Turgut Özal'ın, ölümünün 54. yılında Atatürk'ü anma toplantısındaki konuşması
Sayın Konuklar,
Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 54’üncü yılında, O’nu milletçe içten tazim ve şükran duygularıyla anıyoruz.
Artık yas tutmak yerine, O’nun fikirlerini daha iyi anlamaya, eserlerini daha iyi kavramaya çalışıyoruz. Böylece yakın tarihimizle ilgili bilgilerimiz açıklık kazanmakta, devletimizin dünü, bugünü ve geleceği daha iyi aydınlanmaktadır.
Bu yaklaşım, özellikle genç kuşaklarımız için yol gösterici ve ders verici olduğu kadar Atatürk’ü ve eserlerini anlamalarını da sağlamaktadır. Buna her zamandan daha fazla ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim.
Hürriyetçi demokratik düzeni hayat tarzı olarak seçmiş bir ülkede, her değerin sorgulanmasından sakınmak mümkün değildir. Aksine biz de, bu eğilimlerden yararlanarak Atatürk ve eserleri hakkında gerçeklere dayalı, fikrî temelleri sağlam bir bilinç yaratmalıyız. Ona olan sevgi ve bağlılığımızın böylece daha da pekişeceğine inanıyorum. Türk milletinin Atatürk’e neyi borçlu olduğunun hiçbir tereddüte yer vermeyecek biçimde bilinmesi lâzımdır. Bu hem bir kadirşinaslık borcu, hem de geleceğe daha iyi hazırlanmanın lâzım şartıdır.
Bir takım kasıtlı cereyanlar karşısında zaafa düşmemenin de en etkili yoludur. Kaldı ki, gençlerin mükemmel örnekleri tanımaya, ilmî bir zihniyetle anlamaya ihtiyaçları vardır.
O büyük insanı bütün kabiliyet ve meziyetleriyle tanımak yeni kuşaklar için hem şart hem önemli imkândır. Aksi halde, büyük insanlar yetiştiren bir millet olmamızın nimetlerinden yararlanabilmekten mahrum kalırız.
Değerli Konuklar,
Atatürk genç sayılabilecek bir yaşta aramızdan ayrılmış olmasına rağmen, mucizevi başarılarla az zamanda çok işler yapmış, büyük eserler bırakmıştır.
Atatürk tarihi misyonunu yüklendiği vakit ardarda harplerin bitkin düşürdüğü bir milleti, dört bir yandan işgal edilmiş bir vatanı darmadağın edilmiş bir orduyu toparlayarak kurtarmak zorundaydı. Böylesine ağır şartlarda başarılı olabilmek için askeri ve siyasi bir dehaya ihtiyaç vardı. Türk milleti Atatürk’ün şahsında bu imkâna kavuşmuş ve başarıya ulaşmıştır.
Atatürk’ün başarılarında, müstesna meziyetleri yanında, Türk milletine olan güven duygusunun da büyük tesiri olduğuna kaniyim. O, Türk insanının büyük meziyetlerini harp meydanlarında yakından görmüş; yine harp meydanlarında tanıdığı öteki ülke askerleriyle mukayese etmek imkânını bulmuştur. Bu itibarla Büyük Atatürk, çoğu kez bir risk sayılabilecek teşebbüslere geçerken nasıl bir millet için ve nasıl bir milletle yola çıktığını çok iyi biliyordu.
Atatürk’ü büyük bir devlet adamı olarak tarihe tescil eden hâdise, onun yeni kurduğu devlete kazandırdığı çağdaş kimlik olmuştur.
İçinde yetiştiği Osmanlı Devlet Geleneğine rağmen, “Milli Hâkimiyet” ilkesini Cumhuriyet’in temeline oturtmayı bilmiş, insanımızı “tebaalıktan” Cumhuriyet’in şerefli vatandaşlığına yükseltmesi, tarihimizin en hayati adımlarından biri olmuştur.
Bir ümmet toplumu görünümünde olan Anadolu halkını, çağdaş bir “millet” yapabilmesi de en dikkate değer başarılarından biridir.
