Teali-i İslâm Cemiyeti'nin İkinci Beyannamesi

Teali-i İslâm Cemiyeti'nin İkinci Beyannamesi

Vücut ve hayat demek laşuurf veya şuuri diğer bir vazife ifası demek olduğu için hilkatte hiçbir mevcut, hiçbir uzuv yoktur ki bir vazifesi bulunmasın. Vazifesi hitam bulmuş ve aheng-i kainatta kendisine hiçbir ihtiyaç kalmamış olan mevcudiyetler mahkûmu inkırazdırlar. Kainatın en mühim bir tabakasını teşkil eden insanlarda ise bu hakikat daha bariz bir surette müncelidir. Fertler gibi sınıf, cemaat, millet, devlet mefhumlarının masadakı olan bütün cemiyetlerin dahi hayat ve bekaları ifasına namzet bulundukları vazifenin kiymet ve ehemmiyetiyle mütenasibtir. Ruy-i arz vazifesini bihakkın idrak ve icra eden insanlar demek olan erbab-ı salâha mev'uddur.

Yalnız mazinin mirasını istihkâk etmek, eslâf-ı ahyarın temasil-i mesaileri olan hazain-i irsiyeyi tahlilhane-i teşehhide eritmek sevdasından başka emel taşımayanlar cihanın mastaba-i sefaletinde sürüne sürüne can verirler ve halefleri olmak bedbahtlığında bulunanların da ilelebed lânetlerine mazhar olurlar.

Binaenaleyh -gerek fert olsun gerek cemaat- insanlar, hayat ve bekaya istihkaklarını anlayabilmek için evvelemirde icrasına müvekkil olacakları bir vazileyi idrak ve o vazilenin kıymet ve ehemmiyetini daima muvazene ve muhakeme etmek mecburiyetindedirler.

Bugün devlet-i aliyye-i Osmaniye ve bünye-i hilâleti seniye-i İslâmiye'nin hevlengiz bir tarraka-i dehşet füzud ile zelzeledir olduğunu görmekten mütevellit bir raşe ve irticac içinde kalan Osmanlılar şu hengâm-ı ızdırapta kendilerinin hikmet-i mevcudiyet ve bekaları olabilecek olan vazife-i nedeniye ve siyasiyelerini güzelce idrak ve tesbit edemezlerse hudanegerde:

“Inne yeşa yezhehihüküm eyyühennas veyete biahirin” hitab-ı kibriyasinın pis-i celâlinde eriyip gideceklerine kani olmalıdırlar. Âlemde hukuk ve hürriyeti beşeriyenin kudsiyetini tesbit ederek hayat-ı insaniyede bir madelet-i fazıla-i içtimaiyc ve yeryüzünde bir selârnet-i Amrne-i şamile tesis etmek üzere doğmuş olan mihr-i münir-i İslâm gaye-i maneviyesine ermiş ve inkişalını ikmal ve itmam etmiş değildir. Vazife-i Islami yalnız kılıç kullanmak zannedenler çok yanılmışlardır. İslamın şu kimyahane-i hayatta daha büyük ve daha mukaddes vazifeleri vardır. Islâm dininin tebliğ ve tahmil eylediği gaye-i aliyeye, salah ve felâh-ı beser emelinin tecelli-i kâmil ve şamiline pek ziyade ihtiyac ve istidat göstermekte bulunan ve hayretengiz tekallubatıyla mesut bir muvazenc-i içtimaiye peşinde koştuğu anlaşılan şu asr-ı inkılâpta istikbalin nese-i müvaffakiyetini ruhunda taşıyabilecek sevimli bir ârnil-i medeni olmak vazifesiyle mukelleltir ve bu vazifesini idrak edebilmek için bir hayli esbaba da maliktir.

Malûm olmak lazimgeldiği vechile din-i İslâm her hususla itidal esasına musteniddir. İslâm ummeti vasattır: âlemde ne kadar elkar ve mesalik-i mütehalife varsa her ikisinin kader-i müştereki olan had-i vasata ibtina eyler. İstikbalin ruy-i zeminde ne ulüvvü mutlak пе de garez-i fesad takip etmeyen insanlara mevud olduğunu bilen İslâm'ın ifrat ve tefrit ile işi olamaz. İslâm ne ümidin mağruru ne de yeisin mağlubu olur. Işte Osmanlılar bu vazife-i Islâmiye ve medenilerini eda edebilmek için evvel emirde vatanlarının selmü sükünuna, anasırı fesad ve ihtilalden tathiriyle birçok mesai-i diniye ve medeniye iktihamına her zamandan ziyade mecbur bulunduklarını idrak eylemelidirler.

