır.

Bu ihracat içinde sanayi ürünlerimizin payı 1980’de % 35’i zor bulurken, bugün bu pay % 82’ye yükselmiştir.

Bütün bunlardan çıkan sonuç nedir?

Şunu, hep birlikte, milletçe rahatlıkla söyleyebiliriz:

1980 yılında başlayan bu yeni istikamet, 1990’lı yıllara girdiğimizde hedefine ulaşmıştır. Yaptığımız hamleler, ülkemizin bu büyük başarısı başkalarına örnek gösterilmektedir. Serbest piyasa ekonomisine adım atan Doğu Bloku ülkeleri bizim tecrübelerimizden istifade etmek için kapımızı çalmaktadırlar.

Geçen 10 yılın muhasebesini yaptığımızda, bu büyük değişikliklerin, bizlere hiçbir problem getirmemiş olduğu tabiatıyla söylenemez.

Ama şunu söylemeyi bir borç biliyorum.

Bu problemler düşünüldüğü boyutlarda olmamış, milletimizin cesareti, fedakârlığı sonucu daha kolay hissedilebilir hâle gelmiştir.

Bu değişiklikler sonucu yükselen enflasyon 1990 sene süratle inmeye başlamıştır.

Temmuz 1989’da geçen sene toptan eşya fiyatları endekslerine göre % 74,6 olan enflasyon, Temmuz 1990’da, yani 12 ay sonra,% 46,4’e inmiştir.

Diğer taraftan, Devlet İstatistik Enstitüsü tahminlerine nazaran, bu yıl Gayri Safi Milli Hasıla artışa yani Milli gelir sabit fiyatlarla, % 10 gibi rekor bir seviyeye ulaşmıştır.

Ayrıca, bu artışa tesir eden önemli faktör olarak sanayi sektörümüzdeki G.S.M.H. artışının da % 11,7 olması çok memnuniyet vericidir.

Bütün bunlar iki gerçeği ortaya koymaktadır:

Birincisi, son on yıldaki çabalarımızın, fedakârlıklarımızın, Türkiye’yi ileri götürme azmimizin meyvelerini toplamaya başladık.

İkinci önemli husus, Cumhuriyet tarihimizde son 40 yıldır her 10 senede bir karşılaşılan ekonomik krizin ana sebebi olarak gösterilen kalkınma hızımızın % 7’yi aşması halinde ödemeler dengesinin derhal bozulması keyfiyeti artık ortadan kalkmıştır.

Başka bir deyişle, ödemeler dengesi kalkınmamızın önünde bir darboğaz olmaktan çıkmıştır.

Sayın Milletvekilleri,

Önümüzdeki 10 yıl, 1980’li yıllardan farklı olacaktır. Bu on yılda, daha önceki on yılda olduğu gibi ekonomik meselelerimize önem vermeye devam edeceğiz. Ama, bu dönem, esas itibarıyla, kendimizi, 21. Yüzyılın bilgi ve yüksek teknoloji çağına hazırlayacağımız dönemdir. Başka bir deyişle bir geçiş dönemi olacaktır.

1970’li yıllarda bizde de pek moda bir slogan haline getirilen ağır sanayi, yerini artık yüksek teknolojili sanayiye terk etmektedir.

Vaktiyle dünyaya tarımla başlayan gelişme, zamanla sanayiye kaymış ve sanayide otomasyonun hâkim olması sonucu istihdamın yöneldiği hizmet sektörü ileri ülkelerde ağırlık kazanmaya başlamıştır.

Türkiye’de de hizmet sektörü önümüzdeki yıllarda büyük ağırlık taşıyacaktır. Yalnız, hizmet sektörü çok kaliteli eleman ister. Bilgi birikimi yüksek profesyonellerin çalıştığı bir sektördür.

Türk toplumunun hiç şüphe yok ki, geleceği bedenen sağlıklı, çağdaş bilgilerle mücehhez yeni nesiller yetiştirmedeki başarımıza bağlıdır.

Gelişen, modernleşen Türkiye’mizde eğitimin yaygınlaştırılması ve kalitesinin yükseltilmesi önde gelen iki önceliğimizden biridir. Eğitimin sadece okullarla sınırlı kalmaması, hayatımızın her sahasına yayılması ayrı bir hedefimiz olmalıdır.