Ülkemizin lâik bir devlet düzenine geçebilmesini, O’nun çağdaş gerçekleri ve ihtiyaçları isabetle tayin etme kabiliyetine borçluyuz. Böylesine zor ve riskli bir adım atabilmek için çelikten bir iradeye ihtiyaç vardı. Atatürk böyle bir iradenin de timsali olmuştur.
Atatürk kahraman bir asker olmasına rağmen, demokrasiyi ve halk iradesini devlet hayatına mal etmeyi tercih eden ender insanlardan biridir. Daha yola ilk çıktığı günlerde, 1920’lerde, yapılmasını mukadder gördüğü “Millî mücadele”nin başına kimin geçmesi gerektiğini, dava arkadaşları arasında oylamak suretiyle tespit ederek, ne denli demokratik düşündüğünü göstermiştir.
Sayın Konuklar,
Çok partili parlamenter düzene geçiş için iki defa teşebbüs ettiğini hepimiz hatırlıyoruz. Hâdisenin dikkate değer olan yönü, başka ülkelerde bir takım liderlerin totaliter ve otoriter rejimleri baştacı ettikleri bir dönemde, O’nun demokrasiyi seçmiş olmasıdır.
Daha önce de belirttiğim gibi, bu dönemde, sivil kökenli birçok yabancı devlet başkanı kendilerine yüksek askeri rütbeler yakıştırıp, üniformalı resimler çektirirken, Atatürk ve arkadaşlarının harp meydanlarında askeri dehaları sayesinde kazandıkları yüksek rütbeleri bir kenara bırakıp, üniformalarını çıkararak birer sivil vatandaş olmaya özen göstermeleri çok manidardır.
Bu tavırlar O’nun daha o zaman çağdaş devletin icaplarını çok iyi kavradığını ve nasıl bir demokratik devlet düşlediğini göstermesi bakımından şayanı dikkattir.
Devletimize kazandırdığı kimlik, dünyanın geçirdiği bunca değişikliğe rağmen, bugün dost ve kardeş ülkeler tarafından örnek almaya değer bir model olarak görülmektedir.
Harp meydanlarından daha çizmesinin tozuyla yeni döndüğü günlerde, İzmir I. İktisat Kongresi’ni toplaması, O’nun bir milletin istiklâl ve refahı için ekonominin ne kadar önem ve öncelik taşıdığını çok iyi kavradığını gösteriyor.
Batılılaşmayı, çağdaşlaşmanın ilk aşaması olarak görmesi, O’nun medeniyet tarihinden gerekli dersleri çıkarabilecek bir kültüre de sahip olduğuna işarettir.
Harp meydanlarından zaferlerle döneceksiniz ve barışın dünya için en büyük nimet olduğunu söyleyebileceksiniz. Bu ancak, Atatürk’ün üstün şahsiyetine yakışan bir davranıştır. Atatürk’ün Türkiye dışında bıraktığı tesir, bizim de iftihar edeceğimiz düzeyde ve önemde olmuştur. O günün şartları içinde, Müslüman ülkeler Atatürk’ü İslâm Âlemi’nin asırlar süren ezilmişliğine teselli olacak bir “mücahit” olarak değerlendirmişlerdir. Emperyalizme karşı savaş verdiği için de, sömürge olmuş ülkelerde bir umut olarak görülmüştür.
Değerli Konuklar,
Atatürk Türk’ün tarihî serüveninde hayat ve ölümle karşılaştığı benzersiz şartların yarattığı bir liderdir, taklit edilmesi imkânsızdır. Temennim, Türk Milletinin yeni bir Atatürk yaratacak duruma bir daha düşmemesidir. Zira hiçbir millet varlığını bir lidere bu ölçüde borçlu olmamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıldığı, Türk’ün tarih sahnesinden silinmek üzere olduğu, Türk milletine yeryüzünde hiçbir coğrafi toprak parçasının lâyık görülmediği bir ortamda Atatürk, “Kaderin insanı” olarak ortaya çıkmıştır. Kurtuluş, Türk milletinin Atatürk’ün arkasında toplanması ve gerçek anlamda bir hayat-memat savaşı vermesi sonunda başarılmıştır.