Bugün timsal-i hilafet-i İslâmiye olan devlet-i aliye-i Osmaniye'nin velvele-i izmihlali ile dilhiras olmak talihsizliğinde bulunuyorlarsa bunun sebebini her şeyden evvel vazifelerini idrak ve takip edememekten mütevellit olan günahlarında aramak lâzımgelir.

Tarih, bize gösteriyor ki, hicret-i seniye'nin altıncı ve yedinci asırlarında hilafet-i Islâmiye bir taraftan Cengizlerin diğer taraftan ehli salibin silahı taarruzu altında munkariz olmuştu. O zaman bu iki cereyanı muharib ahlâken, ilmen serveten hasılı medeniyeten İslâm'ın nıadununda idiler. O zaman Müslümanlar arazilerinin vüsatı, anasır-ı ınaneviye ve tabiiyelerinin tenevvülü ile mütenasip bir idare-i muntazama, bir siyaset-i müterakkiye tatbik edecek derecede ifa-yı vazile edemediler. Tefevvuk-u medeniyeleri, sukut-u ѕіуаѕіусісгіпе mani olamadı. Haşin ve galiz, mutaassıp ve müntakim iki tufanı istilânın hücumat-ı tahripkârisi önünde tarümar oldular. Fakat bu galipler aynı zamanda müessese-i İslâm'ın ruh ve maneviyeti karşısında itiraf-ı mağlubiyetten de azade kalamadı. Mağlubiyet ve izmihlâlinden sonra bile rüçhan-ı manevisini kaybetmeyen İslâm'ın o sırada en büyük kusuru silahına arız olan zaaftan neşet ettiği anlaşıldı. Bu esnada idi ki Osmanlılar bu silahı tekefful eden bir kahraman olarak zuhur ettiler. Beyza-i İslâm'ın müdafaası vazilesi devlet-i Osmaniye'ye vücut veren bir hikmet-i hilkat oldu. Bu suretle Osmanlılar meydan-ı gazaya atıldılar, tarih-i beşere yeni bir karn ilâve ettiler! Hazreti peygamberin Müslümanlara telkin buyurduğu mefküre-i fütuhatın muntehası feth-i Kostantiniye idi. Müslümanların mevaidi mahsusa-i diniyesinden bulunan İstanbul'un fethi İslamın vazife-i musellehasını gayesine eriştirmiş oluyordu. Vakta ki Selim-i evvel yediyle hilafet-i İslâmiye emanet-i kübrası cayi selâmetini buldu, artık vazife-i Islâmiye cihad-ı asgardan cihad-ı ekbere yani kılıçtan kaleme intikal etmek lâzımgeliyordu. Vazife-i İslam muharebe meydanlarından ziyade medeniyet fezalarında taharri olunmak, kılıçlar nufuzlarını kalemlere fikirlere tevdi eylemek iktiza ediyordu. Mutemadiyen ıslahat-ı dahiliye ve tekemmülat-ı medeniye ile uğraşacak, alak ile enfusun, ruhiyat ile cismaniyetin hemnisabı terakkı olmasına itina edilerek din-i İslâm'ın gaye- asliyesi olan madelet1 fazila-ı içtimaiyenin takririyle saadet-i beşeriyenin teminine sarf-ı makderet olunacak zaman gelmisti.

Vazilenin bu tahavvulu gereği gibi idrak olunamamış olmalı ki Osmanlılar bu gune kadar vazıle-ı musellahanın daima ruçhanı hissini taşıyor gibi gorunduler ve binnetice bir gun geldi ki âlem-i Islâm garbin sebk-i medeni ve sıyasisini kabul etmek mecburiyetinde kaldı. Bir iki asırdan beri mukadderatı devler bu sebkin taht-ı tesirinde çalkalandı durdu.