Diğer önceliğimiz ise sağlıktır. Birçok reforma ihtiyacı olan bir alandır ve devletin ağırlığı hem bu alana, hem de eğitime kaydırılmalıdır. Buna karşın, eğitim ve sağlık alanlarında merkeziyetçilikten uzaklaşılması ve vilayetler, ilçeler, kasabalar gibi yerleşim birimlerinde vatandaşın doğrudan katkısını ve katılımını sağlayacak düzenlemelere gidilmesi gerekecektir.

Bu suretle halkımız okuluna, hastanesine daha fazla sahip çıkacaktır.

Devlet de bu yoldaki girişimlere maddi ve manevi destek vermelidir.

Sonunda hem devlet hem de vatandaş bundan kazançlı çıkacaktır.

Geçen seneki konuşmamda önemle değindiğim bu hayati konuların bu yıl da altını çizmekte fayda gördüm.

Burada, o konuşmamdaki bütün hususları tekrarlamak istemiyorum. Ama, insan hakları konusunda olsun, çevrenin korunmasında olsun, diğer konularda olsun, o zaman ifade ettiğim görüşleri aynı inançla bugün de aynen muhafaza ettiğimi belirtmekte yarar görüyorum. Çünkü bu meseleler uygar olmanın mihenk taşlarıdır.

Önümüzdeki on yılda Türkiye’yi parlak bir geleceğin beklediğine bütün samimiyetimle inandığımı sizlere burada belirtmekten ayrı bir zevk ve gurur duyuyorum.

Sayın Milletvekilleri,

2 Ağustos günü Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan ve bölgemizde istikrarı ve dünya barışını tehdit eden gelişmelerin, ülkemiz ekonomisindeki bu fevkalade olumlu seyri maalesef bir ölçüde etkilemesi kaçınılmazdır. İnancım Türk ekonomisinin bu bunalımı göğüsleyecek güce sahip olduğudur.

Türkiye’nin hemen yanı başında cereyan eden ve ülkemizi yakından ilgilendirdiği kadar etkileyen bu hadiseler, başından itibaren, tarafımızdan büyük bir hassasiyetle takip edilmiş ve değerlendirilmiştir. Politikamız, uluslararası hukuka daima saygılı davranmış ve sorumluluklarını müdrik bir ülke olarak, millî menfaatlerimizin gerekleri istikametinde tespit edilmiştir.

Ben, hadisenin başlamasıyla birlikte Millî Güvenlik Kurulu ve Bakanlar Kurulu’nu bu amaçla topladım.

Başta ABD Başkanı Bush, Suudi Arabistan Kralı ve Kuveyt Emiri olmak üzere bölgede ve Batı’da hadiselerle yakından ilgili birçok liderle telefon görüşmelerim oldu.

Bu görüşmeler bizi hadiselerin cereyanı ve muhtemel seyri hakkında ilk elden bilgi sahibi kılmıştır. Ayrıca kendilerine görüşlerimizi ve tutumumuzu aktarma imkânı bulduk.

Politikamız esas itibarıyla Irak’ın Kuveyt’ten kayıtsız şartsız çekilmesi, Kuveyt’in bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün ihyası ve meşru Kuveyt yönetiminin geri dönmesini sağlamaya yönelik olmuştur.

Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararlar tarafımızdan desteklenmiş ve vazedilen ekonomik yaptırımlar süratle uygulamaya konmuştur.

Dikkat edilirse, Güvenlik Konseyi’nin kararları oybirliği ile alınmış kararlardır ve tarihte ilk defa bütün dünya bir tecavüz karşısında birleşmiştir.

Sayın Milletvekilleri,

Günümüzde, ekonomik ve politik gelişmeler çok süratli cereyan etmektedir. Önümüzdeki 10 yıllık dönemde bu hareketliliğin daha da artacağı muhakkaktır.

İçinde bulunduğumuz yüksek teknoloji ve telekomünikasyon çağında hadiselerin çok yakından takibi, analizi ve süratle karar verilmesi gereği ortadadır.

Bu bakımdan, manevra kabiliyetimizin bu ihtiyaca cevap verebilecek şekilde geniş olması gerekir.

