- Rüzgâr, rüzgâr, bir havaî zelzele
- Üsküdar.
- İskele,
- herkeste tehâcüm, acele...
- Yeri var...
- İşte vapur haykırıyor hiddetle...
- Son düdük
- velvele.
- lâkin karayelmiş bu ne berbat rüzgâr!
- Bu, evet, zelzele!
- Bir sıska toprak hergele
- çekmekte çürük,
- bir araba!
- Geliyor. Durdu, bu kimdir acaba?
- Canlı bir âbide-i kıymetdâr
- çıktı bir manzara-i rikkat-res...
- Bir takım kirli çocuklarla mhât.
- Bir hazin-ü mütefekkir bîkes
- yâdigar!
- Almalı ancak bunu herkes
- yâda.
- Vaz'ı hâmuşu müheyya gibi bir feryada!
- İhtiyar
- Hayli de pejmürde ıyafet... Ancak
- küberâ-yı fukaradan olacak:
- Revişinden kılınan istinbat.
- Hem kibar
- hem de veli çehreli bir hatıra âl-i aba!
- Galiba
- Çamlıca'da sâkin,
- o bir ehl-i tarik
- Bakıyor her yana bir hayret-i pür-haclet ile.
- Hele, çok geçmedi lâkin
- arası:
- Âşikâr
- oldu hep esrârı, ne lâzım ta'mik?
- Arabayla vapura vermek için
- yok parası!
- Bu demek ehl-i maaş!...
- Toprağın altına da girmek için
- para lazım! Karayelmiş ne denir böyle yele?
- Çok şükür, rastgele.
- Bir ehl-i ata
- ediyor bir lira itâ
- rüzgâr,
- mesele,
- altın... ve çocuklarda telâş!
- Karayel oldu sarı!
- Altını bo<du. Ufaklık yapıyor...
- Ve çocuklar kapıyor.
- Hoşuna gitti bu yağma
- gayet.
- Şen ü şâd oldu keder manzarası.
- İşte son merhale,
- son mevîd ü mikat:
- Vapura girdi nihayet,
- heyhat!
- O çocuk belki çıkarken dışarı!
- Acaba kim bu mübarek simâ?
- Dediler: İşte bu bir yüz karası!
- Ne demektir bu muammâ?
- Hedemâta sademât!
- O gün a'yân-ı kirâmdan bir zât
- feleğin olmuş idi maskarası!
- Bense nazmen ediyorum tekrar:
- Rüzgâr, rüzgâr,
- Bir hayaî zelzele!