Nihayet üçyüz yirmidört inkılâbından sonra zimam-ı hükümeti ele alarak tali-i devlet ile oynamaya başlayanlar semend-i devleti büsbütün maküs bir hedefe sevkettiler, İslam" ruh ve maneviyet-i asliyesinden çıkarmak için vesait-i teşviş ve ihtilale germi verdiler; gaye ve mekasıd-ı Islâmiye'nin aleyhine dinamit yakıp bomba atmak istediler, ruh ve maneviyet-i İslam" müdafaa için değil, belki yıkıp yakmak için milleti harpten harbe sürüklediler, Harbi Umumiye de karıştılar, cihad ilânı mürailiğine kadar cüret gösterdiler ve memleketi bugünkü akibet-i elimeye getirdiler, bütün mesaib-i mesuliyeti de duş-i ümmete tahmil eylemek istediler; Alemde hak, namus, fazilet için yaşamak ve bu gayeye hizmet için ölmek şiarıyla tanınmış olan Müslümanları büleva-i mağlubiyetin yanında bir de şeyn-i ihtiras ve fesad ile şaibedâr etmek hiyanetini irtikâp ettiler.

Mütarekenin akdinden sonra devletin en zayıf ve en nazik zamanında da mevki-i iktidara gelen hükümetlere tali-i nâsazı mağlubiyetin icap ettiği tarz-ı siyaseti tatbik ettirmemek için her türlü mevani ve müşkülâtı ihdasa çalıştılar, duvel-i galibenin vatan ve milletimiz hakkında hüsn-ü temayülâtını isticlâp edebilecek teşebbusatı akılâne ve durendişâneye meydan bırakmamak ve bilâkis dünyayı aleyhimize iğzap etmek için çalıştılar! İzmir hadisesi üzerine hükümetin tuttuğu tarik-i siyasetin muvaffakiyetle semerebahş olmak emarelerini göstermeğe başladığı bir sırada, hükümet ile millet arasına sokulmak istediler, kuva-yı milliye ünvan-ı kâzibi alımda hükümete karşı müziç müdahalåta vc vatanı daha buyuk felaketlere sürükleyecek bağyü isyanlara kalkıştılar; vahdet-i milleti ihlâl eyledıler; memleketi yeni baştan tahrip ettiler; dünyada görülmedik, işitilmedik fecayi ve mezalim ika eylediler, memlekete harici düşmanların yapmak istemeyeceği fenalıkları yaptılar, binnetice şerait-i sulhiyemizin fevkattasavvur bir şekle ifrağına sebep oldular!

Akıbet, devlet iki tehlikeli muthişenin birini ihtiyar etmek mecburiyet-i elimesinde kaldı: ya muahedenameyi icbar ettiği birçok zayiat ve fedakârlıklara rağmen kabul ve imza ederek Istanbul ve makam-ı hilâfet ile beraber ṣecere-i devletin kokunu kurtarmak veya imzadan istinkaf ederek tehditlerini ıkaa muktedir olan duvel-i muazzamaya karşı tekrar harb serriştesi vererek devlet ve millet-i Osmaniye'yi el'iyazü billâh büsbütün imha ettirmek şıklarından birini ihtiyar etmek ıztırarında kalan hükümet-i Osmaniye şeriat-ı İslâmiye'nin (ehven-i serreyn ihtiyar olunur) kaidesine tevlikan imza kararını verdi ve elinden geldiği kadar tatbikinc azmetti.

Bugün aruk asla istibah edilemeyecek mevattandır ki devlet ve milletin menfaat-ı hayatiyesi ve ılk vazifesi, Kuva-yı bağiyenin fesadını izale ve memleketm asayisini temin ederek İslâm'ın icabat-ı haliye ve gaye-i ahlâkiyesiyle mütenasip müntazam ve mustakim bir idare tesisine çalışmak ve bu suretle таги hasarını tamir ve istikbalin ümidini tenmiye eylemek ve bundan sonra dide-i basiret ve intibahı açarak millet-i Osmaniye ve ummet-i İslamiyenin tekemmulâu medeniyesine ve saadet-i içtimaıyesine hasr-ı emel ederek, aheng-t beşeriyet ve cemiyet-i milel içinde vazileşinas bir unsur-u faziletkar olmaya uyraşmaktır.