Hatta klasik diplomatik kanallar bu seri gelişmelerin gerisinde kalabilmektedir.

Şu da gerçektir ki, dünyadaki değişim Türk dış politikasının parametrelerini genişletmiştir.

Bu söylediklerimin en tipik misali, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ambargo kararı alınmasının hemen akabinde, süratle hareket ederek, ekonomik yaptırımları uygulamaya koymasıdır.

Bu şekilde hareket etmemiz, ülkemizin dünya nezdindeki itibarını arttırmış ve Türkiye’yi dünya kamuoyu önünde ön plana çıkarmıştır.

Ambargo kararının bir veya iki gün geç alınması, yarattığımız olumlu etkiyi azaltacak, hatta bu kararı baskı altında aldığımız izlenimini kesinlikle yaratacaktı.

Türkiye’nin, bu ambargonun etkin olmasında oynadığı kilit rolü herkes teslim etmektedir.

Etkin bir ambargonun etkin olmasında oynadığı kilit rolü herkes teslim etmektedir.

Etkin bir ambargonun tesis edilmiş olması ise, meselenin bir silahlı çatışmaya dönüşmeden halledilmesi ihtimalini kuvvetlendirmiştir.

Bu da hem Türkiye’nin, hem bütün ilgili tarafların menfaatine olmuştur.

Sayın Milletvekilleri,

Türkiye bölgesinde bir istikrar unsuru, güçlü bir ülkedir. Hem Batı, hem Doğu nezdinde vazgeçilmez bir ülkedir ve aralarında bir köprüdür. Hadiseler bu gerçeği bir kere daha gözler önüne sermiştir.

Bu gerçeğin bizim tarafımızdan söylenmesinden ziyade başkaları tarafından teslim edilmiş olması önemlidir. Ambargo konusunda aldığımız, kesin ve kararlı tutum bu konuda önemli mesafe alınmasına yaramışsa da, bu dahi tek başına yeterli değildir.

Bu hususun temin edilebilmesi ve Türkiye’nin menfaatlerinin tam manasıyla gözetilebilmesi, bundan sonra izleyeceği politikanın dinamiğiyle de yakından ilişkilidir.

Hemen yanı başımızda cereyan eden Körfez’deki gelişmeler tabiatıyla ülkemizi çok yakından alakadar etmektedir.

Bu bakımdan, sadece kriz sırasındaki gelişmeler değil, kriz sonrası bölgede ortaya çıkabilecek değişikliklerin ülkemiz üzerindeki etkilerini de gözden hiç uzak tutamayız.

Onun içindir ki, bu oluşumlara tesir edecek bir konumda olmamız ve dinamik bir politika izlememiz gereği vardır.

Bir başka ifadeyle, bu körfez bunalımında çekingen, kararsız, başkalarının karar vermesini bekleyen bir tutum ittihaz etmemesi düşünülemez.

Aksi takdirde, Türkiye’nin ali menfaatlerinin söz konusu olduğu bir meselede, tesirli bir ülke olma imkânını büyük ölçüde kaybedeceğimiz aşikârdır.

Bu itibarla, huzurunuzda, Hükûmet Anayasamızın 92. Maddesinde kayıtlı, savaş hâli ilanı izni hariç, diğer izinlerin verilmesini tavsiye ediyorum.

Bu, hadiselerin seyrine göre süratle hareket etme kabiliyetini elde tutma imkânını verecek, dinamik bir politika izlememize çok yardımcı olacaktır.

Ülkemizin ileride telafisi çok zor bir durumla karşılaşmaması için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Hükûmet’e tavsiye ettiğim izni vereceğine inanıyorum.

Anayasasında bazı tahditler olan Japonya ve Federal Almanya dışındaki bütün demokratik ülkelerin bu hareket kabiliyetine sahip olduklarını da ayrıca müşahede ediyoruz.

Ayrıca şunu özellikle belirtmek istiyorum.

Ülkemizin herhangi bir ülke ile, hele hele bir komşumuzla savaşa girme tasavvuru kesinlikle olamaz.

Biz, Büyük Atatürk’ün “ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” prensibine sımsıkı bağlıyız.

Nice harbin acı ve yıkıntılarını yaşamış olan Türk Milleti barışın değerini en iyi bilen milletlerdendir.