Milletin, Atatürk’ün olmaması halinde yok olmaktan kurtulamayacağını hissetmiş olması, O’na karşı duyduğu minnetin sonsuz boyutlarını oluşturmuştur. Bu duygu biraz da lidersiz milletin aczinin de ikrarı gibidir. Böyle bir ortamda Atatürk’ün ister istemez tabulaştırılması, hatta kendiliğinden tabulaşmasını anlamak mümkündür. Oysa Atatürk, “Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir” derken bu vasfın her Türk ferdinde bulunmasını arzu etmiştir. Mümeyyiz vasfı hürriyet ve istiklâl olan bir milletin liderinin, ne denli büyük olursa olsun, insanüstü niteliklere büründürülmesi mümkün değildir. Ünlü konuşmasındaki sildiği satırlarda “Naçiz vücudunun bir gün toprak olacağı”nı söylemesi ve Türk milletinden sadece “unutulmama-yı” istemesi, sonra ondan bile vazgeçmesi, onun da ne ölçüde insan olduğunu simgeleyen derin bir tevazu örneği değil midir?
Türk milletinin Atatürk’ü unutması imkânsızdır. Önemli olan, O’nu nasıl hatırlayacağıdır. Türk milletinin bugün Atatürk’ten ilham ve güç alarak ulaştığı akılcı aşamada, O’nu tabulardan sıyrılmış bir insan olarak hatırlaması, O’na gerçekten lâyık olduğumuzu kanıtlayacaktır. Bu Atatürk’ü küçültmez. Tersine bir insanın maddi varlığının tüm doğal zaaflarına rağmen ne kadar yücelebileceğini göstermesi bakımından, gerçek boyutlarına kavuşturarak, büyültür.
Sayın Konuklar,
Arkamızda kalan son 54 yıl içinde dünyamızda ve ülkemizde, çok önemli olaylar yaşadık.
II. Dünya Savaşı’nın karanlık ve acı günlerine katlandık. Hemen ardından bloklar arası savaşın soğuk baskısına göğüs gerdik. İlk fırsatta Atatürk’ün büyük hayâli olan çok partili düzene geçtik ve onun getirdiği çalkantılardan basiretle korunduk. Büyük ölçüde içine kapanmış ve hatta tıkanmış olan ekonomimize yeni ufuklar açtık.
Allah’a şükür bugün ülkemiz, komşuları arasında en ileri ve en güçlü bir ülke konumuna geldi. Türkiye Cumhuriyeti artık bölgesinde hatırı sayılır ve güvenilir bir büyük devlettir.
Bütün bu başarılarımızda, O’ndan aldığımız ilhamın ve O’nun verdiği ilk hızın büyük tesiri olmuştur. Atatürk’ün ilke ve inkılâplarını o günün şart ve ihtiyaçları içinde değerlendirmekle yetinmeyip günümüzün süratle değişen ve gelişen şartlar ve ihtiyaçlarına uygun yorumlanması gerekir.
Toplum hayatı dinamik bir prosestir ve daima yeniliklere açık kalmalıdır. Aksi halde, toplumumuzu geliştirmemiz ve 2000’li yılların gereklerine hazırlamamız mümkün olamaz. Bu ise Atatürk’ün çağdaşlaşma arzusuna ve “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma” idealine ters bir yaklaşım olur ve hızla gelişen değişim sürecine ayak uydurabilmemiz çok güçleşir.
Unutmayalım ki, O’nunla aynı tarihte yola çıkan birçok liderin kendi ülke ve devletleri için seçtikleri siyasi, iktisadi ve sosyal modeller birer “başarısızlık ve pişmanlık numunesi” olarak göçüp gitmişlerdir. Başkalarının kendi ülkelerinin kaderinde böylesine hazin roller oynamasına karşılık, Atatürk’ün milletimizin kaderine âdeta bir güneş gibi doğmasından haklı olarak iftihar ediyoruz.
Şimdi memnuniyetle ifade edeyim ki, O’nun zamanında yapılmasını istediklerinden birçoğunu gerçekleştirmiş olmanın haklı gururunu ve vazifesini yapmış bir Milletin bahtiyarlığını hissediyoruz.
Bizlerden sonra da yaratıcı gücü yüksek, başarı azmi ve gayreti mükemmel olan gençliğimizin Atatürk’ten devraldığı emanetin, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalacağından hiçbir şüphem yoktur.
Teşekkür ederim.