Akıbet, devlet iki tehlikeli muthişenin birini ihtiyar etmek mecburiyet-i elimesinde kaldı: ya muahedenameyi icbar ettiği birçok zayiat ve fedakârlıklara rağmen kabul ve imza ederek Istanbul ve makam-ı hilâfet ile beraber ṣecere-i devletin kokunu kurtarmak veya imzadan istinkaf ederek tehditlerini ıkaa muktedir olan duvel-i muazzamaya karşı tekrar harb serriştesi vererek devlet ve millet-i Osmaniye'yi el'iyazü billâh büsbütün imha ettirmek şıklarından birini ihtiyar etmek ıztırarında kalan hükümet-i Osmaniye şeriat-ı İslâmiye'nin (ehven-i serreyn ihtiyar olunur) kaidesine tevfikan imza kararını verdi ve elinden geldiği kadar tatbikine azmetti.

Bugün artık asla istibah edilemeyecek mevattandır ki devlet ve milletin menfaat-ı hayatiyesi ve ılk vazifesi, kuva-yı bağiyenin fesadını izale ve memleketm asayisini temin ederek İslâm'ın icabat-ı haliye ve gaye-i ahlâkiyesiyle mütenasip müntazam ve mustakim bir idare tesisine çalışmak ve bu suretle mazının hasarını tamir ve istikbalin ümidini tenmiye eylemek ve bundan sonra dide-i basiret ve intibahı açarak millet-i Osmaniye ve ummet-i İslamiyenin tekemmulâu medeniyesine ve saadet-i içtimaıyesine hasr-ı emel ederek, aheng-i beşeriyet ve cemiyet-i milel içinde vazifeşinas bir unsur-u faziletkar olmaya uğraşmaktır.

Şunu iyi bilmek lazımgelir ki bugünkü galip silahların arkasında cesaret-i cahilane degil deha-i medeniyet gizleniyor. Saadet-i Müslimini temin etmek isteyenler o silahlardan evvel o dehalarla hem'inan olmak lüzumunu hatırlarından çıkarmamak iktiza eder. İslamiyetin kalb-i selimini ifsad etmeyen o dehaların sun'u füsunkâriyle tezyin edebilmek, işte bugünkü vazifemizin en mübremi budur.

Bu vazilenin tatbikinden âlemde öyle bir muvazene-i içtimaiye, öyle bir medeniyet-i fadıla husule gelecektir ki beşeriyet mânâ-yi saadeti o zaman idrak edecek ve bugün kabirleri hâk-i mezellette kalmış olan şühedanın ervahı ancak o zaman şâdan olabilecektir.

Böyle bir azm ile istikbali derağuş edebilmek için, şeceresi tayyibe-i devletin urukunu muhafaza ve vatanın bakiyet-üs-süyuf unu hüsnü idare etmek ve âlemi medeniyetin müsafaunı celbe çalışmak en acil vazifemiz olacaktır.

Böyle bir zamanda en büyük âmil-i muvaffakiyet milletin seciye-i necibesi ve şime-i diniyesi olabilir. Efrad-ı millet halifelerine, padişahlarına karşı şeran medyun bulundukları vazile-i itaati her zamandan ziyade bugün ila etmeli ve hükümet ile milletin ahengi temin olunmalıdır. Bugüne kadar hükümet maruz olduğu müşkülat içinde bağileri tedip etmek için icap eden vesaitin istihzarı ve teşebbusatın icrası emrinde kendisinden ümid edilen muvaffakiyeti gosteremedi. Milletin üzerine bu bağilerin tasallutunu henüz izale edemedi.

Fakat sulhün imzasıyla büsbütün kesbi katiyet eden bu vazifenin mübremiyetinde artık tereddüte meydan kalmamıştır. Binaberin istihzar-ı vesait ile meşgul bulunan hükümet-i seniyenin ilk işaretinde kendisine zahir olmak için millet dahi ifa-yi vazile hissini duymalı ve ona göre hazırlanmalı ve erbab-ı bağyın tenkili için hasbel istitaa ahdü misak eylemelidir. Vesselâm alamen et tebeal Hüda.

<Tarık Zafer Tunaya - Türkiye'de Siyasal Partiler cilt 2, sayfa 392-394 >