Ülkemizde gerçekleştirilen gelişmenin, kalkınmanın ancak sulh ortamında mümkün olduğunun bilinci içindedir.

21. asrın eşiğinde, 57 milyona varan nüfusuyla büyük ve güçlü bir Türkiye, süratle değişen dünyadaki yeni durumları muhakkak lehine kullanabilmelidir.

Bu sayede ülkemiz 21. Yüzyılda dünya ülkeleri arasında mümtaz yerini muhakkak alacaktır.

Unutmayalım ki, Türkiye, bu yeni dünyada yerini ve kaderini tayin etme gücüne her zamandan daha fazla sahiptir.

Sayın Milletvekilleri,

Konuşmamın sonuna yaklaşırken, birkaç önemli konuya daha değinmek istiyorum:

Her şeyden evvel, Türkiye’de mümkün olduğu kadar kısır çekişmelerden uzak, hayati önemi haiz meseleler etrafında toplanmış, birliğimizi ve bütünlüğümüzü her şeyin üstünde tutan bir yaklaşım içinde olmamız elzemdir.

Bazı misaller vermek istiyorum:

Bunların başında serbest piyasa ekonomisinin idame ettirilmesi gelmektedir.

Bugün bütün ileri ülkelerde bu çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Doğu Bloku Ülkeleri dahi aynı çizgiye gelmiştir.

Türkiye hızlı gelişmesini sürdürecekse, hangi parti iktidarda olursa olsun, bu ancak rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisi içinde gerçekleştirilebilecektir.

Ekonomik gelişmemize paralel olarak hızlı bir şehirleşme süreci içinde olduğumuzu da ifade etmiştim.

Belediyelerin, il özel idarelerinin sorunlarının çığ gibi büyüdüğü bir devrede sorunlara partilerarası bir uzlaşma ve bir ülke politikası yaklaşımıyla çözüm bulunması en uygun yol olacaktır.

Ancak bu sayede, belediyelerimize, il özel idarelerimize dahi iyi destek olunması, daha fazla maddi imkân sağlanması ve vatandaşlarımıza daha iyi hizmet götürülmesi imkân dahiline girecektir.

Bu bakımdan gerekli mevzuatın hazırlanmasında ve gerekli diğer tedbirlerin biran önce alınmasında yarar görmekteyim.

Bu tedbirler zamanında alınmadığı takdirde, ileride, altyapı sorunları, çevre sorunları, sağlık sorunları dahil şehirlerimizde çok büyük meselelerle karşılaşılması kaçınılmaz olacaktır.

Onun için, iktidar olsun, muhalefet olsun bütün siyasi partilerimizin bu konuya elbirliğiyle çözüm aramaları lazımdır.

Ben de, Cumhurbaşkanı olarak bu konuda siyasi partilerimize her türlü desteği vermeye hazırım.

Diğer önemli bir konu da, geçen yıl Cumhurbaşkanlığı yemin töreninde yine yüce Meclisinizin önünde söylediğim gibi, üç temel hürriyetin geliştirilmesi ve korunmasıdır.

Bu hürriyetler düşünce hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti ve teşebbüs hürriyetidir. Bu hürriyetlerin uygar dünyanın önde gelen ülkeleri arasında layık olduğumuz yeri almamızın vazgeçilmez şartı olduğunu unutmamamız gerekir.

Ancak bu hürriyetlerin geliştirilip, pekiştirilmesi sayesindedir ki toplumumuzda serbest ve ileri düşünceye gem vuran bir takım tabuların yıkılması mümkün olabilecektir.

Sözlerimi bitirirken şunu bilhassa ifade etmek istiyorum:

Körfez krizi dolayısıyla hepimizin müşahede ettiği önemli bir husus daha var.

O da, bütün ileri demokratik ülkelerin bu kriz karşısında, iktidarıyla, muhalefetiyle bir millî bütün oluşturduklarıdır.

Ülkemizin de, bu bakımdan, yüksek menfaatlerimizi ön planda tutan, örnek bir dayanışma sergilenmesinde sonsuz yarar vardır.

Sayın Başkan, Sayın Milletvekilleri,

Bu düşüncelerle yeni yasama yılının yüce milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize başarı dileklerimle birlikte sevgi ve saygılarımı sunuyorum.